Allah’ın Kelamı (Kelamullah) – 3
Kuran hitap uslubü ile gördüğünüz gibi lafızların siyaki bazen umumidir, âamdır yani bazen hastır, bazen mutlaktır bazen mübhemdir. O kelimelerin o cümledeki geçtiği şekli ile anlam kazanan arapça çok kelime vardır bu şekilde.
Mesela ifade âam gelir, genel gelir veyhut has gelir yerine göre bu âam genel olarak gelir tahsis edilmeden, onu tahsis bir nas tuhassis dediğimiz nas olmadan hususiye tahsis edemeyiz. Hastır, bazen diyelim ki o hükmün inişi has, veyahut sebebi nüzulü dediğimiz şey has olabilir. Ama hüküm has değildir. O haberin gereğince hareket ederseniz yanlış yapar ve yaptığına pişman olursunuz.
Bir fasık haber getirdiğinde araştırın derken bunun mefhum’u muhalifi ne olur? Yani sadık birisi getirdi mi haberini kabul edin. O zaman birisinin sadıklığını nasıl bileceğiz? Ben sadık birisiyim demek mi? Bu kerameti kendinden menkul şeyh. Kerameti kendinden menkul şeyh ne demek? O zaman ben sadığım demek, ben adil bir şahidim demek kerameti kendinden menkul şeyh anlamında. O zaman seni tezkiye edilmiş birileri tezkiye edecek. Sizi de ilk tezkiye eden kim olur? Hocanız. O da tezkiye edilmişse tabi.
فغسلوا ايديكم tamam mı ellerinizi yıkayın dediği zaman, nereye kadar?
إِلَى الْمَرَافِقِ yani buraya kadar kollarınızı buraya kadar yıkayın. Ellerinizi buraya kadar yıkayın diye tercüme edilmez.
Ve hırsızın kadın hırsızın erkek hırsızın ha burada sadece müzekker olarak فصارقُ deseydi kadınlarını da içine alırdı. Tek başına. Ama hasseten zikrediliyor. Farklı, muradından uzaklaştıran bir anlam yüklenilmeyi önlüyor. Bir yere kadar. Aynen,
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا إِذَا قُمْتُمْ إِلَى الصَّلَاةِ ey iman edenler namaza kalktığınız zaman, فَاغْسِلُوا وُجُوهَكُمْ وَأَيْدِيَكُمْ şimdi ey iman edenler namaza kalktığınızda kollarınızı yıkayın abdesti emrediyor. Burada müzekker sigası ile geliyor ama erkekler kast edilmiyor sadece değil mi? Kadınlar da bunun içinde. Hasseten ayıran bir ifade kullanmışsa bu önemi arz eder burada.
O zaman biz yumurta hırsızını da tuttuğumuzda kolunu kesmemiz gerekir. Bu nedir? Buna biz ne deriz? Bu mutlak bir ifade. Mutlak olan nasları mukayyed kılan mukayyid dediğimiz bir nas olmadığı sürece mukayyed kılamayız.
Bu ne demek? Şimdi ayeti kerimede,
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ وَأُولِي الْأَمْرِ مِنكُمْ[1]
Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, ve Resule itaat edin. Sizden olan emir sahiplerine de.
Burada sizden olan emir sahiplerine de itaat edin diyemeyiz. Sizden olan emir sahiplerine de bunu de takısı ile vurgularız, bağlarız.
Burada diyoruz ki Allah’a itaat müstakil emir sigası ile geliyorsa, Resule de itaat müstakil emir sigası ile geliyor. O zaman Allah’a ve Resulüne itaat ne diyoruz? Mutlak diyoruz.
Ama ulu’l emre, وَأُولِي الْأَمْرِ مِنكُمْ sizden olan emir sahiplerine de, ulu’l emir kimdir, Abdullah İbn Abbas dan, Mücahitten gelen nakle göre;
الاُمَراءُ والفُقَهَاءُ bunlar kim imiş, umera emirler veyahut da ilim sahibi olan kimselerdir fukaha. Ha hangisi olursa olsun önemli değil. Bunun genelinden de şunu anlıyoruz Allah’a Resulüne itaat mutlaktır ama onun ikisi dışındaki hiç kimseye itaat mutlak değil mukayyettir.
