Geçmiş ümmetlerin dalalet sebeplerinden biriside ihtilaf edip parçalanmaları
Muhterem Kardeşlerim!
Geçen haftaki sohbetimizin başlığı geçmiş ümmetlerin dalalet sebeplerinden birisi de ihtilaf edip parçalanmalarıdır. Olarak isimlendirmiştik. O birinci kısım. Bu günkü bölümü ise ikinci kısım olarak ele alacağız.
Selefilik hakkında bilinçsiz olarak herkes tarafından sarf edilen sözlere teker teker cevap verme yerine, biz selefi menhec üzere olmanın anlamı bunu önce itikadımız ile ele alıp, başlayıp hele hele iman mevzuundaki ihtilaflar hiç hoş görülecek ihtilaflar değildir. İnsanların bu mevzuları ele alışlarına baktığınız zaman sanki tamamlanmış bir dinin tamamlanmayan en önemli meselesi herkesin istediği şekilde söz edebileceği bir mevzuymuş gibi ele alınıp,
ihtilafın umumen bize zararları
düşünülemiyor. Mesela getirdiği zararlar, bizim başlattığımız zamanlar sonra bunun ile zararlar hesap edilemiyor. Yani düşünülemiyor. Ümmet’in omurgası olarak düşünülen vahdet, ümmetin birliği, sanki telafi edilemeyecek bir noktaya gelmiş, telafi etmekten aciz olan kimseler bunu insanlara hoş gösterme yolunu seçmişlerdir. Ümmetin vahdeti zayi edilince din düşmanları ile İslam düşmanları ile dinler arası diyalog, hoş görü, medeniyetler ittifakı adı altında çalışmalar gündeme gelmiş. Menhece göre, Selefin menhecine göre tekfir edemeyeceğimiz kimseleri öyle dışlamışız ki onlara öyle bir nefret ve buğuz ile yaklaşıyoruz ki bunun aksine din düşmanlarına hoş görü, müsamaha, dinler arası diyalog arayışlarına koyulmuşuzdur. Bakıyorsunuz bir zaman biz öyle ittifaklar kuruyoruz ki bu ittifak sadece İslam’a zarar veriyor.
Bir zamanlar ben Kıbrıs çıkartmasında Pakistan’da idim, kuatra şehrinde hava üstünün bulunduğu yerde oradan da Medine’ye geçmiştim daha sonra konuşurken, sohbet ederken yurttaki talebeler ile bizden büyük Mısırlı birisi öne atılarak Ümmetin ittifakından bahsediyor. Ben söz aldım, madem ümmetin ittifakını bu kadar önlüyorsunuz da Kıbrıs çıkartmasında neden Yunanlıları tuttunuz dedim. Tabi onun vereceği cevabı hiç beklemiyordum. O da gecikmeden cevaben, siz bu kadar ittifak taraftarısınız madem neden İsrail kurulurken onları desteklediniz bizim yerimize? Tabi cevabı alınca sustum. Daha sonra o arkadaş ne Mısırlılar ne de Türkler, ne İsrail’i destekler ne de Yunanlıları, bu desteği hükümetler yapıyor. Dış güçlerin maşası olan hükümetler yapıyor şeklinde bir söz etmişti.
Biz bir zamanlar İsrail’in yanındaydık, Avrupa’nın yanındaydık, Amerika’nın yanındaydık şimdi Rusya ile beraber hareket ediyoruz. Tabi ikili ilişkilerde devamlı menfaatler öndedir. Milli menfaatler, çıkarlar öndedir. Karşı tarafın din düşmanlığı mesela Çin’e yaklaşıyoruz ama Uygurlara yapılan zulüm hiç gündeme gelmiyor. Resmi müesseseler tarafından gündeme taşınmıyor. Tabi bunu siyaset diyerek herkes bir bahane sunuyor, sunuluyor. Bizim oluşturduğumuz sorunlar en büyük müşkülat kabul ettiğimiz şu ihtilaf etme, İmandaki bu denli sorun da imani meselelerdeki sorunlar da anlatılmayan bir meselenin sorunları değildir. Bunu katiyetle ne Kur’an’a ne de Sünnete nispet edemeyiz. Kaynak olarak ne Kur’an’ı gösterebiliriz ne de Sünneti nispet dahi edemeyiz. Eğer biz Kur’an’a inanıyorsak, Allah azze ve celle geçen hafta bir kısmını işlemiştim, diyor ki;
وَلَا تَكُونُوا۟ كَٱلَّذِينَ تَفَرَّقُوا۟ وَٱخْتَلَفُوا۟ مِنۢ بَعْدِ مَا جَآءَهُمُ ٱلْبَيِّنَٰتُ[1]
Sakın sizden öncekilerin açık deliller geldikten sonra ihtilaf edip parçalandıkları gibi olmayın. Onlara benzemeyin.
