
Allah’a hamd eder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden ve kötü amellerimizden Allah’a sığınırız. Allah bir kimseyi hidayete erdirdiği zaman onu saptıracak yoktur. Bir kimseyi de dalalete terk ettiği zaman ona hidayet verici yoktur. Şehadet ederim ki Allah’tan başka ibadete layık hak ilah yoktur, şeriksiz tektir. Muhammed A.S. O’nun kulu ve elçisidir.
Değerli kardeşler, Tevhid dersleri serimizin yeni bir başlığı ile beraberiz. Bu dersimizde ele alacağımız konu “İspat ve Nefiy Kaidesi.” İlk defa duyuyor olabilirsiniz bu kelimeleri. Bunlar, tevhidin anlaşılmasında birlikte kullanılır.
Şimdi, “La İlahe İllallah”ın önemini size hissettirebildiysek, ispat ve nefiy kavramı da bu cümle kadar önemlidir. Yani siz “La İlahe İllallah”ı bu kaide üzerine öğrenmezseniz, öğrenemezseniz veya öğrenmemişseniz, o zaman bu kelime topluluğunu bir araya getirmeniz size bir fayda sağlamaz. Belki dünyada sağlar; İslam devleti olsaydı “La İlahe İllallah” diyenin canı, kanı, malı kutsal olurdu bu kelimeyi söylediği için. Ama İslam devleti olmasa, şu an böyle bir toplulukta yaşıyoruz, o kimseye fayda sağlar mı? Evet, o kimseye fayda sağlar. Amacımız da bu cümleyi, yani bir insanı Müslüman yapan veya Müslümanlıktan alıkoyan bu ifadeyi iyi bilmemiz gerektiğidir. Tevhidin olmazsa olmaz kaidelerinden biri de ispat ve nefiy kaidesidir.
Tabii, tevhid ile anlatacağımız şeyler de tevhid kadar önemlidir. Unutulmaması gereken bir husus var: Allah’a ibadet, O’nun dışında ibadet edilenleri reddetmekle gerçek bir manada gerçekleşir. Hepsine bir “LA” dememiz gerekiyor. Biz “La İlahe” derken nefiy dediğimiz, yani reddettiğimiz hadiseyi gerçekleştirmiş oluyoruz.
O zaman şöyle diyebiliriz girişte: “La İlahe İllallah”ı ikiye ayırıyoruz; “La İlahe” bir parçası, “İllallah” bir parçasıdır. “La İlahe” dediğimiz zaman nefiy, yani red; “İllallah” derken de ispat/kabul ettiğimiz bir şeyler var.
Bakın, size şöyle bir örnek vereyim: Bugün insanların tağutları ve Allah’tan gayrı ibadet edilen varlıkları reddetmeden Allah’a ibadet etmeleri, aynı Mekkeli müşriklerin ilahları reddetmeden Allah’a ibadet etmeleri gibidir. Çünkü Mekkeli müşrikler de Allah’a ibadet ediyorlardı ama velakin Allah’tan gayrı ibadet ettikleri varlıklar da olduğu için asla ve asla Allah’a ibadet gerçekleşmez, tıpkı Mekkeli müşriklerinki gibi. O yüzden Allah’a yaptıkları ibadetler İslam dininde geçerli sayılmadı ve müşrik sıfatını üzerlerinden atamadılar.
Yani bir insan, Allah’a ibadet etmekle müşriklik sıfatını üzerinden atamıyor. Peki, bir insan müşrik sıfatını nasıl üzerinden atar? İbadet edilen varlıkları — canlı ve cansız ne varsa — bütün bunları reddederek gerçekleşir. Yani sen Müslümansan, Allah’ın dışındaki tüm varlıkları reddetmen gerekir. İlah makamına sadece ve sadece Allah’ı koyman gerekir.
Biz aslında “La İlahe” derken, Allah’tan başka ilahları reddederken, o ilahları veya o mabudlara insanların ibadet etmediğini söylemiyoruz. Veyahut “Onlar mabud değildir” demiyoruz. Veya Arapça ifadesiyle “Bunlar ilah değildir” de demiyoruz.
Peki, biz ne demek istiyoruz?
Evet, bazı varlıklar insanlar nezdinde ilah edinilmiş, bazı insanlar onlara ibadet ediyorlar, tarihte de bazıları onlara ibadet edegelmişler. Ama bugün bazılarının bu dinleri sönmüş. İleride de bugün ibadet edilmeyen fakat ibadet edilecek olan başka varlıklar türeyebilir. İnsanlar, her türlü varlığa ibadet etmeye meyilli varlıklardır. Dolayısıyla, içlerindeki bu ibadet duygusunu — yaratılırken kendilerine verilen ibadet duygusunu — ıskalayan ve Allah’ın dışındaki bir varlığa sunan insanlar var ola gelmişlerdir.