Ulul emre de olsa, anaya babaya da olsa, kadının kocasına da olsa bu itaatlerin hepsi ne imiş? Mukayyettir. Bunu kayda alan kısım nedir?
Halıka isyan olunan yerde mahluka itaat yoktur.
Halıka isyan olunan yerde yani Resule, Allah’a Resule isyan olunan yerde ters düşülen, muhalefet olunan yerde bir başkasına mahluka itaat yoktur. Bunu anladınız.
Ne yapıyor şimdi Ayşe validemizden gelen hadis Müslim de ;
Hırsız çaldığı mal çeyrek dinarı geçiyorsa bu da bizim hesapladığımız zamana göre takriben 125 dolar yapıyordu. Bu 125 dolar kıymetini geçtiği an ona hat cezası uygulanıyor Ayşe validemizden gelen.
Çaldığı malın kıymeti takriben 125 doları buluyorsa o hırsızın eli kesilir kolu yani.
Peki kol nereden kesilir?
Yine Ayşe validemizden gelen hadisi şerifte;
Bilekten, o da mafsaldan. Yani elin mafsalından kesilir. Gördüğünüz gibi Kuranı kafana göre anlamaya çalışırsan hırsızın eli kesilir kafası kesilmez. Sen kafasını kesmiş olursun.
Yani Kuran Resul tarafından beyan edilmiştir. Beyanı nedir?
Âam ise tahsis edilmiştir değil mi. Mutlak ise mukayyed kılınmıştır. Mübhem ise mufassal kılınmıştı. Mübeyyen yani beyan edilmiştir.
Binaenaleyh Ahmed İbn hanbel’in, ona akran olan ilim ehlinin o ortamda dediği gibi; السُّنَّة تُفَسِّر القُران Sünnet Kuranı tefsir eder. Yani beyan eder ve açıklar.
Şimdi biz Kuran da Allah’a itaat etmemiz emrediliyor yani Allah azze ve celle’ye, آمِنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ [2] Allah’a ve Resulüne iman edin diyor. Görüldüğü gibi Allah kendisine iman etmenin yanında Resule imanı da karin olarak zikrediyor.
أَطِيعُوا اللَّهَ وَأَطِيعُوا الرَّسُولَ [3] Allah’a ve Resulüne itaat edin dediğinde Allah azze ve celle kendisine itaatin yanında Resule de itaati karin olarak zikrediyor.
Baştaki ayete döndüğümüzde Allah’a itaat mutlak Resulüne itaat mutlak madem ki müstakil emir sigaları ile gelmiştir diyoruz tercüme ederken de dikkat edeceğiz Allah’a ve Resulüne itaat edin diyemiyoruz. Çünkü Türkçe bu sefer bu anlamı vurgulayamazsın. Mutlak anlamını vurgulamak için Allah’a itaat edin ve Resulüne itaat edin sizden olan emir sahiplerine de.
Bu ne demek olur Allah’a itaat edin, Resulüne de itaat edin, sizden olan emir sahiplerine de antro parantez itaat edin anlamını taşır. Ama önce bizim burada Allah’a ve Resulünden gayrına itaatin mukayyed olduğunu vurgulamamız gerekir.
O zaman eğer itaatten bahsedeceksek katiyetle öncelikle Allah’a itaat, ve kendisine itaat ile karin zikreden yakın birbirine karındaşmış gibi zikredilen Resule itaat edin.
Burada çünkü Resule itaat Allah’a itaat gibidir.
Çünkü Resullere itaat ;
وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلَّا لِيُطَاعَ بِإِذْنِ اللَّهِ [4] biz ne kadar Resul yollamışsak onlara Allah’ın izni ile itaat edilsin diye. Bunu anladınız mı? Demek ki Resullere itaat de rast gele değil. Allah’ın izni ile biz onlara itaat ediyoruz.
