İster İstemez Kulluk
İkinci ders başlığı olarak yaratılışta tesadüf yok, yaşamda da başıboşluluk yok demiştik. Üçüncü olarak da neden fıtrattan konuşuyoruz ?
Geçen derslerde kısa kısa başlıklar ile neden fıtrattan konuştuğumuza dair geçişler yapmıştık.
Kime ? ne zaman ? nerede ? nasıl başlarsak başlayalım mutlak fıtrattan başlamamız gerekir. Hatta Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem hasseten Mekkelilere dönük tebliğsinde yani İslam’ı anlatmasında, vahiy tebliğinde ufak başlıklar halinde geçişler yaparak ,
وَلَئِن سَأَلْتَهُم مَّنْ خَلَقَ [1] eğer onlara kendilerini kimin yarattığını sorsanız,
لَيَقُولُنَّ ٱللَّه Allah diyecekler diyor. Yani fıtrata dönük bazı başlıklar zikrediyor. Yoklama yapıyor. Bu mevzuda sorunları var mı şeklinde.
Allah dedikten sonra, فَأَنَّىٰ تُؤْفَكُونَ peki bütün bunları bilmenize rağmen nasıl saptırılıyorsunuz siz ? yaratıcının Allah olduğunu biliyorsunuz, yeri göğü yaratanın o olduğunu biliyorsunuz ama yaptığınız işler bu inancınıza ters der gibi.
Şimdi neden üçüncü sıraya koyduğumuzu yani önce ister istemez kulluk. Varlığın rast gele olmadığı. Var oluşumuz, varlığımız bundan sonraki gelecek bir başlık da “kainatın merkezinde insan var” her şey ona hitap ediyor sanki her şey onun için olmuş, buna sebep biz kainatın merkezinde insan var diyoruz.
Çünkü insanın etrafında var olan ne varsa her şey onun yaratılmış. Onun için sözünü ilerideki bölümlerde her halde daha iyi anlayacağınızı düşünüyorum.
İnsanın beslenmesi için, insanın istifade etmesi için, insanın göz zevki için, yani insan ile mutlak bir alakası var. Onun için kainatın merkezinde insan vardır dedik. İnsan ve kendi varlığı diye bir ara başlık var. Göreceksiniz. Sonra insan ve etrafındakiler diyoruz.
Kainatın merkezinde insan vardır. İnsan ve kendi varlığı, sonra insan ve etrafındakiler diyoruz.
Mesela yaratılışta tesadüf yoktur derken anlamlarını önce sunuyoruz, daha sonra delilini peş peşe gelecek. Mesela ayette ;
أَفَحَسِبْتُمْ أَنَّمَا خَلَقْنَٰكُمْ عَبَثًا وَأَنَّكُمْ إِلَيْنَا لَا تُرْجَعُونَ [2] sizi boş yere, gayesiz, hedefsiz yarattığımızı mı düşünüyorsunuz. Ve bize geri getirilmeyeceğinizi mi zannediyorsunuz ?
Yani yollanışınız, yaratılışınız, var oluşunuz bir gaye ile olduğu gibi dönüşünüz de bir gayeye sebep.
Buradaki varlığınız imtihan sürecidir.
ٱلَّذِى خَلَقَ ٱلْمَوْتَ وَٱلْحَيَوٰةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا [3]
Hayatın ve ölümün yaratılışı bizim imtihan edilmemiz hangimiz daha iyi ameller işleyeceğiz diye bir sınavdan geçirilmemiz içindir. Geri dönüş de rast gele değil çünkü ;
أَفَحَسِبْتُمْ أَنَّمَا خَلَقْنَٰكُمْ عَبَثًا sizi gayesiz, boş yere mi yarattığımızı düşünüyorsunuz ?
Hatta akleden insanlardan bahsederken ayakta, oturarak, yan gelmiş yatarak Allah’ı zikredenler yerin ve göğün yaratılışını düşünerek derler ki;
رَبَّنَا مَا خَلَقْتَ هَٰذَا بَٰطِلًا [4] bunlar bunu derler ama bir tesadüf olduğunu söyleyenler, diyor ya ذَٰلِكَ ظَنُّ ٱلَّذِينَ كَفَرُوا۟ ۚ [5] tesadüf yaratıldığını düşünenler küfredenler, inkar edenlerdir. Bu sadece onların bir zannı yani hakikati ifade eden bir söz değil.
