Sünnetin Vahiy Oluşu
Bu günkü sohbetimizin mevzusu, buradaki arkadaşların istekleri üzere sünnetin vahiy olduğu hakkında bir şeyler söylemem talep edildi. Tabi bu mevzuyu senelerdir bulunduğumuz ortamda konumumuza göre münasebetine binaen devamlı işledik. Bu işlemenin akabinde yani böyle bir dersin tekrarının akabinde tabi ki muhakkak hepsi olmasa da ana hatları ile bazı temel esasların anlaşıldığı kanaatindeyim.
Bu istek geçmişteki yapılan derslerin anlaşılamamasından değil belki içimizden daha çok insanın birkaç kişinin değil bu meseleyi rahatlıkla etrafındaki insanlara anlatabilmeleri, bu mevzudaki gelen şüphe ve tereddütleri def edebilmeleri için herhalde tekrarında hayır görüldü.
Hiçbir zaman kuran ve sünnetten olan hele kuran ve sünneti dava edinmiş kimseler için hiçbir zaman kuran ve sünnetin tekrarı bizi bıktırmaz, bizi usandırmaz. Aksine tekrarı daha önce anlayamadığımız veyahut hususiyeti üzerine dikkatimizi yoğunlaştıramadığımız bazı noktaları daha iyi anlama fırsatı verebiliyor.
Onun için devamlı bu dersi sık sık yapan birisini tekrarı bıktırmıyorsa dinleyenleri de bıktırmaması gerekir.
Binaenaleyh sünnetin vahiy olduğu mevzusunda yani Allah’ın bize din olarak verdiği İslam’ın iki temel asıl kaynağı vardır ki biz buna Kuran Sünnet diyoruz. Bunun ikisi de vahye yani Allah’ın vahyine, ona dayanan esaslar üzere bina edilmiştir.
İnsanoğlu anlayamadığı, kavrayamadığı, yakalayamadığı bazı meseleleri eğer o meseleler ilahi bir dayanağa mesned, dayanıyor ise doğrudan doğruya ben bunu kabul etmiyorum, inkar ediyorum dememiştir. Onu teviller ile kendi anlayışına göre anlamsız kılma veyahut ona tabii olmak gibi bir mecburiyetinin olmadığını söylemiştir. Bunu geçmişte bu ümmetin evvelinde, sadrında bazı taifeler her ne kadar bizim birden bire anlayamayacağımız bir cümle terkibi ile ifade etmiş olsa yani Kuran’ın lafızlarının sübütu katidir. Yani Kuran’ın lafızlarının Allah dan vahiy olduğunda hiçbir şüphe yoktur, bunların tespiti katidir diyor. ama bu lafızların delalet ettiği mananın sübutu kati değildir yani o ayetlerin lafızların delalet ettiği, anlatmak istediği şeyin katiyeti, illa buna delalet ediyor dememiz için sabit değil yani kati değildir diyorlar.
Bu nedir? Allah azze ve celle Kuranı indirmiştir onun kitabı olduğunu kabul ederiz ama muhteviyatı ile sübutu kati olmadığı için delalet ettiği anlamlar ha illa öyle amel etmek zorunda değiliz, herkes istediği gibi anlayabilir demek istemişlerdir.
Bu sözü Kuran üzerinde söyledikten sonra Allah Resulüne dayanan vahyin ikinci kısmı olan sünnet hakkında tabi ki bundan daha cürretkarhane sözler sarf edecekleri bir gerçek yani kaçınılmazdır. O zaman biz şunu tespit edelim yani anlayalım bu ümmetin evvelinden zamanımıza kadar Sünnetin vahiy olduğunda bu ümmetin icması vardır. Yani Kuran’dan gelen nasların delaletinde, anlaşılmasında bu ümmet icma ile ittifak etmiştir ki Sünnet vahiydir.
İşte biz icmayı bu şekilde kabul ederiz. İcma Kuranın Sünnetin dışında bir şey değil. bilakis Kuranın ve Sünnetin delalet ettiği lafızların aynı şekilde anlaşılmasında bu ümmetin ekserisi ittifak etmiş ise biz buna ümmetin icması diyoruz. Kuranın Sünnetin dışında hareket ederek bu ümmet bunun böyle olduğunu kabul etmiştir demek anlamı taşımaz. Kurana dayalı, Sünnete dayalı Sünnetin vahiy olduğunda delalet eden naslar istikametinde bu ümmetin anlayışının bir noktada ittifak etmesidir.
Sadece bu mevzuda çok marjinal diyebileceğim yani çok basit bir tabakanın, zümrenin yan çizmesi mevzu bahistir ki biz buna geçmişten zamanımıza kadar bu taifeye, bu düşünceye sahip olanlara farklı isimler vererek yani mutezile denilmiştir, aklaniyyun yani akıl ile hareket edenler demişizdir. Bunlara her ne kadar aynı ifadeler ile gündeme gelmese bile Şiaları katmışızdır çünkü Allah Resulünden, sahabenin umumundan gelen nakilleri tenkit edebilmek için sahabenin tümünü tekfir etmiş, bunlardan gelen bizim nazarımızda kabul değildir deyip ancak kendilerinden olduğu bilinene Şia adı altında, ehli beyt adı altında zikredilen taifenin naklettiği bizim için muteberdir diyerek farklı bir şekilde onlar da mutezilenin menhecine uymuşlardır.
Ondan sonraki gelen zaman içerisinde ise kısmen de olsa ama rahatlıkla kendi içtihatlarına Kuran ve Sünnete dayanmayan ilim ehli dediği kimselerin sözlerine geçerlilik kazandırmak için bazı ifadeleri mutezileden alarak asıl olarak onlar da bir şeyler söylemeye kalkmışlar. Ha sahabeyi tekfir etmemişler, tamamen saf dışı etmemişler ama bazı sahabeler fakih değildir, fakih olmadığı için onların nakilleri bizim için hiçbir şey ifade etmez, biz fakih olan sahabelerden alırız diyerek ha cidden kendilerinin onlardan delil alabileceğini, söyleyebildiği sahabeye dahi Sünnette birçok meselede ters düşmüşlerdir.
