“Tefekkür” , bir kulluk eylemi – Ebu Said Yarbuzi 2016 dersi
Yaptığımız her sohbet bir öncekinin üstüne bina edilmeli. Ayrıyeten genel anlamdaki sohbetlerinde bina edildiği mustakil bir mesele olarak ta öne çıkabilir. İki yönden öne çıkar;
1-Müstakil kendisi öne çıkar. 2- Bütün yapacağımız derslerin toptan alt yapısı olan bir mesele olarak ortaya çıkar.
Kurana baktığımızda bunun tertibini görebilirsiniz. Şu ana kadar size usulden o kadar şey anlatıyorum ki içinizden biriniz bunun delili nerede diye (sormadınız.) Bize sorsalar ”bunu nereden okudunuz hangi kitaptan okudunuz “ ( Ne deriz demediniz.) Sorma ihtiyacı da duymuyorsunuz. Bu bizim için güvenin alameti değildir. Delil sormamak , kişinin söylediğinin doğru olduğunu düşünmek güvenin emaresi değildir. Ne kendisi için ne de sohbeti yapan için
Sizin sorgulamanız, hem kendinizi delille hareket etmeye hem de konuşan kişinin rastgele söylediği bir sözün ortaya çıkartılıp düzeltilmesi sağlanmış olur. O insan ne kendine dost ne de dersi aldığı insana dosttur. Bilinmesi gereken budur. Çünkü benim size aktardıklarımı bir kitap okuyarak vermiyorum. Sadece bir kitap olsaydı kitabı açardım önüme , genel başlıklara genel izahlar yapardım.
Ancak genel başlığı alıp altına tali başlıklar koyduysanız o tali başlıklar mustakilen en başı açıklayandır. Genel başlığın altında genel bir izah yaptıysanız. O izah diyelim ki 20 satırlık veya 1 sayfalık bir izah sonra tali başlıkların altına koydunuz, izahlarda yine onların izahları şeklinde dağılır gider. Bu te’lif te usuldur. Okuyan bir adam, okuduktan sonra bunu anlatabilen birisi, okuduğu konuştuğu gibi yazabilen bir merhaleye kendiliğinden terakki eder. Meseleyi anlatmak için normal sohbet seyrinde devam ediyoruz biz kendini ifade edebilmek için doğru kelimelerle doğru cümleleri kurmaktır. Bu aynı anda dünkü yaptığımız sohbetin devamı resulden işittiğini aynen aktarma. Bu ilmi bir usulde arapça olarak düşünürüz. Arapça kelimeleri birebir aktarma gibi anlarız bu kolay resulun soylediği kelimeleri aynen söylersin biter. Ama biz bunun bir başka dile aktarma konumundayız. Bizde bu yönde arıza daha çok olur. Tam ifade edemeyebilirsin. Kelime kelime tercüme edersin bazen bunlar deyim şeklinde geliyor. Deyim şeklinde ki ifadeler katiyen kelimesi kelimesine tercüme edilemez. O deyim, toptan tercüme edilir. Bazen avrupa dillerinde bile bir meseleyi aktarırken ona tekabül eden aynı anlamı ifade eden bir deyim araştırılır. Ona göre o ifade oturtulur. Bizim burada sorunumuz cidden büyük, çünkü türkçeye aktarıyoruz. Hatta ufak tefek başlıklarla size “ iyyakena’budu ve iyya kenaestain” gibi şeyleri anlatırken bazen ayetin içinde mesela geçen gün bursa daki olana sohbette ayette diyor ya “vaadeallahu ellezine amenu minkum ve amelusalihatu “ ve amilussalihatu -iman edip salih amel işleyenler: imanı tamamlayan kelimelere baktığımız zaman buna iyi işler deniliyor.
