Sünnet Nedir ?

Sünnet : Peygamber’in söz, fiil ve onaylarının ortak adı, şer‘î delillerin ikincisi.

Sözlükte “izlenen yol, yöntem, örnek alınan uygulama, örf ve gelenek”

Kaynak: TDV

Bu haftaki başlık Allah resulü sallallahu aleyhi ve sellem’e indirilen iki şey .

Vahyedilen ile indirilen yani biz sana vahyettik, sana indirdik ifadeleri aynı manaya delalet eden iki kelimedir.

Ha sana vahyettiğimiz, veyahut indirdiğimiz denilsin aynı muradı kasteder, istenilen şeyi kasteder.

Ama bazen vahyettiğinin altında vahyi açıklayan, anlaşılması gerekenleri netleştirdiğini görürüz. Ve bazen de indirdiğimiz dediğinde burada da farklı şeyleri anlatır.

Bu mevzudaki ilk delilimiz olan ayeti kerime de ;

وَاَنْزَلَ اللّٰهُ عَلَيْكَ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ وَعَلَّمَكَ مَا لَمْ تَكُنْ تَعْلَمُۜ وَكَانَ فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكَ عَظ۪يمًا

Allah sana kitabı indirdi ve hikmeti de. Yani Allah sana kitabı ve hikmeti indirdi diyor.

Allah resulü sallallahu aleyhi ve sellem’e indirilen iki şey

وَعَلَّمَكَ مَا لَمْ تَكُنْ تَعْلَمُۜ  bunlar ile sana daha önce bilmediklerini öğretti.

وَكَانَ فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكَ عَظ۪يمًا şüphesiz Allah’ın senin üzerinde olan lütfu, ihsanı çok büyüktür diyor.

Bu ayeti kerimeden istifade etmemiz gereken noktaları şöylece sıralayabiliriz,

Şüphesiz bu ifadeyi sadece Allah azze ve celle kullanır, sana indirdik, vahyettik sözünü.

Bu da devamlı meleklerden elçi olarak tayin ettiği Cibril vasıtası ile olmuştur. Bazen bu denli net ifadeler, sana indirdik deyince yani Cibril’ in elçiliği ile sana indirdik anlamı taşır. Burada Cibril’ in adı ister zikredilsin ister zikredilmesin hiç önemli değildir.

ister zikredilsin ister zikredilmesin hiç önemli değildir.

الكتاب kitap kelimesi burada cins isimdir. Ama marifeli geliyor. Herhangi bir kitabı kastetmiyor. Allah resulü Sallallahu Aleyhi ve Sellem’e indirilen kitabı yani sana Kuranı indirdik diyor.

و الحكمة bunun ile beraber sana hikmeti de indirdik diyor.

Buraya kadar olan kısımda kitaptan maksadın Kuran olduğunda taifeler arasında bir ihtilaf ve sorun yoktur anlaşılmasında.

Hikmet kelimesinde isteyen istediği istikamette bunu çekerek bunu sanki biz sana hikmetli bir kitap indirdik, hikmetli kitabı, Kuranı indirdik anlamında izah etmeye çalışıyorlar.

Tabi ki Kuran hikmet ihtiva eden ve bir çok hikmeti içeren bir kitaptır. Ama Allah Kuranı müstakil ile zikrettikten sonra eğer Kuran cidden hikmetler ile dolu bir kitap ise ki öyledir, ayrıyeten onu zikretmeye ihtiyaç yoktur.

O kitabın sahibi, onu vahyeden Allah ise mutlak indirdiği kitabı hikmetlidir. Hikmetler ile doludur. Ama burada bunun ile beraber

و الحكمة sana hikmeti indirdik. Bu Kuranın niteliği, sıfatı şeklinde telaffuz edilmiyor. Şöyle olsaydı;

و اَنْزَلَ اللهُ عَلَيْكَ كِتَابًا حَاكِيْمًا deseydi evet sana hikmetli bir kitap indirdi diyebilirdik. Zaten müstakil ile biz sana Kuranı vahyettik, müstakil ile böyle de deseydi tabi ki Kuran hikmetler ile doludur. Hem öyle hikmetler ki, rast gele kullandığımız şekli ile güzel söz eden, güzel konuşanların hükemanın hikmeti değil, filozofların hikmeti değildir. Bu hikmet ilahi bir nitelik taşıyan bir hikmettir.

Ayrıca herkese verilen, verileceği haber verilen hikmetten de değildir. Biz burada Allah subhanehu ve teala’nın Resulüne kitap ile beraber indirdiği hikmetten bahsediyoruz.

Onun için Allah resulü sallallahu aleyhi ve sellem’e indirilen iki şey dedik.

Meselenin yani indirilen iki şeyin tamamını anladıktan sonra yani bir saatlik sohbetin akabinde geriye döndüğümüzde gördüğümüz kısımlar ile bu hikmetin ne anlama geldiğini rahatlık ile görebiliriz.

Ama zihinlerde ileriyi düşünme gibi bir meşguliyetin oluşmaması için beyne’l kavseyn koyun, biz sana kitabı Kuranı ve sünneti indirdik deseniz hiçbir yanlışlık yoktur ki zira ileride bu kelime kendiliğinden buraya oturacaktır.

وَعَلَّمَكَ مَا لَمْ تَكُنْ تَعْلَمُۜ bu iki şey ile sana yani vahiy ile daha önce bilmediklerini öğretti. Bunun ile şunu anlamamız gerekir ki resulün bile bildikleri bizim ile alakalı olan bildikleri şüphesiz bu iki şey ile kendisine öğretilenlerdir.

Yani kendisi dahi bu iki şey indirilmeden önce bize dönük, bizim ile alakalı hiçbir şey bilmiyordu.