Bu geçmiş ümmetlerden kastı da bizden öncekilerden maksadın Yahudi ve Hristiyanlar olduğunu hadisten açıklamıştık. Şimdi ikinci zikrettiğimiz ayette de demiştik ki;
وَمَن يُشَاقِقِ ٱلرَّسُولَ مِنۢ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ ٱلْهُدَىٰ[2] kendisine doğru yol açıklandıktan sonra resul tarafından açıklandıktan sonra yani açık, sarih delillerden sonra her kim resule muhalefet ederse, ona ters düşerse diyor. Demek ki bizden önceki ümmetlere uymaktan sakındırılmışsak demek ki böyle bir olay vuku bulacak demektir. Ayette de açık deliller geldikten sonra ihtilaf etme. İhtilaf edenler şunu iyi bilmeliler ki açık delillere muhalefet mevzu bahistir burada. Anlayamadığı bir şeye sebep düştüğü ihtilaftan kaynaklanma değildir. Anlatılmayan bir şey de değildir. Hele bunu Kur’an’a nispet etme. Mesela Ayeti Kerime’de ;
أَفَلَا يَتَدَبَّرُونَ ٱلْقُرْءَانَ ۚ وَلَوْ كَانَ مِنْ عِندِ غَيْرِ ٱللَّهِ لَوَجَدُوا۟ فِيهِ ٱخْتِلَٰفًا كَثِيرًا[3]
Onlar Kur’an’ı (11:16 bak) ayetin serahati o kadar açık ki hiç kimse tutup iki görüş arasındaki ihtilafın dinden kaynaklandığını, ayeti böyle anladıklarını söyleyerek meşrulaştırma çabasına girmesi bu Selefi menhece zıttır. Kur’an’ı reddetmektir. Şu geldiğimiz noktaya bakacak olursanız sanki hiç beklenilmiyormuş gibi vukuu bulan olaylar taa meselenin başında. Ben bundan yirmi sene önce kayıtlarımızda var, İslamoğlu’nun Yahudileşme temayülü isimli kitabını bana verdiğinde, kitabın adı çok güzel, iyi bir isim konmuş ama bizzat bu kitabın kendisinde Yahudileşme temayülü var. Yolun görünüyordu biz en son söylenecek sözün nereden, nasıl geldiğini sahip olduğumuz menhec ile Allah’ın izni ile tahmin edebiliyoruz. Bunun sonu bu diyoruz, buraya varacaktır diyoruz. Ve bütün bunların temeli kamuflaj şeklinde yorum diyerek, tevil diyerek hatta tevil kelimesinin müevvil tevil eden mazurdur diye bir kılıf uyduruluyor. Tevil eden mazurdur hemen dalalet ile sapıklık ile küfür ile itham edilmez diye bir söz ediyoruz ama bu kimin için? Cidden nassı bilmeden, nassı bilmediğini nasıl anlarız? Nassı duyar duymaz kabul ederse onun demek ki bu meseledeki nassı bilmediği içindir deriz. Çünkü kabulde zorlanmaz. Bu insanların bilmediklerinden düştükleri bela ve müsübet olarak düşünmeyiz bunu çünkü kabulde de zorlanıyor. Halbuki bilmeden o hatayı yapan, nassı duyduktan sonra kabullenmede hiç, katiyetle zorluk yaşamamalıdır, yaşaması da mümkün değil zaten burada.
Biz bu sefer ihtilafın veyahut yanlışların, asla ters düşen sözlerin, veyahut bizi rastgele itham etmeler akidemizi, inancımızı tek tek delilleri ile serdederek hem de bu sözler geçmişe nispet edilirken yuvarlak sözler ile değil tasavvuf ehli, ilim ehli böyle diyor dediğinde, kendileri gibi isim sıfatta Allah’ın zatında vahdetil vücuda inanan kimseleri ilim ehli kabul ediyorlar. Kendi geçmişlerini kast ederek ilim ehlini gündeme taşıyorlar. Ve bizim onlara ters düştüğümüz yerlerde ise bizim ilim ehlini takmadığımız, onları umursamadığımız, onlara saygı duymadığımız gündeme geliyor. Ha biz ilim ehli dediğimizde ise katiyetle Mutezilenin veyahut Tasavvufun vahdetil vücud inancında olanların, Şiaların ilim ehli diye tesmiye ettiği, tanıdığı kimseleri kastetmiyoruz. Dürüst olmak gerekiyor, biz ilim ehli dediğimizde Selef menheci üzere Allah’ın dinini yaşayan, yaşamaya çalışan bunu öğreten kimseleri kast ediyoruz. Biz geçmişimizi rast gele insanlara nispet etmiyoruz. Varisleri olduğumuz kimseleri bilen kimseleriz.
[1] Ali İmran 105
[2] Nisa 115
[3] Nisa 82
Biz bu insanların varisi olabiliriz. Onların talebeleri olabiliriz. Ha bu da demek değildir ki biz doğruyu nereden alacağımızı biliriz. İtham ettiğimiz kimseleri de dalalet ile itham etmiyoruz. Vakit kaybetmemek için öğrendiğimiz on meselenin bir yanlışı öğrenerek bunu itikadi meseleler olarak düşünün on tane itikadi mesele öğrenmişseniz, bunun birisi yanlışsa bu sorun olarak yeter. Biz bu ümmetin önderleri kabul edilen hadis ehlini ve bu menhec üzere giden fukahayı ilim ehli olarak görüyoruz. Bunun dışında sairlerinin de yanlışlarının yanında doğrularını kabul ederiz. Daha önce de örnek verdiğim gibi mesela Ebu Hanife rahimehullah usul okuyanlar bunu bilir, zayıf hadisi bile kıyasa tercih etmiştir. Düşünün zayıf hadisi kıyasa tercih etmiştir. Bizim Kur’an’a ve Sünnete ters düşen bir sözümüzü gördüğünüzde o sözümüzü alın duvara çarpın diyor. bunları İkaz’ul Himem de Fullani zikreder. Şimdi Ebu Hanifenin bu sözü varken ben Kerhi denilen Hanefi usulcüsünü usul alimi kabul ederek güya bizim Kur’an’a Sünnete ters düştüğünü gördüğünüz sözlerimizi bulursanız, görürseniz bilin ki o ayet mensuhtur, veyahut o hadis zayıftır diyor. bu menhecini Mutezileden alıp eğer nakil ile akıl çelişirse siz aklı öne alın, nakli tevil edin diyor. bunlar biraz daha kamufle ederek bu sözler söylenilmiş. Ha Bakillani de böyle diyor dedik, Fahrudinu Razi de böyledir diyoruz hatta kendilerinden olduğunu düşündükleri Farabi bile akıl dine uymaz, din akla uyar diyor. biz bu menhecin dalalette olduğuna inanan kimseleriz. Böyle olduğu da Kur’an ve sünnete ters düşmelerinden.
