“Bütün işler ona döner. O halde sadece rabbine kulluk et. Ona tevekkül et.”  Hud 123

Tevekkül lugatta: işlerini Allah’a bıraktı, ona dayandı, güvendi, O’na teslim oldu şeklindedir.  Araplar;    “tevekkelerraculu bilemri” = Adam,  işi üzerine almayı kabul etti, vekil oldu. derler. El-Müfredât, “vkl” maddesindeki tarifi ise “bir kimsenin kendini Allah’a teslim etmesi, rızkında ve işlerinde Allah’ı kefil bilip sadece O’na güvenmesi” şeklindedir.

Tabi bizim asıl bu konuya bakışımız, Kuran ve Sünnet çerçevesinde olacaktır. Öncelikli olarak tevekkül, her insanın, inansın veya inanmasın fıtraten sahip olduğu bir değerdir. Her kişinin tabiatında, tevekkül, yani bir başkasına güvenme isteği mevcuttur. İnsanın, acizliğinin, çaresizliğinin tezahür ettiği yerde, bu ihtiyaç hemen ortaya çıkar. Mesela; İşini görecek, korkusundan emin kılacak, onu selamete ulaştıracak, açlığında onu doyuracak biri…

Cahili toplumlarda, îmani değerlerden yoksun yada iman ettiğini söylediği yaratıcısına güvenme eksikliği yaşayan kişiler;  taş, ağaç, pirinç, hurma çekirdeği, mezar, at nalı, nazar boncuğu gibi takdis ettikleri şeyler edinirler. Bunlara sığınırlar. Aslında Onları kendi duyguları ile takdis ederler. Sonra bu duygu etrafta yayılır (zaten şeytan ve adamları göreve hazırdır). Sonra bu kutsalı(!) boynuna, evine, kapısına asar veya onun için masraf ve yolculuğa katlanır. Sonrada bu kutsadıklarını;  güvendikleri, işlerini havale ettikleri makama yükseltirler. Bu süreç aslında ‘ilah edinme süreci’dir.

O’ndan başka ibadete layık bir ilah yok ki, tevekkülün bir kısmından onada pay verelim. Ebeveyn sevgisini, anne ve baba bölüşür. Ama Allah böyle değil. Allah’tan başkasına sığınan veya tevekkül eden kişinin, iman ve  Tevhidinde  sorunları vardır. Sayılan bu şeyler mahlukturlar. Oysa Allah yaratandır. Yok olmaz, Samed’dir,Kavi’dir.

Bildiğiniz gibi İbrahim (as) kavminin taptığı taştan, ağaçtan yontulmuş heykelleri parçalar ve onları kırdığı aleti de, kırmadan bıraktığı bir putun üzerine asar ve gider. İbrahim (as)’ın kavmi gelip mabede  baktıklarında, ilah diye nitelendirdiklerinin kırılıp döküldüğünü görürler. Ağızlarından çıkan ilk söz:

 “Bunu ilahlarımıza kim yaptı.”! sözüdür. Enbiya 59

İçlerinden bazıları “İlahlarımızı kötülükle anan şu İbrahim denen genç varya; yapsa yapsa o yapmıştır.” derler. İbrahim’i getirirler (a.s.), ve ona: “Bunu sen mi yaptın?”. İbrahim (as) : “Bunu neden ona sormuyorsunuz der.” (yani kırmadan bıraktığı putu işaret eder)

Onların sığındıkları, yalvarıp-yakardıkları şeylerin kırılıp döküldüğünü görünce, “- Bu kendini koruyamayanlar bize ne fayda sağlar ki” demiyorlar da hemen, “bunu ilahlarımıza kim yaptı” diye araştırıyorlar. Suçu ve suçluyu, kendilerinin dışında arıyorlar. İbrahim “Bunu neden ona sormuyorsunuz.” Dediğinde; aslında onların işitemeyeceklerini ve cevap veremeyeceklerini biliyor. Onları düşündürmek istiyor. Bizim, burada anlamamız gereken şey İbrahim kavminin, fıtri ihtiyaçlarını, böyle aciz varlıklarla, (ki acizliklerine kendileride şahitler) gidermek istemeleridir.

Kul, imanı, gereği gibi öğrenemediyse Allah’tan gayrısına çok rahat sığınır. O sığındığının, onu koruyup koruyamayacağını, o an düşünmez. O varlıkların, işitemez olduklarını da aklına getirmez. İbrahim’i tavır, o yüzden bu tiplerden beklenemez. Bazıları: “- Allah isterse her şey olur” der. Evet ama ya sünnetullah? Mesela birisi diyor ki; “ – Kaç kere falancaya sığındım; o iş oldu” diyor.”  Allah’a sunması gereken dua ve tevvekkülünü alıyor, bir mahluka yönlendiriyor. İbrahim Suresi 12.Ayet “Artık tevekkül edenler, Allah’a tevekkül etsinler.”