Çünkü Allah Resulüne itaat, Allah onu Resulü kendisi ile bizim aramızda aracı etmiştir onun vasıtası ile bize emirler ulaşıyor. Hiçbir yerde de Allah’a tabii olun denilmez değil mi? İtaat edin denir. Ama Resule tabii olun der. Aynen dediği gibi ;
قُلْ إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللَّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللَّهُ [5] de ki onlara eğer Allah’ı seviyorsanız çünkü bazı topluluklar Allah’ı sevdiklerini iddia ettiler. Sevgi Allah’ı sevme hele ben Allah’ı seviyorum, Allah’a aşığım, hak aşığıyım dedikleri gibi Osmanlı kızılbaşlarının böyle bir Allah sevgisi yoktur, aşkı da yoktur. Çünkü ;
إِن كُنتُمْ تُحِبُّونَ اللَّهَ eğer Allah’ı seviyorsanız dediğiniz gibi, فَاتَّبِعُونِي bana tabii olun. يُحْبِبْكُمُ اللَّهُ Allah da sizi sevsin. Allah da sizi sever.
Görüldüğü gibi Allah’ı sevmenin yöntemi ne imiş, vesilesi? Resule tabii olmak.
Dünkü derste de dediğim gibi Allah kelamı dediğimizde senin benim izahıma ihtiyaç bırakmıyor. Çünkü ifade çok net. Allah’a iman edin, Resule iman edin denildiğinde Allah’a itaat edin, Resule itaat edin dediğinde,
مَّن يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللَّهَ [6] her kim Resule itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur.
[1]Nisa 59
[2] Hadid 7
[3] Nisa 59
[4] Nisa 64
[5] Ali imran 31
[6] Nisa 80
Soru Cevap
Hocam bu kelime biraz yanlış anlaşılmaya açık değil mi?
Şimdi yanlış anlayacaklar iblis gibi doğruyu da yanlış anlar. Onların hastalığına deva olmak bizim vazifemiz değil. Bizim eczanemizde onların ilacı da yok. Onları sürükleyeceği yere kadar da götürür. Ha biz bunu yaparken mesela o adamın adı neydi? Katarlı Abdurrahman getirmişti onu bana, İstanbul edebiyat fakültesinde Arapça hocası, hadis inkarcısı.
Resule itaati, Resule ittibayı şirk gibi görüyor. Resul sadece bir posta müvezzi gibi. Posta müvezzi ne demek? Postacılara denir. Mektubu getirip veriyor çekip gidiyor. Böyle düşünüyor.
Dedim ki buna ben sabah namazının iki rekat farz olduğunda ittifak ediyor muyuz dedim, evet dedi. O zaman ittifak ettiğimiz bir şeyden başlayalım.
Sabah namazını biz yüz bölüme ayıralım yüzdelik ile hareket edelim. Bu sabah namazının iki rekat farzının güneş doğmadan önce kılınacağına veyahut içinde yaptığımız bütün harekata hepsine yüzdelik ver, yüzde kaçını Kurandan buluruz?
Veyahut yüzde kaçını Kuranın dışında buluruz? Bundan kastım hikmet, sünnettir yani. Ne kadarını buluruz? Düşünmeye başladı. Yüzde ikisini, beşini bile bulurken çatlarsın Kuranda.
Yüzde doksan beşini Kuranın dışında Sünnette buluyoruz. Sünneti kim öne alıyor?
Resul namaz kılmış ve kıldırmış değil mi? Ve kendisi de ;
صلُّوا كما رأيتموني أُصلِّي beni nasıl namaz kılar gördüyseniz öylece namaz kılın.
Birisi sol elini sağ elinin üstüne alıyor, öyle namaz kılıyor. Geliyor sağı alıp sola koyuyor “biz nebiler böyle namaz kılmak ile emrolunduk” diyor.
Şimdi bugün yine bir ikisi zırvalamış yine bu pisliklerden, Sünnet inkarcılarından namaz daha önce de biliniyordu sanki yeni bir şeyler buluyor.
Tabi Adem den beri namaz var. Ama resulden tertemiz, arındırılmış hurafeden bidatten arındırılmış şekli ile sen alma, geçmişteki resulden geleni almayı inkar etmek için, geçmiş ümmetlerden bu geldi deyip kaldı ki şuan namazın hiçbir şeyi kalmadı Yahudilerde ve Hristiyanlarda. Sadece Yahudilerde bir secde şekli var. Hristiyanlarda o da yok. Sadece oturdukları sandalyenin üzerinde diz çökerler şimdi diz çökmeyi de bıraktılar. Ters otururlardı sandalyeye diz çökerler, dirseklerini de sandalyenin küpeştesine koyarlar.
