Onlar Yeryüzünü Gezip Dolaşmadılar Mı ?

Biraz geriden başlayacağız. Kainatta yer yüzünde ve gökte hiçbir yaratılmış yoktur ki bu maksat üzere yaratılmış olmasın yani kulluk üzere. Sadece insanoğlu değil yaratılmış ne varsa her şeyin yaratılış gayesi kulluk.

Böyle bir cümle kullandığınızda aynı paralellikte kullandığımız daha önceki cümleleri de etrafına toplar. İnsan kainatın merkezindedir dediğimizde hemen etrafını sair yaratılmışlar ile örüyoruz.

Bunu bizim üzerimizden verilen örnek ile yani insanoğlu kulluk için yaratılmıştır. Hiçbir harekatı, sekenatı yoktur ki kulluk olmasın veyahut kulluğun dışında kalsın. Aynı anda insanın etrafında ne varsa her şeyin yaratılış gayesi bu maksattır yani kulluk üzeredir. Buna sebep dün hafif bir geçiş ile ele aldık ;

أَوَلَمْ يَتَفَكَّرُوا۟ فِىٓ أَنفُسِهِم ۗ مَّا خَلَقَ ٱللَّهُ ٱلسَّمَٰوَٰتِ وَٱلْأَرْضَ وَمَا بَيْنَهُمَآ إِلَّا بِٱلْحَقِّ وَأَجَلٍ مُّسَمًّى ۗ وَإِنَّ كَثِيرًا مِّنَ ٱلنَّاسِ بِلِقَآئِ رَبِّهِمْ لَكَٰفِرُونَ[1]

 Kendi kendilerine Allah’ın gökleri yeri ve ikisinin arasında bulunanları ancak hak olarak yaratmış ve muayyen bir süreye yani bir ecele kadar, vakte kadar yarattığını hiç düşünmediler mi?

Bu gösteriyor ki insanoğlu şu ayet inmeden bile şu istenilenleri yapabilecek istidat üzere yaratılmışlardır zaten.

Allah Resulü nübüvvetini söyleyerek geliyor bedevi, daha öncekileri düşünebilen algılayan  bedevi Allah Resulüne seni yeri göğü hiç yoktan yaratan mı yolladı diyor. Bakın ne ile alaka kuruyor. Muhatabı olan kişinin de onun ile alakası var, bunu soran kişinin de alakası var. Çünkü nübüvvetini kabul edebilmesi için evet o yolladı, garip zaten böyle bir iddiada bulunan yalancı her zaman yalan söylemeye hazırdır değil mi? Nasıl onun yalan söylemeyeceğinden emin ki bedevi böyle bir soru soruyor.

Bu ihtimal üzere söz edersek daha önceden resul o toplumda tanınmış birisidir. Hiç yalan söylemediğine hepsi şahitlik ettiğinden dolayı emindir yalan söylemeyeceğine dair.

Ayrıca o toplumda demek ki böyle bir olgu oturmuş yalan söylemek o toplum tarafından zemmedilen bir fiil değil mi? Yalan söylemesi mümkün değil çünkü o toplumdan dışlanırdı, her halükarda nasıl yalan söylerse söylesin.

Şimdi sizi düşünün, sizin söylediklerinizin, konuştuklarınızın, yaptıklarınızın yüzde doksanın doğru olduğunu düşünelim her söylediğinizi yalan söylemiyorsunuz değil mi? Veyahut yüzde doksan dokuz söyledikleriniz hep doğru olsa iddialarını doğru olsa o yüzde bir kalan yüzde bir sizin yalanınıza şahit olsam ben görsem bir daha size inanmam. Söylediğiniz doğrulardan da şüphe etmem normal değil mi? İnanmam, ve şüphe etmem doğru.