Düşünün; Musa (a.s), kendisine inananlarla beraber ilerliyor. Arkasında firavun, önlerinde deniz var. Denizin tabiatı belli… Tam bir çaresizlik ortamı… Şuara 60 – 63: “Derken (Firavun ve adamları) gün doğumunda onların ardına düştüler. İki topluluk birbirini görünce, Musa’nın adamları: İşte yakalandık! dediler. Musa: Asla! dedi, Rabbim şüphesiz benimledir, bana yol gösterecektir. Bunun üzerine Musa’ya: Asân ile denize vur! diye vahyettik. Derhal yarıldı , her kısım koca bir dağ gibi oldu.”  İşte Musa’nın Tevekkülü!

İbn Abbas’ın aktardığına göre, “Allah bize yeter. O, ne güzel vekildir” sözünü ilk defa İbrahim ateşe atıldığında söylemişti. Rasulullah ise bu sözü ” İnsanlar sizinle savaşmak için toplanmışlar. Onlardan korkun’ dediklerinde bu onların imanını arttırdı ve  Onlar “Allah bize yeter. O ne güzel vekildir” dediler. Buhari, Tefsir (Âl-i İmran) 13

İşte! sıkıştıklarında önderlerimizin medet beklediği makam!

Bazı kullar indinde, çağrılacak/sığınılacak makamın Allah olmadığını görürsünüz, hatta bir türlü Allah’a sıra gelmez….

Oysa ki, İnsanların en çok güvenme zorunda oldukları, onların yaratıcılarıdır. Bunun içindir ki Allah’a tevekkül en azim en büyük vaciplerdendir. Kulun mükellef olduğu kulluk eylemlerinden en azim bir eylemdir.

Tevekkül, Kuran’da çokça hatırlatılan ve yokluğunda da imanı bozan bir değerdir.

“Eğer Müminler iseniz, O’na güvenin ”   Maide 23. Allah’a tevekkül etmiyorsanız demek ki istenilen gibi inanmıyorsunuz . O Allah ki;  görülmeyen sebepleri bile halk eder. Denizin bilinen tabiatına zıt onu ikiye ayırır. Bedir’de olduğu gibi meleklerle yardım eder.

               Musa dedi ki: Ey kavmim! Eğer Allah’ a iman etmişseniz, müslümansanız; sadece O’na güvenip dayanın. Yunus 84. Allah’a tevekkül edilmiyorsa demek ki istenilen derecede teslimiyet yakalanmamış.

Tevekkül, imanın şubelerinden bir şube ve kalp amellerinden bir ameldir. Tevekkül, tek başına bir kulluk eylemi olduğu gibi, daha bir çok imandan cüz olan kulluk eylemiylede alakasının olduğu unutulmamalıdır.

Allah; O’ndan başka hak İlâh yoktur. Ve mü’minler artık Allah’a tevekkül etsinler. Teğabun suresi 13  Yani o öyle bir Allah ki, ondan başka tevekkül edilebilecek hiçbir ilah yoktur. Mü’minler yalnız Allah’a dayanır, güvenirler. ” anlamındadır.

 “La İlahe İllallah” kelimesi, İslam’a girmenin şartıdır. Her inanan, son nefesini bununla bitirmeyi ister. “La İlahe İllallah” (Allah’tan başka hak ilah yoktur) derken,tevekkülde de Allah’ tan başka tevekkül edilecek ilah yoktur manasını içinde barındırdığı unutulmamalıdır. Değilse; La İlahe İllallah derken, Allah’ tan başka Allah yoktur anlamında demiyoruz bunu . Allah’ tan başka ibadete layık bir ilah yoktur anlamında diyoruz. Geçmişteki hiçbir topluluk “- Allah’tan başka Allah vardır” diyerek şirke düşmemiştir. Aksine, Allah inancı taşımasına rağmen O’na ortak koşarak şirke bulaşmıştır. Zaten her müşrik Allah’a inanır.