Mesela ibn Mesut radıyallahu anhu onların nezdinde fakih sahabelerdir ve ibn Mesut ömrünün sonlarını küfe de geçirmiştir. Belli bir mezhebin lideri konumundaki insanlar da o beldede ikamet etmişlerdir. Binaenaleyh bizim mezhebimizdeki birçok görüş ve kavil ibn Mesut, Enes bin Malik’e bu gibi sahabelere dayanır demişlerdir. İyi bir hadis malumatı olan gitsin Enes radıyallahu anhudan, ibn Mesut radıyallahuanhu dan gelen nakilleri toplasın, bunu söyleyen o taifenin mezhebindeki içtihat, görüşler ile karşılaştırsın yüzde sekseninde o sahabelere muhalefet etmişlerdir. Bu da gösteriyor ki o insanlar bunları kullanarak cidden bunlar mesela ibn Mesut ilim daarcığı olarak nitelendirilen bir sahabedir. Sahabe topluluğu içerisinde fıkhi bilgisi ile bilinen birisidir. Onun bu yönünü kötüye kullanarak biz ibn mesut gibi fakih sahabeden alırız diyorlar. Ama bakıyorsunuz ki ibn Mesut muksirun dediğimiz yani çok hadis nakleden taifedendir. Ha o rivayetlerine bakın yüzde sekseninde ters düşmüşlerdir. Enes radıyallahu anhu da muksirun, Allah Resulünden çokça hadis rivayet edenlerdendir. Onun rivayetlerinin de yüzde seksenine ters düşmüşlerdir. Ayşe radıyallahuanha da fakihe birisiydi, ilmi olan birisiydi ha küfe ehli değildi ama ona da ters düşmüşlerdir. İbn Abbas radıyallahu anhu sahabenin hem fukahadan yani fakihlerinde kabul edildiği gibi tefsir ilminde yani şeyhul müfessirin, hiberul ümme yani bu ümmetin en bilgilisi denilen birisi olmasına rağmen onun rivayetlerinin de yüzde seksenine ters düşmüşlerdir. O zaman bu söz doğru bir söz olarak kullanılmamıştır. Bilakis hakikaten fakih olan sahabeler kullanılarak yani istismar edilerek sair sahabelerin hepsinin sözlerini saf dışı edebilmek için, geçersiz kılmak için kullanılan bir malzeme niteliği taşır.
Bunlarda bunu böyle kullanmışlardır veyahut haberi ahad katiyetle akidede delil olmaz diyerek reddetmişlerdir. Biraz daha ileri gitmişleridir haberi ahad hiçbir şekilde delil olmaz diyerek reddetmişlerdir. Halbuki bu haberi ahad dedikleri hadislere bakın ibn Mesut rivayet etmiştir, Enes rivayet etmiştir, Ayşe rivayet etmiştir, ibn Ömer rivayet etmiştir yani fakih diyebileceğimiz sahabelerdendir. O zaman hani fakih olan sahabelerin rivayetleri kabul edilirdi, sadece fakih olmayan sahabeler reddedilirdi. Bunlar devamlı söyledikleri sözü bir sonraki gelen söz ile sınırı aşarak, saf dışı ederek böylece ilerleye gelmişlerdir hatta o denli ifrata kaçan bir ifade kullanılmıştır ki cidden ifrada kaçmış şeni bir ifade, kötü bir ifade, çirkin bir ifadedir. Mezhebindeki kaideyi ve ölçüleri Kuran ve Sünnetin süzgeci gibi öne iterek bizim mezhebimizdeki varılan içtihat neticesi sonuç, asıl olandır. Kuran ve Sünnetten buna ters düşen bir şey varsa mutlak o ya zayıftır veyahut da tevil edilir demiştir. Bu da kuran ve sünneti saf dışı etmenin en çirkin bir şeklidir yani kendi usul ve kaideleri Kuran ve Sünnetin süzgeci olmuştur, kendileri nazarında kabul gördüğünü düşündüğü naslar doğrudur, öbür kendi hevalarına uyanlar tabi öbürküler ise eğer hadis ise zayıftır sahih değildir. Kuran ise tevil edilir demişlerdir. Bunu da yine mutezileden geçmişteki onların dedeleri konumundaki veyahut selefleri konumundaki insanların, eğer nakil ile akıl birbirine ters düşerse nakil kenara itilir akıl öne alınır. Ve nakil tevil edilir yani aklımıza uyduğu bir biçimde o tevil edilir yani izah edilir, anlatılır, böyle olmadığı söylenilir diyerek bunu da onlardan alarak gelmişlerdir. Ve zamanımızda da bazı ilim ehlinin ifade ettiği gibi, افراخ المعتزلة yani mutezile kırıntıları dediğimiz mutezilenin torunları dediğimiz, onların halefleri dediğimiz kimselerin onların nezdinde zamanımızda mealcilik adı altına gündeme gelmiştir. Hadis inkarcılığı adı altında gündeme gelmiştir. Medresetu’l aklaniye dediğimiz yani akılcılık medresesinin ürünleri olarak gündeme gelmiştir yani hadisi, geçmiştekilerin pisliklerini toplayarak toptan inkar etme gibi yani Kuranın dışında biz hiçbir şeyi kabul etmiyoruz yani Kuranı asıl kabul etmişler güya yüceltiyorlar, kuranın bir bastona, koltuk değneğine ihtiyacı yoktur, Kuran bundan münezzehtir kuran vahiydir bizim için her şey budur diyerek bu sefer toptan bütün onların kullandığı argümanları, malzemeleri kullanarak Sünneti saf dışı edebilmenin, Kuranı istedikleri gibi tevil etmenin yolunu daha da akılcılığın hakim olduğu, akılcılığın hakim olduğu diyeyim sahibini dahi kullanan akıl diyelim. Sahibinin kullandığı akıl değil. sahibini kullanan akıl çünkü onu da kullanan şeytan olması hasebi ile hatta bazı mefsede diyebileceğimiz ümmeti toptan ifsad eden bazı görüşleri anlatırken size şöyle bir ifade şekli kullanıyoruz, bu taife şunu akledebilecek kadar zeki değil. ama böyle ifsat edici, fitne çıkaran bir şeyi bunlar söylüyorsa kendiliğinden değil şeytan onlara vahyetmiştir. Mutlak şeytanın yardımı vardır diyoruz çünkü bunu kullanacak kadar zeki ve akıllı değillerdir. Aklın sahibini kullandığı kimseler onlara göre hevalarına uygun çünkü akıl tek başına eğer süvari olmuş sen üzerine binilen bir binek olmuşsan akıl seni kendisine bağlı olan hevan, arzun, isteklerin yani Kuran ve Sünnete, vahye ters düşen istikamette seni yönlendirmiştir ve bunu da ekseriyetle başarır.
Tabi ki bizim yine menhecimiz nasıl ki onların takip ettikleri yol ve uslüp geçmişteki seleflerine tabii olmak ile gündeme geliyorsa bizim de bu gibi desiselere, fitnelere, vahyi yok sayacak nitelikteki bir çürümeye mutlak bizim selefimizin de takip ettiği yolu biz takip etme yolundayız. Her ne kadar bazı ifadeler değiştirilerek gündeme gelmiş ise de bu ifadelerin arkasındaki asıl kastın, maksadın deşifre ederek, ifşa ederek bu ümmete bunu yeniden Kuranı Sünneti ihya eden ki bunun asrımızdaki başında gelen önderlerden ilki mutlak şeyh Elbani rahimehullah’dır. Rabbim kendisine merhameti ile muamele etsin.