Şimdi dönelim onlar Kur’an’ı tedebbür etmiyorlar mı? Tefekkür etmiyorlar mı? Yani düşünmüyorlar mı kelimesi ile tercüme etmiyoruz. Tedebbür daha derinlemesine, arka planı görerek. Eğer beşer kelamı, Allah dan gayrından olsaydı işte o zaman çelişkiler bulunurdu. Bu söz Kur’an’a ihtilafın nispetini hangi yolla olursa olsun, alimler bunu böyle anlamış, bunu böyle anlamış, bunu böyle anlamış mesela şeriat fakültesinde okuyan birisi قال و قيل (dedi ve denildi)’i ezberlemekten başka bir iş yapmaz. Bu mevzu üzerinde on kavil vardır. On ihtilaf vardır. Yirmi farklı görüşe sahip olmuşlardır. Öğretilen bunlardır. Halbuki biz o meselenin doğrudan doğruya nassını mutlak bizim Selefimiz zikretmiştir. O nassı alırız bu ayete göre falan alimler böyle demiştir, Sahabe böyle yapmıştır ha biz onlara nispet ederiz. Değilse dedikleri gibi bizden bizim ilim ehli düşmanlığı gibi bir hastalığımız yoktur. Ama ilim ehline biz layık olduğu, hak ettiği makamı veririz. Sahip olduğunun üstünde bir makam vermeyiz. Buna haddi bilmek deriz. Bazı yanlışlarına sebep bir insanın buna rağmen onun doğru sözlerini alırız. Kur’an’a sünnete muvafık sözlerini alırız. Kur’an’a sünnete düşmeyen sözlerini de alırız. Ama bizi düşünce olarak dışlayabilmek için bunca alime ters düşüyor sözü veyahut aklı yok sayıyorlar bunu Diyanet riaseti makamında oturan kişi bile Selefiler aklı yok sayıyorlar diyor. aklı yok sayan Sofilerdir, Tasavvuf ehlidir. Akla hak ettiğinden fazla değer veren Muteziledir. Zaten ikisi birbirini doğuran dalalettir. Tasavvuf ehlinin aklı yok sayarak her şeyi his ve duyguya dönük anlayan yanlış doğru olduğunu kabul eden ölçü olarak kabul ettikleri his ve duygulardır. Mutezile ise onlara sebep düşünce üreten, akide üreten bir taifedir. Halbuki biz dalalet, sapıklık adına söylenilen sözleri kimin ne için söylediğini bilsek hiç alakası olmayan vasıflara, rastgele insanlara yüklemeyiz. Düşünün mesela Selefileri tekfir eden ile itham eden cübbeli gibi birisi aslında konuşmalarını takip etseniz kendisi tekfircilik yapıyor. Biz ihtilafı önce baştan zemmediyoruz. Katiyetle ihtilaf,
ihtilafta vukuu kaçınılmaz.
Neden? Çünkü imtihan Allah’ın kullarını imtihan ettiği vesilelerden bir vesiledir. Bunu nasıl anlıyoruz? Yine Kur’an da Allah azze ve celle’nin dediği gibi ;
فَإِن تَنَٰزَعْتُمْ فِى شَىْءٍ eğer herhangi bir meselede ihtilaf ederseniz, biz burada biraz hususileştirelim, dini bir meselede ihtilaf ederseniz hele itikadi boyuttaki meselelerde ihtilaf ederseniz فَإِن تَنَٰزَعْتُمْ فِى شَىْءٍ burada شَىْءٍ kelimesi nekreli gelme yani âm bir ifadedir. Herhangi bir şeyde. Ama biz bunu biraz tahsis edersek, dini bir meselede ihtilaf ederseniz demek ki ihtilafın vukuu devamlı muhtemeldir çünkü Allah Resulü bunu söylüyor;
من يعش منكم فسيرى اختلافا كثيرا İrbad İbn Sariye’nin hadisinde sizden yaşayacak olanlarınız çok ihtilaflar görecektir. فعليكُم بسنَّتي Size Sünnetimi vasiyet ederim. Az önceki ayetin devamında ise herhangi bir meselede ihtilaf ettiğinizde فَرُدُّوهُ o ihtilaf ettiğiniz şeyi
اِلَى اللّٰهِ وَالرَّسُولِ اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜeğer herhangi bir şeyde ihtilaf ederseniz o ihtilaf ettiğiniz şeyi Allah’a ve Resulüne havale edin. İhtilafta vukuu buluyorsunuz, size ihtilafın hal çaresini gösteriyor Kitap ve Sünnet diyor.
ha gayzından bile geberseler bile hadis inkarcılarının oradaki Resulden maksat sünnet. Allah azze ve celle’ye havaleden maksat da kitabıdır yani Kur’an’dır. İhtilafın çözümü olarak gösterilen şeyleri, ihtilafın kaynağı olarak göstermek bu sorunu halledemeyince de ihtilafın rahmet olduğunu söyleyecek kadar da dangalaklaşıyorlar. Şimdi ihtilafın vukuu bu kadar muhtemelse, evet imtihan sebebidir çünkü. İhtilaf ettikten sonra ne yapman gerektiğini sana söylüyor. Allah’a ve Resulüne. Çünkü bu ayetin başında da;
يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُوٓا۟ أَطِيعُوا۟ ٱللَّهَ وَأَطِيعُوا۟ ٱلرَّسُولَ وَأُو۟لِى ٱلْأَمْرِ مِنكُمْ Ey iman edenler, Allah’a itaat edin, Resulüne itaat edin, şimdi biz bunu Türkçe kaideye göre ele alıp Allah’a ve Resulüne itaat edin deyip burada itaati tek emir sigasıyla söylemeyiz çünkü Türkçe de bir cümlede bir kelimenin tekrarı abes sayılır. Ama burada Kur’an bir şeyler vurgulamak istiyor. Allah’a itaat edin, resule itaat edin وَأُو۟لِى ٱلْأَمْرِ مِنكُمْ sizden olan emir sahiplerine de. Burada “de” takısı ile biz ne yapıyoruz? Sizden olan emir sahiplerine beynel kavseyn(parantez arası) itaat edin. Neden bunu Allah’a itaat, resule itaat müstakil emir sigalarıyla zikredildikten sonra Ulul emre itaati “de” takısı ile söylüyor. وَأُو۟لِى ٱلْأَمْرِ مِنكُمْ Allah’a itaat edin, Resule itaat edin ve sizden olan emir sahiplerine de. Çünkü Allah’a itaat mutlak bir itaattir. Resule itaat mutlak bir itaattir. Hiçbir zaman bunlar birbirinin yerine kullanılmamıştır. Kur’an da nerede Allah’a imandan bahsediliyorsa Resule imandan da bahsediliyor. Bize Rabbimizden haber getiren resuldür. Resulden haber getiren Rabbimiz değil. Allah onu resul seçiyor ve ayrıca da vukuu bulacak bütün sorunlara cevap niteliği taşıyan nasları da serpiştirmiş Kur’an’a.