Şimdi toparlana toparlana geliyoruz, arkasından da bu zikrettiğim ayet Muminun suresi 115 numaralı ayet. Arkasından ;
أَيَحْسَبُ ٱلْإِنسَٰنُ أَن يُتْرَكَ سُدًى [6]
İnsan Kendinin Yaratıldıktan Sonra Varlığı Sürecince Başı Boş Bırakılacağını mı Zanneder.
Yani yularsız, gemsiz, ipsiz bir şekilde istediğin gibi oyna gez, toz bunun için mi yollanıldığını zannediyor ? bu iki ayetin arasında biz o cümleleri kurduk.
Yaratılışta tesadüf yoktur, yaşamda da başı boşluluk yoktur. Ama sen istediğin gibi at gibi, eşşek gibi, beygir gibi hopla zıpla hiç sorulmayacakmış gibi mesela bu bizim eğitim sürecimizde sağa dönüyorsunuz, ebu Said, gel ne yapıyorsun diyor. Kalkıveriyor bir bakmışsın ebu Said’in kellesi ile karşılaşıyor camın arkasında. Hemen duruyor ne yapıyorsun diyor. Bu belki sizdeki şu duyguyu uyarmak için, dikkat edin zaten yedi yirmi dört takip ediliyorsunuz. Onun farkına varmanız için. Eğer birileri bizim burada sağ edişimiz, sol edişimizi soruyorsa ne yapıyorsun ne ediyorsun diye, bu hayat zaten böyle.
Hani bir zaman programlar varmış yirmi dört saat gözetleniyorsunuz bu ifadeleri biz yani bizim gözetlenmemiz bu zikredilen zamana münhasır değil. Ölümümüze kadar gözetleniyoruz, takip ediliyoruz, neden ? bu ayette dediği gibi, وَأَنَّكُمْ إِلَيْنَا لَا تُرْجَعُونَ döndürülmeyeceğinizi mi zannediyorsunuz bize. Devamlı döneceğin duygusu ile hareket etmemiz gerekir. Yani hesap vereceğiz. Ne yaptıysak biz birbirimizden gizleyebiliriz, saklayabiliriz ama bizim iki tarafımızdaki bulunan melekler yazıyor. Ne yaptıysan, ne ettiysen, ne düşünüyorsan hepsi kaydediliyor hesabını vereceksin.
İşte birisi, insan kendisini abes yere yarattığımızı mı zannediyor. Öbürküsü de, آيَحْسَبُ ٱلْإِنسَٰنُ أَن يُتْرَكَ سُدًى bu dünyaya geldikten sonra başı boş bırakılacağını mı düşünüyor diyor. Geri döneceğiz.
O zaman yaşam süreci içerisinde bizim her şeyi geri döndürüleceğimiz duygusu ile yapmamız gerektiğiniz siz bıksanız bile eğer ben inancımı bu ayetler üzere bina ettiysem, sizin sorgulanacağınız, geri döndürüleceğiniz hesap vereceğiniz duygusunu canlı tutmam gerekiyor zihninizde.
Anneniz babanız bunu size devamlı şuur altı değil, meseleye müdrik yani meselenin ne demek olduğunu anlar bir şekilde bunu uyarmamız lazım. Bir refleks şeyinde değil.
Çünkü bir şeye refleks ile verilen tepki şuur dışıdır biraz. Ama müdrik bir şekilde olursa hesap vereceğin. Tutuyor burada Allah azze ve celle ;
أَلَمْ يَكُ نُطْفَةً مِّن مَّنِىٍّ يُمْنَىٰ [7] seni aslına tasavvur olarak döndürerek diyor ki, o meniden insanın rahimlere bıraktığı meniden bir nutfe değil miydi? Yani burada yaratılışında ki ihtişamı bırak varlık olarak zaten bir şey değildin sen. Bu iki ayetin arasına başlığımızı sıkıştırarak böyle etrafında oluşturarak,
Üçüncü bab’a atladığımızda yani neden fıtrattan konuşuyoruz ? dediğimizde başlığı bu yine geçen derslerde girişler değil, temaslar yaparak yani birincisi düşünürken rahat algılaman için arkasından gelen babı bilirsen
ister istemez kulluk, yaratılışta tesadüf yok, yaşamda başı boşluluk yok, ondan sonra neden fıtrat.