Tevekküle bir örnek:

Ebû Hureyre (r.a.) : Rasûlullah, İsrâîloğullarından bir adam zikretti. O adam İsrâîloğulları’nın birisinden ödünç bin dinar vermesini istedi. Para vermek isteyen zât: — Buna şâhid yapacağım şâhidleri getir, dedi. Ödünç isteyen: — Şâhid olarak Allah yeter”  dedi. Ödünç verecek olan bu sefer : — Haydi bana kefil getir, dedi. O adam: — Kefil olarak Allah yeter” –dedi. Para sahibi: — Doğru söyledin, dedi ve belirlenen bir va’de ile ona bin dinarı verdi. Parayı alan müteakiben deniz seferine çıktı. İşlerini gördü. Sonra kendisine ödünç veren zâta gelmek üzere bineceği bir gemi aradı. Belirlenen müddet geliyordu. Fakat bir gemi bulamadı. Bunun üzeri­ne bir odun parçası alıp, onun içini oydu. İçine bin dinarı ve bir de kendisinden o arkadaşına yazdığı bir mektûb koydu. Son­ra o oyuk yerin ağzını sıkıca kapatıp düzeltti. Sonra o odun parçası­nı deniz kenarına getirdi ve duâ etti: — Yâ Allah, Sen bilmektesin ki, ben fulan kimseden bin dinar ödünç istedim. O benden bir kefil istedi. Ben “Kefil olarak Allah kâfidir” dedim. O, Sen’in kefilliğine razı oldu. Bir de benden şâhid istedi. Ben yine “Şâhid olarak Allah kâfidir” dedim. O yine, Sen’in şâhidliğine de razı oldu. Ona bu parayı göndereyim diye bir gemi bulmaya çalıştım. Fakat muktedir olmadım. Artık ben şu bin dinar borcumu Sen’in koruyuculuğuna emânet ediyorum! de­di de o odunu denize attı. Odun denizin içine girdikten sonra kendisi geri döndü. Borçlu bu hususta kendisini beldesine çıkaracak gemi bulmağa çalışırken, alacaklı da onun dönmesini umarak deniz kenarına çıktı da belki bir gemi malını getirmiş olabilir diye gözetliyordu. Bu sırada birdenbire sahilde içinde mal bulunan o odunu gördü. Onu ailesine yakacak bir odun olarak aldı. Evde onu parçalayınca içindeki paraları ve mek­tûbu buldu. Sonra borçlu kimse kendisine borç verene geldi ve ona bin dînârı getirdi de: — Allah’a yemîn ederim ki, malını sana getirmem için bir gemi arayıcısı olmakta devam ettim. Fakat sana geldiğim şu zamandan önce bir gemi bulamadım, dedi ve borcunu verdi. Alacaklı: — Şübhesiz ki, Allah odun içinde göndermiş olduğun bor­cunu senin adına ödemiştir. Binâenaleyh bu bin dînârı, sevinçle geri götür, dedi . Buhari, Kefâlet, 1

Tevekkül, bir sıfat olarak Allah azze ve cellenin kullarını tavsif ettiği ve  övdüğü en seçkin sıfatlardandır. Enfal 2’de Hakiki Mü’minler, ancak, Allah anıldığı zaman yürekleri ürperen, kendilerine Allah’ın ayetleri okunduğunda imanları artan ve yalnız Rablerine tevekkül eden kimselerdir.”

Bazı kullar, haşa Rabbinin yetmediğini düşünebilir. Bu şüphe dillendirilsin – dillendirilmesin yani seslendirilsin-seslendirilmesin hiç önemi yoktur. Aklından geçirmesi düşünmesi kalbinden geçirmesi onun imanını zedelemeye yeterlidir. İşte her kim Allah’a tevekkül ederse O, ona yeter. Ama Allah’ dan gayrı hiçbir şey, katiyetle kula yetmez. Talak Suresi 3.“ Her kim Allah’a tevekkül ederse, Allah Ona yeter”  

İşi Allah’a bırakma, bizim toplumda alay mevzusu olmuş. “Sorma be kardeşim işimiz Allah’a kaldı” gibi. Bundan Allah’a sığınırız.

Sebeplere tevessül , tevekküle münafi değildir!

Sebeplere yapışma, tevekkülün icabıdır. Tevekküle, dolayısıyla tevhide münafı değildir. Diğer taraftan sadece sebeplere güvenme de, tevhide münafidir. Sebeplere (esbaba) itimat, ona güvenme müsebbibi(Allah’ı) unutmaya hatta O’na ortak koşmaya götürür.

