Ebu Said – El Yarbuzi 

Yazan : Ankaralı Mehmet Şahin 

Rabbim bizi ve sizleri ateşten korusun.

Bugünkü sohbetimiz tevessülün bir parçası olan ibn Abbas hadisi onu tevessülün içinde işlemektense müstakil bir şekilde işlemeyi uygun gördüm.

Çünkü seleften bazı alimler bu hadisi şerife müstakil başlıklar atarak küçük hacimli bir hayli risale yazan olmuş. Tabi ki hepsinden istifade edilen yönler oldu  ama o yazılanların hepsinden istifade etme daha fazla bir istifade sunacak metin ortaya çıkardı, ben de bu fırsattan istifade etmeyi düşündüm.

Bu mevzuda risale yazanlar bu risalenin başına,

وَصِيَةُ النَّبِي صلى الله عَلَيْهِ وَسَلَّمَ لِعَبْدُ الله ابن اباس Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem’in amcasının oğlu Abdullah’a nasihatı.

Her ne kadar bu olay Allah Resulü ile amcasının oğlu Abdullah arasında geçmiş de olsa yani bu sözlerin söylenmesine sebep o da olsa bu ümmetinin umumunu muhatap alan bir meseledir.

Hadisi şerif zikredilen cümleler istikametinde dikkatli bir şekilde ele alınır, düşünülürse cidden bu mevzuda risale yazan alimlerin o denli hoş dikkat çekici sözleri var ki, rabbim onların günahlarını bağışlasın. Ümmeti uyarmak için, bu gibi hadislerden istifade edebilmeleri için ellerinden geleni yapmaktan geri durmamışlar.

Hadisin kısa yoldan bizim ulaşabileceğimiz metni Tirmizi de zikredilmekte ama o metin benim şuan burada sunacağım metine göre kısa bir metin.

Şeyh Elbani bunu tevessül kitabında ayrıyeten Silsiletu Sahiha da ve sair kitaplarında muhtelif yerlerde muhtelif lafızları tashih ederek zikretmiş.

Tertibi zayi etmeden tertip içerisine alarak bu ziyadeliklerden bir metin gündeme geldi ki cidden o mevzuyu, o sohbeti içeriği ile anlama en azından başlıklar ile anlama hakikaten çocukları, gençleri diyelim çünkü ibn Abbas radıyallahu anhu o sıralarda yaşını tahmin ederek ancak söyleyebiliyoruz nakledilen rivayetlerde ibn Abbas Allah Resulü vefat ettiğinde 14-15 yaşları arasındaydı, bu olay daha önce geçmiş bir olay.

Hatta bazı nakillerde ben ihtilama yakın yani daha baliğ olmamış bir yaşta idim sonra anlatacağı meseleyi anlatıyor. İbn Abbas’a kullandığı ifade de bunu serdetmekte yani ifadenin birisinde يا بُنَيَّ ey oğulcuğum diye ifade ediyor.

Bizim buraya metnini aldığımız nakilde ise يا غُلاَمْ ey çocuk şeklinde.

Ama çocukluktan çıkmaya başlamış zamanı. Neden? Çünkü ibn Abbas ihtilama yakın bir vaziyette idim derken  bunu Suudi Arabistan gibi bölgelerde bu ifadeyi kullandığınızda hiçbir zaman Türkiye gibi coğrafya parçaları üzerinde kullanıldığı şekilde değildir. Yani burada, buluğa yeni girmiş bir erkek çocuğu dediğinizde 14-15 yaşından aşağı değildir. Ama Suudi Arabistan, o kuşakta, ekvatorda buluğa yakın bir çağda dediğinizde bu 10 yaşlarında 11 yaşlarındadır çünkü orada daha erken çocuk baliğ olmaktadır.

İbn Abbas radıyallahu anhu kendisini naklediyor aynı rivayetin bir kısmını Enes de naklediyor.

Ama burada mevzu doğrudan doğruya hitaba yani muhatap olan ibn Abbas olması hasebi ile bunun rivayetinin önemsiyoruz. Enes de belli ki bunu ibn Abbas’dan işitmiş veyahut ibn Abbas başkalarına anlatırken o da duymuş olabilir.