İş kelimesi o ameli basitleştiriyor. Salih kelimesi iyi anlamında değil orada. Bunu başka yerden aldığımız zaman “fe men kane yercu ke rabbi fel ye’amel amelen salihan “ –her kim rabine kavuşmayı istiyorsa salih ameller işlesin—“vela yuşrik ve ibadeti rabbi ehade” — ona ortak koşmadığı salih amellerle yaklaşsın —-ortak koşulan bir amel salih değildir. Bunun için aynen “ iyyakena’budu ve iyya kenaestain” aynen iman 70 küsür şubedir zikrediyor . Arkasından haya imandan bir şubedir. Hayayı zikretmese ne anlardık biz hayada onun içinde ama mustakilen zikretme ihtiyacı duyulmuşsa öyle zikredilmişse bununla bize verilmek istenen farklı bir boyutu var bunun. Aynen “ iyyakena’budu ve iyya kenaestain” istaane yardım isteme ibadetten bir cüzdür. Hemde geçmiş ümmetlerin zamanında zamanımızda da böyle Allah a en çok ortak koşulan sebeplerden birisidir. Muhabbet gibi. Burada —sadece sana ibadet ederiz ,sadece senden yardım isteriz— kelime kelime tercüme edilmiş. Ama manası basitleştirilmiş ,dağıtılmış. Çünkü istaane ibadetin cüzlerinden birisi. Mustakilen zikredildiyse vurgulanmak istenilen bir şey var. Buna ne diyoruz biz –sadece senden yardım isteyerek sana ibadet ederiz—. Çünkü istaane bir ibadet eylemidir. Bunu aktarırken topluma yani ayeti fatihayı bir metin olduğunu düşünelim kurandan bir metin aynen okuyup aktarırız. Ama bu tercüme —sadece sana ibadet ederiz ,sadece senden yardım isteriz—sözü vurgulamıyor. Ama —sadece senden yardım isteyerek sana ibadet ederiz—derseniz ibadetten bir cüz olan istianeyi ve insanların bu yüzden düştüğü şirkleri vurgulama yardım isterken dikkat etmem gerekiyor sadece Allahtan. Çünkü bu ona takdim edilen bir ibadettir. Heleki insanların esbaba tevessül niteliği taşımayan fiilerden se bu ;esbaba tevessül niteliği nasıl? ben şu masayı kaldıramıyorum bana yardım edermisin diyorum. Yalnız başıma kaldırsam , omurgaların oynaya bilir bel fıtığı gibi bir sürü sorun olur. Burada esbaba tevessül meşrudur. Ama kulun aciz kaldığı sadece Allah’ın yaptığı bir şeye gelince bu ona sadece has kılınan ibadet eylemlerinden birisi olur. Onun için bunu anladığınız kadarıyla bu gibi ifadeleri doğru aktarmaları önce ne kadar önemliyse tevhid iman kulluk o derece de onları doğru aktarmak önemlidir. Çünkü biz bunu aynen aktarma derken o toplum bizim söylediğimiz sözden neyi anlayacak. Mesela bunun denenmesi dediğim mekkelilere “kuulu lailahe illallah “denildiğinde bütün bu efendileri bir tek efendimi yapacak dediler. Şimdi onlar Allah’a yaratıcı , rezzak, malikil mülk olarak inanan ibadet eden kimselerdir. Şimdi orada bir çok Allah’ı tek bir Allah mı yapacak anlamında demiyorlar değil mi o sözü. Bir çok efendilerimizi bir efendimi yapacak. Bu olmayacak bir şey . En azından mekkeliler bunu anlıyor, bu insanlar şunda “la ilahe illallah “deyin deyince bunlara –biz demiyormuyuz ki— diyorlar. Bu neyi gösteriyor demek ki biz onlara istenildiği gibi anlamaları gerektiği gibi Allahın muradı şeklinde aktarmada sorun yaşıyoruz. Bir yere kadar belki mazuruz. Bu bir beceri ister. Önce senin algılaman kendi algılaman bu derslerin devamlı tekrarı bize anlatıyor bunu bir yere kadar. Ama öyle bir ifade biçimi oturmalı ki bu toplumda bizim bir kaç derste anladığımızı doğru aktarma olduğu gibi kestirmeden kendimiz anlarken çektiğimiz zorluğu onlara anlatırken onlar anlamada çekmemeliler. Bunu karşıdakini denerkende anlarız. Ben bakıyorum şimdi geçmişte anladığımı düşündüğüm yaşadığım şeyleri mesela Belçikadan buraya kadar ben itikadı boyutta değişen hiç bir yönüm yok ama bu meseleleri orada anlatırken devamlı bir tepki vardı. Şimdi bu tepki yok. Fark ne? Uslup diyebilirsin. Anlatma biçimi diyebilirsin veyahut insanların kısmen de olsa anlayıp düşünmelerini sağlayacak bir uslup geliştiğinden olabilir. Bir çok sebebi olabilir. Onun için buna itikadı boyuttaki olan meseleleri anlatırken daha çok dikkat etmek gerektiğini yakalamalıyız. Bununla beraber bu babı risaleyi