Biz, bu varlıkların mevcudiyetini reddetmiyoruz. Biz, onların ibadete layık olmadığını söylüyoruz. Yani, Buda denilen bir varlık var, bu Buda’ya insanlar ibadet etmişler ve hâlâ ibadet ediyorlar. Biz şimdi “La ilahe” derken, “Buda diye bir şey yoktur” demiyoruz. Bakın, Buda diye bir şey vardır, ama biz bunun ibadete layık bir varlık olduğunu kabul etmiyoruz. Bu, Hristiyanların, Yahudilerin ve diğer dinlere mensup insanların ibadet ettikleri, tazim ettikleri, mabud makamına yükselttikleri tüm varlıklar için de geçerlidir.
O yüzden siz “La ilahe” dediğiniz zaman, “Yeryüzünde ibadet edilen varlık yoktur” demek istemiyorsunuz aslında. “Allah’ın dışında da ibadet edilen varlıklar var, ama benim hayatımda yok, ben bunları reddediyorum” demiş oluyorsunuz.
Örneklendirelim: “La ilahe illallah” kavramını iki aşamada düşünmemiz gerekiyor. Şimdi nefiy dediğimiz yer aslında “La ilahe” kısmı. “İllallah” dediğimiz yer ise ispat kısmı. Burada Arapça kaideye göre biz “La ilahe” diyoruz. Biz burada ilah diye isimlendirilen ne varsa hepsini reddetmiş oluyoruz.
Peki, bir soru: Allah bir ilah mıdır?
Şimdi bakalım. Biz “La ilahe” dedikten sonra ağzımızı kapatmıyoruz, “İllallah” diyoruz. Yani, biz bütün ilahların ibadete layık olmadığını söyledik “La ilahe” derken. Ama böyle bırakmadık bu cümleyi, sonra “İllallah” dedik.
Peki, Allah bir ilah mıydı?
Evet. İşte bu, reddettiğimiz ilahlar içerisinde, yani kabul etmediğimiz tüm ilahlar içerisinden Allah’ı istisna ediyoruz. Bu cümleyi söylemekle beraber, ispat ve kabul kısmını ortaya koymuş oluyoruz.
Peki, reddettiğimiz ilahlardan Allah’ın farkı nedir?
İbadete layık olması. Allah, ibadete layık tek ilahtır. Allah’ın dışındaki tüm ilahlar ise ibadete layık olmayan ilahlardır. İsa (a.s.) ilah edinilmiştir, Meryem (a.s.) de ilah edinilmiştir, Buda da ilah edinilmiştir. Hepsi bu kavramın içerisine dahildir. Lat, Uzza, tüm totemler, ibadet kavramının içerisinde yer alan her varlık bu ilah kavramının içerisine girer ve sen “La ilahe illallah” demekle bütün bunları reddetmiş oluyorsun.
Peki, sadece bunu söylemiş olsaydık, gerçek bir inanç ortaya koymuş olabilir miydik?
Birisi şöyle dese: “Ben hiçbir varlığın ibadet edilecek bir varlık olduğunu düşünmüyorum.” Bu takdir edilir mi?
Hayır.
Şöyle bir kişi takdir edilir mi?
“Benim ilahım Allah’tır.”
Yine hayır.
Neden? Çünkü her ikisi de eksik kalıyor ve takdire şayan değil.
Peki, takdire şayan bir cümle kurabilir miyiz?
“Allah’tan başka ibadete layık bir varlık yoktur.”
Yani, La ilahe illallah.
Bu şekildeki kelime topluluğu, ancak bizi hem dünyada hem de ahirette faydaya ulaştırmış olur.
Bakınız, “La ilahe” Allah’ın dışındaki tüm ilahların varlığını reddetmek demektir; “illallah” ise ilahlığın sadece Allah’ın hakkı olduğunun kabulüdür. Reddettiğimiz tüm ilahların içerisinden Allah’ı istisna kılmış olduk. Diğerlerinin batıl, Allah’ın ise hak ilah olduğunu söylemiş oluyoruz bu cümlede.
