Bu denli ithamlar, tenkitler, uyarılar Kuran’ı Kerim’de çokça gelmektedir. Ama hiç kimse bu uyarıları, bu tenkitleri, acaba ben miyim diyerek, kendi üzerine alınarak kendisini muhasebeye tabii tutmuyor.
Mademki Kuran’da bu denli ikazlar sıkça tekrarlanıyor; o toplumda ve daha sonraki gelecek topluluklarda mutlak bu sorunlar da tekrarlanacaktır. Sorunlar tekrarlandıkça o mevzu hakkında Kuran ve Sünnetteki nasihatler de tabii ki kendiliğinden tekrarlanacaktır. Aslında bu denli bir tekrar, uyarı, uyarının sık sık olması bizim, kendimizi Allah’a imanda, kullukta istikametli tutabilmemizin en güzel vesilelerindendir. Çünkü insanoğlu her halükarda uyarılmaya muhtaç bir varlıktır. Böyledir ki Allah azze ve celle, kulları içerisinden seçmiş olduğu seçkin kişileri Nebi ve Resul olarak yollayarak insanlığı devamlı uyarmıştır.
En basit bir uyarıyı, ikazı düşünün. Biraz daha tehditvari nitelikte” bunu yaparsanız bununla karşılık göreceksiniz” diyerek ahireti göstererek, “Eğer kendinize dikkat etmezseniz eninde sonunda dönüşünüz bize.” diyor.
Bu uyarıyı Kuran’ı Kerim’de Tevbe suresindeki şu ayetten alarak bu başlığı koyduk.
أَرَضِيتُمْ بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا مِنَ الْآخِرَةِ …
سورة التوب 38
“Dünya hayatını, ahirete tercih mi ediyorsunuz?”
Hitap Allah azze ve celle’den, Resulünün lisanı ile o anki topluluğa dönük. Bunu, kendimize dönük bir soru şeklinde ele alsak. Biz de DÜNYA HAYATINI AHİRETE TERCİH Mİ EDİYORUZ? Zihinlerde şöyle bir soru oluşabilir:
Geçim sıkıntısı ile mücadele ettiğimiz bir ortamda, ne kadar biz dünya hayatını ahirete tercih edebiliriz ki?
Halimizle mukayese ederek, böyle bir neticeye varabiliriz. Halbuki şu ayetlerin doğrudan doğruya muhatabı olarak indiği kimseleri düşünürseniz (onların o anki geçim sıkıntılarını) onlar, bizden kat kat daha aşağı bir ekonomik, iksitadi sıkıntı içindeydiler. Buna rağmen bu gibi ayetlere muhatab olmuşlardır.
Ne gibi şeyler yaptılar ki de, bu denli ayetler sık sık iniyordu. Tabii ki bazı amellerin terkine sebep inen ayetlerdir bunlar. Bazı emirlere imtisalden sakınan yani emirleri yerine getirmek istemeyen, yasaklanan şeyleri irtikab eden, emredilen şeyleri yapmayanlara dönük gelen hitaplardır bunlar.
Ama iktisaden onlarla kendi iktisadi halimizi karşılaştırmamız mümkün değil. Onlara göre biz bolluk içerisinde yaşayan bir topluluğuz. Çok rahat ve huzur içerisinde yaşayan kimseleriz. Ve birçok imkâna sahip kimseleriz.
أَرَضِيتُمْ بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا مِنَ الْآخِرَةِ فَمَا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فِي الْآخِرَةِ إِلَّا قَلِيلٌ
سورة التوب 38
“Dünya hayatını, ahirete tercih mi ediyorsunuz? Halbuki dünya hayatının faydası (size sağladığı fayda), ahiretin yanında (ahiretin size sağladığı faydanın yanında) pek azdır. Bu rağmen nasıl bunu tercih ediyorsunuz.” Diye bir ikaz geliyor.