İbn Abbas diyor ki;

كُنْتُ خَلْفَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَوْمًا ben bir gün Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem’in bineğinin terkisinde olduğum bir vaziyette,

Yani hayvanın üstüne biniyor arkasına bindirdiği kimseyi de terkisine binen. Allah resulünün arkasında idim, bineğinin terkisinde idim,

فَقَالَ: «يَا غُلَامُ bana dedi ki, ey çocuk! Yani bu dikkat çekmek için konuşacağın kişiye dönük rast gele bir konuşma üslubu ile başlama değil dikkat etmesi için يَا غُلَامُ bazı rivayette de doğrudan doğruya

إِنِّي أُعَلِّمُكَ كَلِمَاتٍ ben sana bazı kelimeler öğreteceğim demiyor يَا غُلَامُ deyince ibn abbas, لَبَّيْكَ ياَ رَسُولْ اللهِ buyur ey Allah’ın Resulü diyor. Bu ziyade lik sözün siyakına da uygun yani kullanılışına da münasip bir şey. Ekseriyetle duyuyoruz ki Allah Resulü ashabından birisine hitap ettiği zaman has kendi adı ile لَبَّيْكَ و سَعْدَيْكَ يا رسول الله buyur emret ey Allah’ın Resulü şeklinde cevap ile karşılık veriyorlardı.

 إِنِّي أُعَلِّمُكَ كَلِمَاتٍ ben sana bazı kelimeler öğreteceğim diyor. bazı kelimeler öğreteceğim. Başka bir nakilde de doğrudan doğruya,

يَنْفَعُكَ اللَّهُ بِهِنَّ sana bazı şeyler öğreteceğim ki Allah onlar ile sana fayda verecek. Burada ibn Abbas’ın Allah Resulünün terkisinde olduğu halde Allah Resulünün ona sana bir şeyler öğreteceğim veyahut bazı şeyler öğreteceğim ki Allah onlar ile sana fayda verecek. Bu Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem’in küçük büyük demeden her halükarda ümmetine bir şeyler öğretme fırsatını bulduğu an bunu kullandığını gösterir.

Çünkü terkisinde bineğin üzerinde belli ki bir yere gidiyorlar ve arkasında insan ekseriyetle karşısında olan birisine bir şeyleri anlatmayı daha rahat görür. Ama terkisinde dikkatini çekiyor, sana bir şeyler öğreteceğim diyor. görüldüğü gibi bineğin arkasında olan birisine hem de çocuk yaşta yani bu ne anlar demeden.

Çünkü hatip, konuşan kişi muhatabı önemser. Ve ayrıca  da bu fırsatı kaçırmıyor. Bizim sohbetlerimizde sık sık kullandığımız, birisine nispet ettiğimiz bir ifade vardır ki,

Memleket sathını bir mektep haline getirmek gerekir derken yani her halükarda bir Müslüman günlük hayatı içerisinde yirmi dört saatlik hayatı içerisinde ya bir şeyler öğrenen, ya bir şeyler öğreten halinde olmalıdır. Ya öğretmelidir ya öğrenmelidir. İki halden bir hal üzere olmalıdır. Bu isterse bir binek üzerinde olsun isterse beraberce bir yere yürüyerek giderken olsun, isterse bir yerde çay içmek için oturmuş vaziyette olsun o an yakaladığın, elde ettiğin fırsatı kullanarak yani birilerine bir şeyler öğretme. Hem de muhatabı çok küçük bir çocuk da olsa.

 Göreceğiniz gibi sana bazı şeyler öğreteceğim, veyahut bazı kelimeler öğreteceğim ki Allah sana onlar ile fayda verecek diyor.

Burada قلت dedim ki, بلى buyur ey Allah’ın Rasulü yani hazırım.

Yani seni dinlemeye, kulak vermeye hazırım.

احْفَظِ اللَّهَ يَحْفَظْكَ burada düz bir tercüme ile ele alınsa, Allah’ı koru ki Allah da seni korusun.

Şimdi burada hemen anlamamız gereken şey şu, düz bir tercüme ile biz bunu bu topluma aktardığımızda ha Arapça bilen bir topluma da bunu söylesek bu kelimenin mücmel olduğu yani özlü bir ifade biçimi, muhteviyatında içeriğinde ifade ettiği çok şey var demektir.

Ama biz şöyle diyelim karşısındaki çocuk küçük yaşta birisi demek ki bu sözlere muhatap olabilecek bir seviyede. Çünkü bu hadise baktığımızda izah görünmüyor, başlıklar görülüyor sadece. Allah’ı koru ki Allah da seni korusun.

Hiçbir zaman burada Allah’ın zatının korunması istenmiyor. Çünkü Allah azze ve celle bundan müstağnidir. Hiçbir kimse Allah azze ve celle’yi bir konumda aciz bırakamaz. Onu koruması da mümkün değil. Buradaki istenilen zatından farklı bir şeyler.

Bizi koruması da böyle Allah’ı koru, biz bunu basit bir tercüme ile şöyle diyoruz Allah’ın hukukunu koru, Allah da senin hukukunu korusun.

Burada şöyle bir izah getirdiğimizde, Allah’ın hukuku nedir?