Bunun belki münasebetine göre birini öne birisini bir öbürküsünün arkasına alma, öncelikli sonralıklı tertibe koyma gibi bir durum olabilir. Eğer meseleyi iyi anlatacaksa o şekilde birisi önde zikredilmiş birisi arkada pek önemli değil. Eğer meseleyi daha iyi anlatacaksa.
Neden fıtrat dersini öne aldığımızı geçen derslerde birkaç başlık ile zikrettik. Şuan biriniz on yaşında birinizi otuz bir yaşında kırk yaşında da olsa elli atmış yetmiş yaşında da olsa inanan inanmayan kim olursa olsun şu ders herkes için başa alınması gereken bir ders olduğundan. Bunu anladınız mı ?
Şöyle diyelim, okuma yazma bilmeyen bir topluluk var ama yaş farkı çok çeşitli. Beş yaşından aynen sizin hat yazı dersinde gördüğünüz gibi altmış yaşında da var ama yazı bilmiyor. Hoca, başlarken herkese elif ten yani hemzeden başlar değil mi? Veyahut harfleri gösterir neden? Ben altmış yaşındayım bunu mu okuyacağım diyemezsin. Beş yaşındakinin işi değil o illa. Okuma yazma bilmeyen herkes oradan başlayacak.
Bizim fıtrat derslerinin öne almamızın hedefi de bu. Öyle bir hengame kargaşa yani bilgi kirliliği ses kirliliği, görünüm kirliliği, bilgi kirliliği iç içe girmiş ki, ifadeler çok doğru yani İslam tevhid, iman, akide bu başlıklar muhteşem başlıklar ama bazen içleri yanlış doldurulmuş.
Bu toplumdaki kirliliğin başlıcası şu, birincisi sanki aynı manaya delalet eden kelimeler gibi zikrediliyor. İslam akidesi diyor, islam tevhid dinidir diyor ama o kadar kargaşa var ki bu karma karışık şeyleri bir bir birbirinden ayırt etme yerine doğru olanı sunarsan vaktini, zamanını, enerjisini onun ile harcarsa öyle de olması gerekiyor çünkü Allah Resulü ümmetinin yetmiş üç fırkaya ayrılcağını söylüyor. Akabinde de diyor ki, yani
ستفترق أمتي على ثلاث وسبعين فرقة، كلها في النار إلا واحدة ümmetin yetmiş üç fırkaya ayrılacak tabi bu ümmetin ön kısmı da var. Geçmiş ümmetlerin de parçalandığını. Hepsi ateşte biri müstesna diyor. Yani yetmiş üç fırkaya ayrılacak diyor, bir bir şu şu değil. Toplu kastediyor. Kurtulan da bir tane.
Şimdi yetmiş iki sapık fırkanın özelliklerini öğrenmeye kalkarsak önce batılı öğrenelim dersek yetmiş iki bölüm ona ayıracağım. Ama biri öğrenmeye kalkarsan çünkü sahabe, arkasından hemen,
و ما هي يا رسول الله o bir tanesi hangisidir diyor bak yetmiş ikiyi sormuyor. Çünkü yetmiş iki sapık fırkayı öğreneceğim sonra aradan bir doğru çıkacak. Böyle yapmıyor. O bir fırka hangisidir diyor o bir doğruyu. Biz şimdi imanda tevhitte, İslam da herkes tevhid diyor.
Biz tevhid diyoruz, şialar da tevhid diyor, sofiler de tevhid diyor bütün fırkalar tevhid diyor. Şimdi hak bir söz toplumun sapıtmasına sebep olarak kullanılıyor. Bunu anladınız mı ? doğru bir söz, hak bir söz tevhid yaratıcıyı birlemedir.