Eğer resulün bilgisi bu iki şey ile oluşmuş ise mutlak insanların bilgisi de bu iki şeye dayalı müstemid olmalıdır. Yani din adına konuştuğunda bu iki şeyden birinden veyahut doğrudan doğruya iki şey ile alakalı olarak konuşması gerekiyor.

Bunun dışına çıktığı andan itibaren Allah’ın resulüne öğrettiği şeyler ile alakası doğrudan doğruya kesilir çünkü biz ilim olarak kitabı ve sünneti zikrederiz. İlim üçtür dediğimize de üçüncüsü bilmiyorumdur. Çünkü bunun ikisinin dışındaki şeyler bilinmeyen veyahut bilgi kimliği taşımayan şeylerdir.

Eğer zikredilen, anlatılan şeyde Kurana sünnete kitaba ve hikmete dayalı bir şey yoksa, ona dayanan bir şey yoksa onun ilmi keyfiyeti de yoktur. Onun için üçüncüsü bizim için bilmiyoruz sözüdür.

İbn ömer den, ibn mesud dan geldiği üzere.

وَعَلَّمَكَ مَا لَمْ تَكُنْ تَعْلَمُۜ ve sana daha önce bilmediklerini öğretti.

وَكَانَ فَضْلُ اللّٰهِ عَلَيْكَ عَظ۪يمًا şüphesiz Allah’ın sana olan lütfu, ihsanı ki bunun ile alakalı olarak önce düşünmemiz gerekir. Çünkü Kuranın, sünnet ‘in vahiy olarak muhatabı olmak cidden resul için övünülecek bir ihsandır yani lütuftur.

Bunun ile beraber Kuranın ve sünnet ‘in ona kazandırdığı nitelikler vardır ki bu da bir lütuf ve ihsandır. Ne kadar bu lütuf, ihsanın farkına vardıysa Allah resulü sallallahu aleyhi ve sellem’ in o denli Rabbine karşı şükrü, saygısı kendisinin acizliğini hissetmesi çoğalmıştır yani tevazusu çoğalmıştır.

Allah resulüne indirilen bu iki şeyi allah resulü sallallahu aleyhi ve sellem’in kendisine öğretilen bu iki şeyi ümmetine de öğrettiği iki şey olarak ele alıyoruz.

Cuma suresindeki zikredilen ayeti kerime de ;

هُوَ الَّذِي بَعَثَ فِي الْأُمِّيِّينَ رَسُولًا مِنْهُمْ[1]

Ümmilere kendi içlerinden kendilerine, يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ ayetlerini okuyan nebiyi resulü o yolladı. Kendi içlerinden birisine o ümmi topluluktan olan birisini kendilerine يَتْلُو عَلَيْهِمْ آيَاتِهِ ayetlerini okuyan resulü o yolladı.

وَيُزَكِّيهِمْ  onları tezkiye etti. Sonra, وَيُعَلِّمُهُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ sonra onlara kitabı ve hikmeti öğretti diyor.

وَإِن كَانُوا مِن قَبْلُ لَفِي ضَلَالٍ مُّبِينٍ zira onlar o iki şeyi öğretmeden evvel onlar da açık bir sapıklık içindeydiler diyor.

Kendi içlerinden yani ümmi bir topluluk olan Arapların kendi içinden, kendilerinden olan birisini ayetlerini okuyan, onları onun ile tezkiye eden, temizleyen. Buradaki temizlemekten maksat şirkin pisliğinden arındıran.

Ve onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir resul gönderen odur. Kuşkusuz şüphesiz onlar önceden, bu iki şey kendilerine öğretilmeden evvel apaçık bir sapıklık içindeydiler.

Eğer resul, Allah resulü kendisine indirilen, verilen bu iki şeyden önce hiçbir şey bilmiyordu mevkiine konulmuş ise mutlak o topluluk da öyleydi. Resul nasıl ki kendisine bu iki şey daha önce bilmedikleri şeyler öğretilmiş ise onun da öğrettiği topluluk bu denli bu indirilen iki şey ile yani kitap ve hikmet ile onları eğitmiştir yani onlara öğretmiştir.

Yani Allah resulü sallallahu aleyhi ve sellem ashabına kitap ve hikmeti öğretmeden önce apaçık bir sapıklık üzere idiler.

Eğer bunu resul ve zamanına hasretmeden madem ki Kuran ve onun ile beraber indirilen hikmet kıyamete kadar hükmü baki olan vahiydir, o zaman bunu öğrenmedikleri müddetçe bütün topluluklar dalalet ve sapıklık üzeredirler.

Eğer din adına bilgileri, din adına Allah adına eda ettikleri ne varsa Kurana ve sünnet ‘e dayanmıyorsa onlar sapıklık ve dalalet üzeredirler. Çünkü bu işin başı nasıl başlamışsa, nasıl nitelendiriliyor idiyse, imam Malik’ in de dediği gibi rahimehullah, bu ümmetin evveli, önü nasıl ıslah edilmiş ise sonunun da ıslahı ancak böyledir diyor. bilgilendirme bu şekilde olmalıdır.

Kitap ve sünnet ‘in dışında hiçbir bilgi bu dalaletten kurtarmaya yeterli değildir. Velev ki onun dışında öğrendiği, bildiği ne olursa olsun, makamı mevkii ne olursa olsun ona verilecek olan değer, itibar katiyetle o bildiği ile değildir.

Yani bir toplumun reisi cumhur dediğimiz makamında olsa müsbet bildiğimiz bir çok ilimleri de tahsil etmiş olsa eğer onun Allah’ a karşı kulluğu bu iki asla dayandırılmadan gündeme geliyorsa o dalalet üzeredir.

Binaenaleyh sapıklıktan kurtaracak bilgiler Kuran ve hikmet dışında aranamaz. Aranmamalıdır da.