Zaruri ihtiyaçlar şeklinde tasnif edip, bunlarla hiç mukaseye de yeltenmiyoruz biz. Halbuki Ahmed bin Hanbel’ in Müsned’inde ki gelen bir nakilde:
İstanbul kuşatmasında Halib b. Zeyd, Ebu Eyyub el Ensari’nin de bulunduğu orduda, Müslüman tarafından birisi elinde kılıç, kalabalık bir düşman topluluğu içerisine saldırır tek başına. Bunu görenler “ Yazık. Kendi eliyle kendisini tehlikeye atıyor.” Bakara’daki ayetin anlamını yani “Kendi ellerinizle kendinizi ateşe atmayın.” Halid bin Ziyad bunu duyunca Ebu Eyyub el Ensari “Durun! Bu ayet, böyle, sizin kullandığınız gibi değil. Bu ayet bize indi. Sebebi nuzulünü bu ayetin anlamını biz sizden daha iyi biliriz. Biz Allah’a Resülüne, onun dinine yardım ediyorduk. Bu gazadan o gazaya koşuşturuyorduk. Bir ara bağ ve bahçelerimiz artık bakımsızlıktan verimsiz bir hale gelmişti. Evlerimizin damları delinmiş, yağmur yağdığında su evin içine akıyordu. Birazda bunlar heder olmasın diye bunlarla meşgul olmak istedik. Arkasından bu ayeti kerime indi diyor: ‘Kendi ellerinizle kendinizi ateşe atmayın’ diye.
Çoluk çocuğunun geçimi olan bağ ve bahçesinin artık bakımsızlıktan kıraç bir araziye dönüşmesi, evlerinin bakımsızlıktan çatılarının akması herhalde zaruri ihtiyaçlar sınıfının en önde gelen maddelerinden olur. Buna rağmen sadece bazı sorunları telafi etmek için bunu düşünüyorlar. Tabii ki bu ikaz bunları yapmayın demek değildi. Ama bunlara dalarak kendinizi kaybetmeyiniz. Bunlara dalarak kendinizi buna vererek sakın kendinizi kaybetmeyin anlamı taşır.
Bu mevzuda bize tabii süreci ile örnek verilen, kendiliğinden örnek olmuş iki topluluk zikredilir. Bunlardan birisi muhacirlerdir, ikincisi ise ensardır.
Her yönüyle örnek olabilecek kimseler… Tabii ki bunlar, kendilerinden sonra gelen nesillere örnek olalım şekliyle böyle bir iman gösterisinde bulunmadılar öyle olması gerektiği için bunu yaptılar. Diyor ki Ayeti Kerime’de :
لِلْفُقَرَاءِ الْمُهَاجِرِينَ الَّذِينَ أُخْرِجُوا مِنْ دِيَارِهِمْ وَأَمْوَالِهِمْ يَبْتَغُونَ فَضْلًا مِنَ اللَّهِ وَرِضْوَانًا وَيَنْصُرُونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ أُولَئِكَ هُمُ الصَّادِقُونَ
سورة الحشر 8
“Muhacirlerin fakirleri, yurtlarından kovulmuş, malları ellerinden alınmış, bırakmışlar. Sadece Allah’ın rızasını isteyerek onun kendilerinden razı olmasını talep ederek, bunu yapmışlardı. “
وَيَنْصُرُونَ اللَّهَ وَرَسُولَهُ
“Allah’a ve Resul’üne yardım ediyorlardı” diyor.
أُولَئِكَ هُمُ الصَّادِقُون
“İşte imanlarında, iman ettik dedikten sonra sıdkı, sadakati gerektiği gibi öne çıkaran insanlar işte bunlardır.” Diyor.
وَالَّذِينَ تَبَوَّءُوا الدَّارَ وَالْإِيمَانَ مِنْ قَبْلِهِمْ يُحِبُّونَ مَنْ هَاجَرَ إِلَيْهِمْ وَلَا يَجِدُونَ فِي صُدُورِهِمْ حَاجَةً مِمَّا أُوتُوا وَيُؤْثِرُونَ عَلَى أَنْفُسِهِمْ وَلَوْ كَانَ بِهِمْ خَصَاصَةٌ وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ فَأُولَئِكَ هُمُ الْمُفْلِحُونَ
Haşr 9
“Daha önceden Medine’yi yurt edinmiş (Ensarı kastediyor), gönüllerine imanın yerleştirilmiş olduğu kimseler, kendilerine göç edip gelenleri severler (Muhacirleri kastediyor). Daha önceden gönüllerine imanın yerleştirildiği kimseler, kendilerine göç edip gelenleri, sığınanları, yurtlarını mallarını mülklerini bağlarını bahçelerini terk ederek, kendilerine göç eden kimseleri severler. Ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık hissetmezler.”
Yani bunlar da kim ki? Nereden geldiler, bizim yiyeceğimizi içeceğimizi sahiplenirler (paylaşacaklar çünkü). Onlar da sıkıntı içerisindeler. Ama yerleşik olmalarından dolayı, aslî memleketlerinde bulunmalarından dolayı en azından kendilerine yetecek bir şeyler kaldırabiliyorlar bağlarından bahçelerinden.