İnsanların bugün tağutları, ilahları, totemleri, ne derseniz deyin, ibadet ettikleri varlıkları reddetmeden Allah’a ibadet etmeleri onların müşrik olmadığı anlamına gelmez. Onları Mekkeli müşriklerden üstün bir konuma da asla ve asla yükseltmez. Kendisini Müslüman hissetmesin de bir anlamı yoktur. Bakın, burası önemli; mesela “Sen hangi dine mensupsun?” dediğimde “Ben Müslümanım” diyecek herhangi birisi vardır. Peki, sen neyinle Müslümansın? Senin Müslümanlığının alameti nedir? En büyük alameti, az önce anlattıklarımızdır. Peki, aynı kişi “Müslümanım” demesine rağmen, büyük ihtimalle İslam’ı ispat ederken neleri kullanacaktır? İbadetleri öne çıkaracaktır. Peki şöyle bir soru soralım: Mekkeli müşrikler ibadet etmiyorlar mıydı? Ediyorlardı. Peki onlar neden o zaman Müslüman değillerdi, o ibadetlerinden dolayı? Allah’tan gayrı ilah edinildiği için o yüzden yapılan ibadetler “Müslüman” ismini vermemiş oluyor. Seni müşrik sıfatından kurtarmıyor; o yüzden, saf, yalın ve mücerreet bir şekilde, sair ibadet edilenlerden soyutlanmış bir biçimde Allah’ı tevhid etmen lazım. Allah’tan gayrı ibadet edilen tüm varlıkları silip atman gerekir. Onlara “La (hayır)” demen, onlarla küfretmen, onları yok sayman lazım; fakat bu yok sayma, küfretme veya ilahlıklarını reddetme, varlıklarını reddetme anlamına gelmez.
Bakınız, şöyle bir örnek vereyim: Bir adam düşünün, Muhammed (s.a.v.)’ın nebiliğini reddediyor. Bu adam, Abdullah’tan olan Kureyşli Muhammed isminde birisini mi reddediyor, yoksa onun nebiliğini mi reddediyor? Onun nebiliğini reddediyor, tabii ki. “Biz Allah’tan gayrı ibadet edilenler vardır” diyor muyuz? Evet, diyoruz. Tek ibadet edilen varlık Allah mıdır? Hayır.
وَمَا يُؤْمِنُ اَكْثَرُهُمْ بِاللّٰهِ اِلَّا وَهُمْ مُشْرِكُونَ﴿٦٠١﴾
Yusuf suresi 106. ayet: İnsanların çoğu şirk koşmadan O’na ibadet etmezler.
﴿٣٣١﴾ اَمْ كُنْتُمْ شُهَدَٓاءَ اِذْ حَضَرَ يَعْقُوبَ الْمَوْتُۙ اِذْ قَالَ لِبَنٖيهِ مَا تَعْبُدُونَ مِنْ بَعْدٖىۜ قَالُوا نَعْبُدُ اِلٰهَكَ وَاِلٰهَ اٰبَٓائِكَ اِبْرٰهٖيمَ وَاِسْمٰعٖيلَ وَاِسْحٰقَ اِلٰهًا وَاحِدًاۚ وَنَحْنُ لَهُ مُسْلِمُونَ
Bakara suresi 133. ayet: Yoksa Yakup’a ölüm geldiğinde siz orada mıydınız? O zaman Yakup, oğullarına “Benden sonra kime kulluk edeceksiniz?” diye sormuştur. Onlar da “Senin ilahına ve ataların; İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilahı olan tek ilaha kulluk edeceğiz. Biz yalnızca Ona teslim olmuş Müslümanlarız” diye cevap vermişlerdi.
Şimdi bir baba düşünün, bu da Yakup (s.a) olsun, ölüyor. Ölürken ne ile uğraşıyor? Tevhid ile uğraşıyor. “Şu Çerkezköy’deki arsayı, kızıma; Kapaklı’daki yeğenime, oğluma” diye bir şey demiyor. Ölmek üzere olan bir nebi, çocuklarının kendisinden sonra müdahalesinin olmadığı dönemde, kendisinin de emek harcadığı “La ilahe illallah” ile ilgili onların da yerleşke bulup bulmadığını tespit ediyor. Şimdi bakın, “Benden sonra neye ibadet edeceksiniz?” diyor; onlarda doğru olan cümleyi söylüyorlar: “Senin ilahına, ataların; İbrahim, İsmail ve İshak’ın ilahı olan tek ilaha kulluk edeceğiz.” Yani tevhid edeceğiz, diye söylüyorlar.
Burası hem tevhidin değerini anlatan bir noktada önemli hem de ispat ediyor: Biz, senin ilahına ibadet edeceğiz ve ibadeti de yalnızca Ona has kılacağız. Yani sair ibadet edilenlere ibadeti asla ve asla yapmayacağız şeklinde bize güzel bir örnek sergiliyorlar Yakup (s.a.)’ın çocukları.
