Muhakkak ki onlara (müşriklere): “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorarsan, mutlaka: “Onları, Azîz ve Alîm yarattı.” derler. (Zuhruf Suresi 9)
(Müşrikler, Allah’ın “Azîz” ve “Alîm” gibi isimlerini bile biliyorlardı.)

Andolsun onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan elbette «Allah» derler. O halde nasıl (Allah’a kulluktan) çeviriliyorlar? (Zuhruf Suresi 87)

“Andolsun ki onlara: Gökleri ve yeri kim yarattı? Diye sorsan, elbette “Allah’tır” derler. De ki: Öyleyse bana söyler misiniz? Allah bana bir zarar vermek isterse, Allah’ı bırakıp da taptıklarınız, O’nun verdiği zararı giderebilir mi? Yahut Allah, bana bir rahmet dilerse, onlar O’nun bu rahmetini önleyebilirler mi? De ki: Bana Allah yeter. Tevekkül edenler, ancak O’na güvenip dayanırlar. (Zümer Suresi 38)

“(Resûlüm!) De ki: Size gökten ve yerden kim rızık veriyor? Ya da kulaklara ve gözlere kim mâlik bulunuyor? Ölüden diriyi kim çıkarıyor, diriden ölüyü kim çıkarıyor? İşi kim idare ediyor? “Allah” diyecekler. De ki: Öyle ise sakınmıyor musunuz? (Yunus Suresi 31)

Andolsun, eğer onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sorsan, mutlaka “Allah” derler. De ki: Hamd Allah’a mahsustur.” Fakat onların çoğu bilmezler. (Lokman Suresi 25)

“Ve onlar: “Allah’ım şâyet bu (Kur’ân-ı Kerim), o hak olan (Kitap), Senin indinden ise o zaman üzerimize semadan taş yağdır veya bize acı azabı getir demişlerdi. (Enfal Suresi 32) (Ayetteki Allahumme ifadesi; (ki Allah’ım diye çevrilen kısım) Müşriklerin dua ederken bizim gibi Allahumme diye başladıklarına ilginç bir örnek)

Ve muhakkak ki eğer sen onlara, “Gökleri ve yeri kim yarattı, Güneş ve Ay’ı kim (size) musahhar (emre amade) kıldı?” diye sorarsan mutlaka, “Allah” derler. O halde nasıl döndürülüyorlar? (Ankebut Suresi 61)

Ve eğer onlara: “Semadan suyu indiren ve böylece onunla arza ölümünden sonra hayat veren kimdir?” diye sorarsan mutlaka, “Allah” derler. De ki: “Hamd, Allah’a aittir.” Hayır, onların çoğu akıl etmezler. (Ankebut Suresi 63)

De ki: “Eğer biliyorsanız söyleyin: Yer ve yerde bulunanlar kime aittir?” “Allah’ındır” diyecekler. “Öyle ise siz hiç düşünüp öğüt almaz mısınız?” de. De ki: “Yedi kat göklerin Rabbi, büyük Arş’ın Rabbi kimdir?” “Allah’ındır” diyecekler. “Öyle ise ona karşı gelmekten sakınmaz mısınız?” de. De ki: “Eğer biliyorsanız söyleyin: Her şeyin hükümranlığı elinde olan, kendisi koruyan, kendisine karşı korunulamaz olan kimdir?” “Allah” diyecekler. “Öyle ise nasıl aldanıyorsunuz?” de. (Muminun Suresi 84-89)

Allah’ın yarattığı ekinlerden ve hayvanlardan O’na bir pay ayırdılar ve akıllarınca, “Şu Allah için, şu da bizim ortaklarımız (putlarımız) için” dediler. Ortakları için olan Allah’ınkine eklenmiyor. Allah için olan ise ortaklarınkine ekleniyor… Ne kötü hükmediyorlar! (Enam Suresi 136)

İbn Teymiyye İsra 42. Ayetin tefsirinde: Onlar (müşrikler), onların (ilahlarının) vesileler, aracılar ve şefaatçiler olduklarını söylüyorlar. Yoksa ilahlarının O’nun yarattığı gibi yaratıyor demiyorlardı.

Ayetler çoğaltılabilir. Görüldüğü üzere Mekke Müşrik toplumunun, Allah’ın zatında, O’nun yaratıcılığında, rezzaklığında ve diğer bazı isim ve sıfatlarında bilgi sahibi oldukları yukarıda zikredilen ayetlerle gün gibi ortadadır. Buna ‘Rububiyyet Tevhidi’ diyoruz. Yani bütün bunları yapanın Allah’tan başkasının olmadığının kabulu ve bu kabulun Mekke toplumunda varlığı.
“Ve onların çoğu, şirk koşmadan Allah’a iman etmezler.” Yusuf Suresi 106. Ayette de buyurulduğu gibi; Müşriklerin, müşrik ismini almalarına sebep Allah’ı inkar etmeleri değil; inandıkları Allah’la beraber başka ilahlara da ibadet etmeleridir. Dolayısıyla Muhammed (s.a.s.), Mekke müşrik toplumuna, Allah’ın varlığını ispat etmekle değil, yaratıcı olarak kabul ettikleri Allah’tan başka hak ilah olmadığını anlatmakla davetini sürdürmüştür. Bu bilgi maalesef Türkiye Müslümanlarınca bilinmemekte; sanki müşrikler Allah’a inanmayan bir toplum gibi kabul görmektedir. Hatta bazı kesimler, bütün enerjilerini Allah’ın varlığının ispatı noktasında harcıyorlar. Aynı gayreti ise Allah’ın ilahlığında birlenmesi, yani ibadetin bütün cüzlerinde (kısımlarında) sadece ve sadece O’na sunulmasının gerekliliğini, bunun aksinin ise şirk olduğunu anlatan eserlerle uğraşmadıklarına şahit oluyoruz. İyi bir Kuran okuyucusu, gönderilen elçilerin neredeyse tamamının Allah’ı bilen, ama O’nu ilahlığında birleyemeyen toplumlara gönderildiklerini hemen fark edecektir. Tabi ölülere okumaktan anlayarak Kuran okumaya sıra gelirse.