hepsinden öne aldım Kurana baktığımda hangi meselenin işlenilmesi isteniyorsa mutlak önünde bu başlık var. Herkes için ama. Çünkü bunun adının tefekkür risalesi ve yahut korkuya dediğim gibi kulluk eyleminden olan korku olur ve kulluk eyleminden olan tefekkür düşünme, inansın inanmasın herkeste tefekkür dediğimiz bir haslet varmı? Bizi hayvanlardan ayıran en bariz özelliklerden birisi budur. Yani düşünme tefekkür etme. İster inansın ister inanmasın hiç önemli değil, bu neye delalet edecek aynen sair hasletler gibi düşünmede insana has fıtri hasletlerden bir tanesidir. Daha önce yaptığım sohbetlerde başlık olarak hatırlarsanız. İnsan bu kainatın merkezinde dediğimiz bir ders vardı hatırladınız mı? Bu ne demek insan hangi yönüyle kainatın merkezinde halife olarak yaratmış. İnsandan gayri düşünebilen mahluk olarak kendisinden gayrı hepsi yaratılmış. Buna sebep diyoruz ki insanın etrafındaki mevcudad var oluş şekliyle insanın var oluş sebebini anlatan bir izah biçimi oluyor. Yani bir kitap oluyor. Seni düşündürüyor. Genel olarak baktığınızda yine ne yapıyor bizi devamlı bizden gayri yaratılmışlara bakmamıza teşvik ediyor düşünmek için. Yani insanın düşünebilmesi için bu etrafındakilerin varlığını kabul etmesi demeyeceğiz. Neden ? zaten var, kabulu hissetmesi ve değerlendirmesi her varoluşun bir sebebi mesela az sonra gelecek, şu ayeti kelimeyi tahlil ettiğinizde, tahlil derken ; bu belki çok ehlince olan bir ifade tarzıdır ama basit bir yoğunlaşma ile “ellezine yezkuruneallahekıyamen va kuuduen ve ala cunubihim” şimdi yan gelmiş oturmuş ayakta tefekkür edenler, düşünenler demek ki düşünme her halukarda insanın rahatlıkla eyleminde bulunduğu bir hal değilmi? Yan gelmiş yatıyor, oturmuş ,ayakta , belli bir hal keyfiyet belirtmiyor burada. Her şekli ile düşünebilir tefekkür edebilir. Burada tefekkürü zikretme, şimdi yatarak ,oturarak ,ayakta ,zikretme deyince bir tasavvuf ehli bunu ayaktada “lailaheillalah,oturarak “lailaheillallah”,yan yatmışken “lailaheillallah” subhanallah “bunu düşünür. Ayetin devamına gitmezsen. Şimdi diyor ki tekrar “ve yetefekkeruna” varlığını hissedip onu kendi kendine zihinsel olarak müzakere etmeye başlıyor. O varlığı düşünüyor. Ondan sonra “veye tefekkeruna” burada tefekkür edecek malzemeyi sunuyor. Bu gözünü kapayarak yapılacak bir tefekkür değildir. Gözünü açarak , bakarak düşünmeye ve “ve yetefekkeruna fi halkıssemavati vel ard” –yerin ve göğün—bu ifade geniş; şimdi gök deyince göktekilerin hepsi bunun içinde başka ayetlerde teferruat olarak alınıyor. Yer deyince de yerde bulunanların hepsi bu ifadenin içinde bunları nasıl düşünüyor şimdi” rabbena ma halakta haza batila” ne diyor? —ey rabbim bunları batıl yaratmadın—bir gaye üzere yarattın hepsinin bir gayesi var. Biz yaratılış gayesini gaye ile ifade ettiğimiz de her varlıkta bu gaye farklı tezahur ediyor. Farklı bir boyutta ibadet ettiği gibi armut ağacını yaratılış amacı armut vermek içindir, insanların istifadesi için ayrıyeten kendi; Allah’ı tesbih etme gibi bir ibadet etme eylemi var. Aynı anda da bunların başkaları için –bizim için- tevbe ve istiğfarlarıda mevzu bahis değilmi? Burada düşünürken neyi düşünmen gerekiyor. Allah bunun hiçbirini boşuna yaratmadı. Hepsini teker teker zikretmiyor. Düşünenlerin ne anladığını da söylemiyor burada ama yaratılış gayesini anla. Önce bunların boşuna yaratılmadığını anlaman önemli. Yani boşuna yaratılmadı. Sen idrak edemeyebilirsin düşünürsen tefekkür edersen. Mesela ben bunları okuduğumda nasıl olduysa geldi herhalde çok düşünmekten geldi. Yılan- akrep zararlı hayvanlardan, yılan ve akrebin zararından korkarız değil mi ölüme sebep olacağından en basiti felç yapar. Eğer bir akrep yılan normal bir sinire denk gelirse zehiri felç eder . Yani o siniri öldürür. Şimdi düşünüyorsun düşünüyorsun öldürür diyorsun, bu sefer suda boğulanla öleni, Akrep ve yılan sokmasıyla ölenle birleştiriyorsun ölümde . Sebepler farklı ama sudan