Umarım Allah (cc), babalık görevimizi ve ebeveynlik görevimizi yerine getirirken önce kendimize bu konularda yeterli donanımı sağlamayı, daha sonradan da çocuklarımıza bu aktarımı güzel bir şekilde yapabilmeyi nasip eylesin. Allah bize kolaylık versin, dinimizi sevdirsin.
Bakınız, şimdi ispat ve nefiy konusunu başka bir formatta göreceğiz.
﴿٠٧﴾ قَالُٓوا اَجِئْتَنَا لِنَعْبُدَ اللّٰهَ وَحْدَهُ وَنَذَرَ مَا كَانَ يَعْبُدُ اٰبَٓاؤُ۬نَاۚ فَأْتِنَا بِمَا تَعِدُنَٓا اِنْ كُنْتَ مِنَ الصَّادِقٖينَ
Araf suresi 70. ayet: Onlar, “Sen bize sadece Allah’a ibadet edelim, atalarımızın ibadet edegeldiklerini bırakalım diye mi geldin? Eğer doğru söyleyenlerden isen; haydi, bize tehdit ettiğin azabı getir” dediler.
Ayette bahsedilen “onlar” kim o zaman? Buradakiler, Hud (s.a.)’ın kavmidir. Ama önemli değil; yani bunlar klonlanmışlar: Nuh (s.a.)’ın dakiler de aynı, Kureyş’teki de aynı, Hud’un ki de aynı. Aslında çok bir şey değişmiyor. Batı yakasında yeni bir şey yok.
İlk önce, burada ne algıladık? Adamlar meseleyi çok güzel bir şekilde anlamışlar. Neyi anlamışlar? Her kavim “la ilahe illallah” ile ilgili bir nebi gitti ve onlara hatırlatıcı dozajları verdiler. Bu adamlarda “la ilahe illallah” ile karşılaşınca meseleyi çok iyi algılamış; kendi dillerinde neleri kabul etmeleri gerektiğini, neleri reddetmeleri gerektiğini çok iyi anlamışlar ve bunları da dile dökmüşler. Allah bize bunları haber veriyor.
Ben şimdi size soruyorum, lütfen adilane bir şekilde düşünelim. Şu müşriklerin algıladığı bu olayı, bugün “La ilahe illallah” diyen birisi algılamıyorsa, problem büyük değil mi? Bu adam anlıyor, peki kabul ediyor mu? Etmiyor. Dışarıdaki kabul ediyor mu? Ediyor ama neyi ettiğini bilmiyor. “La ilahe illallah” diyor ama yukarıda anlatılanları toplumun çoğunun bildiğini düşünmüyoruz. Ama elimizdeki donelere baktığımız zaman gerek Mekkeli müşriklerin gerek Âd kavminin müşriklerinin gerekse diğer müşriklerin; açıklayıcı, kendi kavimlerinin dilini en iyi bilenlerden seçilen elçilerin bu “La ilahe illallah” davetini çok iyi algıladıklarını görüyoruz. Kabul ettiklerini söylemiyoruz şu an, algıladıklarını söylüyoruz.
Bizim ne farkımız olması gerekir bu noktada? Biz bu kelimeyle çok söyleyenleriz ve bu kelimeyle büyütülen çocuklarız. Bu kelimeyi söylemede herhangi bir handikabımız yok. Çok rahat bir şekilde dilimiz dönüyor, söyleyebiliyoruz. Ama bizim sorunumuz, Allah tarafından bu kelimeye ne mana yüklendiğini, Rabbimizin bizden neyi istediğini, neyi istemediğini çok rahat bir şekilde bilmiyor oluşumuz. O yüzden ispat ve nefiy konusunda gerçekten A’râf 70, yukarıdakileri destekleyen bir ayet-i kerime.