Kitap ve sünnet ‘in dışında aranırsa, doğru yol kitap ve sünnet ‘in dışında aranırsa bulunacak olan sadece ne varsa;

فَمَاذَا بَعْدَ الْحَقِّ إِلاَّ الضَّلاَلُ[2]

Dalaletten başka bir şey yoktur. Çünkü haktan başka sadece dalalet vardır. Hak olan da kitap ve hikmettir.

[1] Cuma 2

[2] Yunus 32

Allah Resulü Sallallahu Aleyhi Ve Sellem’ in Evin' de Okunan İki Şey

Bu başlıklardaki ifadeye iki şeyin resule indirilen iki şeyin akabinde zikredilen kelimelere dikkat edeceksiniz.

 Resule indirilen iki şey,

 Resulün ümmetine öğrettiği iki şey,

 Allah resulünün evinde okunan iki şey.

Yani indirilen bu iki şeyin akabinde zikredilen kelimeye dikkat etmelisiniz.

وَاذْكُرْنَ مَا يُتْلَى فِي بُيُوتِكُنَّ مِنْ آيَاتِ اللَّهِ وَالْحِكْمَةِ إِنَّ اللَّهَ كَانَ لَطِيفًا خَبِيرًا[1]

Ahzap suresinde bir ayeti kerimedir. Hitap peygamberin, Allah resulü sallallahu aleyhi ve sellem’in hanımlarınadır.

وَاذْكُرْنَ مَا يُتْلَى فِي بُيُوتِكُنَّ ey peygamber hanımları, eşleri evlerinizde Allah’ın ayetlerinden ve hikmetten okunanları düşünün, hatırlayın diyor. burada kitaba bedel olarak Allah’ın ayetlerinden okunanları dedi, bazen bir cüzün küllünü kast ederek ifade edilmesi doğrudur yani Allah’ın kitabı da diyebilirsiniz müstakillen, Allah’ın ayetleri de diyebilirsiniz çünkü kitabın içindeki ayetlerin tümünü kast ediyor yani kitap kast ediliyor. Ama burada mutlak kitap yerine ona bedel ayetleri olarak zikri gelmiş ise bize bunun ile de anlatılmak istenilen bir şeyler vardır.

وَاذْكُرْنَ مَا يُتْلَى فِي بُيُوتِكُنَّ مِنْ آيَاتِ اللَّهِ  ey peygamber hanımları evlerinizde Allah’ın ayetlerinden ve hikmetten gördüğünüz gibi yine o iki şey var. Evlerinizde okunan, devamlı bunlar okunan şeylermiş o iki şey. Öncelikli tabi ki peygamberin evinde okunuyor. Orada müzakere ediliyor. Veyahut başkalarına da anlatırken hanımları bundan haberdar oluyor.

Doğrudan doğruya hanımları bunun ile ikaz edilirken, uyarılırken. Şüphesiz bir çok canibi ele alarak dikkat edin siz, sair kadınlar gibi değilsiniz, vahyin gelişine, vahyin okunuşuna, vahyin müzakeresine devamlı şahit olma makamında, konumundasınız. Mutlak sizin başkalarından daha dikkatli bunlara kulak verip kendinizi eğitmeniz gerekir.

Tabi ki bu, Allah resulünün vefatından sonra da bu eğitimin başında hasseten bir kadın olarak, bayan olarak Allah resulü sallallahu aleyhi ve sellem’in hanımı, müminlerin annesi Aişe vardır.

Akabinde,

[1] Ahzap 34

Allah Resulü Sallallahu Aleyhi Ve Sellem Bu İki Şey İle Ümmetini Şirkten Temizlemiştir

Yine bakaradaki ayette zikrettiği gibi,

كَمَا أَرْسَلْنَا فِيكُمْ رَسُولاً مِّنكُمْ[1]

Nasıl ki size biz sizden birisini resul olarak yolladık,

يَتْلُو عَلَيْكُمْ آيَاتِنَا size ayetlerimizi okuyor. وَيُزَكِّيكُمْ sizi tezkiye ediyor. Yani şirkin pisliklerinden arındırıyor.

Kuranda şirk ile alakalı doğrudan doğruya tevhid ile alakalı ayetlere baktığınızda bunların ekserisinin mekki olduğunu, Mekke de inen ayetler olduğunu görürüz.

Ve ekseriyetle de o toplumun içinde bulunduğu bir sorunu ele alarak, onları muhatap edindiklerini gördüğünüz için bu mevzudaki ayetler çok net, sarih sanki başka bir izaha ihtiyaç bırakmıyor.

Öyle ki onlara Allah tan başka ilah yoktur deyin denildiğinde, hemen bu sözün cevabını yine onlardan duyuyoruz,

Yani bütün bu efendileri terk edip de biz bir efendi ile mi kalacağız, veyahut neden Allahtan gayrı ilahlar edinip onlara ibadet ediyorsunuz denildiğinde net anlıyorlar, biz bunlara ibadet etmiyoruz. Bunları sadece Allah ile aramızda vasıtalar ediniyoruz.

Allah işte bu eş, vasıta edinmeyi, aracı edinmeyi kendi nezlinde şirk kabul ediyor. Onlar kabul etmeseler de.

Onun için burada doğrudan doğruya sizin içinizden, sizden birinizi size ayetlerimi okuması için yolladık. Ve sizi يُزَكِّيكُمْ bununla tezkiye ediyor yani temizliyor.

وَيُعَلِّمُكُمُ الْكِتَابَ وَالْحِكْمَةَ ve sonra size kitabı ve hikmeti öğretiyor. Ve böylelikle وَيُعَلِّمُكُم مَّا لَمْ تَكُونُواْ تَعْلَمُونَ daha önce bilmediklerinizi öğretiyor.