Muaz bin cebel’in hadisinde de zikrettiği gibi Muaz’a dediği gibi;

 ا تَدْرِي ما حَقُّ اللهِ علَى العِبادِAllah’ın kulları üzerindeki hakkı nedir bildin mi? Diyor. o da Allah ve Resulü en iyi bilendir diye cevaplıyor. Allah Resulü de ona hiçbir şeyi ortak koşmamasıdır diyor.

Bunu genel anlamda ilk anlaşılması gerekene hamledersek herhalde Allah’ı koruma öncelikli olarak ona hiçbir şeyi ortak koşmama. Öncelikli bunun olması gerekir. O da seni korusun derken yani seni şirkten korusun.

Tekrar Muaza soruduğu sorunun akabinde, peki kulların Allah üzerindeki hakkı nedir? Sen onun bu hukukunu koruduğunda, Allah da seni korusun diyor ya ona hiçbir şeyi ortak koşmadığı sürece ona azap etmemesidir diyor.

Bu çok basit bir içi doldurma, muhteviyatı doldurma şeklidir ki burada az önceki adını zikrettiklerimden birisi yani bu mevzuda risale yazanlardan birisi Recebu’l Hanbeli dir rahimehullah birkaç risale daha var, onlardan birisi şöyle diyor buna anlam verirken;

ٱلتَّٰٓئِبُونَ ٱلْعَٰبِدُونَ ٱلْحَٰمِدُونَ ٱلسَّٰٓئِحُونَ ٱلرَّٰكِعُونَ ٱلسَّٰجِدُونَ ٱلْءَامِرُونَ بِٱلْمَعْرُوفِ وَٱلنَّاهُونَ عَنِ ٱلْمُنكَرِ وَٱلْحَٰفِظُونَ لِحُدُودِ ٱللَّهِ ۗ وَبَشِّرِ ٱلْمُؤْمِنِينَ[1]

Tevbe edenler, ibadet edenler, hamd edenler, oruç tutanlar, rüku edenler, secde edenler, iyiliği emredip kötülükten alıkoyanlar ve Allah’ın sınırlarını hududlarını koruyanlardır. Ve müminleri müjdeleyin diyor.

Burada وَٱلْحَٰفِظُونَ لِحُدُودِ ٱللَّهِ Allah’ın hududlarını koruyanlar diyor.

Bu ifadeden önce tevbe edenler, şirkten tevbe edenler, Allah’a ibadet edenler, hamd edenler sıralıyor bu ifadelerde genel.

Bunu başta zikredip;

حَافِظُوا عَلَى الصَّلَوَاتِ وَالصَّلَاةِ الْوُسْطَىٰ وَقُومُوا لِلَّهِ قَانِتِينَ[2]

Namazları ve orta namazı koruyun diyor. bunlar ile anlaşılıyor ki,

وَالَّذِينَ هُمْ عَلَىٰ صَلَاتِهِمْ يُحَافِظُونَ [3]

onlar ki namazlarını korurlar.

هَٰذَا مَا تُوعَدُونَ لِكُلِّ أَوَّابٍ حَفِيظٍ [4]

İşte size vaad edilen Allah’ın emirlerini ve nehiylerini hududlarını gözetene muhafaza edenlerdir diyor.

Demek ki ibn Abbas öyle zannediyorum iki şekilde bunu açıklayabiliriz,

Bir, çocuklara küçük yaştakilere meselelere keyfiyeti ile vakıf olmayan kimselere önce başlıklar öğretilir. Başlığı onun zihnine yazarsın çünkü o ortamda tedrici bir eğitim kaçınılmaz bir metot idi. Çünkü bu ortam gibi herkes okuma yazma bilmiyordu, yazı yazacak kalem kağıtları da yoktu, kayıt cihazları da yoktu.

Herkes hıfzetme yani ezberine kaydetme zorunda idi. Böyle bir tertip takip edilmiş olabilir.

Ha bizim ortamımızda mecburen böyle bunu ister sesli, ister yazılı bir yere kayıtta alsa Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem küçük yaştaki bir çocuğa, sana bazı kelimeler öğreteceğim veyahut sana bazı şeyler öğreteceğim ki Allah onlar ile sana fayda verir diyor.

Başlığı atıyorsunuz, şöyle de düşünebiliriz ibn Abbas o ortama göre baliğ olup olmaması üzerinden ona يا غلام , يا بني ifadesi kullanılıyor.

Ama katiyetle o ortamdaki tatbikatı gördüğümüzde bir toplumun, bir kavmin imamı küçük yaşta bir çocukmuş.

Ve üzerindeki elbise onu tamamen setretmeye yetmiyor, Allah Resulü bunu görünce imamınıza bir elbise alamadınız mı diyor ki setrini, örtüsünü tamamlasın diyor.