Bunu bile anlatırken zatında birleme diye algılamışlar. Halbuki onun vahdaniyetini kabul etme, dünkü derste dediğimiz gibi her insanın fıtri bir eğilimidir. Firavun bile rabbini inkar etmiyordu. Ediyor muydu? Firavuna gavur diyoruz kafir diyoruz neden ? Allah’ın yani yaratıcıyı inkar ettiğinden değil biz Firavunun küfrüne ne diyoruz? Cuhudi yani bile bile inkar var onda. Aynen Musa’nın da dediği gibi aleyhisselatu ve sellam Kur’an da ;
لَقَدْ عَلِمْتَ مَآ أَنزَلَ هَٰٓؤُلَآءِ إِلَّا رَبُّ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضِ [8] sen bunu yeri ve göğü yaratının yaratan rabbin indirdiğini çok iyi biliyorsun diyor.
Peki firavunun inkarı neydi ? biz ona muğalata diyoruz. Gerçeği yansıtan bir şey değil. İman derslerinde ne diyoruz ? küfrün ispatı yoktur diyoruz. Ha firavun esas içindekini denizde sular üstüne kapanırken ne dedi? Ben işte şimdi beni israil’in ve Musa’nın rabbine inandım. Allah da şimdi mi? Dedi.
[1] Zümer 38
[2] Müminun 115
[3] Mülk 2
[4] Ali imran 191
[5] Sad 27
[6] Kıyamet 36
[7] Kıyamet 37
[8] İsra 102
Firavunu küfre düşüren inkarı değil, bile bile inkarı. Onun için küfrün ispatı yok diyoruz.
Burada bizim neden fıtrat dersleri dediğimiz dün, daha önceki derslerde de dediğimiz gibi bunun özleştirilmiş başlığı cümle halinde zihinde kalması kolay, ezberlemek kolay, anlamlarını hazmede ede zaman içerisinde aynen sığırların yem yemesini hiç gördünüz mü? Durmadan yer. Toplar sonra ne yapar? Oturur geviş getirir. Ne yapıyor işte o zaman onun tadını almaya başlıyor.
Şimdi size başlık olarak verince ondan sonra otururken, gezerken, kitap okurken onu düşünmeye başlıyorsun. Neden fıtrattan ?
Diyoruz ki var olan, görülen dedik. Var olan, var olan şeyin inkarı mümkün değildir. Bütün insanlar bunda müşterektirler. Ha bunun adına bilimsel ne derlerse desinler önemli değil. Var olan şey. Arkasından görünen. Görülmeyen ile anlaşılması biraz daha zaman alan mesele üzerinde biz durmayız. Bu uslubu da bize öğreten Kuran. İbrahim aleyhisselam ile birisi münazara ediyor. İbrahim diyor ki benim rabbim öldürür ve diriltir. O gavur ne diyor? Ben de öldürür diriltirim diyor. Yapamazsın edemezsin diye münazaraya girmiyor İbrahim. Ne diyor ? benim rabbim güneşi doğudan doğurur batıdan batırır diyor.
فبهت الذي كفر kafir ne yaptı? Kafayı büküyor. Onun için biz görülmeyen üzerinde şeye gitmeyiz. Görülene. Görüleni görmeyen kör olana Allah öyle diyor ya, baktığı halde görmeyen, işittiği halde dinlemeyen, kalpleri olduğu halde akletmeyenlere ne diyor ? kör diyor. Görüneni görmeyen kör ile görülmeyen konuşulmaz.
O zaman biz var olan ve görülen. Varlığının da inkarı mümkün olmayan. Varlığının da inkarı mümkün olmayan şeylerden konuşacağız.
Çünkü bizim dinimiz yani İslam iman küfrün ispatı yoktur dedik ama imanın ispatı var. İspat var, itminan var değil mi? Akabinde de ne var? Yakin. Bunun üçünü de İbrahim’in kıssasında aleyhisselatu ve sellam görüyoruz. Üçünü de İbrahim’in kıssasında görüyoruz. Neden ? rububiyet tevhidinde mesela Nuh aleyhisselam’ın kıssasını alsak, uluhiyet tevhidinden bahseder, Muhammed aleyhisselatu ve selam’ın daveti de uluhiyet tevhidi merkezli. Ama İbrahim aleyhiselam’a baktığımız zaman onun daveti kavmi ile rububiyet tevhidi merkezli. İbrahim’in kıssalarını ben ayrıyeten onu 2003’de toplamıştım içerde. İbrahim aleyhisselam’ın hakkındaki bütün kıssaları ayeti, hadisleri çünkü İbrahim bile bizim nebimiz Muhammed aleyhisselatu vesselam için ne diyor ? onda senin için örnekler var diyor. Çünkü İbrahim nebilerin babası olarak kabul edilir. Ondaki örnekler bizim nebimiz için, bizim için de örnektir. Çünkü o yani Allah Resulü İbrahim’in duasıdır. Aynen Musa aleyhiselam’ın da daveti hele hele Musa aleyhiselam’ın davetini bir Firavuna karşı bir daveti var bir de kendi kavmine dönük bir daveti var değil mi ? Rububiyet iddia eden Firavuna karşı bir de kavmine karşı mücadelesi var. Bu iki nebiden bizim alacağımız çok örnekler var.