Ve bu insan gelmekte bunu takip eden insanlar daha sair bunun yanında zikredebileceğimiz ilim ehli insanlar gelmiştir. Tabi ki bu düşünceler Kuran ve Sünnette vahye ters olan bu düşünceler maalesef geçmişteki bizim hatta ekseriyetle devamlı Kuran, Sünnet çizgisinde kalmaya çalışmış insanların bazı yumuşaklık adı altında kullandıkları argümanlar da bunlara destek vermiştir.
Bunları desteklemiştir. Bunu ne olduğunu az sonraki ifade edeceğim cümlelerde kendiniz rahatlıkla tespit edeceksiniz. Şimdi eğer Allah Resulünün Sünnetine bir hücum varsa mutlak iyi bilinmelidir ki onların inkar ettikleri değil, kabul ettikleri aslı öncelikli kullanarak inkar ettikleri ikinci kısmın ispatını birinci ile yapma zorundayız. Yani onlar eğer Sünneti inkar ediyorlarsa onların üslubu seyrinde hareket etmemek gerekir. Ki Kuranda bu uslüp vardır. Mesela İbrahim aleyhisselam ile bakara suresinde münakaşa eden birisinin kıssası zikredilir,
İbrahim aleyhisselam diyor ki benim rabbim yaşatır ve öldürür diyor. o da diyor ki ben de yaşatır ve öldürürüm diyor. bize nakledilenlerdeki önemli değil naklin keyfiyeti ben de öldürür ve diriltirim diyor. yani bu demektir ki güya idama mahkum olan birisini affediyor, hür olan birisini alıp öldürüyor. Bak birisini yaşatıyorum birisini öldürüyorum şeklinde. İbrahim aleyhisselam bunu yapamazsın diye bir mücadele yoluna girmiyor hemen benim rabbim güneşi doğudan doğuruyor, batıdan batırıyor diyor. o zaman kafir başını eğiyor yani
فَبُهِتَ ٱلَّذِى كَفَرَ kafir kafasını eğdi diyor. yani teslim oldu diyor.
Onların inkar ettiği şey ile başlarsak mücadele daha uzun, veyahut ispatta zorlanacak kimseler çıkabilir. O zaman kestirmeden ha madem Kurana inanıyorsunuz o zaman Kuranın sübutu hakkında onunla mücadele kapısı kapanır. Çünkü Kuranın lafızlarının kati olduğuna inanıyor. O zaman onun delalet ettiği mana üzerinde durarak ki Kuran buna yeterli. Ve kafidir. Başka hiçbir delile ihtiyaç duymadan yani Sünnetin vahiy olduğu, Muhammed aleyhisselatu vesselam’a imanın, ittibanın, ona tabi olmak onu örnek almaktan onun emirlerine Allah’ın emirlerine uyar gibi itaat etme, ispatta kuran yeterli bir kaynaktır bizim için. Eğer iyi bir Kuran okuyucusu isek.
O zaman kuranda vahyi ele aldığımızda Muhammed aleyhisselatu vesselam’ı Kuran ve bununla beraber vahye dildiği zikredilen bir şeylerin de beraber indirildiğini içeren ayetler ile herhalde başlamak gerekir, çünkü selef bunu böyle yapmıştır. Bizdeki değişen kısmı nedir? İfadeleri kendi dilimizde kullanmak, bu toplumun anlayabileceği bir ifade sadeliği içerisinde ele almak gerekir. Bunun için Allah azze ve celle Kuranı kerimde nisa suresinde,
وَأَنزَلَ ٱللَّهُ عَلَيْكَ ٱلْكِتَٰبَ وَٱلْحِكْمَةَ وَعَلَّمَكَ مَا لَمْ تَكُن تَعْلَمُ ۚ وَكَانَ فَضْلُ ٱللَّهِ عَلَيْكَ عَظِيمًا[1]
Allah yani
o Allah ki sana Kitabı ve hikmeti indirdi.
Münakaşa üslubundaki kıvraklığa herkes sahip olamayabilir. Binaenaleyh okuduğumuz naslar üzerinde onlar ile ittifak ettiğimiz şeyler var ise katiyetle onların münakaşasına girmemek gerekir uzatmamak için. Yani sana kitabı indiren o dediğimizde kitaptan maksat nedir diye hiç sorma ihtiyacımız yoktur çünkü o da bunun kuran olduğunu kabul edecek. Ama bu kitabın kuran olduğunu ispattaki kullandığımız uslubu mutlak ikinci kısımda indirildiği kuran ile beraber indirildiği söylenen şey için de kullanabiliriz. O zaman bunu sizin bilmenizde yarar var. Ama illa her sohbette kullanmanız gerekmiyor. Burada sana derken buradaki muhatap olan kimdir? Allah Resulüdür. Sana kitabı indiren o diyip marifeli indirmişse bundan kasıt Kurandır. وَٱلْحِكْمَةَ sana kitabı ve hikmeti indiren odur. Yani Allah azze ve celledir. Sana kitabı ve hikmeti indirdi. Burada kitapta bir ittifak mevzu bahis olduğu için buradaki kitabın Kuran olduğunu nasıl anladın diye sormaya ihtiyaç duymayabiliriz ekseriyetle ve geçeriz. O zaman biz hikmetin üzerinde dururuz ama hikmetin illa manasını öncelikli söylemeden. Önce o şunu kabul etmeli, kuran ile beraber bir de hikmet denilen bir şeyin indirilmesidir. Sana kitabı ve hikmeti indiren Allah’tır. Bunlar ile bunun ikisi ile وَعَلَّمَكَ sana öğretti
مَا لَمْ تَكُن تَعْلَمُ daha önce bilmediğin şeyleri öğretti. Orada bazı yani kuranda zikredilen bazı kelimeler vardır ki diyelim ki kitap, farklı yerlerde bazı nebiler ile beraber zikredilmişse bundan kasıt Tevrat olabilir, İncil de olabilir, Zebur da olabilir yani oradaki konumuna göre kitaba bu anlamı yükleriz. Eğer Muhammed aleyhisselatu vesselam ile beraber zikredilen bir kitap mevzu bahisse bundan hele birde marifeli yani الكتاب şeklinde gelmişse bunun kuran olduğunda bir tereddüt yoktur. Burada görüldüğü gibi الحكمة dediğimiz kelime de marifeli geliyor. Kuranın başka yerlerindeki bahsedilen hikmet ile alakalı değil. çünkü başka yerde, Allah her kime hikmet verdiyse yani birisine hikmet verildiyse ona hayırdan çok şey verilmiştir diyor. yani hikmet burada başkaları ile beraber zikredilen, verilen bir şey olarak telaffuz ediliyor ama buradaki hikmet Muhammed’e verilen hikmetten kastediliyor. O zaman bu kelimeyi de Muhammed’e indirilen hikmet, Kuran ile beraber indirilen hikmet diye bunlara has bir ifadeyi kullanma zorundayız. Yani açılabilecek ki bizim bu sohbet seyrimiz içerisinde mutlak şeytan da onun aklına bazı desiseli, şüpheli ve tereddütlü sözler getirecek. Onun bunu düşünmesine fırsat vermeden biz Muhammed’e Kuran ile beraber aleyhisselatu vesselam indirilen hikmetten bahsediyoruz.