Ha orada demek ki o çocuk o topluluktan daha çok Kuran biliyordu ezbere biliyordu veyahut daha iyi okuyan birisi idi.

Öyle olmuştur ki Usame’yi çok genç yaşında ordu komutanı yapmıştır Bakarayı ezbere bilmesinden dolayı. Ve ibn Abbas da devamlı küçük yaştan itibaren ibn Ömer olsun, Abdullah ibn Abbas olsun, Abdullah ibn Mesud olsun, ondan sonra Abdullah ibn Cabir olsun, Enes ibn Malik olsun radıyallahu anhum bunlar mahmud ibn Rebi olsun bunlar çok küçük yaşta Allah Resulünün sohbetine gidip gelen, oturup kalkan çocuklar idi, ki Allah Resulünün vefatında da bunlar daha küçük yaşta çocuklar idi.

Düşün Enes on yaşında Allah resulüne mülazemette yani refakat etmeye başlamıştı. Onun hizmetini görmeye başlamıştı. O denli veciz, muhteviyatlı, dolu dolu şeyler öğretiyor ki bizde şuan bunları işlerken hatta üst seviyede bir ilim talebesi de olsa anlatılması gereken kelimeler, ifadeler olarak buluruz.

Yani bu kelimelerin açılması gerekiyor.

Devam ediyor, احْفَظِ اللهَ تَجِدْهُ تُجَاهَكَ onun şimdi hukukunu koru ki onu devamlı önünde bulasın. Yani onun hukukunu korursun bu تُجَاهَكَ yi başka bir şeyde احْفَظِ اللهَ تَجِدْهُ امامك onun hukukunu koru ki onu devamlı önünde bulasın yani seni delaletten, şerden, kötülükten, musibetten korur bulursun.

Sen onun hukukunu korudukça bunu başka ifadeler ile de eş anlamda kullandığımızda yakın ifadeler aynı manaya delalet eden yani onun hukukunu koruma. Diyor mesela;

مَنْ يَتَّقِ اللَّهَ yani her kim Allah’tan korkarsa ne anlama geliyor, ben korkuyorum demek değildir korkma onun emirlerini yapmak, emrettiği şeyleri yerine getirmek yasakladıklarından da sakınmaktır.

Çünkü onun emrettiği şeyi yapmadan yasakladığı şeyden uzak durmadan katiyetle bir insan Allah’tan korktuğunu söyleyemez.

Çünkü Allah’tan korkma nasıl ki Allah’ı sevme mücerred bu sözü telaffuzdan ibaret değil yani bir insan ben Allah’ı seviyorum dese ya bu samimi diyor diyerek mi cidden onun sevip sevmediğini anlayabiliriz, yoksa sevmenin Allah’ı sevmenin başka bir emaresi mi var?

Allah’ı sevme, Allah’ın da Kuranda buyurduğu gibi Resulüne ittiba etmektir.

Resule ittiba edildiği müddetçe Allah da onu seviyor. Çünkü Kuranda da buyurduğu gibi;

قُلْ اِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللّٰهَ فَاتَّبِعُوني يُحْبِبْكُمُ اللّٰه[5]

Muhammed de ki onlara, eğer siz Allah’ı seviyorsanız bana tabii olun yani nasıl ki Allah’ı sevmek onu seviyorum demek değildir Resule tabii olmak ancak onu sevmek bu da Allah’ın bizi sevmesini sağlıyor.

Korkma da böyle değil. Yani ben Allah’tan korkuyorum demek ile biz Allah’tan korktuğumuzu ifade etmeyiz. Korkumuz nasıl olur? Onun azabından korkmak yani emirleri yapmak ve yasaklardan sakınmaktır.

O zaman işte Allah’ın hukukunu koruyun derken, ondan korkun yani emirlerini yapın, yasaklarından da sakının. Her kim Allah’tan korkarsa,

 يَجْعَلْ لَهُ مَخْرَجًا ona bir çıkış yolu verir. Yani sen ondan korkarsan ne yapıyor o? Sana bir çıkış yolu veriyor.

احْفَظِ اللهَ تَجِدْهُ تُجَاهَكَ veyahut امامك yani sen Allah’ı koru, hukukunu koru o da seni korusun. Yani sen ondan korkarsan o seni korur.

Yani delaletten şerden sapıklıktan her şeyden seni korur.

Sen ondan korkarsan o sana bir çıkar yol verir.

Sen ondan korkarsan seni öyle bir rızıklandırır ki neden rızıklandırmayı bu korkunun akabinde kullanır?

İnsanların dünyada en çok korktuğu şey endişelendiği şey rızık endişesidir. Sen Allah tan korkarsan rızıktan endişelenme onu hemen önünde bulacaksın.