Onun için biz neden fıtrattan dediğimizde az önceki kullandığım ifadeyi iyi bilin herkese nerede nasıl neyden başlaman gerekiyorsa gereksin fıtrattan başlayacaksın. Biliyorsa ne ala onu doğru yola ulaştırır. Mesela Allah Resulü geliyor davetinde bedevinin birisi çıkıyor, Muhammed yeri göğü hiç yoktan yaratan mı seni nebi olarak yolladı diyor. Allah Resulünün nübüvvetini kabul etmek için adam sorguluyor. Allah Resulü evet diyor. Ondan sonra o mu sana bunu emretti o mu emretti gidiyor adam.
Gördüğünüz gibi var olan bilgiler, yeni duyduğun işittiğin bir şeyi kabulde, iman da sana kolaylık, var olan bilgiler yeni öğrendiğin şeyleri kabulde sana klavuzluk eder. Şimdi siz bu vaziyette küçüklükten boş bir kova, sandık gibi gidin on beş yaşında, yirmi yaşında, otuz yaşında İslam’ı size sunduklarında zihnininiz çakışacak. Çünkü o kadar olumsuz şeyler dolmuş ki zihne hakkı kabul etmeye yardımcı değil, aksine itici.
Şüphe yumağı oluşturmuş. Fıtrattan o denli uzaklaşmışsınız, uzaklaşmışız.
Bil mecburiye yani kabul ettiğimiz şeyler bile eğreti durur bizde. Camiye gider gelir. Altını arayın, neden camiye gider ? pavyona gidemez, bara gidemiyor, sinemaya oraya buraya gidemiyor kötü iş yapamıyor. Yer bulduğu tek yer camiinin kıraathanesinde bir iki yaşlı. Oraya gidip geliyor. Veyahut isyan ile geçen ömrünü tatmin etmek için çok kolay bir pazarlık ile ne yapıyor şimdi? Her kimin son sözü la ilahe illallah olursa cennete girer, doğru bir söz. Bakın bu toplumun, bu sapık toplumun sapıtmasına en çok sebep olarak kullanılan doğru sözlerdi ha ama yanlış kullanımdan. İlla yanlış yaparak insanlar sapıklığa düşmüyor. Bazen doğru şey kullanarak da sapıklığa düşüyor.
Az önceki okuduğum kıssada anladıysanız firavun da sonunda la ilahe illallah diyor değil mi ? ama Allah şimdi mi? Diyor. O zaman son sözü yani
من كان اخر كلامه لااله الا الله دخل الجنه hadisini kullanan için ömrün buna muvafık geçmeli. Şimdi küçükken en temiz anında kötü şeyler yükleniyorsun. İman geldiğinde aha bak bu toplumun hali, güvenmeyeceksin bundan doksanlı seneleri düşün, yetmiş, seksen, doksan yani İslami mücadelenin gündeme geldiği ortamı düşün, o ortamda mücadele vererek Müslüman olanların şuan İslam’a zara verir noktaya geldiklerine bir bakın.
Neden başında doğru başladığı gibi doğru geliştirerek doğru bir süreç gitmiyor ? çünkü son nefes yani حسن الخاتمة dediğimiz an bizim için çok önemli.