Bakınız, hadiste şöyle bir ifade var:
مَنْ قَالَ لَا إِلٰهَ إِلَّا اللهُ وَكَفَرَ بِمَا يُعْبَدُ مِنْ دُونِ اللهِ حَرُمَ مَالُهُ وَدَمُهُ وَحِسَابُهُ عَلَى اللهِ عَزَّ وَجَل
“Kim ki ‘La ilahe illallah’ der, Allah’tan başka tapınılan şeylere küfrederse onun kanı ve malına zarar vermek haramdır. Onun hesabı Allah Azze ve Celle’ye aittir.” (M23)
Neden “onun hesabı Allah Azze ve Celle’ye aittir” dedi sizce? Bakınız, “La ilahe illallah Muhammedun Resulullah” diyen birisinin dünyada malı ve kanı haram olabilir, kimse ona dokunamıyor olabilir ama onun hesabı Allah’a aittir. Çünkü onu kalben söylememiş olabilir yahut onu söylemiştir ama onu bozacak bir hal içerisinde olabilir. Aldığımız abdesti yıllarca taşıyabiliyor muyuz? Bozuluyor. “La ilahe illallah” da bozuluyor işte. İmanda bozuluyor. Kabul ettiğin, kendini nispet ettiğin imanda senden bozulabiliyor.
Peki burada ispat nerede, nefiy nerede? Bu ikisi olmadan Allah bizden razı olmayacak. Yani biz O’nu ilahlığında birlemek, yani O’nun dışındaki varlıklara küfretmekle – yani onların ibadet edilemez olduğunu söylemedikçe, kabullenmedikçe ve buna uygun da bir davranış sergilemedikçe – Allah’ın bizden razı gelmesi mümkün değil. Allah hiçbir kavmi kayırmaz. “La ilahe illallah” demeyen Mekkelilere müşrik dedi. Onların canlarını, mallarını ve kadınlarını Bedir’de, Uhud’da, Hendek’te helal kıldı. Allah ırka bakmaz. O yüzden bizim de bu sarmaldan kurtulmamızın tek çaresi “La ilahe illallah”taki ispat ve nefyi önce bilmek, sonra bildikten sonra kabullenmek, sonra da bunu hayatta uygulamak.
Şimdi bakın, buradaki ilah kavramına “her şey olabilir” demiştik. Şu ayet-i kerime bunu destekliyor:
وَاعْبُدُوا اللّٰهَ وَلَا تُشْرِكُوا بِهٖ شَيْـًٔا
Nisa suresi 36. ayet: Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmadan ibadet edin.
Bu “şey” neydi? “Her şey” demiştik. Arapçada buradaki “şey”, nekira ile ifade edilir ve her türlü şey bunun içerisine girer. Hatta bizim dilimize de “şey” kelimesi girmiştir. O zaman “ilah = her şey”. Kadın, erkek, salih, gayrısalih, her şey olabilir. Hayvan, ağaç, her şey olabilir. Eylem: ibadet. Sunduklarımız: varlık. Mabud: sunduğumuz yer. İbadet eden: abid.
Konumuzla en çok bağıntısı olan yer: Bizden sudur eden düşünce, söz, kasıt ve fiil ne varsa, sunduğumuz varlık bizim mabudumuz olmuş oluyor. Aynı ilah kavramı gibi düşünün: mabud = ilah = ibadet edilen varlık. Türkçede bunu “Tanrı” kelimesiyle ifade ediyorlar. Mesela “Huda” var Farsçada. Yani her toplumda ibadet edilen varlığa bazı isimler konmuş. Bizim toplumumuzda “Tanrı” deniliyor. Arapçada da ibadet edilen varlık “ilah” veya “mabud” ile isimlendiriliyor.
Nisâ 36’da ibadet edilen her şeyin reddedilmesi gerektiğini öğrendik ya. O zaman mabud dediğimiz ibadet edilen şeyler de her şeyden olabilir. Yani İsa da olabilir, Zâtü’l-Envât ağacı da olabilir, din adamları da olabilir ve Kur’an’da ve sünnette örneği geçen her şey olabilir. Siz “La ilahe” dediğiniz zaman bütün bu ibadet edilen şeyleri, tüm bu varlıkları reddetmiş oluyorsunuz. Bir tek kulluktan yüksünen, kendisini birçok ilaha kul olmaya mahkûm eder. Müslüman muvahhidin hayatında Allah’tan başka bir ilah yoktur. Ama Müslümanların dışındakiler için bunu söyleyemeyiz. Hayatında Allah’tan başka ilahlar olanın Müslümanlığından da söz edemeyiz. Bizim hayatımızda Allah’tan başka bir ilahın olmaması gerekir. Bakınız, Allah “Bir oyun, eğlence isteseydik onu kendi katımızda yapardık” diyor. Tamamen mühim bir iş için biz yaratıldık ve bu kitap da mühim bir iş için indirildi. Keza Muhammed (s.a.v) de onun için seçildi. İşte bakın, bütün kâinat aslında “La ilahe illallah” için yaratılmıştır. Allah’ın bizden beklentisi “kulluk” değildir, sadece O’na kulluktur.