O zaman biz hassaten buna dikkat ederek ne olursa olsun doğruluk, dürüstlük önce insan olmanın vasfıdır. Eğer insan olarak böyle bir değere sahipsek yalancılığın cirit attığı bu ortamda hakimlerden yalancılar vardır sahtekarlar vardır, siyasilerden yalancı sahtekar vardır, tüccar, ticaret ehlinden sahtekar yalancılar vardır. Hepsi yalancıdır. Ama herkes şahit ister. Neden? Birbirlerine güvenmiyorlar. Halbuki başkasının yalancılığından mağdur olan birisi kendisine yalan söylenildiğinde de rahatsız olan kendisi de başkasına yalan söylüyordur.

Bu cümleyi büyüklerin anlamadığını düşünüyorum. Sizin de nasıl anlayacağınızı pek merak etmiyorum şuan. Başkasının yalanına göz yuman birisi, başkasının sahtekarlığına göz yuman birisi kendisini yalan söylemeye hazırlıyor demektir. Bu ortam tabii seyrinde böyle gider.

Onun için başkasının yalanına, başkasının şerrine katiyetle sükut etmeyin. Sükut ettiğiniz şeye siz de müptela olursunuz. Ona seyirci kalmayın. Bunun için Allah azze ve celle kendi kendilerine Allah’ın semada yarattığı, yerde yarattığı, bunun ikisinin arasında yarattığı, veyahut bu kainatta yarattıklarını bir hak üzere yaratmışsa önceden yani hiçbir şey abes değil, yaratılmamıştır. Hak üzere ise o yaratığın üzerinde hakikati yaratılış biçimde mülahaza edip, görerek geliyoruz. Çünkü mücerreden bize bakmamızı söylüyor değil mi?

فَٱنظُرْ إِلَىٰٓ ءَاثَٰرِ رَحْمَتِ ٱللَّهِ  [2] Allah’ın rahmet eserlerine bak diyor, deveye bak diyor, göğe bak diyor, yere bak diyor her yere bak diyor. Eğer bakacağımız şeyi ismen zikredip yani yönümüzü bulmak içindir o söz değil mi? Yani semaya bak dediğinde sen her halde şöyle bakacak değilsin ya, yere bak dediğinde oraya bakarsın. Arkasından başka bir kelime zikretmese,

وَإِلَى ٱلْأَرْضِ كَيْفَ سُطِحَتْ onlar yer yüzüne bakmıyorlar mı nasıl dümdüz kılınmış. Bir eyleme bakıyorsun ne var orada göze çarpan ne var. İlk akla gelen düzlüğüdür her halde yani sadece bize bak desen ki öyle de diyor arkasından bir de çelişki yaşamayalım yani şuraya baktığında ne görüyorsunuz desem herkes her halde fayans görüyorum diyecek. Yer yüzüne de öyle bakacak. Ama açıklama yaparak,

فَٱنظُرْ إِلَىٰٓ ءَاثَٰرِ رَحْمَتِ ٱللَّهِ Allah’ın rahmet eserlerine bakın arkasından

 كَيْفَ يُحْىِ ٱلْأَرْضَ بَعْدَ مَوْتِهَآ koskocaman yer yüzünü öldürdükten sonra tekrar ona nasıl hayat verdi. Eğer biraz çalıştırıyorsak hayat verdiği şeylere baktığımızda binlercesi var bir şey değil.

 Bu ise düşünemeyen, akıl edemeyen, muhakeme edemeyen veyahut merak duygusunun tamamen öldüğü kimseler olarak hiçbir şey görmüyorlar, görmedikleri de belli.