وَمَآ أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلَّا لِيُطَاعَ بِإِذْنِ ٱللَّهِ [1] biz resulleri Allah’ın yani iznimiz ile itaat edilsin diye yolladık. Burada resullere itaat mutlaktır. Ama Allah ve resulün dışında ulul emir denildiğinde İbn Abbas dan, Mücahitten gelen nakilde Ulul Emir buraya umara ve Fukaha olarak anlatır yani idarecilerimiz ve ilim ehli diyoruz. Onlara itaat, Allah’a resule muhalefet olmadığı yerdedir. Görüldüğü gibi ihtilaftan çıkış yolu olarak, Kur’an Sünnet gösteriliyor. Biz tutup ihtilafı Kur’an’a, Sünnete nispet edersek hadi Kur’an’a nispet eden var herkes anlayabilir bakın iman meselesinde zayıf hadisleri sapıtma sebepleri olarak görenlerin öne attığı bahanelerden birisi herkes kendine göre anlayabilir. Mürcienin kaynağına bakın, Haricilerin kaynağına bakın, Mutezilenin, Cehmilerin kaynağına bakın, Mücessimenin, Muşebbihenin kaynağına bakın hepsi Kur’an dan delil getiriyor. Hepsinin bunca farklı akidesini Kur’an’a dayandırması Kur’an ayetlerini birbiri ile çekiştirmesi, sürtüştürmesi, tezat olarak görmesi ihtilafı mazur gösteren sebeplerden sayılıyor kendilerince. Bakıyorsunuz ayetler birbiri çakıştırılıyor. Tutuyor bir kaide koyuyor, amel imandan değildir diye. Onlarca amelin imandan olduğunu ispat eden nas varken, Kur’an dan Sünnetten, hala amelin imandan olmadığı mutlak ifadeleri mukayyetlerinden soyutlayarak misal, aynen من قال لا اله الا الله دخل الجنة “her kim lailaheillallah derse cennete girer.” Bu mutlak bir ifade. Ammi birisine dahi desen ki birisi lailaheillallah diyor ama ben Kur’an’a inanmıyorum dese siz kaidenize göre onu mümin kabul etmek zorundasınız eğer bu nassı mutlak kabul edersen. Şimdi Kur’an’a inanmadan lailaheillallah’ı telaffuz etmenin bir anlamı yok. Veyahut ben Muhammed’e inanmadım diyor illa Muhammeden Resulullah demek gerekmez diyor hatta bunu kanat önderlerinin önde gelenleri söylediler, yaygınlaştırdılar bunu. Bizim basit olarak başladığını gördüğümüz bunca soruna baktığınız zaman ileride ne denli sorunlara çanak tuttuğunu ancak anlayabiliriz. Biz oturup bunlara cevap vermek ile vakit geçirmeyi şeytanın bir hilesi olarak düşünüyoruz. Onları dalaletleri ile meşgul ediyor, bizi de onların dalaletlerine cevap vermek ile yani doğruları anlatmaktan alıkoyup, onların yanlışlarını tashih etmek ile. Çünkü biz doğruları anlatma bizi mazur gösterecek sözler etmek istemiyorum. Her ne kadar bir geçerliliği varsa bile vakit bulamadık, zaman bulamadık, fırsat bulamadık diyebiliriz. Bunu desek kul olarak diyebiliriz ama ayrıca bunun ne kadar Rabbimizin katında mazeret olacağını da düşünmemiz gerekiyor. Kendimizi mi kurtarmaya çalışıyoruz ve cidden bunlar bizim için mazeret midir? Rabbimden bizim için merhameti ile muamele etmesini isteyebiliriz. Bazen öyle oluyor ki biz kusurlarımızı sonradan öğrendikçe yanlışlarımızı öğrenmeye başlıyoruz. Onun için doğru olduğu zannedilen yanlışlar ile bu insanlar eğitilmiş. Şimdi oturun Cübbeli’nin iddiası gibi o meczubun biz ehli Sünnetiz diyor. Bunlar ehli Sünnet düşmanı. Buna tek bir cevap vardır ki kahkaha ile gülmek. Zavallı dersin. Onca ehli sünnet bir kılıf onun Selefinin onlara öğrettiği ehli Sünnet onu biliyor, vahdetil vucüd ehli Sünnetin inancı biliyor. Mutezilenin inancını ehli Sünnetin inancı olarak biliyor. Zaten Maturidilik ile Eşarilik ehli sünnettendir sözünü diyebilmeleri için bir kısım kaideleri Mutezili kalmış bir kısım kaidelerinin ehli Sünnetin kaidelerine uydurmuşlardır.