Daha önce bunları bilmiyordunuz. Ha bunları bilmiyorduysanız yani dalalette idiniz, yani şirkte idiniz.

Sapıklık üzere idiniz. Her ne kadar kendilerini İbrahim aleyhisselam’ ın dininin kalıntıları üzere Allah’a kulluklarını eda ettiklerini düşünmüş olsalar bile hakikat ile hiçbir ilişkileri kalmamıştı. Veyahut yaptıkları doğru şeyler dahi Allah’a ortak koşmak ile hiç konumuna düşüyordu.

Başka bir iki şey;

[1] Bakara 151

Allah Resulü Sallallahu Aleyhi Ve Sellem Bu İki Şey İle Ümmetine Nasihat Etmiştir.

Bazen size öğretti, nasihat etti aynı anlama delalet ederler. Ama Allah’ın ayetlerini okuyorlar size, hikmetten bazı sözleri okuyor veyahut bu ikisi ile size nasihat ediyor, bu ikisi ile sizi tezkiye ediyor, şirkten arındırıyor denildiğinde arada her ne kadar küçük farklılıklar ile bir ayrım da olsa, işte sana Allah’ın kitabını okuyorum derken, aa bak sana nasihat ediyorum.

Hemen şu farkı hissederiz Allah’ın ayetlerini okurken biz nasihat inceliğini kaçırabiliriz. Ona bir şeyi ispat eder nitelikte, onu mağlup eder bir nitelikte, onu mahcup eder bir nitelikte bir ifade ağırlığı kullanabiliriz. Bu mümkün ki Allah kendi resulüne yani insanlara arasında elçi olarak seçmiş olduğu resul için bile diyor;

Eğer sen kaba ve katı kalbi olsaydın,

وَلَوْ كُنتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ[1]

Eğer sen kaba sözlü katı kalpli birisi olsaydın,

انفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَ ۖ etrafından dağılır giderlerdi diyor.

İşte burada ;

وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ  Allah’ın sizin üzerinizdeki olan nimetini düşünün. Bunu bir kül, bir bütün olarak büyük bir bütün yani bizi şirkten arındırması bile büyük bir nimettir ama nimeti her zaman aynı doluluk ile buna delalet eder şekli ile değil de mesela,

وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللّٰهِ عَلَيْكُمْ اِذْ كُنْتُمْ اَعْدَٓاءً فَاَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini anın, düşünün. Siz birbirinize düşmandınız Allah sizi kardeş yaptı bu nimeti ile diyor.

Has bir topluma dönük söylenen bu ayet bütün ümmetinin tamamını muhatap alır. Ama bu Allah’ın nimetlerinden birisini zikrederek.

وَمَٓا اَنْزَلَ عَلَيْكُمْ مِنَ الْكِتَابِ وَالْحِكْمَةِ يَعِظُكُمْ بِهٖؕ  [2] size indirdiği bu kitap ve hikmet ile size nasihat ediyor.

Size vaaz ediyor, size öğüt veriyor.

وَاتَّقُوا اللّٰهَ Allah’tan korkun yani bu öğütlerini dikkate alın.

Şimdi Allah resulünün vahiy indirerek öğretmesinin yanında tabi ki vaaz etme, nasihat etme, öğüt verme gibi bunun içeriğini dolduran ameller vardı.

Aynı şey bizim için de mevzu bahis. Biz insanlara öğüt verirken, nasihat ederken öyle veya böyle her ne kadar ifade şekli bize nispet edilen bir söz de olsa o sözün çağrıştırdığı mutlak Kurandan bir ayet ve Allah resulünün sözlerinden sünnet ‘inden bir söz olmalıdır.

Yani biz de vaaz ederken, nasihat ederken insanlara anlatırken falanın hikmetli sözleri şeklinde değil, falanın hikayeleri değil falanın mektupları değil ki safsata ile dolu olduğunu görüyorsunuz. Bu ya Allah’ın kitabından bir ayet ya da onu açıklayan resulün sözlerinden bir söz olmalıdır nasihat.

Çünkü nasihat, ayeti okuyorsun hadisi okuyorsun anladın mı diyorsun? Evet. Anlaşıldığını görüyorsun ama ona karşı bir inkıyat emirleri yerine getirme, nehiylerden uzak durma gibi bir hareketlilik göze çarpmıyorsa nasihata başlıyorsun.

Nasıl olur? Bak bu nasihat senin üzerine hüccet ikame etmedir. Ve Allah tan korkman gerekir. Çünkü defaatle Allah’tan korkmayı ifade eden ayetler ile ona bir şeyler öğretmiş de olsan bu söz devamlı tekrarlanılması yani insanları Allah ile korkutman gerekiyor. Çünkü insanlar dikkat ederseniz Allah’tan, onun tehditleri ile korkutmaktan öte veyahut Allah’ın sevgisi onu sevmek ile onlara İslam’ ı imanı tevhidi sevdirme yerine başka vesileler kullanarak bunu yapıyorlar.

Yani aracı naz ve niyaz makamında olan kimseleri. Nasıl aracı yapıyorlarsa inan Allah’a itaatsizlikte başkaları ile korkutuyorlar.

وَاتَّقُوا اللّٰهَ Allah’tan korkun.

وَاعْلَمُٓوا اَنَّ اللّٰهَ بِكُلِّ شَيْءٍ عَليمٌࣖ  iyi bilin ki şüphesiz Allah her şeyi bilendir yani gizlediğimizi, alanen yaptığımızı yani hain bakan gözlerdeki kastı, kalbimizden düşündüğümüz ne olursa olsun Allah en iyi bilendir. Yani görünüşte nasıl bir tavır sergilersek sergileyelim asıl olan içimizde gizlediklerimiz.