korkmuyoruz. Fakat suda boğularak ölen akrebin sokarak öldürdüğünden daha fazla neden sudan korkmuyoruz . Birçok ihtiyacımızı giderdiğinden bu ayetten önce siz bu başlığa tefekkür risalesi diyebilirsiniz kulluk eylemlerinden bir eylem olan tefekkür, yani biz kulluğu genel anlamda tarif ederken insandan düşünce söz kasıt fiil olarak tezahür eden herşey dedik ya, işte bu düşünme bir kulluk eylemidir. Bunun ispatını yaparken bu risalenin içeriği tamamı değildir aktarılması gerekenin. Biz sadece bir örnek olarak bunu sunduk. Belki sizin okuyanların bu dersi duyanların daha ekleyeceği çok şeyler olabilir bunlara . Ama bu kulluğu tarif ederken birisi sana sen düşüncenin kulluktan olduğunu böyle bir tarifini senden evvvel kim dedi diye derler mi? Demiyorlar. Derseniz herhalde korkunuzdan bunu çok yerde dillendirmediğiniz içindir. Dillendirseniz size bunu nereden duyduğunuz daha önce kim söylemiş diye mutlaka diyen olacaktır. Müdafaa edemeyeceğinizden anlatamayacağınızdan korktuğunuz için bunu gündeme getiremiyorsunuzdur. Ama kulluk eyleminde tefekkür bir kulluk eylemidir. Burada şu başlığı ben hulasalığı gördüm. Allah’a takdim ettiğimiz kulluk eylemlerinden biri olan ve en önemlisi olan bu tefekkür dediğimiz şey bütün ibadetlerin ruhu tipinde ama birçok insan buna mudrik değil. Kuran , sünnet ve selefin davet ettiği yani tefekküre davet edildiğimizi kastediyorum. Allah azze ve cellenin kevni ayetlerini tefekkür ibadeti ve bu ibadetin terki ile kulluğun hakikatini anlamaya mani olmuştur. Yaptığımız hangi ibadet olursa olsun tefekkürsüz ise o ibadetin hakikatini yakalayamıyoruz. İbadetten zevk alma o ibadetin hakikatidir değil mi? Eğer biz Allah’ı takdim ettiğimiz bir ibadetten lezzet almıyorsak onu eda etmek için ihmalkar davranırız eda ederken acele ederiz Allah‘ı az zikrederiz ve ondan haz almadığımız için o bize yük olur. O ibadetin hakikati sebepte, mesela namazın hakikati nedir? ”İnnesalate tanhail fahşai ve anil münker”—namaz insanı fuhuş ve bütün kötülüklerden alıkoyar—- diyor o ibadeti eda ettiğimiz halde onun bizde bıraktığı bir haz yoksa ; demekki o ibadette tefekkür merhalesi hiç dikkate alınmıyor demektir. Buna sebep bu ibadetin terki ile ,bazen terki demeyiz varlığına bile mudrik değiller. Önemine bile mudrik değiller. Bunun varlığını hissetseler önemini anlasalar terki mümkün değil, ihmal varlığının anlamış ama önemini anlamamış. Önemini yakalamış keyfiyetini bulamıyor bir türlü . Bazen bu çok baştan olur . Mesela namaz kitabında niyet bahsini okuduysanız niyet insanın zihnini, gönlünü yapacağı ibadete bütün azalarını hazır etmesidir. Düşünceyle olur bu. Bu olmadımı insanda –niyet ettim ikindi namazına uydum imama ……..—falan hızlıca yapar. Hatta ikindi kılarken akşam desen önemli değil kalbindeki neydi derler. En basiti hanefi mezhebinde bile itimat kalptekinedir. Onun için niyet tefekkür ile gündeme gelen bir ibadettir. Yani varlığını hissetme, önemini yakalama, ondan sonra bunu uygulamanın biçimi , sonra bu ibadetin, kulluğun hakikatini anlamaya mani olmuştur. Tefekkürsüz bir ruhla sair ibadetleri eda eder olduk. Yani düşüncesizce ibadet ediyoruz. Tefekkür etmeden hazzını lezzetini almadan. Şimdi düşün ömründe bir kere yapmakla mükellef olduğun ,şartlarına sahip olduğunda eda ettiğin bir ibadet olan haccı, hakikatine vakıf olmadan eda edip sanki;” haccı kabul olunmuş birisi anasından yeni doğmuş gibidir bunun mükafatıda sadece cennettir.” Lafzına bakalım. Ama hadise baktığınızda Muslim’de Hacta çok uzak yoldan gelmiş üstü başı toz toprak içerisinde doğru dürüst elbisesi imkanı yok ellerini kaldırmış yalvarıyor diyor ,Allah ben bunu nasıl kabul edeyim yediği haram içtiği haram giydiği haram diyor “Ömründe bir kere geliyor, bir sürü dar imkanlarla geliyor, ama orada hiç bir şey yapmamış gibidir diyor. Alacağı lakabın hazzı ,o ibadeti edadan hoş geliyor onlara ‘hacı’ denecek ya! Daha giderken başlıyorlar karı koca birbirlerine, adları Ayşe-Ahmet bir gidiyor ‘hacı’ demeye başlıyorlar. Dikkat edin yaşlılara karı koca bile birbirlerine böyle hitap eder. Alacağı lakab, o ibadeti takdim ederken ki alacağı hazdan bin kat daha fazla bu daha önemli(!) Hatta hacı demezsen kızıyorlar . Biri bana böyle bir şey dedi o zaman dedim sana esas başka lakab takalım ne dedi? ‘namaz emmi’ diyelim dedim. Hacı emmi diyeceğime namaz emmi diyeyim namaz daha önemli dedim.