İşte bu ikisi ile وَعَلَّمَكَ مَا لَمْ تَكُن تَعْلَم sana daha önce bilmediklerini öğretti. İşte bunun içindir ki وَكَانَ فَضْلُ ٱللَّهِ عَلَيْكَ عَظِيمًا şüphesiz Allah’ın sana lütfu ihsanı çok büyüktür diyor.
gördüğünüz gibi burada hikmetin kuran ile beraber indirilen bir şey olduğunu zikrediyoruz ama hikmete herkesin anlayabileceği eş anlamlı, müteradif anlamlı kelimesini kullanmadan devam edeceğiz. Ve de buradaki kasıt şudur, muhatabımıza o sözü söylettirmek. Biz anlaşılır şekli ile eş anlamlı müteradif olan ismi zikretmeyeceğiz, bunu muhatabımıza zikrettirmeye telaffuz ettirmeye çalışacağız.
Ve devam ederek o zaman biz hikmet kelimesinin daha Kuranda başka yerlerde nasıl ne şekilde geldiğini anlamak veyahut ispat etmeye çalışacağız. Allah azze ve celle kuranı kerimde Ahzap suresinde ;
وَٱذْكُرْنَ مَا يُتْلَىٰ فِى بُيُوتِكُنَّ مِنْ ءَايَٰتِ ٱللَّهِ وَٱلْحِكْمَةِ ۚ إِنَّ ٱللَّهَ كَانَ لَطِيفًا خَبِيرًا[2]
Ey Peygamber Hanımları, Evlerinizde Allah’ın Ayetlerinden Ve Hikmetten Okunanlara Kulak Verin, Düşünün Diyor.
ey peygamber hanımları evlerinizde çünkü Allah Resulünün hanımlarının her birisinin kendisine has bir odası yani evi vardı. Her gün illa birisinin evinde değil farklı günlerde bir başka eşinin evinde olabiliyordu. Veyahut gündüz hepsi bir yerde toplu da olabiliyordu. Evlerinizde derken hepsini teker teker kastediyor. İlla Ayşe’nin evini odasını değil radıyallahuanha.
Ey peygamber hanımları evlerinizde Allah’ın ayetlerinden yukarıda Allah’ın ayetlerinin içeriği olduğu kitabı tek kelime ile zikrediyor yani kitabı indiren kuranı indiren o diyor. burada kitabı cüzleri ile ifade ediyor. Çünkü Kuranın içeriği ayetlerdir.
Ey peygamber hanımları evlerinizde Allah’ın ayetlerinden okunan ve hikmetten okunanlara kulak verin diyor. hikmeti yine aynen zikrediyor burada. Demek ki kitap ile indirilen hikmet kitap cüzleri ile ifade ediliyor, Allah’ın ayetleri diyor. okunduğunu, onun ile beraber okunan hikmetler. Anlatılan hikmetler ki ileride göreceksiniz öğretilen hikmetten bahsediyor.
[1] Nisa 113
[2] Ahzap 34
Ey peygamber hanımları evlerinizde Allah’ın ayetlerinden ve hikmetten okunanları hatırlayın, düşünün, kulak verin. Allah her şeyin iç yüzünü hakkı ile bilendir yani ve haberdar olandır diyor.
görülüyor ki hikmet, Kuran ile beraber indirilen o hikmet aynı anda Allah’ın ayetleri ile peygamber aleyhisselatu vesselam’ın bulunduğu meclislerde yani eşlerinin evlerinde Allah Resulünün gününün çoğunu geçirdiği veyahut kısmen geçirdiği hanımlarının evlerinde Kuran ile beraber, Allah’ın ayetleri ile beraber okunuyormuş.
وَاذْكُرُواْ نِعْمَةَ اللّهِ عَلَيْكُمْ Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini düşünün, hatırlayın. وَمَآ أَنزَلَ عَلَيْكُم مِّنَ ٱلْكِتَٰبِ وَٱلْحِكْمَةِ يَعِظُكُم بِهِۦ ۚ [1] Allah’ın kitaptan ve hikmetten indirdiklerine, size onlar ile öğüt verdiği kitaba ve hikmeti bu nimeti hatırlayın ve şükredin. وَٱتَّقُوا۟ ٱللَّهَ ondan korkun.
وَٱعْلَمُوٓا۟ أَنَّ ٱللَّهَ بِكُلِّ شَىْءٍ عَلِيمٌ bilin ki Allah her şeyi hakkı ile bilendir. İyi bilin ki Allah her şeyi hakkı ile bilendir. Bu ayette de gösteriyor ki Kuran ile beraber hikmetle de Allah onlara vaaz ediyor, nasihat ediyor. Demek ki Allah Resulü vaazında, nasihatlarında öğüt verdiği şeylerden kitap ve hikmet zikrediliyor. Yani burada hikmet de öğüt malzemesi olarak kullanılıyor.
Devam eden başka bir ayeti kerimede ;
ذَٰلِكَ مِمَّآ أَوْحَىٰٓ إِلَيْكَ رَبُّكَ مِنَ ٱلْحِكْمَةِ ۗ وَلَا تَجْعَلْ مَعَ ٱللَّهِ إِلَٰهًا ءَاخَرَ فَتُلْقَىٰ فِى جَهَنَّمَ مَلُومًا مَّدْحُورًا[2]
İşte bunlar sana rabbinin yani rabbinin sana hikmetlerinden vahyettiği yani Allah ile birlikte başka bir ilah edinme. Sonra kınanmış ve haktan uzaklaştırılmış olarak cehenneme atılırsın. Diyor.
Bu da gösteriyor ki hikmet burada tek başına zikrediliyor. Neden tek başına zikrediliyor? Ve bu sefer kuran dikkat ederseniz tek başına kendisini açmayan bir kitap, nas ve delil olarak kalıyor. Neden? Allah Resulünün sohbetlerine baktığınızda bir saatlik, iki saatlik, üç saatlik, dört saatlik, beş saatlik sohbeti içerisinde kurandan on tane ayet zikrediyor ise, o ayetleri açıklayan yüzlerce söz zikrediyor. Bu da ne anlama geliyor? O kitabın hikmetini kendisine o indirilen o hikmet ile beraber açıklıyor. Bu neyi gösteriyor? Demek ki hikmet kendisinden öncekini indirileni yani Kitabı diyelim veyahut Kuranı diyelim açıklama niteliğinde kullanılıyor.
كَمَآ أَرْسَلْنَا فِيكُمْ رَسُولًا مِّنكُمْ aynen size de kendinizden bir resul yolladığımız gibi,
يَتْلُوا۟ عَلَيْكُمْ ءَايَٰتِنَا وَيُزَكِّيكُمْ وَيُعَلِّمُكُمُ ٱلْكِتَٰبَ وَٱلْحِكْمَةَ وَيُعَلِّمُكُم مَّا لَمْ تَكُونُوا۟ تَعْلَمُونَ[3]
Nitekim kendi içinizden size ayetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size kitabı ve hikmeti talim edip bilmediklerinizi size öğreten bir Resul yolladık diyor.