وَقَالَ اللّٰهُ لَا تَتَّخِذُٓوا اِلٰهَيْنِ اثْنَيْنِۚ اِنَّمَا هُوَ اِلٰهٌ وَاحِدٌۚ فَاِيَّايَ فَارْهَبُونِ
Nahl suresi 51.ayet: Allah şöyle buyuruyor: İki ilah edinmeyin, O ancak tek ilahtır. O hâlde yalnız benden korkun.
Ne demek istedi Allah burada? İnsanlığın geneli Allah’la beraber bir şekilde iki ilah edinmiş değillerdir; Allah’la beraber bir ilah daha edinmişlerdir. Burada “iki” demesi sadece iki tane olması manasına gelmez. Allah’tan gayrı minimum bir tane ilah daha kabul edilirse bu ayetin muhatabı olur. Bu kesinlikle ve kesinlikle farklı bir manada gelmiştir.
﴿٤٧﴾ وَاِذْ قَالَ اِبْرٰهٖيمُ لِاَبٖيهِ اٰزَرَ اَتَتَّخِذُ اَصْنَامًا اٰلِهَةًۚ اِنّٖٓى اَرٰيكَ وَقَوْمَكَ فٖى ضَلَالٍ مُبٖينٍ
Enam suresi 74. ayet: İbrâhim, babası Âzer’e: ‘Putları ilahlar mı ediniyorsun? Doğrusu ben seni de kavmini de apaçık bir sapkınlık içinde görüyorum.’ demişti.
Muhammed (a.s), Kâbe’yi ele geçirdiğinde 360 putu dışarı çıkarıp kırdılar. Ne kadar ilginç değil mi? Resûlullah Mekke’yi fethedene kadar Kâbe’ye doğru namaz kılıyordu. İlginç değil mi? Çünkü Allah öyle emretmişti. Bugün de biz öyle yapmak zorundayız. Camiye, umreye gitmek zorundayız. Müslüman olduğunu söyleyen adamın Müslümanlığını kabul etmek zorundayız. Tekfirciler için en büyük reddiye budur. Allah Resulü uzun bir dönem içerisinde putlar olmasına rağmen Kâbe’ye doğru namaz kılmıştır. Sırf Allah emrettiği için.
وَلَا تَدْعُ مَعَ اللّٰهِ اِلٰهاً اٰخَرَۘ لَٓا اِلٰهَ اِلَّا هُوَࣞ كُلُّ شَيْءٍ هَالِكٌ اِلَّا وَجْهَهُؕ لَهُ الْحُكْمُ وَاِلَيْهِ تُرْجَعُونَ﴿٨٨﴾
Kasas suresi 88. ayet: Sakın Allah ile beraber başka bir ilaha dua etme. Allah’tan başka ibadete layık ilah yoktur.
Şimdi şöyle bir şey var: “Sakın Allah ile beraber başka bir ilaha dua etme,” dedi ya, ne olur? O varlığa yalvarıyor bu kişi, ama Allah’a da yalvarıyor, kurtarıyor mu onu müşriklikten? Hayır. Bu istenilen bir ibadet değil. Bu adam ne yapmış olur? Nefiy’de eksik kalmış olur. Bu la ilahe illallah aynı zamanda “Allah’tan başka dua edilmeye layık bir varlık yoktur” demektir. Bu kelime aynı zamanda Allah’tan başka tevekül edilmeye layık başka bir ilah yoktur demektir aynı zamanda. Yani o ibadet kavramı içerisine giren dua, kurban, nezir, adaklar, sevgi eylemi ne varsa bütün ilahlar kısmında aslında reddedilir ve buna sadece Allah olduğunu aslında söyler. Ama uçağa bindiğinde yetiş ya Abdulkadir Geylani der. Aslında reddetmişti, tevekküle layık olan sadece ve sadece tek ilah Allah’tı.
Dua ibadet mi? Evet. Soru şu: Yetiş ya Abdulkadir Geylani diyen bir adamın ilahı kimdir?