Ama dünkü söylediğimiz bir ayette, onlar yer yüzünü hiç gezip dolaşmadılar mı? Gezip dolaşsalardı, gören gözleri, işiten kulakları, akıl eden kalpleri olurdu diyor. Neden bu ayeti biz ilk önce ele aldık? Yaratılış gayemizin bir hedefi olduğu, sahip olduğumuz duygular ile bunlar ile ilişki kurduğumuz. Göz olmasaydı ilk ilişkiyi kuramayız, temas etmesek ilişkiyi kuramayız değil mi? Akabinde de bu değerlerin farkında olmak. Dünkü geldiğimiz yer o idi. Önce kendinizin değerinin farkına varmanız gerekir burada da diyor ki ;

 أَوَلَمْ يَتَفَكَّرُواْ فِىٓ أَنفُسِهِم ۗ [3]  önce kendi kendilerinde

وفي أنفسكم أفلا تبصرون [4] sizin kendinizde de ibret alacağınız, size öğüt verecek, aklınızı başınıza getirecek çok örnekler var diyor. Ama biz toptan kendimizin farkında değiliz. Bir bütünün farkında olmayan o bütündeki cüzlerin hiçbirisinin de farkında olmaz.


[1] Rum 8

[2] Rum 50

[3] Rum 8

[4] Zariyat 21

Onlar kendi kendilerine düşünmüyorlar mı? yerde gökte yaratılan her şey madem hak, çünkü ayakta oturarak yapanlar da öyle diyor.

ما خلقت هذا باطلا [1]  yere göğe bakarak, arasındakilere bakarak bu sözü koymalısınız yani sizin varlığınızda bir batıllık olmadığı gibi etrafınızda gördüklerinizde de bir batıllık yok. Abeslik yok. O zaman devamlı suphanallah dediğimizde yani noksanlıktan tenzih etmek için. Veyahut Allah’ı ululamak suphanallah diyoruz. O zaman biz din adına öğrendiğimiz ne varsa o öğrendiğimiz şeyi anlayan, bilen hangi maksat ile söylenildiğini düşünen bir kişiliğe sahip olmamız gerekir. Ve bu sefer etrafımızda gezinirken de anlayalım. Şimdi Allah bu sözü, onlar yer yüzünü hiç gezip dolaşmadılar mı? Gezip dolaşsalardı gören gözleri, işiten kulakları akıl eden kalpleri olurdu derken kime diyor bunu? Çünkü baktığı halde görmeyen, işittiği halde dinlemeyene ne diyor? Hayvanlar gibi. Hayvan dağa salındığında, araziye obaya meraya salındığında hep yerdeki yiyebileceği yeşilliklere bakar, o başka bir şey görmez.

O zaman bizim varlığımızın farkına varma, ondan sonra onun ile ne yapacağımızı düşünerek ve bunu düşünemeyenler akıl edemeyenler için de ;

وَإِنَّ كَثِيرًا مِنَ النَّاسِ بِلِقَاءِ رَبِّهِمْ لَكَافِرُونَ rabbine kavuşmayı cidden insanların çoğu rablerine kavuşmayı, ona geri döndürülmeyi inkar ediyorlar.

Bunun ile kuracağımız bağ ne olur? Yerde gökte ikisi arasında yaratılmışları müşahede bizim ahirete imanımızı da arttırıyor.

Hiç aklına getirmeyenlerin yani ölümü ölüm bir yok oluş değil, bir yokluğa gitmiyorsun. Başka bir hayatın başlangıcı. İmtihana tabii tutulduktan, denendikten sınandıktan sonra başka bir hayata geçiş. Biz buna ahiret hayatı diyoruz bir yok oluş değil. Tekrar farklı bir yaratılış çünkü insanoğlu yaratılmış olduğu tabiatı üzere, fıtratı üzere burada tabiat kelimesini fıtrata eş anlamda kullandık. Çünkü bundan sonra kullanacağımız cümlelerin içerisinde fıtrat veyahut fıtratın yerine tabiatı, eşyanın tabiatı diyoruz bu eşyanın fıtratı mesela yılanın tabiatı desek nedir? Isırıp sokmak. Onun tabiatı yani o fıtri onun için o bir değer ama bizim için o bize zarar veren bir şey. Ama biz bunu akıllı telakki ettiğimizde geçen gün hani su ile akrepten misal verdim ya, veyahut aslanın bir ceylanı parçalamasını ilk bakışta vahşi görürüz ama kendimizi koyun boğazlayıp yerken hiç bunu göz önünde bulundurmayız. Düşünmeyiz bu da öldürme farklı bir biçimde. Aslan ise bıçak taşımıyor tırnakları ile ağzı ile işi bitiriyor.