[1] Nisa 64
Binaenaleyh biz önce ihtilaf hakkında madem ihtilaf hangi meselede olursa olsun öncelikli itikadi, iman, tevhid meselesinde ihtilaf katiyetle medhedilen bir şey değildir. Tek bir kelime de olsa imaen de olsa ihtilafın övüldüğünü, hoş görüldüğünü zikreden hiçbir söz bulamazsınız. O zaman ihtilafın vukuu Nisa da ki ayette dediğimiz gibi, eğer ihtilaf ederseniz işte burada yapmanız gerek ne? Allah’a, resule çünkü geçmiş ümmetlere benzemekten sakındırırken, açık deliller geldikten sonra diyor. Bu din tamamlanmış bir dindir. Allah;
ٱلْيَوْمَ أَكْمَلْتُ لَكُمْ دِينَكُمْ [1] “ben sizin dininizi tamamladım.” Diyor. İhtilaf edilen ne? Anlaşılmayan, ihtilaf yumağı veyahut ihtilafların tümden doldurulduğu bir ihtilaf sepeti mi bırakılmış bize miras olarak. Bu resulü ithamdır. Sahabeyi ithamdır. Ondan sonraki ilim ehlini ithamdır bu. İhtilaf katiyetle zemmedilmelidir. Eğer cehaletimiz sebebi ile ilmimizin kısırlığı sebebi ile herhangi bir meselede ihtilafta vukuu bulduysak, ihtilafa düştüysek o zaman yapmamız gereken şey ne? Aynen geçmiş ümmetleri de sakındırdığı gibi;
وَلَا تَكُونُوا۟ كَٱلَّذِينَ تَفَرَّقُوا۟ وَٱخْتَلَفُوا۟ مِنۢ بَعْدِ مَا جَآءَهُمُ ٱلْبَيِّنَٰتُ [2] açık deliller geldikten sonra ihtilaf edip, ondan sonra tefrikaya düşmeyin. Husumetin oluşması nerede nasıl ihtilaf edersek edelim, Allah’a ve resulüne inanıyorsak o meseleyi Kur’an ve sünnete havale husumet peydahlamak için onu kuluçkaya yatırmamalıyız. Çünkü ihtilaf, sorun gördüğünüz bir meseleyi halletmeyi düşünmezseniz buradaki arızanın anlayamayışımız nasları bir arada yakalayamayışımız diye düşünmemiz gerekirken onu ihtilaf sebebi yapıp, husumete dönüştürüp, herkes sahip olduğu düşüncenin müdafisi, davetçisi oluyor. Yapmamız gereken bizim Selefimize baktığımızda Edebül hilaf adı altında bir çok eserler telif etmiştir. Büyük büyük değil, küçük küçük hacimde risaleler vardır. İhtilaf edelim, nerede edersek edelim ama bu ihtilafı husumete sebep kılmamalıyız. Aramızda bir sorun var ama husumete sebep değil. Onu halletme yoluna bakmalıyız. Halletme yolu da o kadar net, sarih bir şekilde denilmiş ki sizden yaşayacak olanlar, benden sonra yaşayacak olanlar çok ihtilaflar görecek hadisi de dahil, İrbad İbn Sariye’nin hadisi aynen ayette herhangi bir şeyde ihtilaf ederseniz, فَرُدُّوهُ إِلَى ٱللَّهِ وَٱلرَّسُولِ veyahut İrbad İbn Sariye hadisinde zikrettiği gibi, Sünnetimi. Çünkü Kur’an’ın beyan edicisi tek Allah Resulüdür. Bu beyanı nakleden sahabedir. Ve sahabeye karşı tavrımızı da resulden sonraki sahabenin fazileti, Hulefai raşidinin çünkü devamında da;
فعليكم بسنتي وسنة الخلفاء الراشدين المهديين من بعدي، عضوا عليها بالنواجذ benim Sünnetimi ve Hulefai raşidin’in yoluna. Şimdi benim sünnetim derken resule nispet edilen sünneti ıstılahi anlamı ile tercüme ediyoruz ama Ebu Bekir’e, Ömer’e nispet edilen sünneti onların yolu, onların üzerinden sahabenin yolu. İkinci zikrettiğimiz ayette zaten;
وَمَن يُشَاقِقِ ٱلرَّسُولَ مِنۢ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ ٱلْهُدَىٰ وَيَتَّبِعْ غَيْرَ سَبِيلِ ٱلْمُؤْمِنِينَ müminlerin yolundan ayrılarak. Kur’an’ı Sünneti Kur’an’ı beyan ettikten sonra bunlar vasıtası ile yaşanıp bize aktaran kimselerde gelen değil, tek başına biz Kur’an’ı Sünneti anlayarak amel edebiliriz değil. Bunun sağlaması Sahabedir. Arkasından da bakara da zikredilen ayette;
فَإِنْ ءَامَنُوا۟ بِمِثْلِ مَآ ءَامَنتُم بِهِۦ فَقَدِ ٱهْتَدَوا۟ eğer onlar, sizin dışınızdakiler sizin gibi iman ederlerse ancak hidayet üzere olurlar.
Bizim için dini yaşamada, Kur’an’ı Sünneti anlayıp yaşamada takip edeceğimiz topluluk sahabedir. Sahabe, süslü lafızlar ile övülüp, makamlarının üstünde bir makama çıkarılan değil, Allah’ın onları yerleştirdiği makam yeterli. Bunun için de ayrıyeten dersler var. Sahabe, resulün arkadaşları umumen ve hususen tezkiye edilen, Allah’ın tezkiye ettiği kimselerdir. Her şeye rağmen tezkiye ettiği kimselerdir. Bunları bir başlık halinde de olsa şuan bu esas yapacağımız dersin girişinde biz Kur’an’ın, Sünnetin ve Sahabenin o meseleyi anlayış tatbikinin dışına çıkamayız. Bunların güvendikleri akıl kendilerine de yetmiyor. Yetmez. Aklı süvari yapmış, kendisi binek olmuş. Ama vahiy süvaridir, akıl binektir. Sonra bundan kaynaklanan sözler ile aklın yolu bir yani bizi akıl birleştirir. Hayır akıl ayırıyor. Vahye teslimiyet bizi birleştirir. Aklın yolu bir değil binlercedir. Akıl ve nakil çakışırsa sözü bundan kaynaklanır. Bu insanlar kendi mesleklerinde meşreplerinde uzman kişiler yani muhassıs kimseler olabilirler. İbn Sina tıpta cidden bir meslek sahibi olabilir. Ama dinde değildir. Dine uymayan akıl, vahşi bir at gibidir binemezsin. Felsefenin yaptığı bu. Yok sayılan akıl ile de her şey ilah görürsün vahdetil vücudun yaptığı gibi. O zaman biz iyi bilmeliyiz ki ihtilaf sakınmamız gereken