Demek ki bu kitap Allah’ın ayetleri, Kuran ve hikmet devamlı öğretiliyormuş. Ne için? Sizi daha önceki bulaştığınız tevhide zıt düşen pisliklerden arındırmak içindir yani temizlemek için. Hem geçmişteki irtikap ettiklerimiz pislikler bununla temizleniyor ve hem de size yine bunlar ile birçok şeyi öğrettiği gibi bunu açıklayarak da bir şey açıklaması ile öğretiyor. O zaman demek ki Kuran yani kitap ve hikmet bize bir şeyler öğretilendir beraberinde.
هُوَ ٱلَّذِى بَعَثَ فِى ٱلْأُمِّيِّۦنَ رَسُولًا مِّنْهُمْ[4]
Ümmilerden, kendilerinden olan bir Resul yollayan odur.
يَتْلُوا۟ عَلَيْهِمْ ءَايَٰتِهِ
Onlara Allah’ın ayetlerini okuyor. Böylelikle onları tezkiye ediyor. وَيُزَكِّيهِمْ
وَيُعَلِّمُهُمُ ٱلْكِتَٰبَ وَٱلْحِكْمَةَ onlara kitabı ve hikmeti öğretiyor. Görüldüğü gibi devamlı kitap ile beraber, Allah’ın ayetleri ile beraber Allah’ın kitabı ne için kullanılmış ise aynen hikmet de kullanılıyor. Yani indiren o, okunan bunun ikisi, ikisi ile tezkiye ediyor, bilmediklerini öğretiyor ve ikisi ile nasihat veriyor. Yani nasihat ediyor, öğüt veriyor. Ve devamlı bunun ikisi gündemde.
وَإِن كَانُوا۟ مِن قَبْلُ لَفِى ضَلَٰلٍ مُّبِينٍ bundan evvel yani Kuran hikmet indirilmeden evvel onlar zaten açık bir sapıklık, dalalet üzereydiler diyor. bu neyi gösterir nasıl ki geçmişteki dalaletimizden bizi uzaklaştırıp tezkiye etmek, temizlemek için kitap ve hikmet kullanılmış ise mutlak bunların ikisinden birisini terk de aynı anlamı taşır. Çünkü burada belki biz az önce bir ayet zikrettim, sadece bir kelime ile geçiştirdim. Onu orada bu anlamı teyit eden Sünneti zikretmeden geçtim. Burada da aynı üslubu kullandık. Ama bunu içinizden bilmeniz gerekir ki siz sesli okuyarak ona kullanmadan mesela burada diyor ki hadisi şerifte;
تركت فيكم أمرين [5] size iki şey bıraktım. Yine iki şeyden bahsediyor.
لن تضلوا ما تمسكتم بهما onun ikisine yapıştığınız müddetçe katiyetle sapıtmazsınız diyor. كِتَابَ اللَّهِ وَسُنَّةَ نَبِيِّهِ benim kitabım ve Sünnetim diyor. bu gösteriyor ki Kurana yapıştığınızda sapıtmazsınız demiyor bunun ikisine yapıştığınız müddetçe sapıtmazsınız diyor. neden? Burada hikmete bedel Sünneti kullandı. Bu gösteriyor ki burada Sünnet kelimesi hikmet ile eş anlam taşıyor, müteradif kelimedir. İkisine birden yapıştığınızda elbette sapıtmazsınız yani yan çizmezsiniz, dalalete düşmezsiniz diyor. bu neyi gösterir? İkisi de birbirinden müstağni değildir. Yani müstakillen Kurana yapıştığını söyleyen, Kuran bize yeter diyen, düşünün Kuran bize yeter sözünü Ömer kullanıyor, Ayşe de kullanıyor ama zamanımızda aynı kelimeleri kullanan aynı şeyi anlatmak için bunu kullanmıyorlar. Çünkü Kuranın anlatımını tamamlayan anlamını tamamlayan kuranı beyan eden ikinci kısmı zikretmediğiniz müddetçe kuranın sadece lafızlarına muhatapsınız. Ondan sonra onun açıklanan kısmına değil. ve yine burada Allah azze ve celle başka bir ayeti kerimede, kıyamet suresinde de söylediği gibi;
لَا تُحَرِّكْ بِهِۦ لِسَانَكَ لِتَعْجَلَ بِهِۦٓ إِنَّ عَلَيْنَا جَمْعَهُۥ وَقُرْءَانَهُۥ فَإِذَا قَرَأْنَٰهُ فَٱتَّبِعْ قُرْءَانَهُۥ
ثُمَّ إِنَّ عَلَيْنَا بَيَانَهُۥ[6]
Vahiy geldiğinde, Cibril vahiy getirdiğinde, Cibril kuranı okurken gelen vahyi Muhammed aleyhisselama okurken Allah Resulü onu çabuk çabuk tekrar edermiş ezberleyebilmek için. Bunu yapınca Allah azze ve celle yolladığımız vahyi Cibril okurken senin tekrarlamana hiç ihtiyaç yok acele etmene. Onu senin göğsünde, ezberinde toplamak, okunan bir kitap haline getirmek bizim işimiz diyor. sen sadece Cibril okurken sen onu arkasından takip et, okuyuşunu takip et diyor. ثُمَّ إِنَّ عَلَيْنَا بَيَانَهُۥ sonra onu açıklamak bizim üzerimizedir diyor.
Bu neyi gösteriyor demek ki önce inen Kuranın lafızları. Arkasından inen ne? Hikmet. O lafızları açıklayan kısım. Çünkü onu açıklamak da bize düşer. Yani sana açıklattıracak olan da biziz diyor. açıklanmamış bir kitaba muhatap olduğunuzda neden mesela mutezile Kuranın lafızlarının sübutu kati diyor, lafızların delalet ettiği mananın sübutu kati değil diyor. cidden Sünneti saf dışı edersen Kuran böyle olur. Sen lafızlarının vahiy olduğuna inanırsın ama delalet ettiği manayı anlayamıyorsun. Senin nazarında kati değil. ve bunu birçok sahabe de böyle yanlış anlayabilmiş Sünnete müracat etmeden. O zaman Allah Resulünün ikinci kısım olan, vahyin ikinci kısmı olan indirilen Resule açıklattırılan ayetleri açıklayan burada hikmet ve Sünnet olarak zikredilmektedir. Bunu yaşam olarak yirmi dört saatlik hayatımızın serpiştirilmiş her yüzünde görürsünüz ki bir beş vakit namazı düşünün eğer şu beş vakit namazı geçmişten bize yani bu ümmetin evvelinden zamanımıza kıyamete kadar da devam edecek olan ve zayi olmayacak olan namaz gibi bir ibadeti düşünün kurandan ben öğrenmek istiyorum deseniz namazı, namazın yüzde ikisini dahi öğrenme fırsatı bulamazsınız. Hatta lafızlarda bazı tereddütler, anlayamayacağınız böyle de mi denildi, bunu mu demek istiyor diye anlayamayacağınız ifadeler var. Onun için asgari bazda en aşağı bazda size zikrettim, yüzde ikisini bulamazsınız onu anlayabilmek için sünnet olan yüzde doksan sekize ihtiyacınız vardır. O zaman yüzde ikilik açıklanmamış bir bütünü sünnetsiz muhatap edindiğinizde kendinize cidden anlayamayacağınız yerler olacaktır. O zaman dersiniz ki ama bunu şeytan kendi lehinde kullandırarak telaffuz ettiriyor yani lafızların delalet ettiği mana kati değildir diyor. tabi Sünnet saf dışı olursa katiyetliğini kaybedecektir.
