Takdirinizdir ki Türkiye’de uzun zamandır konuşula gelen Selefilik ve bu minvalde, red’i bir biçimde Selefilik ile mukayese edilen tekfirci akım, ne yazıktır ki şeytanın, halkın dilini ve düşüncelerini kullanarak böyle yüce bir davayı böylesine alçak bir menheci terennüm ile akamete uğratmaya çalışmış ve dahi bir noktada başarılı olmuştur. Yani tabiri caiz ise tekfirciliği Selefilik olarak addeden insanlar şeytanın kurmuş olduğu bu tuzağa düşmüşlerdir. Sözüm onlara, sözde alimler topluluğu dahi ilmi hakikatlerden uzaklaşmaları ve sadece okunmaması gerekenleri okumaları sebebi ile bu tuzağa düşmüş iken bizler bunun doğru anlaşılmasını halktan nasıl bekleyebiliriz?
İlim ve ehlinin hüsn-ü tabir ile nadasa bırakıldığı bir toplumda, sadece kendi istedikleri müfredatları kendilerine okutsunlar diye okutmuş oldukları insanlardan, doğru anlayış noktasında ne kadar verim alınabilir? Okullarda dahi ellerine tutuşturulan kitaplardan başka bir bilgi ziyade etme veya bir hatayı tashih etme istidadına sahip olamayan öğretmenlerden ne kadar verim beklenebilir? Çağın terbiyesizliği olarak görülen “bu kadar insan hata mı ediyor” sözüne gayri itibari bir bakış ile Kur’an ve Sünnetin esasları ile yaklaşıldığında bu iki değeri, insanların çoğunluğunun tabi olduğu yollar ile mukayese eden bir toplumdan ne kadar verim beklenebilir? Mamafih matbu alimlerin köklerinin tarih sayfalarından kaldırılmak istendiği bir çağda, özellikle bid’atlerin münteşir olduğu bu toplumda, hakkı ve hakkın sahibini şeytanın yolundan bir an dahi olsa ayrılamayan insanların dizlerinin dibinde arayanlardan ne kadar faik bir anlayış beklenir? Bu sebeptendir ki selefiliğin hakikatinin bizatihi anlaşılması, kendi çabaları ile hakikatin peşine düşmeyi başaramayanlar tarafından mümkün olmayacaktır. Zira tasfiyenin olmadığı bir yerde terbiyenin olması mümkün değildir. Batıllar ve hatalar ile dolu olan kalpleri hakikat ile terbiye etmek mümkün olmayacaktır. Bahsi geçen hakikate bir nebze dahi olsa yakın olanlar, Selefilik ile tekfircilik arasında ki ayırımı oy kullanma meselesi ile örneklendirmişler hatta istidlal etmişlerdir. Arada ki farkı sadece oy kullanma olarak addetmişlerdir. Halbuki bu teczimen hatadır. Çünkü bu iki menhec arasında asırların getirmiş olduğu bir harp vardır. Müslüman olarak görüp düşman olarak addetmesek de onlar kendi inançlarına sahip olmayan herkesi Müslüman olarak görmemiş ve düşman olarak addetmişlerdir. İrca mefhumunun ne olduğunu bilmeden kendi inançlarına sahip olmayanları Mürcie olarak gören kimseler, nasıl kendilerini selefe nispet edebilir, insanlar onları nasıl hakiki selefiler ile mukayese edebilirler. İslam tekfir üzerine bina edildi demek ne kadar abes ile iştigal ise irca mefhumunu bilmeyen bir topluma da Mürcie demek o denli abesle iştigaldir. Buna abes deyişimiz de hüsnü zannımızdandır. Asıllarından tecrit edilmiş bilgiler ile büyüyen ve bir anda kendisini silahlı çatışmalar arasında görenler, elbette tekfirin kendilerince ne olduğu, hakikatin hakiki donelere göre ne olmadığı bilgisi ile donatılan insanlardır.
Bundan dolayı hak, ehlinden öğrenilmelidir. Okumanın sıkıcı bir eylem olarak görüldüğü, uzun konuşmalar sonrasında uyuya kalındığı ve hatta sıkınıldığı, anlatılan can alıcı şeylerin kısa bir vakit sonra umursanmayacak derecede unutulduğu ve bilmediğine söven, bilmediğinden eğitim alan insanlardan bu konuda ne kadar doğru karar vermeleri beklenebilir? Ne yazıktır ki eleştirdiğimiz bu kesimin bu noktada öğrendikleri şeyler tekfir akımının ortaya attığı şeylerdir. Halbuki hak da batıl da ortadadır. Şayet batıl duyulup, ona kulak asılıyorsa ve bu batıl bilgiler ile hakka “Hadi! Bunlar böyle diyor. Siz de aynısınız, ne farkınız var? “ diye söylenip, doğruyu kulak ardı eden bir topluluktan nasıl tadile muktedir olmaları beklenebilir? İşte bunun içindir ki Allah Resulü (s.a.v) şöyle buyurmuştur:
لا تزال طائفة من أمتي ظاهرين على الحق لا يضرهم من خذلهم حتى تقوم الساعة
“Ümmetimden hak üzere bir taife her zaman var olacaktır. Onları yalanlayanlar muhalefet edenler onlara zarar veremeyecektir. Bu Allah’ın emri gelene kadar böyle devam edecektir.”
Yazan : Oğuz Önder