en büyük tehlike bizim için. Düşünün Kur’an’ı tefekkür etmiyorlar mı değil, tedebbür etmiyorlar derken şu ihtilafın hepsi beşer kelamının çokça kullanılıp, vahyin ham madde mertebesinde kullanıldığı meselelerdedir. Yani beşer kelamı anlayışı karışmıştır. Kur’an vahiy olduğu gibi onun beyanı da böyle olmalı. İnsanlara bırakırsan aha ihtilaflar böyledir. İleriye doğru bazı imkanların müsaitliğine sebep bunu farklı mevzularda da anlattım geçmişte bir kitap sahibi olabilmek için Buhari’yi baştan sonuna okuyup yazmak gerekirdi, yazdığını tekrar şeyhe arz ediyorsun tasdik ediyordu. Ama şimdi iki yüz lira veriyorsun Buhariyi alabiliyorsun. Bu imkanların müsaitliği nispetinde insanların daha çok meselelere, delillere, Kur’an dan ayetten. Geçmişte Kur’an sahibi olabilmen için yazman gerekirdi, birisine para ile yazdırtman gerekirdi. Kur’an bile elde edemiyordun okumak için. Ama şimdi bu fırsat açılınca önüne geçilemeyeceğini anlayınca hadis inkarcılığını gündeme taşıdılar. Bunun sonu Kur’an inkarcılığı ile aha Özütürk müdür, Pistürk müdür çıktı, bundan senelerce önce kendisi zaten buraya gelmeden evvel Adana da ilahiyat da tefsir hocasıydı. Dalaleti ta oradan görülüyordu. Bu sözünü de şuan medyada dolaşan altı ay önce konuştuğu bir söz, ha biz bu sözü duymadan önce de bunun yolunun sonu burada biter diyorduk. Bizim şimdi Fethullah’ın ne olduğu ortaya çıkınca Erbakan hoca da demişti, Kadir Mısıroğlu da demişti falan da demişti herkes demişti. Biz görüyorduk zaten. Bu yolun sonu orasıdır. Ha öbürküleri de göreceksiniz, biraz erken biraz geç İslamoğlunu da göreceksiniz burada. Veyahut en son nokta Yaşar Nuri’nin dediği gibi deizm de bitecektir. Deizm işte şu ihtilaftan çıkamayan çaresizlerin selamet yolu oldu. Birbirine uymayan birbirini dışlayan devamlı birbirine karşı sözlerin içinde bulanıyor bu insanlar. Kimin haklı, isabetli olduğunu düşünemiyor, muhakeme edemiyor. Çıkış yolu da deizm’i buluyor. Bir yaratıcı var, ateizm bitti modası geçti onun deizm bir yaratıcının varlığını kabul ederek yoluma devam. Her şey helal, her şey serbest, her şey mübah. Ha bu adamların sözleri de ben buradan ayrılıyorum, yapacağımı yaptım. Doğru bu ümmete bırakacağı belayı bıraktı. Allah kendisini o belasının içinde boğsun. Ha tutup da Cübbeli gibi meczubun bu adamları tenkit etmeye hakkı da yok kendi düşünceleri bu adamı bu hale getirdi. Kendi yaptıkları bu insanları bu hale getirdi. Bunlar, bu gibi dalalet fırkalarının hepsi birbirini doğuran sapıklıktır. Hani deriz ya, yanlış yanlış ile düzeltilmez. Benim yanlış görüşüm bir başkasının yanlış görüşü ile düzeltilmez. Benim görüşüm, Kur’an’a Sünnete, Sahabenin menhecine ters düşerse düzeltilir. Değilse yumurta tokuşturur gibi hangisi kırılacak diye bir dövüş olamaz.
[1] Maide 3
[2] Ali İmran 105
Bunun yanında şu gibi çaresizliğin diyelim neticesi olan deizm de çünkü vahdeti sağlayamıyorlar. İnandım diyen insana bunca düşmanlık yaparken dinler arası diyalog Hatay da kilisenin, havranın, mescidin olduğu bir yer yaptılar, park. Dinler arası diyalog. Allah diyor ki Kur’an’ı kerim de;
يَٰٓأَيُّهَا ٱلَّذِينَ ءَامَنُوا۟ ٱتَّقُوا۟ ٱللَّهَ حَقَّ تُقَاتِهِۦ وَلَا تَمُوتُنَّ إِلَّا وَأَنتُم مُّسْلِمُون
وَٱعْتَصِمُوا۟ بِحَبْلِ ٱللَّهِ جَمِيعًا وَلَا تَفَرَّقُوا۟ ۚ وَٱذْكُرُوا۟ نِعْمَتَ ٱللَّهِ عَلَيْكُمْ[1]
Allah’ın ipine sımsıkı yapışın, bu ayeti yeni duymuyorsunuz her fırkadan duyuyorsunuz sakın parçalanmayın, Allah’ın sizin üzerinizdeki nimetini düşünün, kadrini bilin إِذْ كُنتُمْ أَعْدَآءً siz hani bir zamanlar birbirinize düşmandınız فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ kalplerinizi telif etti فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِۦٓ işte وَٱذْكُرُوا۟ نِعْمَتَ ٱللَّهِ عَلَيْكُمْ derken فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِۦٓ hidayet, İslam nimeti ile kardeşler oldunuz. فَأَصْبَحْتُم بِنِعْمَتِهِۦٓ وَكُنتُمْ عَلَىٰ شَفَا حُفْرَةٍ مِّنَ ٱلنَّارِ فَأَنقَذَكُم Siz ateşin kenarındaydınız düştü düşecek üzereydiniz ve sizi oradan kurtardı. Şimdi bu nimeti düşünmezsek, şükretmezsek, bundan istifade etmezsek Allah herhangi bir meselede ihtilaf ettiğinizde bunlara havale edin derken hem de ihtilaf ettikten sonra Kur’an’a Sünnete havale اِنْ كُنْتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّٰهِ وَالْيَوْمِ الْاٰخِرِۜ Allah’a ve ahiret gününe inanmanın şartı olarak zikrediliyor. İşte imtihan bu. Herkes baksın ihtilaf ettiği meseleyi şeyhinin görüşüne mi, hocasının görüşüne mi, abisinin görüşüne mi neye havale ediyor? Bir zaman don giymesini bilmeyen birisi bile sözleri Anadolu ifadelerinden biraz uzak tutmaya çalışıyorum Allah Resulünün hadis ile amelini zikrediyoruz o yüzlerce alimden ona ters düşenin sözlerini getiriyor. Bunca alimin sözü reddedilir mi? Bu nebinin sözü reddedilirse onun iki katı alimin sözü de