Buna da getirdiğimiz delil, fıtrat yani neden fıtrattan konuşuyoruz derken Yasin suresindeki bölümü alıyoruz biz. Diyor ki ;
أَوَلَمْ يَرَ ٱلْإِنسَٰنُ أَنَّا خَلَقْنَٰهُ مِن نُّطْفَةٍ فَإِذَا هُوَ خَصِيمٌ مُّبِينٌ [1]
İnsan görmezmi ki biz onu bir meniden yarattık. Bir de bakıyorsun bize yaratıcısına yani hasım, düşman olmuş. Hem de mücadele eden bir düşman. Ne garip değil mi ? yaratılmışsın yaratıcını inkar ediyorsun. Varsın, seni var edeni varlığını inkar ediyorsun bu mümkün mü ya ? var olan bir şeyin inkarı varlığını inkar etmek gibidir ki bu akla münhaldir. Şimdi Allah devam ediyor ;
وَضَرَبَ لَنَا مَثَلًا وَنَسِىَ خَلْقَهُ kendi yaratılışını unutup bize misaller veriyor, örnekler veriyor. İnsana bakın. Hani bazen birinize diyorum ki sen kendini çok akıllı zannediyon. İnsan böyle düşünmeden konuşursa, akletmeden konuşuyor. Varlığını inkar ediyor kendini akıllı zannediyor. Kendi yaratılışı unutuyor.
وَضَرَبَ لَنَا مَثَلًا وَنَسِىَ خَلْقَهُۥ ۖ قَالَ مَن يُحْىِ ٱلْعِظَٰمَ وَهِىَ رَمِيمٌ
Bu kemikler toz toprak olduktan sonra, fosilleştikten sonra kim onlara hayat verecek ? aptalca bir soru. Kendi varlığı ile kendi yaratılışı unutuyor, o çürümüş fosilleşmiş kemiklere tekrar kim hayat verecek diyor. Bunu ne yapıyor rabbine soruyor. Rabbine soruyor bunu.
Şimdi Allah, tertibe dikkat edin, Allah azze ve celle de ;
قُلْ يُحْيِيهَا ٱلَّذِىٓ أَنشَأَهَآ أَوَّلَ مَرَّةٍ ۖ şimdi bu kemiklere tekrar kim hayat verecek diye sorulduğunda normal bir cevap ne olur ? Allah ben demesi gerekti değil mi? Ama öyle demiyor Allah. Ben deseydi doğru bir cevap olurdu değil mi ? neden ben demiyor da onları ilk yaratan kim ise ona hayatı verecek olan da odur diyor. İnsanı kendi uslubu ile vuruyor. Sen varsan, seni şu hale kim getirdiyse ona hayatı verecek olan da odur. Bak ben demiyor, insanı düşünmeye sevk ediyor. Sen varken zaten böyle bir inkar mümkün mü ya ? ha varlığını inkar etse daha mantıklı olurdu yani yaratılışı inkar etse daha mantıklı olurdu değil mi ? ama inkar etmesi mümkün mü? Çünkü var. Biz neden fıtrattan konuşuyoruz dediğimizde, neden konuşuyor muşuz ? var olan, görünen, inkarı mümkün olmayan şeylerden konuşuyoruz. Ha biz, ben diyelim on yedi yaşımdan beri böyle bir davanın içindeyim yani altmış beşten altmış yediden bu yana de, biz anlatana kadar bazıları ateizm ile boğuştu. Aslında çok mantıksız bir teori ateizm. Ama ateizmi kabul edecek aptalların yoğunlukta olduğu bir toplumda yaşıyorduk. Düşünün. Şimdi bakın deistler, ateizmden deizme geçmiş değiller, inandıkları halde deist olanlar. Belki inandıkları değil Müslüman oldukları halde deist olanlar. Farklı bir karmaşa gündeme geliyor.