—ya olurmu diyor kimse namaz emmi dememiştir ama hacı diyor—diyor. İşte o kadar önemli. Zahmetle meşakkatle eda edilen ömründe belki de bir eda ettiğin bir ibadet yine telef ediliyor şeytan tarafından onun üzerinde bir iki hazza bağlı kalıyor ve tefekkür insanoğlunun fıtraten sahip olduğu bir değerdir. Bununla kastımız ne? teferruattaki emir sigası ile gelen ifade değil toptan Sebe suresinde Allah diyor ki ” –“resulum onlara deki size bir öğüt vereceğim ;Allah için ikişer ikişer teker teker kalkın. Sonrada düşünün.—“ yani bundan kastı ne ? fert fertte düşünün, toplucada düşünün. Birbirinize düşünmeye yardım edin. Yani tefekkür bu şekilde bir ibadet eylemidir ve fıtraten zaten o vardır. Aynen nasıl imandaki mecbur kılındığımız, emredildiğimiz ne kadar ibadet varsa hepsinin alt yapısı fıtraten bizde var. Burada tefekkürle emrediliyorsak zaten düşünme insanın yapısında var. Bir çok yapılan yanlışlarda ‘sen düşünmüyormusun’ diye itham ediliyoruz değilmi? Ne kadar düşüncesizsin ya derler. Ne kadar kıt düşüncelisin derler. Hatta insanlar bunu bütün hakikatlerinde soyutlanmış bir şekliyle bu toplumun kalbur üstü sayılan insanlarına ne diyorlar? düşünür, mutefekkir. Eskiden munevver kimseler derlerdi. Aydın kişi derlerdi. Burada taa baştan dediğimizi hatırlarsanız ne diyoruz şimdiki düşünürlere ? Avrupa düşünürlerinin çöplüğünde eşinenler bizimkiler. Halbuki düşünür fikir üretendir. Fikirleriyle toplumu yönlendiren hayra yönlendiren insanlardır. Gündem oluşturan insanlardır. Bizimkiler Avrupanın çöplüğünde eşinen Anadolu tabiriyle on kilo tezeği karıştırır, bir buğday tanesi bulmak için. Şimdiki düşünürler böyle yani, bununla şunu demek istiyorum; toplumda itibar etttikleri kimselere de bu lakabları verip onları yüce gösteriyorlar. Tefekkür insanoğlunun fıtraten sahip olduğu bir değerdir. Eğer imanda biz düşünmekle tefekkür etmekle emrediliyorsak düşünmemiz için böyle yapın şöyle yapın deniliyorsa — düşünmüyormusunuz—gibi tenkitvari ifadeler geliyorsa biz bu ibadetle memuruz. Biz bu ibadetle emrolunmuşuz. Hem de herhalukalda takdim edilecek mesela ayakta mesela yürürken ve yahut otururken ve yahut yan yatarken herhalukalde eda edilmesi mümkün olan bir ibadettir. Bir kulluk eylemi olan tefekkür az önceki okuduğum ayeti kastediyorum. İnsandan düşünce söz kasıt fiil olarak sudur eden her şey kulluk eylemidir. İbadeti genel anlamda ifade ederken attığımız başlık budur. Bunu teker teker alıp, az önce okuduğum nisa suresindeki “ellezine yezkurenallahu…..mafissemavati vel ard.”Şimdi onlarda olanlara göktekilerin yerdekilerin onlarda olanlara her şeyi düşünüyor. Aciz kaldığı yerde anlayamadığı yer diyelim ona;
—-rabbim sen bunları boşa yaratmadın.—ben bilmesem de bunların bir yaratılış gayesi var. Bir hedefe binaen yaratıldı. Bakın insanların ise bunlara dönük bulduğu ne varsa yoktan buldukları birşey değil var olan bir şeyi keşfetmeleridir. O şeyin yaratılışının hikmeti ona açılmasıdır, sadece budur yoktan bir şey bulmuyorlar. Mutlak bir hareket noktası buluyorlar oradan devam ederek bunları birleştiriyorlar yoğunlaştırıyorlar ve bununla da zikredilmiş bazı hadisi şerifleri anlamak kolaylaşır ,mesela sahih nakilerden bir tanesi var. ”Öyle bir zaman gelecekci ellerinde parlak parlak siraclarla gelecekler.” —“ ayakkabılarının bağcıklarıyla konuşacaklar “—diyor. Ayakkabılarının bağcıklarıyla bunu anlıyamıyor insanlar. Ne olabilirdi diye düşünüyor buna bakınca ayakkabı bağcığına benziyor.(kulaklıktan bahsediyor galiba)Talebelerden biri –hocam tevil olmazmı ?—diyor.