Onun için ben size iki şey bırakıyorum bunun ikisine sımsıkı yapıştığınız müddetçe katiyetle dalalete düşmezsiniz diyor. tabi burada biz sünnet olan bizim anlayışımızı destekleyen yani ümmetin tümünün anlayışı olduğunu düşündüğümüz kısmı biraz daha sonra zikrederiz, illa zikretme ihtiyacı duymayabiliriz ama bizim bilmemiz gerekir belki sohbetin en sonlarında bak Sünnet de bu mevzuda ne diyor diye bir açıklama getirebiliriz. Bu ikiliyi zikrederken, mikdat bin madib kerb’ den gelen bir nakilde Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem diyor ki ;
أَلَا إِنِّي أُوتِيتُ الْكِتَابَ وَمِثْلَهُ مَعَهُ [7] bana Kuran ile beraber bir de onun misli, aynısı verildi diyor.
Sünnette gösteriyor ki Allah Resulüne Kuran ile beraber, kitap ile beraber bir başka şey daha verilmiş. Onun misli, aynısı bir şey daha verildi diyor.
Yukarıda devamlı kitap hikmet, kitap hikmet okunan, öğretilen onlar ile nasihat edilen öğüt verilen şey ve bu sefer Sünnette size iki şey bıraktım ve Kuran ile beraber bana ikinci şey verildi derken kasıt, bundan murat bu anlama gelmektedir.
O zaman bunu illa doğrudan doğruya dile getirebileceğimiz şekilde bize düşen tamamen bize muhalif olarak gördüğümüz insanlara verilen bir reddiye kısmı yoktur bunun. Şimdi düşünün bu indirilen Kitap ve hikmetin genel ifadeler ile gündeme geldiği yerler de vardır. Mesela Allah azze ve celle Resulüne diyor ki;
ٱتَّبِعْ مَآ أُوحِىَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ ۖ [8] rabbinden sana vahyedilene uy. Rabbinden sana vahyedilene tabii ol.
Bu ne anlama gelir? Önce düşünelim. Vahyedilen derken herhalde indirilene uy yani Muhammed rabbinden sana indirilene uy veyahut,
يَٰٓأَيُّهَا ٱلرَّسُولُ بَلِّغْ مَآ أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ ۖ [9] ey Resul rabbinden sana indirileni tebliğ et. بَلِّغْ مَآ أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ ey mMuhammed rabbinden sana indirilen, bakın Kurana sana vahyedilen, indirilen sözleri aynen her yerde eş anlamda kullanılmıştır. Yani sana vahyedilen derken indirileni kastediyor. Sana vahyedilene tabii ol. ٱتَّبِعْ مَآ أُوحِىَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ rabbinden sana vahyedilene uy derken, rabbinden sana indirilen eğer tafsilatı vahyedilende bulamazsanız, indirilende bulursunuz. İndirilen ne idi? Kuran, kitap ve hikmetti. Muhammed sana indirilen kitaba ve hikmete uy. Muhammed sana indirileni tebliğ et yani sana indirilen vahyedilen Kuranı ve hikmeti tebliğ et. Bu az önceki ayet ile yani okunan ayetler, öğretilen ayetler derken şimdi tebliğ et derken öğret anlamı taşımaz mı? يَٰٓأَيُّهَا ٱلرَّسُولُ بَلِّغْ مَآ أُنزِلَ إِلَيْكَ مِن رَّبِّكَ dediğinde ey Muhammed rabbinden sana indirileni tebliğ et, onlar ile insanları eğit, onlar ile insanlara öğüt ver, onlar ile insanları tezkiye et, pisliklerden temizle derken bunun ilk muhatabı olan Muhammed aleyhisselatu vesselama bile katiyetle ve katiyetle insanlara öğrettiğinin ne olması gerektiğini söylüyor? İnsanlara öğrettiğin vahiyden başka bir şey olmamalı. İnsanlara tebliğ ettiğin vahiyden başka bir şey olmamalı. Senin evinde okunan bu indirilen vahyin dışında bir şey olmamalı. Yani Allah Resulü dahi kendisine vahyedileni öğretmek ile tebliğ etmek ile ona uymak ile mükelleftir.