Mekke ehli ise sadece ticaretle geçinen ekseriyetle, ticaret yaptıkları müddetçe kendilerine yetecek bir şeyler bulan kimseler. Ama Medinelilerin bağ ve bahçeyle uğraşmalarından dolayı onların da böylelikle sadece kendilerine yetecek bir şeyler elde edebiliyorlardı. Tabii ki az olan, sadece kendisine yetecek imkânı olan birilerinin bir topluluğun dışarıdan gelen birileri ile kendilerine zor yeten şeyi paylaşmaları da başka bir sorundur.
“Ama kendilerine göç edip gelenleri severler. Ve onlara verilenlerden dolayı içlerinde hiçbir rahatsızlık hissetmezler.” Kendileri zaruret ihtiyaç içinde bulunsalar dahi onları kendilerine tercih ediyorlar. Yani bir somun ekmeği varsa bunu paylaşıyor. Buna paylaşma deriz. Onları kendilerine tercih nasıl olur?
Yarım bir somun var. Bende varmış havasıyla bu da senin deyip, kardeşini kendisine tercih edebiliyorlar.
… وَمَنْ يُوقَ شُحَّ نَفْسِهِ (سورة الخشر 9)
“Kim nefsinin cimriliğinden korunursa” kendisi bile zor bir geçim içindeyken bir de paylaşanların çıkmasının akabinde kim nefsinin akabinde “Kim nefsinin cimriliğinden korunursa” cidden bu gibi ortamda kendisine yetmiyor ki nerede israf olsun bunun neresinde cimrilik?
Yani çok zaruri olan bir şeyi insan kendisi yese kime cimrilik etmiş olur ki?
“Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir. Diyor.”
Bu iki taife bizim için ama her şeyde, hayatımızın her safhasında, onların örnekliğini görmemiz mümkündür. Şimdi burada fakirliklerinden ve paylaşmalarından bahsediyor. Diyor ki başka bir ayette:
وَالَّذِينَ ءَامَنُوا وَهَاجَرُوا وَجَاهَدُوا فِي سَبِيلِ اللَّهِ وَالَّذِينَ ءَاوَوْا وَنَصَرُوا أُولَئِكَ هُمُ الْمُؤْمِنُونَ حَقًّا لَهُمْ مَغْفِرَةٌ وَرِزْقٌ كَرِيمٌ
Enfal 74
“İman edip de Allah yolunda hicret ve cihat edenler (muhacirleri kastediyor), muhacirleri barındıran, yardım edenler var ya (ensarı kastediyor yine)…”
Bunlar bu sıkıntı içerisinde bu geçim sıkıntısı içerisinde bu paylaşma ortamında dahi Allah’a iman etmişler, hicret etmişler ve Allah yolunda cihad etmişler.
Sahabenin birçok gazadaki, seferlerine yolculuklarına baktığımız zaman normal yerleşik oldukları ortamda bile geçim sıkıntısı varken yanlarına alıp gittikleri azık olarak aldıkları ne olur ki?
Öyle nakilleri geliyor ki bize, bir hurmayla akşama kadar kılıç sallayan kalkan tutan birisi o hurmayı emmekle yetiniyordu. O hurmayı emmekle yetiniyordu. Öyle oluyordu ki ağızımızda çekirdekleri bile kurutuyorduk. Hatta öyle oldu ki birçoğumuzun yiyeceği bitiyordu bulduğumuz ağaç yapraklarını yiyorduk. Nakilde dışkılarımız tavşan dışkısına dönmüştü. O sıkıntı, o muhtaçlık dahi bunları Allah yolunda hicretten ve cihattan alıkoymamış.
Biz böyle bir sıkıntıyla, böyle bir sıkıntı içerisinde olduğumuz halde bunlarla memur olsaydık -kaldı ki bunlarla biz de memuruz biz de emrolunduk-, “bunlar bize vacip değil bu sıkıntıda” der çıkardık. Bunlar bize vacip değil der çıkardık. Hatta derdimizi meşrulaştıracak sıkıntımızı meşrulaştıracak dokuz dereden su getirebilirdik örneklerle misallerle getirirdik te becerirdik bunu. Halbuki hiçbir şekilde o insanlarla bizim kendimizi kıyaslamamız mümkün değil. Tabii ki bunun geleceğine dönük hitabının şümulünün içinde kendimizi görebiliriz. İlla o asra gitmemiz gerekmiyor. O asırda, o konumdaki insanlara hitab eden ayetleri alıp, önümüze koyduğumuzda bu elbisenin tıpatıp bize uyduğunu görürsünüz. Ha hoşumuza gitmez başka.