”Ey iman edenler tedbirinizi alın”. Nisa 71

Tedbir nedir burada? Sebeplere yapışmaktır. Ama sebebe güvenmeyeceksin. O meşru olduğu için bunu yapıyorsun. Ayette ifade ettiği üzere harpte dahi ihtiyatı emrediyor. Mütevekkillerin(tevekkül edenlerin) imamı olan Muhammed (s.a.s)’den, her şeyi ondan öğrendiğimiz gibi tevekkülüde ondan öğreniyoruz. O hem sözleri ile bizlere yol göstermiş. Hem de yaşantısı ile bize bunları izah etmiştir. Yanlış anlaşılmayı ve yanlış tatbikin önüne geçmiştir.

Zubeyr (r.a.) dedi ki: Uhud savaşında Rasulullah (s.a.s.)’ın sırtında iki zırh vardı bir kayanın üzerine çıkmaya çalıştı fakat zırhların ağırlığından buna gücü yetmedi. Bunun üzerine Talha’yı basamak yaptı ve kayanın üzerine çıkabildi. Bunun üzerine Rasûlullah (s.a.s): “Talha, Cenneti hak etti” buyurdu. Tirmizi, Menâkıb, 21 Elbani Mişkat (6121)

Benzer bir rivayette Enes(r.a.) dedi ki “- Rasulullah (s.a.s) Fetih yılında Mekke’ye, başında miğfer olduğu hâl­de girmiştir. Buhari, Libâs, 17

Motora binen birisi kaskı niçin takar? Kaza anında korunmak için. Kask taktığı halde ölen yok mu? Var. Ama bu tedbir, tüm sorumluluğu üzerimizden atmak için. Bkz Nisa 71

“ Her kim Allah’tan korkarsa, Allah ona bir çıkar yol gösterir. Onu öyle rızıklandırır ki nereden geldiğini bilemez.” Talak Suresi 2 Nereden geldiğini bilemez derken, sebepsiz yere değil. Çünkü başta “her kim Allah’tan korkarsa” diyor. Allah’tan korkmayı, buna sebep kılıyor.

Bir adam, Rasulullah’a “Ey Allah’ın Rasûlu! Devemi bağlayıp da mı Allah’a tevekkül edeyim yoksa salıverip sonra mı tevekkül edeyim” dedi. Rasûlullah (s.a.v.)’da: “deveni bağla sonra Allah’a tevekkül et” buyurdular. 2517 hasen tırmizi

               Rızkın celbi için hareket, tevekkülün gereğidir.  Ömer (ra)’ dan gelen bir hadisi şerifte:  “Eğer siz Allaha hakkı ile tevekkül etseydiniz, aynen kuşlar sabahleyin nasıl aç çıkıyorlar. Ve akşamleyin geriye tok dönüyorlar. İşte onlar gibi rızıklandırılırdınız” diyor. Allahu azze ve celle rızkını tefekkül ettiği kuş dahi( ki bizim de rızkımı tefekkül etmiştir) yuvasında rızkının gelmesini beklemiyor. Sabah erkenden, aç bir halde yuvasından çıkarak rızkını arıyor. elbani sahih cami 5254

Müslüman birisi iyi bilmeli ki esbaba tevessülde sebeplerin meşru olmasına dikkat edilmesi gerekir. Zira sebebe tevessülün cevazı sebebin meşruluğuna bağlıdır. Bazıları devlet dairelerinde işinin olması için memura rüşvet veriyor. Sonra buna sebebe tevessül diyor. Şeriata muhalif işle tevekkül olmaz. Eğer bu kişiler, Allah’a hakkı ile tevekkül etselerdi zaten meşru olmayan sebebe sarılmazlardı.

“İmran İbnu Husayn(r.a)’den : ” Resûlullah (s.a.s) : “-Ümmetimden yetmişbin kişi hesaba çekilmeden cennete girecektir !” buyurdu. Kendisine : ” Ey Allah’ın Resûlu ! Bunlar kimlerdir ? ” diye sual edildi.  ” Onlar, kendilerini dağlamayanlar, rukyeye başvurmayanlar,  uğursuzluğa inanmayanlar ve Rablerine tevekkül edenlerdir ! ” buyurdu. “ Müslim (527)

İbrahim (a.s.), ailesini ekin bitmez Mekke’ye bırakırken; Hâcer annemiz ona: “— Bizi burada bırakmayı sana Allah mı emretti? diye sordu. İbrâhîm: —Evet, Allah emretti! diye cevâb verdi. Bunun üzerine Hâcer: — Öyleyse O bizi zayi’ etmez! dedi. Buhari, Ehadisu’l-Enbiya, 9

Allah, bizi bir ömür boyu kendisine tevekkül eden mütevekkillerden eylesin.

Similar Posts