Onun için bizim yani bu ortamda topluma dini fıkhettirebilmemiz için, dini anlatabilmemiz için her şeyin elimizdeki malzeme olan Allah’ın Kitabı, Resulün sözleri muhatabımız olan insanlar her halükarda insan değil mi? Herkes aynı fıtri değere sahip. Bu var, eşitsizlik yok. Yani muhatabımız da aynı, hitabımızdaki malzeme olan değerler de aynı, hatip, hitap edecek olanlar da aynı varlıklardır. İnsanlar ile ilişki bunu herkes bilir, yakınlık müşterek değerler ile daha kolaydır. İnsanlar ile ilişki müşterek değerler ile daha kolaydır. İnsanlar ile ilişki, yakınlık müşterek değerler ile. Şimdi ben Amerika da yaşıyorum. Bir Türk görsem ona karşı ilgim nedir ? eskisi gibi bir gemi batsa okyanusta ben bir adaya çıksam yalnız başıma, orda bir insan görsem müşterek değer insan olma. Ben İstanbul’dayım yarpuzlu birisini gördüm, daha farklı. Akraba birisini gördüm daha başka, iman eden birisi gördüm daha farklı. Yüzlerce Türkün içinde ben bir tane Çinli görsem Müslüman o bana daha yakın çünkü dünyamda insan olarak müşterekiz, o da Müslüman ahirette de onun ile müşterekliğimiz var. Ama inanmayan benim anne babam ile ahirette müşterekliğim yoktur.
Neden fıtrattan derken müşterek değerleri gündeme getirmek için.
Çünkü o birlikteliği sağlar. Bazen örnek veriyorum size bir karga ile köpeğin arkadaş olduğunu görmüşler. Allah Allah karga ile köpek nasıl arkadaş olur ? baksalar ki ikisinin de ayağı topal. Topallık onları bir araya getirmiş. Bizim insan olarak çok müşterek değerlerimiz var, mümin olarak çok müşterek değerlerimiz var bizim. ,
Fıtri değerler de asıl müşterek değerlerimizdir. Onun için biz önce fıtrat derken kastımız bu. Yani var olan, görünen, varlığının inkarı mümkün olmayan değerlerden bahsediyoruz.
Bazen insan bu müşterek değerleri paylaşmak için çarpışır. Müşterek değerleri için çarpışır. Mesela Avrupa’nın bize hazırladığı diyelim Müslümanların da aptalca yuttuğu petrol bizim değerimiz bundan kim istifade ediyor ? Avrupalılar, batılılar, kafirler. Biz değil. Su, mesela ileride bize gösterdikleri yer, hedef orta doğunun gelecekti en büyük felaketi, sorunu su harbi olacaktır. Hem de çok da jeopolitik dediğimiz bir yapıya sahip. Dicle, Fırat bizden çıkıyor, kestiğimizde ondan istifade eden herkes zarar ediyor. Biz Müslümanlardan keseceğiz İsrail’e vereceğiz. Ak parti gelmeden evvel Manavgat çayını satın almışlardı biliyor musunuz Yahudiler.
Şu yangının çıktığı taa yukarılara kadar sağ sol on kilometrede sanki gasp ediliyordu su havzasını korumak için. Müşterek değerler için kavga edecek hale geliyor. Ya o değerler kullanıldığı zaman herkese yeter. Mesela Amerika’da orta doğu kadar petrol var. Amerika neden çıkarmıyor ? çıkarmıyor ama bizimkini alıyor. İleriye doğru göreceksiniz şimdi Türkiye de burada petrol yok. Ya Kerkük de olur da Türkiye de olmaz mı ? Kerkük’te olur da Suriye de olmaz mı? Bu mümkün değil. Şimdi en mantıklı yöntemi düşünün Müslümanların gavur Kürtler ile gavur Türklerin sorunu var mı Türkiye de ? yok. Chp ile Hdp. Ama Müslümanların Müslüman Türkler ile Müslüman Kürtler aptal olduğu için. Gavur Araplar ile de gavurların sorunu yok. Sorun bizim. Biz değerlerimizde buluşacağımız yerde değerlerimizde ayrılıyoruz. Küçükken bu sizin kafanıza girmeli. Bizim müşterek değerimiz İslam, fıtri değerler ve fıtri değerlerdeki bağı güçlendiren İslam. Biz İslam ile değer kazanan bir toplumuz. Onun için müşterek değerler insani olarak başlıyor ondan sonra bu fıtri değerler imani değerleri gündeme getiriyor, ondan sonra tevhidi gündeme getirir. Hiç kimsenin yıkamayacağı, kötüye kullanamayacağı değer oluyor. Ne oluyor şimdi ? biz domates ile hıyarı çakıştırabilir miyiz? Bir araya gelmemeleri için bütün mücadeleyi vermemiz mi gerekir ikisinden salata yapmamız mı ?
[1] Yasin 77