Şöyle bir soru soralım: Allah ile beraber başka bir ilaha ibadet etme diyor, o dua etme dediği ilah daha önceden ibadet edilen bir ilahsa bunu yapmamamız isteniyor. Peki şöyle bir soru soralım: Daha önceden hiç ibadet edilmemiş bir varlığa ibadet yapılıyor, Allah’a sunulması gereken ibadeti ona yapıyor, ama daha önce hiç kimse buna ibadet etmemiş, örneği yok bunun. Soru: Bu şirk midir? Allah’tan gayrı ibadet edilen varlığın yasaklanması, daha önce onun ibadet ediliyor olmasını illa gerektirmiyor. Zaten abid için mabud iki tane olur bu durumda. Bizden istenilen kendimize biçilen ömür boyunca sadece ve sadece Allah’ı ilahlığında birlememiz ve ona ilahlığında hiçbir şeyi ortak koşmamamızdır. Asıl kastedilen de la ilahe illallahda budur. Ebu Cehil’den böyle bir cümle istendi Muhammed s.a.v. tarafından. Söyledi mi bunu? Arapça mı bilmiyordu? Dili mi dönmüyordu? Peki anlamadı mı? Anladıktan sonra mı reddetti? O zaman şu cümle Allah’tan başka yaratıcı yoktu manasına gelseydi, Ebu Cehil söyler miydi? Evet söylerdi. Demek ki yaratıcılık ile ilgili sorun yok. O zaman birisi benim yaratıcım Allah’tır dediğinde adamın işi başlamış oluyor yani. Bundan sonrası istenilen şeyler o kişide mevcut.
وَمَا ظَلَمْنَاهُمْ وَلٰكِنْ ظَلَمُٓوا اَنْفُسَهُمْ فَـمَٓا اَغْنَتْ عَنْهُمْ اٰلِهَتُهُمُ الَّتٖي يَدْعُونَ مِنْ دُونِ اللّٰهِ مِنْ شَيْءٍ لَمَّا جَٓاءَ اَمْرُ رَبِّكَؕ وَمَا زَادُوهُمْ غَيْرَ تَتْبٖيبٍ﴿١٠١﴾
Hud suresi 101. ayet: Onlara biz zulmetmedik; fakat onlar kendilerine zulmettiler. Rabbinin (azap) emri geldiğinde, Allah’ı bırakıp da ibadet ettikleri ilahları, onlara hiçbir şey sağlamadı, ziyanlarını artırmaktan başka bir şeye yaramadı.
Allah onların dua ettikleri varlıklara ilah sıfatını koyan bu ayette de görüldüğü gibi Allah CC’dür. Hud aleyhisselam onların o ilahları reddetmelerini talep etti ama onlar bunu söylememişler, o ilahları da onlara hiçbir fayda sağlamamış. Yasin suresinde bir adam var, ondan övülerek bahsediliyor sure içerisinde. O şöyle diyor:
ءَاَتَّخِذُ مِنْ دُونِهٖٓ اٰلِهَةً اِنْ يُرِدْنِ الرَّحْمٰنُ بِضُرٍّ لَا تُغْنِ عَنّٖي شَفَاعَتُهُمْ شَيْـٔاً وَلَا يُنْقِذُونِۚ﴿٢٣﴾
Yasin suresi 23. ayet: Onu bırakıp da başka ilahlar mı edineyim? Eğer Rahman bana bir zarar vermek istese onların şefaati bana hiç fayda sağlamaz ve beni kurtaramazlar.
Demek ki o toplumda başka ilahlar edinme var. O toplum bu adamı başka ilahlara davet ediyor ama o da bunu reddediyor. Eğer Rahman bana bir zarar vermek istese onların şefaati bana hiçbir fayda sağlamaz ve beni kurtaramazlar diyor. Biz de bugün diyoruz ki sizin yetiş, medet, ya, falan diye çağırdığınız; hastalıkta çağırdığınız, sağlıkta çağırdığınız, uçak düşerken çağırdığınız, düğünlerinizde çağırdığınız, insanları davet ettiğiniz bu sisteminiz var ya, biz bunu reddediyoruz.
Biz bunun Muhammed as’ın dininin zıddına olan bir din olduğuna inanıyoruz. Biz La ilahe illallah ile sizin gibi ibadet ettiğiniz tüm varlıkları, ibadetlerinizi, Allah’ın dışında ibadet etmiş olduğunuz tüm mabudları ve Allah’ın dışında uydurduğunuz tüm ibadetlerinizi ve Allah’ın hiçbir delil indirmediği o ibadetlerinizin hepsine küfür ediyoruz, hepsini reddediyoruz ve hiçbir tanesini de sağlıklı ve doğru bir zemin olarak görmüyoruz ve değerlendirmiyoruz.
Aslında siz la ilahe illallah derken o kadar büyük bir şey söylemiş oluyorsunuz ki, yeryüzüne meydan okumuş oluyorsunuz aslında. Bütün dinlere savaş açmış oluyorsunuz, bütün dinlerinizi ayaklarınızın altına alıyorsunuz, hak din İslam’ı kılmış oluyorsunuz ve İslam’ın dışındaki diğer dinleri de batıl kılmış oluyorsunuz. Bu kadar mukaddes bir kelime topluluğu kardeşler.