أَرَضِيتُمْ بِالْحَيَاةِ الدُّنْيَا مِنَ الْآخِرَةِ فَمَا مَتَاعُ الْحَيَاةِ الدُّنْيَا فِي الْآخِرَةِ إِلَّا قَلِيلٌ
Tevbe 38
“Dünya hayatını ahirete tercih mi ediyorsunuz? Halbuki dünya hayatının faydası ahiretin faydasının yanında pek azdır, hiçbir şey değildir.
İbn ömer den gelen bir hadisi şerifte Ebu Davud’da Allah resulü bu dünya hayatına razı olma mevzuunda dünya hayatının metaından biri ile razı olma bütün dünya ile değil.
3462 – حَدَّثَنَا سُلَيْمَانُ بْنُ دَاوُدَ الْمَهْرِيُّ، أَخْبَرَنَا ابْنُ وَهْبٍ، أَخْبَرَنِي حَيْوَةُ بْنُ شُرَيْحٍ، ح وحَدَّثَنَا جَعْفَرُ بْنُ مُسَافِرٍ التِّنِّيسِيُّ، حَدَّثَنَا عَبْدُ اللَّهِ بْنُ يَحْيَى الْبُرُلُّسِيُّ، حَدَّثَنَا حَيْوَةُ بْنُ شُرَيْحٍ، عَنْ إِسْحَاقَ أَبِي عَبْدِ الرَّحْمَنِ، قَالَ سُلَيْمَانُ: عَنْ أَبِي عَبْدِ الرَّحْمَنِ الْخُرَاسَانِيِّ، أَنَّ عَطَاءً الْخُرَاسَانِيَّ، حَدَّثَهُ أَنَّ نَافِعًا حَدَّثَهُ، عَنِ ابْنِ عُمَرَ، قَالَ: سَمِعْتُ رَسُولَ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَقُولُ: «إِذَا تَبَايَعْتُمْ بِالْعِينَةِ [ص:275]، وَأَخَذْتُمْ أَذْنَابَ الْبَقَرِ، وَرَضِيتُمْ بِالزَّرْعِ، وَتَرَكْتُمُ الْجِهَادَ، سَلَّطَ اللَّهُ عَلَيْكُمْ ذُلًّا لَا يَنْزِعُهُ حَتَّى تَرْجِعُوا إِلَى دِينِكُمْ»، قَالَ أَبُو دَاوُدَ: «الْإِخْبَارُ لِجَعْفَرٍ وَهَذَا لَفْظُهُ»
سنن أبي دارد 3462
[حكم الألباني] : صحيح
Diyor ki İbn ömer, Allah resulü sav i şöyle derken işittim diyor:
Iğne[1] dediğimiz alışverişi yaptığınızda, sığırların kuyruğuna yapıştınız(sığırların kuyruğuna yapışma bi deyim şeklinde), ziraat ile bağ ile bahçe ile uğraşmaktan hoşlandınız,[2] ve cihadı terk ettiniz… “
Bu alışverişe tamah ettiniz, ineklerin kuyruğuna sığırların kuyruğuna yapıştınız, ziraatla uğraşmaktan hoşlandınız.
Bunlar normal o ortamda illa ticarî olan şeyler değildi, veyahut hepsinin değildi, evlerinin geçimini sağladığı evlerine ailelerine yetecek hasattı bunlar. Ama buna sebep وَتَرَكْتُمُ الْجِهَادَ “cihadı terk ettiniz” diyor. Bununla Ebu Eyyub el Ensari’nin sözünü anlıyoruz. Bağ ve bahçeleriyle azıcık da olsa meşgul olmak damlarının su akıtır vaziyete gelmesi ile meşgul olmaları ne kadar dünyalık olur? Veyahut ne kadar dünyalığa bağlılıkla ifade edilir bu söz? Bunlar cihadı terk etmeye sebep…
İşte buna sebep سَلَّطَ اللَّهُ عَلَيْكُمْ ذُلًّا “Allah da size zilleti musallat etti diyor.”