Tefekkür dediğimiz şey naslara ziyadelik noksanlık yapmadan bunu düşünme .İlk cep telefonu yapıldığında ne kadar ağır olduğunun biliyomusunuz. Çok ağırdı. Şimdi mininmize oldu. Tefekkür subhanallah! Oyle diyor ya “-subhaneke ma halakta haza batıla –“– Yani sen batıl olarak yaratmadın.—Düşünüyo düşünüyo idrak edemiyor. Edemezsen bile önemli değil Allahım sen bunu batıl olarak yaratmadın diyorsun ve sukut ediyorsun. Yine devam ediyor yukarıdaki okuduklarımızla ,şu Ali imran suresindeki okuduğumuz ayeti ; kendi kendilerine Allahın gökleri ve yeri ve ikisi arasında bulunanlara ancak hak olarak ve muayyen bir süre için yarattığını düşünmüyorlarmı? Gördüğünüz gibi bu nedir tenkit mahiyetinde neden düşünmüyorlar demektir. Namazı düşünemezsin dimi namazın keyfiyeti her şeyi bellidir. Ama etrafındaki var olanlar insan kainatın merkezindedir derken etrafındakilerin varlığını hissetmeli önce. Kendi varlığını da hissedecek. Etrafındakini düşünürken kendi varlığınıda düşünmeye başlıyacak. Etrafındaki varlık gayesi tespit ederken kendi varlık gayesi. Yani etrafımızdaki bu kadar yaratılmış ne varsa batıl yaratılmadıysa, biz hiç batıl yaratılmadık. Bunlar her tip insana karşılaştığımız her tip diyorum, muhatap edindiğiniz her tip insana dönüp onun kendi varlığını ona hissettirecek , düşünmeye sevk edecek bir hareket noktası olarak tespit edin. Muhatapımız kim olursa olsun hangi keyfiyetle iman olursa olsun . bu şekilde başlamak ona bununla başlamasını söylemek ,sonradan anlatacağın bir çok şeyi idrakine yardımcı olacaktır. Düşünerek bunu idrak edebilir. İdrak etttikten sonra Düşünme idrak sebeplerinden birisidir. Anlama ve ayeti kerime de bu sefer yukardakilerle birleştirdiğimiz zaman “tehasibtum….”sizi boş yere yaarattığımızı mı zannediyorsunuz. Öylemi düşünüyorsunuz. İnsana varlığını hissettirme varoluş sebebini anlatmadan önce varlığını hissettirme. Bir çok insan varlığını abes görüyor bunun en uç noktası da nedir zamanımızda biliyormusunuz. Allah ne kadar düşünmeye bizi sevk ediyorsa insanlar düşünmemek için ;mesela içki içen birsine sorun muptela olmuş birisi başından bazı şeyler geçmiş bunları unutmak için içiyor. Etrafımızdaki oluşan herşey bizi düşünmekten alıkoymaktadır veyahut farklı şeyleri düşünmeye sevk ediyor. En uç noktasıda; panikatak ,depresyon ,kafayı üşütmektir düşünmemenin nihayeti budur. Dikkat ederseniz tedavi şekillerine bakın psikologlar müspet düşünmeyi menfi düşünmekten alıkorlar. Bu o noktaya gelmiş paranoya dediğimiz hastalığın başlangıcı şizofreni dediğimiz hastalığın, panik atak ,depresyon hep bunlar aynı cümledendir bakın. Tefeeül dediğimiz , iyimserlik dediğimiz kötümserlikten uzak durma, kötü düşünmeme , iyi düşünme. İyi düşünürsen iyi yorumlayacaksın. Din ile alakası olamayan kimseler buna ne diyorlar; iyi düşünürsen pozitif enerji. Onlar onu öyle yorumlar ama biz ise yaratıcıya hüsnü zannımızdır bu. Şerri