Burada gelen nakilin birisinde de devam ederek diyor ki;

تَعَرَّفْ إلَى اللهِ فِي الرَّخَاءِ , يَعْرِفْكَ فِي الشِّدَّةِ

Sen rahatlıkta Allah’ı hatırla, onu çok an yani. Onu tanı. O da seni şiddet anında tanısın. O biraz sonra gelen bir ifade. Neden bu ifade kullanılıyor?

Bir şiddet Allahtan korkan birisine şiddetli bir olay, bir müşkilat, musibet geldiğinde iyi bilmeli ki Allah’ın yardımı da hemen o andır. Yani sana yardımın geldiğinin çabuklaştığını gösterir.

Onun için, الفرج بعد الشدة rahatlık, huzur şiddetten sonradır. Çünkü şiddet olmasa rahatlığı anlayamazsın. Bir musibet olmasa ondan kurtulmanın hazzını tadamazsın yani anlayamazsın. Eğer sen ondan korktuysan yardım yanında.

Başka bir nakilde de, النصر بعد الصبر yardım sabırdan sonradır.

Katiyetle sabrı göstermeden evvel yardım isteyemezsin. Şiddeti görmelisin ona sığınmalısın iltica etmelisin. Yani tevekkülü de bunun içinde bulursun, veyahut buradaki zikrettiğimiz şeylerin hepsi birer meşru tevessüldür.

Allah tan kork onu devamlı önünde bulacaksın yani sen ondan korktun mu, bu neye benziyor biraz?

إِن تَنصُرُوا۟ ٱللَّهَ يَنصُرْكُمْ[6]

Allaha yardım ederseniz Allah da size yardım eder. Hiçbir zaman zatına yardım anlamında değildir bu yani onun dinine yardım ederseniz o da size yardım eder. Biz ondan yardım ne zaman istiyoruz? Onun dinine yardım etmeden istiyoruz. Halbuki sabırdan sonradır yardım. Veyahut onun dinine yardım ettikten sonradır yani onu koruyacağız, hukukunu koruyacağız genel anlamda yani onun emirlerini yerine getireceğiz biraz daha açılmış şekli, onun yasaklarından sakınacağız o bizi devamlı koruyacak, önümüzdedir. Ondan korktuk mu hiçbir şeyden endişe duymayacağız. Ona iltica edersek o bizi koruyacak. Yani ona iltica ettik mi onun koruması da önümüzde.

Bunu eş anlamlı diyebileceğimiz sairleri ile beraber düşünerek hareket edebiliriz.


[1] Tevbe 112

[2] Bakara 238

[3] Mearic 34

[4] Kaf 32

[5] Ali imran 31

[6] Muhammed 7

إِذَا سَأَلْتَ فَسْئَلِ اللَّهَ az önce dediğim gibi burada ibn Abbas’a başlıklar çizilmiş. İstediğinde, bir şeyler isteyeceğin zaman فَسْئَلِ اللَّهَ Allahtan iste. Bu ifade âam(genel) ve mutlak. Ne istersen iste Allah’tan iste. Yani istediğinde Allahtan iste ama ne istersen hepsini Allah’tan iste. Burada sakın başkasından isteme.

İsteme bir vesiledir. Allah tan istemenin ise nasıl isteyeceğimizi bu tarif etmiş. Burada önce mutlak istemenin ondan olduğu, sonra bunun üzerinden nasıl isteyeceğimizin tarifi sonra gelir. Ama net bir şekilde daha önce dua bahsinde de zikrettiğimiz gibi,

Kul ellerini açıp Allahtan istediğinde onu nasıl karşında bulacaksın? Allah’ın hukukunu koruyun deyince benden isteyin diyor ne istersen iste ondan isteyeceksin. Ellerini kaldırıp ondan istediğinde Tirmizi deki hadise göre Allah o elleri boş döndürmekten haya eder diyor.

Sen ondan istedin mi, o o elleri, kendisine kalkan elleri boş döndürmekten haya eder.

Allah Resulünün ashabının bu sözü anlayışına baktığımız zaman, ibn Mesut dan nakledilen bir eserde diyor ki,

Biz bu istemeyi o denli âam ve mutlak bir şekilde anlıyorduk, uyguluyorduk ki diyor, bizden birisi devesinin üzerinde bulunurken yere kamçısını düşürdüğünde, sopasını düşürdüğünde yanında da yürüyen birisi olsa bile iner kendi kamçısını, sopasını kendisi alırdı diyor. şunu bana ver demezdi birisi.