Zilletin geliş sebebi bunlarmış. Zilletin bize musallat olması bunlarmış. Zillet nedir? Aşağılanmak, horlanmak, inancından dolayı dışlanmak, hakir görülmek, küçümsenmek, herkesin itip kaktığı, sözünün hiçbir değeri olmayan… Ömer diyor ra :
“Biz İslam’dan evvel zelil bir topluluktuk diyor. Her yönüyle zelil bir topluluktuk. İtibarı olmayan, herkesin bizi dışladığı küçümsediği bir topluluktuk. أَعَزَّنَ اللهُ بِالْإسْلَامِ “Allah, bizi İslam’la aziz kıldı” diyor.
Hallerinden bahsettiğimiz bu insanlar, kısa bir zaman sonra daha çok bolluğa muhatap oldular. Daha huzurlu, rahat bir hayatı buldular. Ama bu sıkıntıların akabinden sonra. Hatta öyle oldu ki bazıları bu bolluktan, bu rahatlıktan rahatsız da oldular, korktular. Mesela Ömer ra, İran’ın bazı şehirlerinin fethinin akabinde Medine’ye yollanılan ganimetlere bakarak: “Allah’ım bunlar senin Resulün hayatta iken de var olan şeylerdi. Ama bunları o hayattayken değil, onun vefatından sonra bize vermen korkarım bu bize büyük bir imtihan olur.” Yani bu bize gaflet getirir, bu bize hantallık getirir. Buna sebep ne kadar dışarıdan, bu denli, oradaki Müslümanları rahata kavuşturacak imkânlar gelse de Ömer (ra) hayatı boyu fetihlerden geri durmamıştır. Onun zamanında İran’a, Azerbaycan’a kadar gidilmiş, Hindistan’a kadar gidilmiş, batı Afrika’ya gidilmiş, Atlas Okyanusu’na kadar varılmış. Seferler, gazalar Allah yolunda cihad katiyetle durmamış. Bizim de bu zilletimize baktığınızda bu zilletin bizden def olması için tek bir yolu var
لَا يَنْزِعُهُ “Allah da o zilleti sizden gidermez.” حَتَّى تَرْجِعُوا إِلَى دِينِكُمْ “ta ki dininize dönene kadar Allah o zilleti sizden kaldırmaz” diyor. Gördüğünüz gibi burada Müslüman olduğumuzu, bir dinin mensubu olduğumuzu söylediğimiz halde yukarıdaki zikredilen şeylere sebep dinden uzaklaşma ve zillete müstehak olma, bu zilletin bizden katiyetle kaldırılmayacağı ta ki biz dinimize dönene kadar. Yani;
Bu hitap onlara olduğu gibi kendisini Müslüman hisseden, onlara İman, İslam olarak ne gibi şart ve kurallar konulmuş ise ne kadar uyguluyorlar o kadar nitelendirilmişler ise biz de aynı emirlere muhatab, aynı nehiylere muhatab, aynı niteliklere sahip olarak İslam’ı yaşamak zorundayız. O gibi insanlara, bu denli bir zillet musallat kılınmışsa biz daha çok bu tehdidin muhatabıyız.
Hem de öyle ki bakıyorsunuz. Ne denli Müslümanlar dinleriyle içli dışlı olmuşlar 24 saatlik hayatları içerisinde İslam’a, Allah’a kulluğa ait olan şeyleri yaşama gayreti içerisinde olmuşlar. Yani ne kadar kendilerini hayırla meşgul etmişler ise o denli de şerden uzak durmayı becermişlerdir. Ve ne zaman dinlerini yaşamaktan ihmalkâr davranmışlar uzak durmaya başlamışlar ve bu sefer zilletin en alası gelmiş.
Zilletin bir çeşidini şöyle örneklendireyim:
“O gün siz çok kalabalık olursunuz.” Allah Resulü diyor. Yani bu zillet azlığımızdan mı diyor. “O gün siz çok kalabalık olursunuz ama sel sularının kıyılara attığı saman çöpleri gibi olursunuz, hiçbir değerinin olmaz.” diyor. Ve en büyük zillet de Müslümanların şu bulunmuş olduğu parçalanmış manzaralarıdır. Hem de bu ihtilafın her bir sebebini Kuran’a, Sünnet’ e dayandırarak… Yani herkes kendi sorununu Kuran ve Sünnet’ e dayandırıp, onunla müdafaa edip bunu yapıyorlar. O halin batıllığını kabul etme yerine onun meşrulaştırma, ona meşru bir biçim verme şeklinde kendi makamını müdafaa eder konuma gelmiştir.