İbn Kayyım rhm bu konu ile alakalı şöyle bir tespiti var: Sadece nefy tevhid demek değildir. Diyor ki İbn Kayyım aynı şekilde sadece ispat da nefy olmaksızın tek başına tevhid demek değildir. Yani benim ilahım Allah, bu ispat ama nefy yok. Daha diğer ilahları reddettiğimizi deklare etmedim. Boynum hala İslam kılıcının gölgesinde duruyor, her an inebilir. Aynı şekilde ispat da tek başına nefy olmaksızın tevhid demek değildir. Sonra diyor ki tevhid ancak nefy ve ispat bir arada bulunduğunda olur. Şimdi sende var mı yok mu bak bakalım, buna sen karar vereceksin.
Sen bununla imtihan olacaksın, Allah’ın aslında insanları en çok imtihan ettiği şey kadın veya başka bir şey değil. Derece olarak şu imtihandan alakası yok yani. Sen eşini bir kadınla aldattığın zaman ya eşinden olacaksın, çocuklarını kaybedersin bir de kocaman bir günahın olur ama dinden çıkmazsın. İspat ve nefy’e son iki örnekte verip bitiriyoruz.
وَاِذْ قَالَ اِبْرٰهٖيمُ لِاَبٖيهِ وَقَوْمِهٖٓ اِنَّنٖي بَرَٓاءٌ مِمَّا تَعْبُدُونَۙ﴿٢٦﴾
Zuhruf suresi 26. ayet: İbrahim babasına ve kavmine: Beni yaratan hariç şüphesiz ben sizin ibadet ettiklerinizden beriyim, beni en doğru yola ancak o ulaştırır, dedi.
Sizin ibadet ettiklerinizden beriyim kısmı nefy, beni yaratan hariç kısmı ispat. Bizim isim ve sıfat tevhidinde en çok kullandığımız ayet şudur, hatta bu gelecek ayeti anlayan birisi isim ve sıfat tevhidini yüzde doksan beş algılar dedik.
فَاطِرُ السَّمٰوَاتِ وَالْاَرْضِؕ جَعَلَ لَكُمْ مِنْ اَنْفُسِكُمْ اَزْوَاجاً وَمِنَ الْاَنْعَامِ اَزْوَاجاًۚ يَذْرَؤُ۬كُمْ فٖيهِؕ لَيْسَ كَمِثْلِهٖ شَيْءٌۚ وَهُوَ السَّمٖيعُ الْبَصٖيرُ﴿١١﴾
Şura suresi 11. ayet: Gökleri ve yeri yaratan O’dur. Size kendinizden eşler, hayvanlardan da çiftler yarattı. Bu şekilde çoğalmanızı sağlamaktadır. O’na benzer hiçbir şey yoktur. O her şeyi işitir, her şeyi görür.
Bu ayette onun benzeri hiçbir şey yoktur, o işitendir görendir kısmı var. Burada ispat var nefy var. Onun benzeri hiçbir şey yoktur nefy, o işitendir görendir ispat.
Şimdi onun benzeri hiçbir şey yoktur dedi. O Allah’tır. Peki siz şu an beni işitiyor musunuz? Evet. O işitiyor mu? Evet. O zaman birinci cümle çatışmış mı oldu? Çünkü neden o da işitiyor sen de işitiyorsun. Neden girişte dedim ki bu ayet algılanırsa isim ve sıfat algılanır dedik. Konumuz o değil aslında biz oradan ispat ve nefye sıçrayacağız. Ama buraya bir salva yaptık. Buradaki benzeri hiçbir şey yoktur daki kastı muhteva olarak, müsemma olarak, içerik olarak benzeri bir şey yoktur. Biz şu an Rabbimizin bizi nasıl işittiğini, nasıl gördüğünü bilmiyoruz. İşte o bilmediğimiz şeyle alakalı zaten o kısım. Ama velakin burada ispat var nefy var yani eğer şu cümleyi söylememiş olsaydı, onun benzeri hiçbir şey cümlesinde kalmış olsaydı biz şimdi işitir de diyemezdik. Çünkü benzetme ihtimalimiz olacaktı. Ama şu cümle bize yardımcı oluyor. Hem benzeri hiçbir şey yoktur diyor hem de mahlukatının da gördüğünü bilen Allah o işitendir görendir diyerek de kendisini görmek ve işitmekle nitelendiriyor.