Yani hiçbir şey gizlemeye çalışmayın. Bunların yanında Allah resulü sallallahu aleyhi ve sellem’e yine verilen iki şey, indirileni bıraktık verilen iki şey ha verilen iki şey de ona indirilen anlamını taşır.

Ama buraya kadar bu verilen iki şeyi, indirilen iki şeyi, okunan iki şeyi, nasihat edilen iki şeyin, öğüt verilen iki şeyin yanında resule yine öğütte nasihatte malzeme olarak kullanılan, ona verilen iki şey.

Şuana kadar hikmeti her ne kadar biz inanan kabul eden kimseler olmamız hasebi ile hikmetin yanına beynel kavseyn sünnet diye koyduk. Ama ayetten başlayarak gelmemiz iki şey iki şey. Bunu inkar edip öyle veya böyle vesileler ile ikinci kısmı saf dışı edip, kendi sözlerini oraya sokuşturanları yani Kuran bize yeter deyip kendileri Kuran ile yetinmeyip onlarca kitap yazanlar.

Mikdan bin mağdikerb’den gelen bir hadisi şerifte;

Allah resulünden naklederek diyor ki, Allah resulü sallallahu aleyhi ve sellem;

ألا إنِّي أوتيتُ الكتابَ ومثلَهُ معهُ bana kitap ve bir de onun misli verildi diyor.

Bana kitap ve bir de onun misli verildi buyuruyor. Bu hadisi şeriftir. Burada bana kitap ve hikmet demiyor kitap ve bir de misli verildi diyor.

Misli kelimesini aynen onun gibi şeklinde anlarsak aynen onun gibi vahiy olan bir şey daha verildi. Aynen onun gibi vahiy olan bir şey daha verildi.

Geçen haftaki derste nasıl ki ona vahyedileni yine iki şey olarak aldık, indirilen iki şeyi alırken bunlar indirilen vahyedilen şeylerdir, verildi de bu anlamda. Kitap ve bir de onun misli verildi diyor.

Bu hadisi şerif sizin ulaşabileceğin kitaplardan sadece ebu davut da var burada tercüme edilerek ulaşabileceğinizden ve şeyh elbani de bunu tashih ederek sahihtir diyor.

Arkasından yine iki şeye bağlı zikredilecek sözlerden birisi de herhangi bir meselede ihtilafın vukuunda, müracat edilecek iki şey, herhangi bir meselede mesele derken istisnasız ihtilaf ettiğimiz şey ne olursa olsun hiç önemli değil.

Dünyevi bile olsa orada bir ihtilaf, husumete sebep olacak bir sorun varsa mutlak orada da Allah ile korkutarak onun azabı ile korkutarak onun indirdiklerini asıl olarak kabul edip onun ile nasihat edebilecek bir konum vardır çok basit şeyde insanlar ihtilaf edebilirler ve bu çok basit şeylerdeki ihtilaf onları husumete kadar götürürler, kardeşlik hukukuna veyahut aynı Tevhid inancına sahip olan insanları birbirine düşman edebilecek ihtilaf ettiğimiz çok sebepler olabilir.

Düşünün ki tevhidi kabul ettiği halde tevhidin hatrını anlamamış hazmedememiş uygulamasını bilmeyen kimseler arasındaki sorunlara baktığınızda cidden çok basit meseleler olarak görürüz.

O şeyin keyfiyetine bakarak basitliğini değil, o şeyin sebep olduğu soruna bakarak basit mi önemsiz mi, cidden önemsenmeyecek şeyler midir diye bakmamız gerekir. Çünkü onun keyfiyeti hiç önemli değil.

İtaat ve isyan mevzusunda Allaha ve resulüne itaat mevzusunda biz itaat etmemiz istenilen, sakınmamız istenilen şeyin keyfiyetini değil akıbet netice olarak bizi götürdüğü sonuca bakarız. Eğer o şey ile bir isyan itaat mevzu bahis ise bizim için çok önemlidir.

Onun küçüklüğü önemli değil çünkü her küçük isyan daha bir isyana her küçük bir itaat daha büyük bir itaate götürür. Bakara suresinde beni İsrailin nebilerinden dua edip de Allah’ın bir kral yollamasını istemeleri onun ile beraber düşmanlarımıza karşı harp edelim kıssasını yapmış olduğumuz derslerde bunu dinleyebilirsiniz.

Onun için herhangi bir meselede ihtilafın vukuunda derken çok aam (genel) kullandık müracat edilecek iki şey. O ihtilaf ettiğimiz şey ne olursa olsun hiç önemli değil keyfiyeti.

Nisa suresindeki ayeti kerimede Allah azze ve celle;

يَٓا اَيُّهَا الَّذينَ اٰمَنُٓوا اَطيعُوا اللّٰهَ وَاَطيعُوا الرَّسُولَ وَاُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْكُمْۚ[3]

Ey iman edenler, imanın anlamını iman etmenin anlamını şuana kadar ki yapılan derslerde dikkat ederseniz Allah’a iman etmenin, resule iman etmenin ne anlama geldiğini arkasından Allah’a ve resulüne imanın itaat ile lazımı olduğudur. Haasseten burada resule itaate öncelik veririz çünkü resule itaat ile ancak Allah’a itaat etmiş sayılırız.

Çünkü onun bize getirdiği, onun bize emrettiği, onun bizi yasakladığı ne varsa mutlak ona itaattir ve dolayısı ile Allah’a itaattir.

Ey iman edenler Allah’a itaat edin ve resulüne itaat edin. Daha önce bu  mevzuyu işlediğimiz yerine göre zihninizde bir şeylerin kaldığını düşünüyorum,

Burada tercüme ederken, ey iman edenler Allah’a itaat edin, resulüne itaat edin şeklinde Allah’a ve resulüne itaatin müstakil emir sigaları ile olduğu gibi Türkçeye aktarmamız gerekir. Bunu tek cümle halinde,

Ey iman edenler Allah’a ve resulüne itaat edin diyemeyiz. Burada müstakil emir sigaları ile Allah’a ve resulüne itaat etmemiz istenilen şey öncelikli buradaki itaatin mutlak olduğunu ifade eder. Yani katiyetle ne olursa olsun Allah’ın ve resulünün emrettiği ona itaat etmeliyiz.