Şöyle ifade edeyim insan, her halükarda hata edebilir. Hatasını müdafaa onu, kendisini dine karşı koyma gibi bir şeye sebep oluyorsa cidden o hata olmasa bile onu hata olarak kabullenmesi daha evladır. Cidden hata da etmiş olsa o hatayı müdafaası dine, Müslümanların birliğine zarar verebilecek bir konum arz ediyorsa hata olmasa bile gerçekte onu hata olarak kabullenmesi daha evladır. Kaldı ki İslam hukukundaki bilinen kaide gibi أخَفُّتْ ضَرَرَيْنِ i tercih etme. Küçüğü, büyük bir zararının yanında küçük bir zararı irtikab etme sorun değildir. Yani küçük bir zararla büyük bir bela def edilebilir. Bu ortamda bile biz böyle tercih kullanabiliriz. Bu bir zillettir.
Ömer(ra)’ in de dediği gibi “Biz zelil kimselerdik. Allah, bizi İslam ile aziz kıldı.”
Tekrar izzetin bize dönmesini istiyorsak, aziz olmak istiyorsak, o zaman dinimize dönmeliyiz. Dinimize dönmek için bu insanların övüldüğü sahabenin övüldüğü örnek olan kimseler olarak onlar hakkındaki zikredilen öncelikli bütün niteliklere baktığınız zaman hayatımız boyunca bize örnek olabilecek şeylerdir. Çünkü bunlar cihadın burada rastgele anlaşılmaması için ilk merhalesi atlanarak en uç noktada ele alınmada ihtiyatlı olunması için Allah azze ve celle o insanlar için diyor ki:
كُنْتُمْ خَيْرَ أُمَّةٍ أُخْرِجَتْ لِلنَّاسِ تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَلَوْ ءَامَنَ أَهْلُ الْكِتَابِ لَكَانَ خَيْرًا لَهُمْ مِنْهُمُ الْمُؤْمِنُونَ وَأَكْثَرُهُمُ الْفَاسِقُونَ
Ali imran 110
“Siz insanlar içerisinden çıkartılmış (insanların hayrı için çıkartılmış), en hayırlı bir topluluksunuz diyor.” bunun sebebi ne?
تَأْمُرُونَ بِالْمَعْرُوفِ وَتَنْهَوْنَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَتُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ
“Ma’rufu emredip, münker alıkoyduğunuz için.” Bu nedir? Dinin taraflarından en yaşanması, tarafımızdan yaşanması ve başkalarının da yaşamaları için sarf ettiğimiz gayrettir. Çünkü cihadı terk etme cihad genel anlamda İbni Teymiyye nin’de kulluk da anlattığı gibi hemen ilk anlamı ile akla gelen hele bu ortamda kıtal değildir. Allah’ın razı olduklarının husulü, razı olmadıklarının defi için sarf edilen gayretin adıdır. Tabii ki bu yolda kıtal de vardır. Ama bilindiği gibi İslam hukukundaki uygulanan birçok şey yine Kuran ve Sünnet tarafından tesbit edilen değerlerle ele alınır. İnsanların istediği gibi kullandığı, istediği gibi öne çıkarıp geriye aldığı birşey değildir.
Bakıyorsunuz Muhacir verilen ilk örnekte Allah yolunda, mallarını imanları için mallarını terk edebiliyorlar. Mallarını Allah yolunda harcıyorlar. Allah yolunda bütün eziyete ve meşakkate katlanıyorlar. Bu onun rızasını tahsil içindir.
Ensara bakıyorsunuz. Ensar kendilerine hicret etmiş kimseleri, kendilerine göç etmiş kimseleri büyük bir samimiyetle, kendilerine yetecek şeyleri onlarla paylaşmayı göze alıyorlar. Eğer onlara benzemek, genel anlamda anlaşılması gereken birşeyse, doğru yolda olmanın alameti, Allah Resulü müstakille olarak kendini zikrederek hadisi şerifte “benim ümmetin 73 fırkaya ayrılacak. Hepsi ateşte birisi kurtulan” derken o kurtulan taifenin niteliği sorulurken kimlerdir nasıldır? مَا أَنَا عليه و أصحابي “benim ve ashabım üzere bulunanlar” diyor. Yani ashabım derken benim ve ashabın yolu üzere bulunanlardır diyor.