Yani insanlardan yani Allah tan istemeye bu denli yoğunlaşınca, insanlardan istemekten bu denli müstağni kalınca insandaki oluşan nedir? Mümkün mü hele hele sadece ondan istenilip, onun vermeye muktedir olduğu bir şeyi bir başkasından isteme mümkün mü? Katiyetle mümkün değil.

Biz önce Allah dan gayrı istenilenlerden başlıyoruz. Şundan istenilir, bundan istenilir, şöyle olur, bu caizdir böyle halbuki önce Allahtan istemeyi öğretmek gerekiyor. Sadece ondan istemeyi öğretmek gerekiyor.

Bu duygu beslenerek kişinin yakini kazanabileceği bir mertebeye getirildikten sonra o denli bir anlayış oturuyor ki halbuki bir insanın devesinin üzerinde iken yere düşürdüğü bir şeyi yanında yürüyen birisinin uzanıp, alıp vermesi nedir? Hiçbir sorun değil.

Ama biz bu denli ondan istemeye yoğunlaşıyorduk. Ve kimseye de minnet etmemeyi.

Bakın sahabeyi anlatırken Kuranı kerimdeki ifadesi ile onlar çok muhtaç olmalarına rağmen her hallerinden belli, katiyetle kimseden istemezlerdi.

Ensar da kendilerinden istenilmeden verecek kimse arıyordu. Muharic muhtaç, fakir açlığı her halinden belli ama katiyetle minnet duygusu ile birisine el açmıyordu.

Ensar da onların muhtaç olduklarını biliyorlar, baktıklarında anlıyorlar katiyetle istemelerine fırsat vermiyorlardı. İstemeden veriyorlardı bakın. Bir şair tercümesi ile şöyle diyor;

“Nerede o muhtaç oldukları halde istemeyenler, hiç istemeden verenler ile beraber göçüp gittiler” diyor.

Böyle bir toplum oluşmuş. Ne oluyor şimdi düşünün, sosyal yapıyı düşünün muhtaç olan insanlar olmasına rağmen onlara yardım etme gibi bir müessese oluşmayınca yolda sokakta binlerce insan istemeye kalkıyor.

Yine vaaka olarak biliyoruz ki bu isteyenlerin içinde kaç tane hak eden var? Devamlı hak etmeyenlerin istemeleri gündeme geldiği için hak edenler bile burada madur bırakılıyor.

Biz hepsini zengin üç kağıtçı dilenen düşünüyoruz ve bunların arasında vermeyenler de gidiyor.

O zaman biz önce Allah dan istemeye yoğunlaşmalıyız. Sadece ondan istemeye yoğunlaşmalıyız. O denli bunu zirveye taşımalıyız ki hiç kimseden istememe onuru oturmalı.

Çünkü rızıklandıran o ise onlar ne yapıyor? Bu sefer hiç istemeyen ar eden kimseler o toplumda istemeden infak edenleri yetiştiriyor. Hiç istemeyince ne oluyor? İstemeden infak edenler çoğalıyor hatta öyle bir zamanın geleceğinden bahsediyor ki bu kıyamet emarelerinin zikredildiği hadisi şerifte kişi diyor öyle bir zaman gelecek elinde zekatı ile dolaşacak da onu kabul eden bulamayacak diyor.

İstemeyen, hiç istemeyen minnet etmeyen kimseler, istenmeden veren kimseleri yetiştirecektir. Ama rastgele istenmede katiyetle verme zayıflıyor.

Vermenin güçlendiği ortamda hiç kimse ihtiyacını yani arını yıkarak yapmıyor. Ve hiç kimseyi minnet altında da bırakmıyor. Garip olan, verdiği görünen kimseler, bütün vermeyi ki onların eline bıraktığı için bunun eksileri dediğimiz diyelim infak etmenin eksisi çoktur. Onu bak ne kadar infak ediyor desinler diye veren olur, açıktan verir güya bunlar işte başkalarını da teşvik edelim diye açıktan verdik derler.

Ondan sonra infak ettiği kişiyi minnet altında bırakacak bir konumda olur infakın eksisi çoktur halbuki bizi minnet altında bırakacak o rızkı bize veren o, o bile bizi minnet altında bırakmıyor yani bizim rızkımızı tekeffül ettiğini söylüyor.

Buna sebep de İslam hukukunda bu vermenin tali meselelerinden sayılır, veren beytul mal dediğimiz yani İslam idaresidir. Hiç kimseyi minnet altında bırakmadan.