Yani namaz bu ibadet, Resulden öğrenildiği gibi bize gelmiştir. O zaman resule ittiba, Allah’a itaat gibi resule de itaat var. Muhammed’e iman, Resul olarak iman vacip olduğu gibi bu imanın lazımları da vardır.
Resule imanın ilk lazımı ne idi? Resule itaat. İtaat ne anlamda? Emrettiği şeyi yapmak, yasakladığı şeyden de sakınmaktı. Tereddütsüz, izan ve teslimiyet ile.
Sahabeye baktığımız zaman sahabenin, bunlar başlıktır ha, sahabenin vahyi telakkide yani sahabeye bir vahiy haberi geldiğinde sorgusuz, sualsizi, tereddütsüz inkiyad ederek onu yapmak.
Mescidde namaz kılıyorlar, mescidi nebi de namaz kılan birisi geliyor, kıble Beytul Makdisten Hareme tahvil olundu diyor. Herkes rükûda iken ne yapıyor? Beytul Makdisten dönüp, Mekkeye doğru dönüyorlar. Bu sahabenin vahyi telakkisi.
Kayıtsız şartsız teslimiyet, sorgusuz sulasiz teslimiyet. O zaman biz kainat kitabını okurken indirilen Kuranı da okumaya çalışacağız ve bunu okurken de dikkat edeceğiz. Kuranda bize Allah’a itaat emredilirken onun yanında karin olarak resule iman emrediliyor. Allah’a itaat emredilirken, Resule itaat emrediliyor.
Bunun dışında Resule ittiba emrediliyor, onun akabinde de gelen nedir?
لَّقَدْ كَانَ لَكُمْ فِي رَسُولِ اللَّهِ أُسْوَةٌ حَسَنَةٌ [1] muhakkak ki Resulde sizin için çok güzel örnekler var.
Hem iman edeceğiz, itaat edeceğiz, ona ittiba edeceğiz hem de onu örnek olarak alacağız.
Bunu anladınız değil mi?
Onun için biz önce kaynaklarımızı atadan kalma bir takdis menheci ile bizde takdis etme, kutsama asırlardır Türk toplumunun en zayıf noktasıdır.
Bir taşa bir elini sürsün, arkasından gelen onu okşar. Onu yapan ilk uyduran bile kendi uydurduğuna inanır.
Kuranı takdis etme Resulü takdis etme, Sünneti takdis etme iman ile ittiba ile hiç alakası yoktur. Eğer Resule iman ettim dediğin halde onun sözlerini hiçe sayıyorsan, onun emirlerini takmıyorsan, onun yasaklarını takmıyorsan, onun verdiği habere itimat etmiyorsan o zaman Resule imanın bir anlamı kalmıyor.
Burada insanlar Resul gaybı bilmez ile, ayet ile Resulün bize gaybdan verdiği haberleri çakıştırıyor adam. Burada sorun nerede? O kişinin zihninde, anlayışında, algılamasındadır. Resul tabi gaybı bilmez ayette. Ama bize gaypten haber veriyor. Bu haber verme nasıl? Allah’ın haber verdiği, bildiği değil. O da ona haber verilene kadar bilmiyordu.
Bunu da selim bir kafa ile, selim bir kalp ile okumazsan, anlamaya çalışmazsan çakıştıracaksın. Kaldı ki haktan inhiraf eden, fırkai dalle dediğimiz taifelerin devamlı sapıtması nasıl olmuştur? Ayetleri kendilerince anlayıp, onlardan farklı görüşler ortaya çıkarmaktır.
Mesela hadis inkarcıları hadisi inkar edebilmek için ümmetin ihtilafına sebep olan hadislerdir der. Mesela Muhammed Avvame’nin böyle bir risalesi var Hayri Kırbaşoğlu da Türkçeye tercüme etmiş. Hadislerin imamların ihtilafındaki rolü diyor. Eğer bu söz aklı başında birisi tarafından söylenilsin bu söz küfürdür.
Kuran katiyetle ihtilafa kaynak değildir, hiçbir ihtilaf Kurana nispet edilemez, ihtilaftan kurtulmanın tek çaresi de o sorunu Kurana, Sünnete arz etmektir, Resule.