Sahabe yaşamlarıyla örnek olmuşlar, tatbikleriyle örnek olmuşlar. Belki biz bu nasları doğrudan doğruya Kuran ve Resul’ den alsaydık; düzeltilme gibi bir ortama sahip olmadığımız için birçok şeyi yanlış algılayabilirdik. Doğru şeyler bize ulaşmış olmasına rağmen, yanlış algılamakla onları yanlış uygulayabilirdik. Daha sahabe hayatteyken Ebu Eyyub el ensarinin ayeti kerime hakkında getirdiği izah gibi sahabenin bu fakirliği bu ihtiyacı bu muhtaçlığı olmasına rağmen, sadece kendisine yetebilecek şeyleri paylaşan kimseler tatbikle örnek olmasaydı. Biz bunları çok yanlış algılayabilirdik.
Yanlış algılama mutlak yanlış da tatbiki getirir. Ve onun için benim ve ashabımın yolu üzere bulunanlardır diyor. Muhacirin, Ensarın, Sahabenin bu gibi halleri insanların duygularını harekete geçirmek için veyahut kişinin kendisine ne güzel hatip dedirtmesi için bire beş katarak esas olduğunun dışına çıkararak kahramanlık destanları anlatan bir destancı olmamak gerekir. Bunlar bizim aynı şeyleri yaşamamız için verilen örneklerdir. Aynı şeyleri hayatımızda uygulamak için bize verilen örneklerdir. Malımızı Allah’a iman için terk etmekten imtina etmemeliyiz. Ama bütün bunlarla da şunun anlaşılmaması gerekir:
Dünya hayatı bütünüyle bizim için ahiretin sermayesidir. Herşeyi ile ahiretin sermayesidir. Dünya bizi kendisine bağlayarak ahiret için çalışmaktan alıkoyduğu an sıkıntıdır. Dünya bizi kendisine bağlayarak raam ederek bizi Allah yolunda çalışmaktan Allah yolunda cihad etmekten onun uğrunda mücadele etmekten alıkoyarsa o zaman zararlıdır. Değilse sahip olacağımız mal mülk ne olursa olsun eğer bunlar Allah için verilecekse Allah yolunda harcanacaksa… Bakın! faziletleri anlatırken birbirine ters düşen şeyler değil. Geliyor sahabe birşeyden dolayı “ Ey Allah’ın Resulü diyorlar. Ashabtan bazıların göstererek bunlar ibadette herşeyi bizim gibi yapıyorlar. Ama onların malları mülkleri var. Övülüyor “gece ve gündüz Allah’ın verdiğini fakirlikten korkmadan infak edenlerden”, bahsediliyor. Onlar infak ediyorlar bizi sevapta geçiyorlar. Bize öyle şeyler öğret ki biz de o yaptıklarımızla öne geçelim. Allah Resulü yatmadan önceki tesbihatı, namazın akabindeki tesbihatı öğretiyor. Birkaç zaman sonra gelip diyorlar ki: “ Ey Allah’ın Resulü zengin kardeşlerimiz bunu öğrendiler onlar da yapmaya başladı. Bu Allah’ın bir fadlıdır. İhsanıdır. İstediğine verir.”
Bu anlattıklarımızla mal mülk sahibi olma zemmedilen bir şey değil. Eğer bunlar bizi Allah yolunda hizmet etmekten dini yaşamaktan alıkoyacak sebepler olduğu an o an zararlıdır işte. Değilse dünya hayatı bütünüyle ahiret hayatının sermayesidir. Saniyeler ahiret hayatının sermayesidir. Sahip olduğumuz kuruş metelikler ahiret hayatının sermayesidir. Sahip olduğumuz çocuk kadın ne varsa ahiret hayatımızın sermayesidir. Değilse bununla şu anlaşılmamalı:
Müslümanlar dünyaya tamamen sırt çevirmiş kimseler değil. Aksine bu hayatın içinde olan dolu dolu bu hayatı yaşaması gereken ama meşru çerçeve dahilinde. Onları da Allah yolunda harcamasını bilerek.
Ensar elinde ne varsa infak etmekten korkmamıştır. Ve buna rağmen öbürkiler de Allah yolunda hiçbirşeyi terk etmekten sakınmamışlardır. Öyle ki bunlar yüzlerine baktığınız zaman ihtiyaç sahibi olduğunu anlıyordunuz diyor ayette.
ولا يَسْأَلُونَ النَّاسَ إلْحَافَا
“Hayâlarından isteyemeyen kimselerdir” idi. Ve ensar da istenilmeden veren kimselerdi. Şairin birisi diyor:
“O istenilmeden verenler nereye gitti?” Diyor.