Yukarıda da dediğim gibi itaat edeceğimiz şeyin keyfiyeti önemli değildir. Akıbet olarak onun ile itaat varsa buna mecburuz.

وَاُو۬لِي الْاَمْرِ مِنْكُمْۚ burada sizden olan emir sahiplerine de itaat edin anlamı çıkar. Ama itaat edin kelimesini kullanmıyoruz.

Allah’a itaat edin, resule itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. De takısı ile ele alıp yani onlara da itaat etmenin gerekli olduğu anlatılıyor. Ama buradaki itaat az önceki zikredilen mutlak itaatlerin yanında bunun mukayyed bir itaat olduğu ortaya çıkar.

Görüldüğü gibi burada ulul emri ibn abbas’dan gelen nakilde söylediği gibi;

العلماء و العمراء ikisi de doğru bir anlamdır bu ayet hakkında. Bundan kasıt, umera idareciler ve ilim ehlidir. Hangisi olursa olsun önemli olsun. Hangisi ile karşı karşıya kalıyorsak, hangisine bir itaat mevzu bahisse katiyetle resulüne de itaat olmalı o. Allah’a da itaat olmalı resulüne de.

O zaman katiyetle Halika isyan olunan bir yerde mahluka itaat yoktur. Görüldüğü gibi, Allah’a itaatin resule itaatin önüne geçecek mükellef olduğumuz hiçbir itaat yoktur.

Ancak Allah’a itaat, resulüne itaat ise onlara isyan yoksa o zaman ondan gayrı itaati ile emredildiğimiz kimler varsa bu idarecilerdir, alimlerdir, anamız babamızdır kadınların eşlerine itaati bu ancak ele alınır.

Devam ederek,

فَاِنْ تَنَازَعْتُمْ في شَيْءٍ eğer siz herhangi bir şeyde ihtilaf ederseniz yukarıda başlıkta da, ihtilaf ettiğimiz herhangi bir şeyde, bu ifade genel bir ifade burada da aynen, فَاِنْ تَنَازَعْتُمْ في شَيْءٍ burada nekreli geliyor. Herhangi bir şeyde münazaa ederseniz, ihtilaf ederseniz ihtilafın halline ilk elden müdahele etmek gerekir yani ihtlafın akabinde eğer ihtilafın halli düşünülmezse, ihtilaf giderilmezse ihtilaftan kurtulmaya çalışılmazsa ihtilafın götüreceği yer iftiraktır yani parçalanma ve bölünmedir.

Görüldüğü gibi ayeti kerimede böyle bir ifade geliyorsa ki çok vardır böyle, mutlak bizim ihtilafa düşeceğimiz iftiraka, parçalanmaya gitmeden önce bunun önünü almamız gerektiği ikaz edilir.

Ayeti kerimede de buyurduğu gibi;

وَلَا تَكُونُوا۟ كَٱلَّذِينَ تَفَرَّقُوا۟ وَٱخْتَلَفُوا۟[4]

Sakın siz ihtilaf edip parçalananlar gibi olmayın diyor. ha ihtilaf edip parçalananlar gibi olmayın derken,

وَلَا تَكُونُوا۟ كَٱلَّذِينَ تَفَرَّقُوا۟ وَٱخْتَلَفُوا۟ مِنۢ بَعْدِ مَا جَآءَهُمُ ٱلْبَيِّنَٰتُ ۚ

Açık deliller geldikten sonra. Açık deliller beyyinat geldikten sonra derken burada beyyinattan kasıt doğrudan doğruya sünnet kastedilir. Çünkü Kurandaki naslar bile bazen çoğu zaman ekseriyetle resul tarafından beyan edilir. Çünkü Kuranı beyan etme hakkı da sadece onundur. Onun dışında Kuranı açıklayabilecek bir niteliğe sahip başka bir nas yoktur.

İşte Kuran ve Sünnet yukarıda iki şey iki şey halinde alta doğru gelirken anlamamız gereken bu. İşte herhangi bir şeyde ihtilaf ederseniz o ihtilaf ettiğiniz şeyi,

فَرُدُّوهُ اِلَى اللّٰهِ وَالرَّسُولِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِؕ

O ihtilaf  ettiğiniz şeyi Allah’a ve resulüne havale edin. Gördüğünüz gibi burada da iki şey var.

Allah azze ve celle’nin zatına nispet edilen ile resulün zatına nispet edilen. Bunu indirilen şey olarak gördüğümüzde kendisine verilen iki şey olarak gördüğümüzde buna kitap ve hikmet diyoruz.

Burada da Allah’a havale edin o ihtilafınızı. Kasıt kitabınadır. Birden bire böyle bir anlam veriyoruz çünkü mevcut taifeler arasında bunun kitap olduğu hakkında ihtilaf yoktur, sorun yoktur. Ama sözde yoktur.

Bizde bunu Allah’ın kitabı kabul ettik, odur denildiğinde ister istemez bunu söylediğiniz kişinin şahsiyetinde oluşturduğu bilgi birikiminde tabanının yoklanılması gerektiğini çünkü Kuran bize yeter diyenlerin tabanında karıştırdığınızda Kuranı ister istemez lafızların sübutunun katiyeti ile lafızların delalet ettiği mananın sübutunda bir ihtilaf vardır. Çünkü nasların sübutu, lafızların sübutu katidir ama lafızların delalet ettiği mana kati değildir onlarda zannidir.