bile yaratırken hikmetsiz yaratmadı. Ama genel bazı şeyleri ben güzel ifadeye oturttuklarını düşünüyorum geçmişlerin herhangi bir şerle karşılaştıklarında “bundada bir hayır vardır” derler. Bu insanı iyi düşünmeye sevk etmedir. Yani Allah hakkında hüsnü zanna sevk eder. O zaman insanda hemen hayatına son verme değil ölümü kabullendiği halde seve seve öleceği halde daha çok yaşama arzusuna kapılır neden? Daha ibadet etme arzusuna kapılır. Birden bire ölmek isteyenin sorunu bu yaşamdan tat alamadığı içindir. Ama Allah’a kul olan birisi ne kadar yaşarsa o kadar hayırlı işlerle meşgul olacaktır, ibadet edecektir. Gördünüz gibi tefekkür düşünme Allahu azze ve cellenin ……—bizim sizi başı boş rastgele yarattığımızı mı düşünüyorsunuz.?” Yani bize geri dönmeyeceğinizi mi ?…bak şimdi intihar eden geri dönüşü düşünüyormu? düşünmez. Katiyetle düşünmez. Zaten yaşama arzusu olmayanda geri dönme düşüncesi de olmaz. İnsanoğlunda yaratılışta var olan fıtri iman ile yani bir rabbın ve yaratıcının varlığına ,kendisinin varoluş gayesinin ne olduğunu etrafındaki var olanlarla anlayabilecek bir fıtrat ve kabiliyet üzere yaratılmıştır. Mesela kendisini hissettirme Habille Kabilin bir öldürme olayı varya; kardeşini öldürüyor Kuranda geçtiği gibi ne yapacağını bilmiyor. Karga bir başka kargayı öldürüyor. Yeri eşip onu gömüyor. bir karga kadarda olamadım diyor. İnsanoğlunun etrafındaki var olan her şey varlık sebeplerini gördüğün kadarıyla da olsa sana varlık sebebini anlatan vesiledir. Onun için devamlı etrafa bakmamıza ve ibret almamıza ..ve sonra düşünme düşünce tefekkür dediğimiz şey gündeme düştüğünde burada algıladığımız ne oluyor. Algıladığımız şey düşüncenin sınırları neyi ne kadar düşünebileceğimiz düşünme denilen haslet meleke rastgele olursa fıtrattaki gibi, eğersiz gemi olmayan vahşi bir ata binmek gibidir, yani yularsız vahşi bir ata binmek gibidir. Bunun için küfredenlerin Allah’ı inkar edenlerin çoğunu düşünür dediğimiz insanları buluruz. Bunun için düşünmeye teşvik ediyor ondan sonra sınırları çiziyor. Mesela var olan bir şeyi düşünürken ister istemez var edende kendiliğinden aklına geliyor. Bu kendiliğinden gelir akla. 60 x 80 tuvale yapılmış bir resmi gören ve işten anlayanlar; manzaraya, renklere, renklerin oraya yerleştirilmesine yani her ayrıntıya bakar ve “-bu iyi bir fırçadan çıkmış derler.” Yani ressam akla gelir. Tanınmışsa bu falanın resim tekniğine benzer derler. Bir tuvale çizilmiş resim, ona ressamı hatırlattığı kadar, etrafındaki milyonlarca yaratılmışı görüp “bunlarıda bir yaratan vardır” diye düşünmeyenin aklına ne demeli?
Araf 179 “Andolsun biz, cinler ve insanlardan, kalpleri olup da bunlarla anlamayan, gözleri olup da bunlarla görmeyen, kulakları olup da bunlarla işitmeyen birçoklarını cehennem için var ettik. İşte bunlar hayvanlar gibi, hatta daha da aşağıdadırlar. İşte bunlar gafillerin ta kendileridir.”