Burada şimdi bir nokta koyun, büyük bir parantez açın. Yani paranteze girişi koyun ama kapatmayın. Bu ne anlama gelir? Hangi öğüt ve nasihat, hangi din adına öğretilen bir şey varsa Allah adına öğretiliyorsa bunların ya Kuranda ya da Sünnetten olması gerekir. Onun dışında, onun ikisinin dışında hiçbir şey tebliğ edilmemeli. Çünkü Muhammed sana indirileni tebliğ et diyor. sana vahyedilene tabii ol. Sana vahyedilen ile insanları eğit veyahut öğüt ver diyor onlara. Eğer Resul bile bununla emredilmiş ise insanlar din adına öğrettiklerinin onlar Kuran ve Sünnetten olmasına dikkat etmek zorundadırlar. Onun dışında hiçbir şeyi rengiyle ilişki kurduğu, ondaki olan bir harfin öbürkünde olan aynı harf olması hasebi ile benzerlik ihtas etmeye çalışmamak gerekir. Ben Kurandan bir ayet okurum onda zikredilen bir harf vardır. Kötü çirkin sözler söylerim onda da aynı harfler olabilir mi? Bu harfler birbirine benzeşiyor diyerek buda bundandır denir mi? İşte Kuran’dan olmayan sözleri bazı bu denli benzerlikler ile ha bu da bundandır diyerek onu dinden sayıp onu Kuran ve Sünnetten sayıp din adına insanlara öğretilmemesi gerekir. Çünkü ihtiva ettiği içerik olarak oradaki zikredilen anlam mutlak Kuran ve Sünnetten olmalı yani vahyedilen olmalıdır. Onun dışındakiler yani bu ikisi derken eğer size iki şey bıraktım bunun ikisine sımsıkı yapışırsanız mutlak sapıtmazsınız derken bu ikisinin dışına çıktınız mı sapıtırsınız demektir. Ha çıktığınız kadar sapıtırsınız. Çıktığınız öyle bir şey vardır ki geçmişte yaptığınızı da iptal eder gider. Geçersiz kılar. Ha öyle dışarı çıktığınız bir şey vardır ki sizin imanınızdan bir cüz götürür ama her halükarda sizden bir şeyler götürüyor. Ya parça parça götürür ya toptan götürür. Ya bir tek şeyde sınırı aşarsınız ki kaldı ki bizim bu mevzuda geçmişime baktığınızda en önemli olarak biz itikadi eğilimdeki bilgilerimize bakarız. Ha bunda bile insanlar itikadi mezhepler diye bir ayırıma gitmişler, ayırmışlardır. İtikadi meselelerdeki sorunlar büyük sorunlardır. Bizi tehdit eden sorunlardır. Kaldı ki ayetteki kullanılan ifade, sana indirileni tebliğ et. İrili, ufaklı, büyük küçük ne varsa hiç önemli değil din adına konuştuğun her şey hele kulluk adına iman adına tevhid adına konuştuğun her şey mutlak Kuran ve Sünnete dayandırılmış olmalı. Haram ve helal olarak konuştuğun her şey Kuran ve Sünnete dayandırılmalı. Onun dışına çıktığınız andan itibaren ne kadar çıkıyorsak o kadar sapıtırız. Bu sapıtma belki bizi bir cüzde helak eder yani o cüzden sorumluyuz, imandan bir parça gider. Onunla belki azabı haketmiş oluruz. Ha belki öyle bir cüzden yine bir cüzden inhiraf ederiz ama o bizim sair amellerimiz toptan iptal etmeye yeterli olur. Eğer asıl olarak Kitaptan, Sünnetten sapma, yan çizmek gibi bir sorun olduğu zaman bu daha büyüktür. Bu daha tehlikelidir çünkü her meselede Kitap ve Sünnetin dışında doğrudan doğruya demesek bile indirilen vahyin bir tahrif edilmesi vardır. İndirilen vahyin tevil yolu ile haram ve helal edilmesi vardır. İndirilen vahyin ibadet şekillerini kendilerine göre tahsis etme vardır. Yani hem tutarsın helal olan bir şeyi helal kılarsın hem de onu bir ibadet usülü haline getirirsin aynen Hristiyanlarda olduğu gibi. Ruhbanlık nedir? Evlenmeyi haram kılmaktır değil mi. Ayrıyeten evlenmeyi haram kıldıkları gibi ruhbanlığı bir ibadet şekli olarak yaşamaya başlamışlardır. Burada iki sorun vardır, onun için tek inhiraf ettiğimiz bir meselede birçok sorunu irtikab edebiliriz ve onunla beraber cidden sapıtacak, haktan inhiraf edicek, haramı helal kılacak hatta ibadet ihdas eden Allah diyor, o ruhbanlığı kendilerine biz emretmedik. Kendilerine haram kıldılar bizde yürüyün dedik. Onu da eda etmekten aciz kaldılar. Neden ? kendiler yapması rağmen onu onu eda etmekten aciz kaldılar. Neden? İnsan tabiatına zıt olduğu için. Sen tabiata zıt, fıtrata zıt yaratılış şekline zıt olan bir şeyi ibadet olarak takdir edersen mutlak onda aciz kalacaksındır yani başaramayacaksındır. Kendi kendine ihdas ettiğin şey senin başına bir bela doğurabiliyor.
Onun için katiyetle asıl kuran ve sünnetten olduğu müddetçe ibn Mesut’un da dediği gibi, bidatteki içtihat bidatte içtihat etmekse Sünnetteki iktisat daha hayırlıdır diyor. neyi kastediyor? Sünnetteki eda edemediğin, dindeki eda edemediğin bazı şeyler senin için kusurdur ama bu Sünnette bir şeyler ihtas etmekten daha evladır. Bunu anladınız mı ne demek? Dinde yeni şeyler uydurmaktansa dinde yapamadığın bazı şeyler suç olmasına rağmen daha hayırldır. Yani dinde bidat ihtas etmektense bazı kusur sahibi olman, bazı şeyleri yapamaman daha hayırlıdır. Çünkü yapamaman sana ait bir kusur olarak kalıyor.
[1] Bakara 231
[2] İsra 39
[3] Bakara 151
[4] Cuma 2
[5] İmam malik muvatta 1594
-1594
وحدثني عن مالك انه بلغه ان رسول الله صلى الله عليه و سلم قال :تركت فيكم أمرين لن تضلوا ما تمسكتم بهما كتاب الله وسنة نبيه
[6] Kıyamet 16-19
[7] Ahmed’in müsnedi 17174
حَدَّثَنَا يَزِيدُ بْنُ هَارُونَ، قَالَ: أَخْبَرَنَا حَرِيزٌ، عَنْ (3) عَبْدِ الرَّحْمَنِ بْنِ أَبِي عَوْفٍ الْجُرَشِيِّ، عَنِ الْمِقْدَامِ بْنِ مَعْدِي كَرِبَ الْكِنْدِيِّ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: ” أَلَا إِنِّي أُوتِيتُ الْكِتَابَ وَمِثْلَهُ مَعَهُ، أَلَا إِنِّي أُوتِيتُ الْقُرْآنَ وَمِثْلَهُ مَعَهُ، أَلَا يُوشِكُ رَجُلٌ يَنْثَنِي شَبْعَانًا (4) عَلَى أَرِيكَتِهِ يَقُولُ: عَلَيْكُمْ بِالْقُرْآنِ، فَمَا وَجَدْتُمْ فِيهِ مِنْ حَلَالٍ فَأَحِلُّوهُ، وَمَا وَجَدْتُمْ فِيهِ مِنْ
[8] Enam 106
[9] Maide 64
Ama ihdas ettiğin şey senden sonra da birçok insanın din olarak kabul edip, dinden olmamasına rağmen din olarak kabul edip amel edeceği şeyler olabiliyor. Öyle ise bütün gücümüz ile Kuranı Sünneti, kitabı ve hikmeti bizim malzememiz olmaktan, dini öğrenme malzemesi olmaktan çıkaran, yan çizdiren en masumane zikredilen sözler dahi en masum kimseden çıkmış da olsa katiyetle onlara itibar etmemek yani onlara değer vermemekle başlar.
Eğer biz bu asılları yakalamış isek ne cidden İslam’a düşmanlık için inkar furyası ile gelenler olsun, nede bizzat kitap ve sünneti ittiba ettiğini söylediği halde alimlerin sözlerini Allah’ın Kitabı, Resulünün Sünnetinden daha fazla önem verip, onlar bizden daha iyi anlıyorlar diyerek bu şekilde de yapmış olsalar bundan sakınmamız gerekiyor.
Onun dışındaki bütün tereddütler inan sadece selin, yağmur sularının, dere kenarlarına, su yataklarının kenarlarına ittiği çöp, saman çöpü gibi yığınlardır ki bunlara biz reddetmede reddiye vermekte, onlara itiraz etmekte katiyetle hiç de zorlanmayız. Tek ki asıllar yakalansın.