Kuran bize yeter diyenlerin o zanni lafızlar içerisinde dolaştığını görürsünüz. Onun için Allah’a havale edin denildiği zaman biz Kurana kabul ediyoruz ama sahabenin nakleden kimselerin resulden aktardığı, resulün açıkladığı vahiy olan ikinci kısmı yani sünnet ile açıklanan kısma bakma zorundayız.

وَالرَّسُولِ derken sünnet ‘i, hikmeti, ikinci kısmı kitap ve hikmeti kast ettiği çok açıktır. Burada yine ayetin siyakından anladığımız şu oluyor, ihtilafın vukuu normal bir olay. İhtilaf edilir herkes ihtilaf edebilir hatta belki ihtilafa örnek bu mevzuda sahabe de diyebiliriz, ihtilaf ettikleri meseleleri nasıl halledeceklerini düşünmüşler, yapmışlar o zaman onlar bu ihtilaftan kurtulamadıysa bizim kurtulmamız hiç mümkün değildir.

Ama ne yazık ki bizde sahabenin ihtilafını biz örnek olarak sunuyoruz. İbretlik değil. O zaman bizim ihtilafımız sorun değil, ihtilaf anında ne yapacağımızı bilmek ve hemen onu yapmaktır.

 اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِؕ  eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız diyor.

İhtilaf anında yapılacak şeyi yapmak Allah’a ve ahiret gününe imanın şartı olarak zikrediliyor. O yaptığımız hareket imanın gereğidir. Hatta bunu anlatırken size imanın cüzü olarak kabul ettiğimiz bir çok şeyde mesela komşulukta anlattığımızı hatırlıyorum size,

مَن كان يؤمِنُ باللهِ واليومِ الآخِرِ فلْيُحسِنْ إلى جارِه Allah’a ve ahiret gününe inanan komşusuna iyi davransın diyor.

Şimdi bu hadisi şerifi duymak bilgidir, uygulamaya gelindiğinde insanlar kendi yorumları ile yaklaşıyorlar. Nasıl yaklaşıyorlar? Komşusu ona iyi davrandığı müddetçe o komşusuna iyi davranıyor. O bana iyi davranmıyorsa ben neden ona iyi davranayım diyor, makul bir izah şekli de bulabiliyor.

Ağzı güzel söz eden birisi ise anlatabiliyor da ama burada Allah’a ve ahiret gününe inanan diyor. imandan bir cüzdür, komşusuna iyi davransın. Şimdi komşum bana iyi davranmıyorsa onun bunda sorunu var. O buna inanmıyorsa bu ameli yapmamak ile bende onun bana davrandığına mukabil ancak öyle davranırım diyorsam komşumun dalaleti bana da bulaşıyor, beni de sapıttırıyor.

O inanmıyorsa Allah’a ve ahiret gününe ben de inanmıyorum demek olur bunun anlamı. Demek ki komşumuz bize nasıl davranırsa davransın, bizim ona davranma şeklimiz bize anlatılmış öğretilmiş, sen ona iyi davranmak zorundasın o sana kötü de davransa.

Çünkü müstakillen tek tek her kim Allah’a nekreli olarak geliyor her kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa komşusuna iyi davransın diyor. burada da eğer Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsanız derken, Kurana inanırız, Sünnet ‘e de inanırız, ahirete dönük bilgilerin hepsi bu ikisinde geliyor buna da inanırız. Yani ahirette size vaad edilen bir azap var.

Çünkü vaad edilen bir azap var, buradaki ihtilaf halledilmezse iftiraka götürüyor. Az önceki okuduğum ayetin devamında da,

وَلَا تَكُونُوا۟ كَٱلَّذِينَ تَفَرَّقُوا۟ وَٱخْتَلَفُوا۟ مِنۢ بَعْدِ مَا جَآءَهُمُ ٱلْبَيِّنَٰتُ ۚ وَأُو۟لَٰٓئِكَ لَهُمْ عَذَابٌ عَظِيمٌ

Kendilerine açık deliller beyyinat geldikten sonra ihtilaf edip parçalananlara orada büyük bir azap var diyor. eğer o ihtilaf beni iftiraka parçalanmaya götürecekse o parçalanma da beni bir azaba müstahak kılacaksa o zaman ben bu ihtilafı halletme zorundayım.

Birileri ister onu halletmeye çalışsın ister çalışmasın ama benim yapmam gereken bu.

Her an buna en azından cevap bulamıyorsanız size sorulacak sorunun cevbına hazır olmanız gerekiyor. Yani ihtilaf eden, iftiraka sebep olan siz olmamalısınız.

İşte bu yapacağınız şey sizi sizin için en hayırlı bir yöntemdir. Bunu da daha önceki derslerde anlattığım gibi bakarsanız dinlerseniz göreceksiniz, ihtilafa mani olmanın çok yolları vardır.

Nasıl ki ihtilafa düşmenin çok yolu varsa ihtilafa mani olmanın da yolları vardır.

Bu sizin için en güzel bir neticedir yapmanız gereken. Yani netice hem dünyada istenilen sağlanılmış olur hem de ahirette sağlanılmış olur.

İhtilafın vukuunda yapmamız gereken yani müraacat etmemiz gereken iki şey derken bunu biz ayetten ele aldık,

İrbad ibn sariye radıyallahu anhu dan gelen bir hadisi şerifte şöyle naklediyor;

صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ ذَاتَ يَوْمٍ bir gün Allah Resulü bize namaz kıldırdı.