Onun için burada önce,

إِذَا سَأَلْتَ فَسْئَلِ اللَّهَ yani içi belki sahifelerce dolduracak muhteviyat içeren cümleler bunlar çocuklara bu öğretiliyor. Baştan tutun bir çocuğa, Allah’ın hukukunu koru o da seni korusun otur günlerce onu ona işle. Arkasından Allah’ı koru, o da seni korusun Allah’ın hukukunu korursan devamlı onu sana yardımcı bulacaksın. Sen ondan korkacaksın o sana yardım edecek. Sen onun dinini koruyacaksın o sana yardım edecek. Sen ona sığınacaksın o seni koruyacak. Sen sadece ondan isteyeceksin yardımı ki bu istemeyi hangi kelimenin arkasına eklerseniz ekleyin isteme orada geçerlidir.

Az sonra zikredeceği kelimede de,

إِذَا اسْتَعَنْتَ فَاسْتَعِنْ بِاللَّهِ biz bu kelimeyi Türkçe yardım istediğinde deriz değil mi isteme kelimesini kullanma zorundayız çünkü buradaki bu bab, istifal babındandır, yani talep anlamındadır. اِسْتَغْفَرَ derken ondan mağfiret istedi anlamında. Birisinden yardım istediğinde de, yardım nedir? Yardım talep etmedir birisinden. Burada da Allah’tan istemeye yoğunlaşacaksın.

Neden ayrı ayrı zikrediliyor bazen bizim toplumumuzda isteme denilince farklı boyutta yardım olunca farklı boyutta.

Bakın şimdi insanlar devamlı bu yardımdaki düştüğü arızalar, Allah tan başka kimsenin yardım edemeyeceği ona has kılınan bir şeydir bu.

İnsanlardan istediğin gibi şu kağıdı verir misin, şu masayı benim ile tutar mısın gibi bu denli bir yardım değildir. Yani Allah dan talep etmedir. Öyle yardıma gidiyor ki şimdi adam, her babta kullanabilirsin, bizim efendi hazretlerinin tarikatına yazıldığınızda sizi sırat köprüsünden, elinizi tutup sizi sırat köprüsünden geçirecek, size yardım edecek.

Resulün bile böyle bir hakkı yok. Daha önceki derslerde dediğimiz gibi Allah dan isteme zorundasın, Allah’ım bize yardım et, neyden? Korktuğun şeyden, musibetten, meşakkatten, birisinin şerrinden neyden korkuyorsan.

Onun azabından da ona sığınma zorundasın ondan yardım isteme zorundasın. Yardım istediğinde de ondan iste diyor.

Şimdi yukarıdaki cümleyi unutmadınız, bu daha baliğ olmamış bir çocuğa söylenen sözler. Buna şerh yazanlardan birisi şöyle diyor;

Bu Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem’in bu davete bir büyük ile değil, Ömer gibi Ebu Bekir gibi daha büyük yaştaki bir sahabeye hitap değil bu, bir çocuğa. Neden?

Eğer büyük yaşta birisine olsaydı herhalde bu sözleri daha iyi anladığını düşünürüz değil mi, hiç Allah Resulünün sohbetinden kalkmayan birisi olarak, veyahut ekseriyetle onun sohbetlerine iştirak eden birisi olarak düşünürüz ama bu bir çocuğa.

Şimdi bakın ibn Abbas a çocukken dahi böyle bir ihtimamlı, önemsenir bir şekilde eğitilmiş, yetiştirilmiş, yönlendirilmiş. Kıyamete kadar insanlığın üstadı mertebesinde birisi olmuş. Bu mevzuda dua da etmiş, ibn Abbas diyor ki tağusun ve mücahidin Said bin Cübeyirin naklettiği bir söz,

Hiçbir ayet yok ki o ayette durup ben Allah Resulüne bir şeyler sormamış olayım diyor yani her ayet hakkında Allah Resulüne bir şeyler sormuşumdur diyor.

Burada şu önemde çıkabilir, kendisinden sonra ümmetini bu denli eğitecek kimselere muallimlik niteliği taşıyabilecek kimseleri daha çok önemseyerek onları yönlendirmiş.

Toplasak toplasak şu hadisin metni bir sayfayı geçmeyecek ama bütün bu içeriğindeki sözler hep veciz yani açıklanması gereken ifadeler oluyor. Şimdi bunun akabinde geçiyor,   وَاعْلَمْ iyi bil ki, أَنَّ الأُمَّةَ ümmet, insanlık

لَوْ اجْتَمَعَتْ عَلَى أَنْ يَنْفَعُوكَ بِشَيْءٍ لَمْ يَنْفَعُوكَ إِلَّا بِشَيْءٍ قَدْ كَتَبَهُ اللَّهُ لَكَ

İyi bil ki diyor bütün insanlık sana fayda vermek için, faydalı olmak için toplansa, bir efendi hazretleri değil onun gibi binlerce efendi toplasa seni sırattan geçiremez. Sana katiyetle fayda veremezler ta ki Allah senin hakkında ne yazdıysa onun dışında bir şey olmaz.