O zaman biz kendimizi sair varlıklar ile kıyaslarken her şeyin tabiatına uygun sahip olduğu hasleti onun penceresinden bakarak, onun menfezinden bakarak değerlendirmemiz gerekiyor. Ama biz insanız biz hep aynı yerden birbirimize bakabiliriz çünkü aynı değerlere sahibiz.

Çünkü insanoğlu yaratılmış olduğu tabiatı üzere her zaman devamlı gördüğü, işittiği şeylere neden, ne için ifadesi ile onun künhünü mahiyetini araştırır, merak eder. O zaman insanda sahip olduğu bu değerler mesela bakacaksınız şimdi Kurana bize göz verdiğini, kulak verdiğini, iki dudak bir dil verdiğini bir kalp verdiğini devamlı zikrediyor.

Bu sahip olduğumuz haslet değerlerde kalbe geldiğimizde hepsini şöyle okuduğunuzda müstakil müstakil değerleri yaptıkları işlere dönüktür. Bütün eşyayı görebilmen için değil mi bu olması lazım. Düşünebilmen için akli ehliyetin olması gerekiyor. Tefekkür edebilmen için, bütün bunları değerlendirme merkezi, algılama kendisine ait olan değeri..

Merak merkezde o zaman merak etme duygusu ölmüş mesela meraka bunun ile bağlı olan bunun ile eş anlamda bir kelime zikredin merak dediğimizde, ilgi zaten ilgiye sebep merak oluşur. Seni çeken bir şey vardır ilgi ve merak edersin. Arkasından neden, nasıl, taacup ettiğin hayret ettiğin şeyler gündeme gelir. O zaman bizde merak duygusu çok unutulmuyor, yanlış noktalarda geliştiriliyor. Mesela tecessüs de bir merak neticesidir. Tecessüs ne demek? Birisinin ayıbını aramak. Dikkat edin birisinin iyiliklerini mi daha çok gündeme getiririz kötülüklerini mi? Şimdi değişir. Adamı kötülemek istiyorsan hep kötülüklerini, adama aşırı sevgin var ayıbını kapıyorum diye kötülüklerini örtüyorsan, nasihat etmiyorsan ki başta budur. Ayıbını çıkarmama onun kötülüğünü örtme değildir. Bir insan bir yerden geçerken bir evin duvarlarının koruluğun veyahut tahtaların aralığından bakması nedir? Tecessüs. Haramini görme. Karşı tarafında onun gözünü çıkarma hakkı vardır. Merak başına çorap örer. Merak güzel ha buğuz etmek nedir dediğimizde anlayamazsınız, Allah düşmanın buğuz etmek hayırdır, bir ibadet eylemidir vera ve’l bera dandır. Ama bir Müslümana buğuz etmek beladır musibettir. Buğuz etmenin kökünü diyelim neyden gıdalandığını, nemalandığını öğrenmek isterseniz sebepler çok basit şeylerdendir. Şimdi kendimizi bir silkeliyoruz. Veyahut kendimizi tanımaya çalışıyoruz. Yoğun bir gözetim altında tutulursanız hep yaptığınız arızalar gündeme gelirse kendi kendinizi ikna etmeye başlarsınız ben cidden kötü birisiyim. İyi yanlarınız da söylenirse ha benim kötülüğüm söylendiği gibi yanlışlarım iyiliğim de söyleniyor. Biz bir hata yüzünden birisini toptan yok saymayız iyi bir yönü ile de onu alıp herkesin üzerinde iyi bir insan da demeyiz.

Hatalı insan, insan hatalıdır insan nisyan ile malumdur insan hata eder. Ha hata etmesi gerekiyor, yanlış yapması gerekiyor, bir kusur işlemesi gerekiyor mutlak neden? Allah’a devamlı tevbe edebilmenin kapısının açık kalması gerekiyor. Eğer insanlar hiç günah hata işlemez olsalardı Allah günah işleyen bir topluluk yaratır, onlar günah işler Allah’tan tevbe mağfiret talep ederler Allah da onları affederdi.