Gözleri var görmüyor 60 a 80 bir tabloyu görüyor etrafındaki milyonlarcayı görmüyor. Onların gözleri var görmezler kulakları var işitmezler kalpleri var akletmezler. Allahuazze ve celle bunuda başlık olarak ilk koyduğumuzda bu belki saatlerce anlatılması gereken meseleler tefekkür Allah azze ve celle nin isim ve sıfatlarındadır, zatında değil. Alakayı isim ve sıfatlarıyla açarsın zatıyla değil. Zatını hatırlatır ama zatını düşünmemek isim ve sıfatlarını düşünmeye …Yani tefekkür Allah u azze ve celle nin isim ve sıfatlarını idrak ettirir , kadrini anlatır ama zatını düşündürmez her şey yaratılmışsa bir yaratıcıyı düşünürsün her şey rengarenk boyanmışsa bir musavviri tasvir edeni düşününrsün. Hepsinde hayat varsa hayat vereni düşünürsün hepsinin bir hikmeti varsa bir sebebi varsa o zaman hakimi düşünürsün, hikmet sahibi olanı düşünürsün. Eğer o senin yediğin içtiğin bir şeyse onlardan bir çoğunun bize hayvanlarımıza yem olduğunu söylüyor. Oz aman rezzakı düşünüyorsun. Aynı şeylerin tekrar tekrar ölüp dirildiğini görüyorsun –denildiği gibi—Allah ın rahmet eserlerine bak. Bak derken neyi diyor ? Düşün!Düşünmek için bakmayı kulllanmalısın, işitmeyi kullanmalısın, akletmeyi kullanmalısın. Ama burada sınır neyi çiziyor. Allahın isim ve sıfatlarını zatını değil ismini anlamada idrak etmede aciz kaldığın yerde aynen ayakta oturarak yan gelmiş yatarak Allahı düşünmeli diyor ya ne diyorlar sonunda –subhaneke-yani seni bütün noksanlıklardan tenzih ederiz seni hakkıyla idrak etmemizde mümkün değil. Öyle diyor ya ayette de “onu kadriyle idrak edemediler” evet burada dursun.
Soru?
TALEBE:
-Hocam ; tefekkür dediğimiz şey naslarda noksanlık ziyadelik yapmadan onu düşünmek .önceki sohbetlerinizde demiştiniz ki ayetleri birlikte kabul edicez.biz ayetleri okurken ilk önce düşünmek yoluna gitmeyeceğiz onları kabul edeceğiz kabul ettikten sonra …
HOCA:
Bu ahkama döndüğü zaman iman mertebesinde nerde düşüneceğimizi anlattık. Nasları kabulde düşünme hakkımız yok. Gönül sıkıntısı hissetmeden teslimiyet var burada . Aklın idrak yöntemi ne ? teslimiyet . İkinci merhaledeki olay o, nasıl emretmişse öyle kabul edeceğiz. Bazı şeyleri biz açılarak mesela Ebu Zer’in güneş batarken ; “-biliyor musun o nereye gidecek diyor” . Allah’ın arşının altında secde edecek derler. Ayetlerde de çok var güneş ayeti. Müsade edilirse geri döner edilmezse battığı yerden doğar buda kıyamet alametlerinden sayılır. Burada idrak var, noksanlık ve ziyadelik yapmadan nas geliyor. Şimdi nasıl düşünelim taş ağaç konuşuyor ağaçların konuşması bize facir olan insanın ölümünden taş ağaç rahatsız olur diyor. Bir ölü geçiyor . Allah rasulu buna diyor ki musterih o. Yani bu istirahata gidiyor. Birisi daha geçiyor musterahna ,bu gidecek ama herkes rahatlıyacak. Bundan ne demek istedin deyince öndeki salih birisiydi dünya meşakkatinden hengamesinden kurtuldu, istirahata gidiyor. Sonraki ölen birisi ise facir taş ağaç facir birisinden yorulur öyleki insanların yaptıklarından onlarda taki.. aynen Yahudiler ve muslumanlar arasında harp olacağı zaman taş ağaç ne varsa hepsi ey Allah’ın kulu gel arkadam da yahudi var.gel bunu öldür diyecek. Şimdi biz bunu bazı şeyleri gördükçe anlamak daha kolay oluyor. Herşey Allah’ı tesbih eder ama siz onların dilinden anlamazsınız diyor. Yani onların dili yabancı dil . Bir papağana nasıl Türkçeyi öğretiyorsa ona yabancı dil öğretirsin ama Türklerde bir papağan kadar bile yabancı dil öğrenme kabiliyeti yok bizim insanımızda
İdrak ve teslimiyet. Teslim olmakla emrolunduğun şeyi yorumlayamazsın. Hoşuna gitse de gitmese de hevana uysa da uymasa da öyle kabul etmek zorundasın.
2016 – Yazıya Döken: Kadir Döner