ثُمَّ أَقْبَلْ عَلَيْنَا sonra bize doğru döndü. فَوَعَظَنَا bize vaaz etti. Allah resulü iki şey ile vaaz ediyordu. مَوْعِظَةً بَلِيغَةً çok beliğ sözler söyledi. Açık, net, herkesin duygusuna dokunacak şeyler öyle oldu ki,

ذَرَفَتْ مِنْهَا الْعُيُونُ gözler yaşardı diyor. وَوَجِلَتْ مِنْهَا الْقُلُوبُ kalpler ürperdi diyor. o kadar beliğ hoş bir vaaz etti. فَقَالَ قَائِلٌ ordan birisi dedi ki,

يَا رَسُولَ اللَّهِ، كَأَنَّهَا مَوْعِظَةُ مُوَدَّعٍ sanki bu bir veda konuşması. Sanki bir ayrılış.

فَمَا تَعْهَدُ إِلَيْنَا؟ bize ne tavsiye edersin, bize ne nasihat edersin?

Belli ki zeki birisi, burada adı zikredilmiyor ve nakillerde de kim olduğuna dair ben bir şey bilmiyorum. Bize ne anlatırsın, ne nasihat edersin, neyi tavsiye edersin?

Allah resulü diyor ki;

قَدْ تَرَكْتُكُمْ عَلَى الْبَيْضَاءِ لَيْلُهَا كَنَهَارِهَا ben sizi gündüzü gibi gecesi de apaydınlık olan bir hal üzere bırakıyorum. Yani gecesi de gündüzü gibi aydınlık.

Bu neyi gösteriyor, ben sizi aydınlık üzere bırakıyorum. Muğlak, anlatılmamış, tereddütlü, izah edilmemiş, sizi zora sokacak hiçbir şey bırakmadım. Gecesi de gündüzü gibi apaydınlık.

لَا يَزِيغُ عَنْهَا بَعْدِي إِلَّا هَالِكٌ işte onlardan sadece kalbinde batıl hastalığı, batıla meyletme hastalığı olan helak olucak kişi ancak yan çizer diyor.

أُوصِيكُمْ بِتَقْوَى اللَّهِ size Allah’tan korkmayı tavsiye ederim.

وَالسَّمْعِ وَالطَّاعَةِ idarecilerinizi, ilim ehlinizi ne ise sizden olan emir sahiplerinizi dinlemeniz, onlara itaat etmenizi.

وَإِنْ كَانَ عَبْدًا حَبَشِيًّا sizin üzerinizdeki idareci olan Habeşli siyah bir köle de olsa,

 مَنْ يَعِشْ مِنْكُمْ بعدي benim vefatımdan sonra sizden hayatta kalanlar, yaşayanlar    فَسَيَرَى اخْتِلَافًا كَثِيرًا  çok ihtilaflar görecekler diyor.

Benim vefatımndan sonra sizden hayatta kalanlar, yaşayacaklar çok ihtilaf görecekler diyor.

فَعَلَيْكُمْ بِسُنَّتِي gördüğünüz gibi sizin yapmanız gereken sünnetime yapışmanızdır   وَسُنَّةِ الْخُلَفَاءِ الرَّاشِدِينَ الْمَهْدِيِّينَ من بعدي sonra halifelerimin ve onların yolundan gidenler. Raşit halifelerin yolundan gidenler.

Burada benim sünnetime size sünnetimi bırakıyorum ve halifelerin yolunu derken bunu sünnet şeklinde ele alamayız resulün yolu indirilen o hikmete dayalı, hulefai raşidinin yolu resule inen o hikmeti uygulayan kimseler olarak, onu doğru anlayıp doğru uygulayan kimseler olarak anlatılır. Devamında da diyecek;

تَمَسَّكُوا بِهَا  gördüğünüz gibi ona sımsıkı yapışın, neye benim Sünnetime.

بهما demiyor. İkisine sımsıkı yani hem benim sünnetime hem de hulefai raşidinin sünnet ‘ine ikisine sımsıkı yapışın demiyor. Benim sünnetime ve hulefai raşidinin yani müminlerin yolundan giden o yola tabii olun diyor.

وَعَضُّوا عَلَيْهَا بِالنَّوَاجِذِ azı dişi ile yakaladığınız gibi insan sağlam tutmak istediği şeye azı dişi ile yakalar. Azı dişi ile tutarmış gibi tutar.

وَإِيَّاكُمْ وَمُحْدَثَاتِ الْأُمُورِ sakın ha dinde yeni çıkan şeylerden sakının, uzak durun. Onlara karşı tedbirli olun. O kadar uyanık olun ki sizi bile kucaklamasın sonunda

[1] Ali imran 159

[2] Bakara 231

[3] Nisa 59

[4] Ali imran 105

فَإِنَّ كُلَّ مُحْدَثَةٍ بِدْعَةٌ dersin girişinde de söylediğim gibi siz yeni çıkan her şey din adına söylenen her şey kasıt budur. İster biz söz ister bir fiil dine yamanmış ne olursa olsun bunlar bidattir. Yani Kuranın ve sünnet ‘in, kitabın ve hikmetin dışında hangi söz din adına bir şeyler bize anlatılıyor söylenilmiş kabul ettirilmiş ise en ufak bir amel bile bu din adına yapılıyorsa.

Bunun dinde bir yeri olmalı. Bu ya Kuranda olmalı ya da sünnet ‘te olmalı. Bunun dışında kimden gelirse gelsin bu dalalettir. Kim tasvip ederse etsin o dalaleti tasvip ediyor. Hatta Kuranın ve sünnet ‘in kardeşlik adına söylenilmiş sözleri akidede taban tabana zıt düştüğümüz kimseler için kullanarak onları bidatları ile bize yaklaştırma bu kardeşlik adına yapılıyor.

O şeyin tehlikesi yaptığı işe göre bir cürüm alır.

Allah resulü sallallahu aleyhi ve sellem’e indirilen iki şey

Yazıya Döken: Ankaralı Mehmet Şahin

İman Dersine Geçmek İçin Buraya Tıklayın 

Similar Posts