“Verilmeden istemeyenlerle beraber gittiler.” Yani onların infak edenleri de güzeldi. Muhtaç olanları da güzeldi. Çünkü ihtiyaç o ihtiyacı giderecek kişinin kalbine verilen Allah’ın teşvikiyle güzeldir. Ama zorla istenilen, zorla verilen bir şey haline dönüştürülürse o insanların isteyenlere kızdığını onlardan nefret ettiğini hatta hak etmediklerini konuşur hale geldiklerini görürsünüz. Muhtaç olmak da güzeldir. İhtiyacı gidermek de güzeldir. İhtiyacı serdetmemek çok çok güzeldir. Ve insanlara göstermeden infak etmek te güzeldir. Sahabede (muhacir ensar o toplulukta) herşeyin en güzel örneğini bulabiliriz. Madem ki Allah Resulü bize hadisi şerifte:
“ O doğru yolda olan kurtulan taifenin kim olduğu sorulduğunda benim ve ashabımın yolu üzere olandır diyor. Ashabımın yoludur derken. Onlar benden İslam’ı nasıl telakki edip yaşamışlarsa; size aktardıkları gibidir.”
DÜNYA HAYATINI TERCİH Mİ EDİYORUZ?
Bundan kendimize pay çıkarmalıyız. Hangi hareketimiz dünya hayatını tercih sayılıyor. Çünkü ayeti kerimede de en son söylediği sözde:
“Dünya bedava değil. “
أُولَئِكَ الَّذِينَ اشْتَرَوُا الْحَيَاةَ الدُّنْيَا بِالْآخِرَةِ
“İşte onlar ahirete karşılık dünya hayatını satın alan kimselerdir.”
Dünya bedava gelmiyor. Karşılığında ahireti veriyorsun, ahiretten birşeyi. Yani dünya hayatının dakiklarını sahip olduğun şeylere bak ahiretten birşeyi isteyerek bunu sana veriyor. Birisi şöyle diyor:
Bizim maddeyi sevmememiz(maddeden korkmamız diyelim), onu istemediğimizden dolayı değil. Madde gelsin ama bizden din, iman, ırz olarak karşılığında ahirete dönük bir şey istemesin. O bize Allah’ın lütfu olarak gelsin. Aynen zengin sahabelerin öğrendiği gibi o Allah’ın bir lütfudur. İstediğine verir. Karşılığında ahirete dönük birşeyler vererek alıyorsak işte o, ahiret karşılığı dünyayı satın almaktır.
Bir bütün olarak ahireti verip, dünyayı almıyorsun. Dünyadan istediğin birşeye karşılık ahirette senden bir şey isteniyor. Ve böylelikle ahiret, dünyada sahip olduğun malın, metâın karşılığı yani ücreti oluyor.
[1] ığne şudur şu anki uygulaması olarak verilen örnek: bir yere gidiyorsunuz 100.000 tl ye arabayı satın alıyorsunuz -bu bizim memleketimizde yok, bunun bir tipi- 4 sene taksitle aynı şirket onu senden gerisin geriye peşin 80.000 tl ye satın alıyor. Yani banka tipi sen alıp o parayı kullanıyorsun. Araba onda kalıyor arabayı almış gibi ona ay ay ödüyorsun. Bu alışverişe ığne diyorlar. Yani faizli bir alışveriş… Her ne kadar Suud’da buna fetva veren de olsa faizli bir alışveriştir.
[2] Bağ bahçe basit bir olay değil. Tebuk harbine gidemeyenlerin gitmek istemeyenlerin gitmemek için özür beyan edenlerin ilk mazeret özürleri buydu. “Bağlarımız bahçelerimiz meyveye durdu, bakıma ihtiyacı var. Eğer ihmal eder seninle Tebuk’ a gelirsek; helak olacak. Heder olacak. Bütün seneyi açlıkla geçirebiliriz.” Tabi bunun yanında illa bu değil dünya metaı bazıları da dediler ki “Rum kadınları sarışın çok güzelmiş biz ifsad edileceğimizden korkuyoruz.” [Ne kadar takva ehli(!)]. Yani bir emirden kaçmak için yapılması gereken bir şeyden yani kaçarken güya başka bir itaati öne sunarak ifsad edilmekten korkarak bunu sunuyorlar.
(Yazıya döken M.Furan)