reddedilir. Çünkü İmam Malik’in dediği gibi, “herkesin alınır ve reddedilir. Ama bu kabrin sahibinin sözü sadece alınır” diyor. Demek ki Allah bizim zaten baştan bu İslam nimetini ihsan ederek bizi kardeşler kılmış. Bu kardeşler elde silah birbirleri ile vuruşsa bile فَأَصْلِحُوا۟ بَيْنَ أَخَوَيْكُمْ [2] kardeşlerinizin arasını ıslah edin. Çünkü müminler kardeştirler diyor. Hele bu ortamda hatalarımızın boyutu ne olursa olsun. Buna sebep işte biz cehaletinin ne kadar geçerli, mazeret olduğunu tespit edemediğimiz için resul de edememiş. Onun için bu işi, hüküm vermeyi ilim ehline bırakın. Biz imanı öğrenelim, imanı bozan şeyleri öğrenelim birisinin imanı hakkında hüküm vermeyi de kadıya bırakın. Resul dahi tespit edememiş. Mekke de amcası hakkında tövbe istiğfar edeceğini söylemesine sebep ikaz edilen resul, Medine ye hicret ettiğinde annesinin kabrini ziyaret etmek ister, onun için tövbe istiğfar etmek ister, izin ister Allah dan. Allah resule annesini kabrini ziyarete izin verir. Ama istiğfara müsaade etmez. Eğer resul annesinin hangi konumda olduğunu tespit edebilseydi veyahut bilseydi amcası için diyor, açıkça şirkte öldüğü bilinenler için nebiye, müminlere ne oluyor ki tövbe istiğfar etmeye kalkarlar? İbrahim’in babası için tövbesi ona verdiği bir sözden ibaretti. Ama onun dalalette olduğunu öğrenince bundan vazgeçti diyor. Resul dahi tespit edemiyor. Neden? Annesi cahiliye döneminde Resulden otuz dört sene önce yani Resul Nebi olmadan otuz dört sene önce vefat etti. Bunun davetine de muhatap olmadı. Ama görülüyor ki geçmişten de sorumlu tutulduğu şeyler vardı. Onun için biz bir kişinin hükmünü değil, senin bu yaptığın şirk diyebiliriz, senin bu söylediğin söz küfür diyebiliriz, bu amelin şirk, küfür diyebiliriz ama sen kafirsin sözünü demiyoruz. Bu haddini bilmedir on söz etsen, yüz söz etsen, hepsinde isabet edip doksan dokuzunda, birinde edemesen o bela yeter sana. Küfre düşmenin en kolay yolu nedir? Müslüman birisine sen kafirsin demektir, sebebini bilmeden. Resul annesi için istiğfar istiyor müsaade edilmiyor. Ama Allah başka bir ayette diyor ki;
لَوْ أَنفَقْتَ مَا فِى ٱلْأَرْضِ جَمِيعًا [3] yeryüzünde olan her şeyi infak etsen bile, harcasan bile, feda etsen bile مَّآ أَلَّفْتَ بَيْنَ قُلُوبِهِمْ onların kalplerini sen telif edemezsin. Kalplerini birbirine yani yüz yüze getiremezsin. Katiyetle bu senin işin değil. وَلَٰكِنَّ ٱللَّهَ أَلَّفَ بَيْنَهُمْ ۚ ama Allah onların kalplerini telif etti, eder de. O zaman burada kalpleri telif etmek, vahdeti sağlamak, her şeye rağmen vahdeti sağlamak. Muaviye’nin Ali’ye karşı isyan edip baği olduğunu biliriz. En sarih nasta bile yani bu ayette iki Müslüman taife karşılaşıp harp ediyorsa kardeşlerinizin arasını ıslah edin diyor. Ammar’a da diyor ki,
يا عمار تقتلك الفئة الباغية Ammar seni baği bir topluluk öldürecek. Muaviye nin taraftarları Ammar’ı şehit etti. Buna rağmen fitneye sebep olmamak için Hasan r.a hilafetten vazgeçiyor, Abdullah İbn Ömer gidip her şeye rağmen Muaviye ye biat ediyor. Çünkü o fitne ümmete daha büyük bir zarar getirecekse, evet. Çünkü Allah kalpleri tevil eder. Ama biz vahdeti, bir olmayı bir emirin idaresinde herkes emir ya hele Türkiye de saysan elli tane emir çıkar. Elli de hak cemaat çıkar kendilerine göre. Geçen derste dedim, zaten bu parçalanan taifelerin özelliğidir, herkes kendi düşüncesinin haklı olduğunu. Senelerdir derslerimizde münasebetine binaen sakın biz haktayız demeyin, hakta olduğunuzu ispat etmeye çalışın diyoruz. Bu senin gayretin ile olur, bir Müslümanın seni ikaz etmesi ile olur hatta ilmi olmayan birisinin gelip sana söylediği söz, seni o sorundan kurtarabilir. Buna sebep Ebu Mesud El Ensari’nin r.a önce anlatıyor, iki üç şekilde gelen rivayet var;
كان رسول الله صلى الله عليه وسلم يمسح مناكبنا في الصلاة ويقول استووا ولا تختلفوا فتختلف قلوبكم
Namaza duracağımızda gelir omuzlarımıza dokunur, düzgün durun, biraz önde biraz geride kalmayın, ihtilaf etmeyin sonra kalpleriniz telif eder.
Ondan sonra Ebu Mesud El Ensari Medine’ye geldiğinde Allah Resulü zamanında görüp, bizde göremediğin neler diye sual ederler, o da diyor ki saflarınız. Düzgünlüğünü kaybetmiş zaten siz de şuan çok şiddetli ihtilaflar içindesiniz diyor.
Görüyor musunuz ihtilafı nereye bağlıyor? Saf namazın dışında bir ameldir ama Allah resulünün saf hakkındaki söylediği sözlere bakarsanız,
Sizler meleklerin rableri huzurunda saf tuttukları gibi saf tutmaz mısınız diyor.
Bizim namazdaki saf ibadetimiz Meleklerin Rableri katındaki ibadetlerinden bir cüzdür. Demek ki ihtilafa zerre mecal yok, eğer biz amellerimizde, itikadımızda sorun yaşamıyorsak.
[1] Ali İmran 102-103
[2] Hucurat 10
[3] Enfal 63
SORU CEVAP KISMI
Dersin içerisinde Cübbeli Ahmet’e meczup dediniz, bunu neden kullandınız? Cübbeli Ahmet’in Ehli Sünnete ters olan neyi var?