Bence bir hadis inkarcısından gelen tehlike bizim içimizde çok masumane Resulün sözlerini saf etmek ondan daha az bir tehlike değildir. Daha büyük bir tehlikedir. Şeytan o ortamda geçerli olan uslübu mutlak gündeme getiriyor. Onu malzeme ediniyor. Onu mevzu bahis ediniyor. Ve burada da genellilikle şöyle düşünün, Kuran okumanın önüne geçme hadis okumanın önüne geçme ne anlam taşır? Hata etmemek için, büyük yanlışlar yapmamak için Kuran okumamalısın sen birisine sorarak öğrenmelisin. Yanlış yapmamak için hadis okumamalısın bununla Sünneti hadisi okumanın önüne geçme inan öbürkülerin inkarından daha tehlikelidir. Öbürküler biraz daha rahat inkar ettiklerini açıkça sergileyebiliyorlar. Yani açık olan bir düşmana karşı takınacağın tavır ve tedbir daha net ve kolay olur. Ama gizliden bu sözlerin geçerliliğini kazandırma ise büyük tehlikeler arz eder. Çünkü kendini onun sözlerinin karşısında tehlikede olduğunu hissetmezsin. Tehlikede olduğunu anladığın an ona karşı tedbir alırsın. Tehlike olmadığı gördüğün, düşündüğün yerde katiyetle bir tedbir alma gibi ihtiyaç hissi duymuyorsun.
O zaman eğer vahye karşı, vahyin bu denli telkinine karşı sahabeler hakkında zikredilen şöyle bir başlık vardır,
Vahyin Karşısında Sahabenin Durumu Neydi?
Veyahut sahabenin vahyi telakkide öğrenmede işittiğinde kabul, kabul ettiği ile hemen amele ve onun dışında hiçbir şeyi geçerli görmeme de sahabenin tavrı, yapmış olduğu iş, ve takındığı tavır. Ve hemen amele intikali herhalde bizim için örnek olabilecek en net sergilenen bir tatbiktir. Yani fiili bir canlı bir açıklamadır.
Sahabeye baktığınızda babası da olsa vahye ters düşenin sözünü almıyor. Kişisel görüş ile vahye dayanan görüşü ayırt ediyor. Ey Allah’ın Resulü bu senin görüşün mü yoksa vahiy mi diyor. bunu soruyor.
لِتَحْكُمَ بَيْنَ ٱلنَّاسِ بِمَآ أَرَىٰكَ ٱللَّهُ ۚ[1] onların arasında Allahın sana gösterdiği gibi hükmet, gördüğün gibi demiyor. Resul bile kendi görüşü ile amel edemezdi.
Onun sünneti hadisleri dediğimiz şeyler kendisine gösterilen şeylerdi.
Binaenaleyh ona da sana vahyedelene, indirilene ittiba et, uy sözü bundan dolayı söyleniyor idi. Bence münakaşanın teferruatına girmekten öte mutlak bizim vahyin karşısında, Kuran ve Sünnetin karşısında onları kabul, onları öğrenme, onları doğru öğrenme ve onları doğru tatbike intikal ettirme mutlak sahabenin hayatına serpestirilmiş örnekler ile mümkündür. O zaman kuranı öğrenirken sünneti öğrenirken mutlak sahabe ne olmalı? Öğrendiğimiz şeylerin tatbikinde onların tatbiki bunun içindir ki Allah azze ve celle kuranı kerimde;
وَمَن يُشَاقِقِ ٱلرَّسُولَ مِنۢ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ ٱلْهُدَىٰ وَيَتَّبِعْ غَيْرَ سَبِيلِ ٱلْمُؤْمِنِينَ نُوَلِّهِۦ مَا تَوَلَّىٰ وَنُصْلِهِۦ جَهَنَّمَ ۖ وَسَآءَتْ مَصِيرًا
Her kim hüda, doğru yol, Kuran açıklandıktan sonra müminlerin yolundan saparak Resule ters düşerse yani sahabenin yolundan yan çizerek o yola ters düşerek Resule muhalefet ederse onları döndüğü, saptıkları yolda bırakırız. Ve sonra onları alır ateşe atarız. Orası ne kötü gidilecek yerdir. O zaman Kuran öğrenelim, Sünneti öğrenelim ama doğru anladığımızı, doğru yaşadığımızı sahabenin hayatı ile örneklendirme zorundayız.
Öyle bir örneklendirme ki sahabenin de Resule uyduğu müddetçe onların sözlerinin alındığı. Eğer Allah Resulünün sözüne uymuyorsa babası da olsa onun sözünün alınamayacağı yani iki zıt kutuptan ortada nedir tezatların ahengini yakalayabilmendir. Bunu devamlı dediğimiz gibi onlara ne kadar ittibaya muhtaçsak, onları örnek almaya muhtaçsak o zaman onları Resule ters düşen sözleri bile bizim için bir şey ifade etmiyor. O zaman onlara uymayı sınırında tutarak, Resule ters düşen hareketlerine de uyma değil. orada durmayı bilmek. Ha orada bize örnek olacak bir başka sahabenin örnekliğini hayatımıza yansıtmak istiyorsak mutlak Kuranı ve Sünneti öğrenirken bu dini ondan, birinci elden öğrenen insanların hayatlarını da öğrenme zorundayız. Yani sahabe vahyi nasıl telakki etti? Vahyi nasıl öğrendiler? Vahyi nasıl yaşadılar ve vahyi kendilerinden sonrakilere nasıl aktardılar. Eğer ilim ehline ondan sonra bir söz düşerse sahabeden sonra düşmektedir.
Bu mevzuda söyleyebileceğimiz bu kadar. Tabi ki değil. ama devamlı meseleleri ana hatları ile yakalamışsak ondan sonraki gelen bütün itiraz, tereddüt, şüphe ve yani müşkülatlar buna devamlı çarparak geri gidecektir. Bizde makes bulmayacaktır. Falan şöyle dedi kafamız karıştı gibi söz söylenmeyecektir. Ha senden ters dönecektir ama anlatamadığın, ifade edemediğin, birisine aktaramadığın yerde durmaklığın da tabi ki mevzu bahis. Ha biz bunları amel etmek için öğreniyoruz. Bize zıt düşen insanlara illa cevap niteliğinde öğrenmiyoruz. Bunlar Kuran ve Sünnettin karşısında, vahyin karşısında nasıl bir kabul, nasıl bir anlama, nasıl bir uygulama sonra onu nasıl insanlara aktarma ki bunun hepsini biz sahabede net bir şekilde görebiliriz. Ve ilim ehlinin vazifesi de bize bunları aktarmaktır. Ve sahabe mutlak Resulü anlamak için Resulün anlattıklarını yakalayabilmek için sahabe bize en uç noktada gösteriliyor. Yani imanda dahi örnek olarak onlar gösteriliyor. Bırakın imanın amelleri hakkında da tabi ki onlar örnektir.
[1] Nisa 105