Burada zarardan başlamıyor. Önce hiçbir kimse sana fayda veremez. Bütün insanlık toplansa sana fayda vermek istese bunu yapamazlar.

Taa ki o sana gelen fayda Allah’ın sana yazmış olduğu bir şey olsun. Yine devam ediyor,

 وَلَوْ اجْتَمَعُوا عَلَى أَنْ يَضُرُّوكَ بِشَيْءٍ yine bütün insanlık sana zarar vermek için toplansalar لَمْ يَضُرُّوكَ sana zarar veremezler.

إِلَّا بِشَيْءٍ قَدْ كَتَبَهُ اللَّهُ عَلَيْكَ ta ki Allah’ın sana yazmış olduğu bir şey olsun diyor.

Yani Allah onu yazdığı için isabet etmiştir.

Yani o zarar vermek isteyenlerin zarar vermelerinden değil sana fayda vermek isteyenlerin fayda verdiklerinden değil, o Allah’ın sana takdir ettiğidir. O zaman Allah tan başka kimse zarar ve fayda veremez.

Akabinde ;

رُفِعَتِ الأَقْلَامُ artık kalem yazmıyor, bitti. Yazılanların hepsi yazıldı.

وَجَفَّتْ الصُّحُفُ sahifeler artık kurudu, mürekkepleri de kurudu. Yani her şey zaten yazıldı, bitti.

وَاعْلَمْ أنَّ النَصْرَ مَعَ اَلْصَبْرِ iyi bil ki yardım, sabır iledir.

وَأنَّ الْفَرْجَ مَعَ الكَرْبِ iyi bil ki ferah yani huzurluk, yardım ancak sıkıntı ile keder ile beraberdir.

Yani keder gelince üzülmemek gerekir, diyelim şuan Müslümanlara gösterilen şiddet, yıldırma Avrupa neresi olursa olsun hemen bizim anlamamız gereken şey nedir? Sorumluluğu konuşmanın dışında konuşursak aksine küfrün eceli yaklaşıyor diyebiliriz. İşte bu sıkıntıda biz ayakta durursak yardım gelecek.

Burada ayakta durursak, sabredersek biz sebat gösterirsek Allah bizi sabit kılacak.

وأن مع العُسْرِ يُسرِا kolaylık da zorluk iledir. Bir şey size zorlaştı mı üzülme arkasından kolaylık gelecektir ama sen o şeyin yani bir bela musibet gibiyse sıkıntıysa ya sorumluluğumuzu def etmedik, yapmamız gereken işi yapmadık değil mi? Ya bir ceza olarak geliyor, musibet olarak geliyor. Bu hallerden birisini düşünmemiz gerekir. Zora düşmüşsek bu bir imtihandır, veyahut bize cezadır. Tevbe edip, avdet etmek eğer bir imtihan ise sabretmek gerekir ha zorluğun akabinde kolaylık vardır. Rahatlık sıkıntıdan sonradır yardım da sabırdan sonradır.

Şimdi bu hadisin metnine baktığımızda daha bir çok bunun izahı var oraya girmeye şuan ihtiyaç yok ama küçücük bir çocuğa buradaki çocuklar kadar hemen hepsi veciz başlıkların. Ama bir sohbet şeklinde toplamış hem de bineğin üzerinde. Bazen bize bırak bir terkide olmayı ben arabanın önünde iken arkadan birisi soru sorduğunda ya yaklaş diyorum, sesini yükselt diyorum, arabadan inelim vakit mi bulamadın diyoruz.

Yani soracak hiçbir zaman mı yakalayamadın diyoruz ama Allah Resulü bunu örnek veriyor, vakit tanımıyor yani vakit müsaitliği aramıyor, her fırsattan istifade ediyor, yani ümmetini küçük çocuk da olsa, erkek de olsa, büyük de olsa, yaşlı da olsa hiç fark etmiyor, onları eğitme onları yönlendirme hele hele ibn Abbas gibi ilerisini gördüğü bir çocuğa onu daha çok önemseyerek anlatıyor.

Bakıyorsunuz bu mevzudaki ilişkili hadislerin bir çoğunu en azından hepsi hakkında birer ikişer nakil ondan geldiğini görürüz. Yani ibn Abbas’ın kendisinden başka sahabeler de aktarmıştır.

Ama burada bur sohbetin tabi tek onun ile binek üzerinde olan sohbetine hasretmiyoruz başka yerlerde de bunlar teker teker anlatılmış. Ama bunları anlatırken ibn Abbas ile ikisinin olduğu görülüyor.

Çünkü ben onun terkisinde ve bir yere gidiyorduk diyor

Similar Posts