Anlayışımızın kıtlığını menhecimizin yanlışlığını gündeme getiriyorsun. Ama kendini hiç de itham etmiyorsun. O zaman dinimizin kaynağı olan bu iki aslı anlamada dikkat etme zorundayız. Okumakta budur.
Yani geleneksel yapıda Kuran takdis edilmiş. Atlas bir kumaştan kılıf yapılmış duvara asılmış, göbekten aşağı tutulmaz, ayaklar ona uzatılmaz. Kuran dokunulmaz bir kitap olmuş. Sadece insanların kurana karşı inkiyatının çok saf güya çok saf görüldüğü tek yer vardır, güzel nameli bir hafızın okuduğu kıraatten oturur ağlarlar.
Kuran takdis edilerek inanılan bir kitap değildir kaldı ki Kuranın takdise ihtiyacı yoktur zaten kendisi mukaddestir. Eğer bir toplumun bir şeyi, takdis ederek, kutsayarak mukaddesleştirerek ona inanması iman değildir.
O zaman biz inandığımız Kuranı tanımalıyız. Kuran denildiği zaman nedir? Önce katiyetle sözlerinde çelişki olmayan, tezat olmayan, şüphe tereddüt içermeyen. Şöyle de anlaşılır, böyle de anlaşılır bir söz dizisi değildir.
Çünkü usulde de ileride görürsünüz ;
اذَا جَاءَ الِاحْتِمَالُ بَطَلَ الِاسْتِدْلَالُ kimin sözü olursa olsun muhtemel anlam oluştuğu zaman onunla istidlal olmaz. Onunla istidlal batıldır. Hem böyle anlaşılır diyeceksin hem de böyle de anlaşılabilir. Ha ondan sonra yayacaksın alimlerin bu mevzuda altı görüşü vardır, yirmi görüşü vardır, on kavil vardır, on beş kavil vardır bu zırvalara ihtiyaç kalmıyor.
Eğer biz Kuranda sebat gösterirsek, Kuranı Resulün beyanı ile anlarsak önce yanlışların arızaların girmesini önleriz.
Katiyetle ondan sonra sağlıklı anlama gündeme gelir. Sağlıklı anlama da sağlıklı bir menhec, üslup ile bu mümkündür yani fıtri saflığı koruyarak gelindiğinde. Hiçbir zaman da zaten kuran ile sünnet ile fıtrat çelişmez.
Eğer çeliştiğini görürseniz ne vardır orada? Beşeri bir müdahele vardır. Fıtratımız bozulmuştur algılayamıyoruz. Veyahut beşeri bir müdahele var geçmişten bize gelen. Bu da nedir bütün ümmetlerin gelen Resullerin yani bir topluma gelen Resulün, nebinin toplumdan aldığı ilk tepki nedir?
قَالُوا بَلْ وَجَدْنَا آبَاءَنَا كَذَٰلِكَ يَفْعَلُونَ [2] babalarının yolu. Dikkat edin bak hepsinin itirazı budur. Babalarımız bunu demedi, babalarımız böyle yapmıyordu. Biz babalarımızı nasıl bulduysak ta baştan böyle.
أَن تَقُولُوا يَوْمَ الْقِيَامَةِ إِنَّا كُنَّا عَنْ هَٰذَا غَافِلِينَ أَوْ تَقُولُوا إِنَّمَا أَشْرَكَ آبَاؤُنَا مِن قَبْلُ وَكُنَّا ذُرِّيَّةً مِّن بَعْدِهِمْ ۖ [3]
Biz babalarımızı böyle bulmuştuk, onlar iptal etmiş, bozmuşlar şirk koşmuşlar. Biz de onların arkasından giden bir topluluktuk. Onun için Kurana böyle bir ters düşmeklik varsa Sünnete, fıtratımız bozulmuştur algılayamıyoruz. Beşer müdahelesi vardır bu da babaların bıraktığı, dedelerin. Kaynağı haktan inhiraf ta geçmişten başlıyor.
O zaman geçmişten gelen her şeyi sorgulama zorundayız. En uç noktaya kadar gelen sorgulama çünkü inkarcıların inkarı sorgulama değil. Onlar inkar edebilmenin en ufak yolunu arıyorlar bunu değerlendirerek. Biz bu sefer ispatta bunu yapmalıyız.
[1] Ahzap 21
[2] Şuara 74
[3] Araf 172