Şimdi bunu anladınız değil mi? Fark etmenin istife ettiği unsurlar merak bunlardan birisidir ama dikkat edin merak edin katiyetle tecessüs gibi bir istikamete yönelmeyin, veyahut birilerinin ayıplarını araştırma onu kötüleyebilmek için bunu yapmayın. Peki hem ayıbını görecen susmayacaksın hem de arkadaşını satmayacaksın. Peki hem tecessüs etmeyeceksin hem de ayıbını yaymayacaksın. Yani susmayacaksın. Hepsini bir arada siz becerir misiniz? Mümkün değil ya.

Ufak bir kötülük yaparsın sana yapıldığında bu sana dokunuyor sen başkasına yaptığında hiçbir şey hissetmiyorsun. Daha biz insan olarak oturmamışız.

O zaman ilk tanımamız gereken niteliğimiz, sıfatımız kimlik vasıflarımız ne imiş? Kuranda bize insan olarak verdiği vasıflar.

Gören, işiten, kalbi olan kalp de bizim hayatımızın merkezindedir.

Çünkü insan vücudunda bir et parçası vardır ki diyor ;

إذا صَلَحَتْ، صَلَحَ الجَسَدُ كُلُّهُ  o salah buldu mu, bütün ceset salah bulur. Şimdi senin dilindeki diyelim ki biriniz fuhuş bir söz söylüyor, fuhuş bir söz ne anladınız mı? Fuhuş müstehcen bir söz, münker bir söz desen Allah’ın ve Resulünün sevmediği deriz. Hemen senin nerenin kötülüğüne bakarım önce, bunun neresi bozuk derim? Merkez santral. O et parçası salah buldu mu bütün ceset salah bulur. O et parçası ifsat a uğradı mı, ifsat oldu mu bütün ceset ifsat olur. ألا وهي القَلْبُ işte o kalptir diyor o et parçası. Kalp nasıl kirlenir? İşlediği her günah her kötü şey ne olursa olsun günah deriz o günahın cürmü kadar kalpte siyah bir leke yapar. Çoğaldıkça da o siyah leke söz verirsin sözünde durmazsın, arkadaşını ispiyonlarsın, yalan söylersin, tecessüs edersin, yaramazlık yaparsın, zarar verirsin kalp ne oluyor? Kasvet dediğimiz kasavete bürünüyor. Öyle oluyor ki sertleşiyor.


[1] Ali imran 191

Öyle sertleşiyor ki taştan da daha sert oluyor. Şimdi kalbimizi kontrol altına almadıysak sizin burada dersi dinle dememiz, mesela bugün Cihan abiniz size bir ders yaptı, anaya babaya karşı bizim hissetmemiz gereken duygular. Bu duygu canlı değilse ana ile çocuk arasında iyi bir bağ kurulmadıysa, Anadolu’da kadınların Allah’ın mesela Kuranı kerimde kendi hukukuna riayetten sonra ana babanın hukuku ve hemen ananın dokuz ay karnında taşıması ve bir de iki sene süt emzirmesini gündeme getirir. Bir bağ var bunda. Anadolu’da analar çocuklarına kızdıklarında ne derler, yaptırım olarak neyi kullanırlar? Sütüm haram olsun. Çocuğuna bir iftira olsa o zaman çocuğunu ne ile müdafaa eder? Ben ona haram süt emzirmedim der.

Demek ki bir etkinliği var bunun. Gerçi hoş şimdiki analar bunu da diyemezler gayrı çocuklarına süt vermiyorlar ya. Bu deme hakları da yok. Sütümü haram ederim de diyemez, ben ona helal süt emdirdim de diyemez.

Yani sana süt olarak içirdiyse Hollanda dan getirdikleri bir mondafonun melezin sütünü içirtmişlerdir o da bir sürü su karıştırarak.

O zaman biz kendimize dönüp baktığımızda dikkat etmeliyiz. O zaman bizler diyelim çünkü insanoğlu yaratılmış olduğu tabiatı üzere her zaman devamlı gördüğü, işittiği şeylere neden niçin ifadesi ile onun künhünü mahiyetini araştırır. İster istemez sebebini sorar.

Ama biz bunu katiyetle hikmetçi mantığı ile yani yaklaşım sözünü kullanırız bunu yapmamalıyız. Bir Avrupalı da eşyanın bu denli mahiyetini araştırır ama o farklı bir şey bulabilmeyi düşünür. Biz önce o şeyin yaratıcısını buluruz. Onların yaptığı en büyük hata nedir? Araştırdıkları şeyin yaratıcısını araştırmıyorlar. Halbuki Kuranın yönlendirdiği yol işareti gibi oku çizmiş, yaratıcıya götürür. Her mahluk halıkın oradaki izidir. Çölde kumda iz belli eden bir yerde bir deve izi görürseniz ne anlarsınız? Oradan deve geçmiş. İspata ihtiyacı var mı bunun? O iz zaten ispatı ama o iz ile öyle hassaslar vardır ki bu deve yüklü, bu deve yüksüz diyebilecek anlayanlar var. Nasıl anlıyor? İzin normalin üstünde derinliğe inmesi. Ha neyi bilemez o deve tek hörgüçlü müydü çift hörgüçlü müydü bilemez. Boz muydu kızıl mıydı bunu bilemez. Ama bir tüyünün düştüğünü görse orada boz bir tüy a bu boz bir deve imiş derler. Devenin erkek mi dişi mi olduğunu anlayabilir mi anlayamaz.

Halbuki kainatta yaratılmışların üzerindeki bütün izler bir yaratıcının varlığına delalet eder, inkara delalet eden yokluğuna hiçbir eser yok. Ve bunun için küfrün ispatı yoktur diyoruz. Eğer Allah bizi tabiatı müşahedeye yönlendiriyorsa bakmaya görmeye o zaman dikkat edin birbirinize adam olmak istiyorsan insan olmak istiyorsan gez dolaş. Keskin bir göz basiret sahibi olmak istiyorsan gez dolaş. İyi işiten algılayan biri olmak istiyorsan gez dolaş. İyi bir akıl eden kalbe sahip olmak istiyorsan gez dolaş.

O zaman göreceksiniz ki bu gezmenin dolaşmanın ne denli tavsiye edildiğini mutlak bunun tabi hemen size hitap ettiğim bir şey değil, felsefi dinlerde yani batıl dediğimiz dinlerde eğer onlar geçmişte kendilerine indirilen ilahi bir dinin kalıntısı ise bazen bunu bulmak mümkün. Çünkü gezip dolaşma emredilmişse bakıyorsunuz Brahmilerde, Enduizmde Brahmi diye bir mezhep vardır gezip dolaşmak seyahat ibadettir. Felsefe de buda böyledir. Halbuki bu bizim kitabımızda zikredilmişse biz şimdi gezip dolaşma dediğimizde asalaklık, avarelikten şimdikiler de gezip dolaşmayı bu mevsimde gördüğünüz üç dört ay turistler gelip gider ama o da fena değil Kuranda da azap edilmiş, cezalandırılmış toplulukların yerlerinin gezilip dolaşılması, ibret alınması gerektiğini de söylüyor. Nasıl helak oldu? Şimdi onların binalarına dikkatimizi çeviriyor. Neden binalar acaba? Onları ev yapmış iki bin üç bin beş bin senedir ayakta bizdeki yirmi senelik evlere eski bina diyorlar.

Ebu Said – El Yarbuzi 

Yazan : Ankaralı Mehmet Şahin 

İnsan Kulluktan Hiç Bir Zaman Müstağni Değildir 2

Bizleri Takip Edin

 

Similar Posts