O sözünden sonra bizim “Independent Türkçe” ile yaptığımız röportajı dinlesin tamamını duyar. Bir kere baştan yalan söylemiştir bir ilim ehli, kanaat önderi olan kişi “iki bin tane silahli selefi grup var” diyerek Selefi değil, tekfircilerde bile bu kadar bir cemaat yok. Bu yalanı yeter. Kendisi “ete kemiğe büründü Mahmut diye göründü” diyor. Mücessime olmuyor, Allah’ın kendisi için zikrettiği bir sıfatı zikredene Mücessime diyor. başta bir kere şuan yalancılığı tescillendi çok açık. Meczup diyoruz yine ona edepli davranıyoruz, onun bizim hakkımızda ettiği sözün zerresini biz ona etmedik daha. Eğer o kardeşimiz o sohbeti dinlerse daha çok istifade eder. Meczup dedik doğru, meczup demeyi en münasip gördüm bazen zavallı diyoruz bu da doğru başka ne dememizi ister? Ki meczup kelimesi Tasavvufta kötü bir kelime değil. Manevi zevkten kendisini kaybeden kimselere denir meczup. Cezbeye gelen kimseye. Ve o andaki söylediği sözlere de tasavvufta, şatahat denir. Ve o sözlerden muaheze edilmez, sorumlu tutulmaz derler. Ama şeriat sorumlu tutar. Çünkü bana falan arkadaşım dedi diyor, o verdi bu haberi diyor emniyete gittiğinde halbuki Müslim de hadisi şerifte كفا بالمرء كذبا ان يحدث بكل ما سمع kişiye her duyduğunu söylemesi yalan olarak yeter diyor. Daha güzel bir kelime varsa onu söyleyelim. Ama meczup bence kendi inancında en güzel söz.
İhtilafın rahmet olduğunu iddia eden kimseler bunun neticesi olan iftirak’ın akideye, ümmete verdiği zararı Müslümanlar arasında vahdetin önemini nasıl idrak edebilirler?
İşte onun için bizim hakkımızda yazılan, söylenen sözlere cevap verme yerine biz akidemizi anlatmaya çalışıyoruz şuan, bizim akidemiz bu. Bu yanlış diyen birisi varsa ki bunu herhalde esas meseleye girdiğimizde, başladığımızda söyleriz, rahatlıkla bizimle görüşebilir, gelip konuşabilir. Herkese kapımız açık. Ama sorunu halletmek için konuşmalıyız. Benim sorunum, onun sorunu hiç önemli değil. biz bu anlattıklarımızı ispat etmeye çalışıyoruz. İlla doğru yolda, hak üzere olduğumuzu söylemiyoruz. Karşıdan da aynı şeyi talep ediyoruz. Biz ancak sorunları halledebilmek için konuşmalıyız. Kavga edip, husumete çevirip, kafirler varken net bize düşmanlık edenler varken Müslümanların kendi aralarında uğraşmaları doğru değil. çünkü İslam’ı kabul etmişse onun yanlışında biraz tahammül etmek gerekir değil mi? Düzeltmek lazım. Ama İslam’a düşmanlık eden böyle değildir. Biz de onun direk düşmanıyız ha buna rağmen ona da insan olarak muamele ederiz. Onun için baştan dedik ya ilk derste imanda ihtilaf edip daha hala tarifinde bile ittifak edemedilerse bizi itham ettikleri şeyleri nasıl anlatacağız onlara? O arkadaşın sorusu doğru ama buna rağmen biz anlatmalıyız. Bir kişi beş kişi anlayamayabilir ama anlayacak da çok insan çıkacaktır.
Bizi ilim ehline düşman olmak ile itham eden kimseler kendilerini Ebu Hanife ye nispet etmelerine rağmen Ebu Hanife nin itikadına ters düşen sözler söyleyen Kerhi nin bu iddialarını nasıl açıklıyorlar?
Şimdi bazı İlahiyatçılar çabalıyor ama bataklığa düşen kişinin misali bataklıkta ne kadar çabalarsan daha çok batarsın. Biz mesela Ebu Hanife’yi ilim ehli olarak kabul ederiz ama Hanefiliği katiyetle kabul etmiyoruz. Onlar mesela hangi akidedensin dedikleri zaman Maturidi akidesindeniz derler. Halbuki İmam Maturidi üç yüz kırk senelerinde yaşayan birisi hicri 3. Asırda Ebu Hanife 2. Asırın ortalarında yani yüz elli senesinde vefat etti. Ebu Hanife hangi akide üzereydi? Bunu diyanetin ansiklopedisinde, Ahmet Hamdi Akseki’nin İslam dini isimli kitabında bazı kitapları açtığında dört imam Selef akidesi üzereydi der. Şimdi öyle dangalak ilahiyatçılar çıkıyor, İslam ansiklopedisinden bu sözler alınsın çünkü Selefileri sevdiren bir sözdür bu diyor. evet Ebu Hanife Selefiydi. Ve Maturidi akidesine tersti. İmam Maturidinin şirk dediği bazı sözler söylüyor Ebu Hanife. O zaman Ebu Hanife’yi amelde imam kabul edeceksin, ama akidede kabul etmeyeceksin hangisi önemli akide mi amel mi? Onlar buna cevap veremezler. Sor Ebu Hanife için de Maturidi diyen var. Ha imam Tahavi Hanifidir, Akidetu Tahaviye’yi yazarken metnin başında diyor, bu akide, bu milletin akidesi ve İmam Ebu Hanife’nin akidesidir diyor. sanki İmam Maturidi’nin kitabına muasırdır, aynı dönemde yaşamalar onun kitabına reddiye olarak verilmedir. Şuan otuza yakın şerhi var Hanefiler için maalesef diyorum hepsini de şerh eden Hanefi alimleri. Mesela Nesefi’nin akidesini okuturlar Tahaviyi okutmazlar. Neden? Çünkü Nesefi Mutezilidir.
Hocam son söylediğiniz sözlere binaen Ebu Hanife ile İmam Maturidi’nin arasındaki temel birkaç farkı soruyor bir kardeşimiz.
Şimdi biz bunu söylediğimizde farklı bir tepki görüyor. Gidecek Ebu Hanife’nin isim ve sıfat hakkında Aliyul Kari’nin şerh ettiği Fıkhul Ekber’i okusun. Kendi arayarak bulsun. Bulamazsa gelsin bize sorsun. Aliyul Kari hanefidir Fıkhul Ekber Ebu Hanefi’ye nispet edilen bir kitaptır, akide kitabıdır, ve Aliyul Kari onu şerh etmiştir. O kitabı bir okusun. Ondan sonra da İmam Maturidi’nin Kitabu Tevhid’i okusun. Hiçbir şey bulamadım derse o zaman ben yerini söylerim. Biraz gayrete girsinler, her şeyi duyarak öğrendikleri için duyduklarını tashih edecek bir ortama giremiyorlar. Belki şuan biz iftira ediyoruz. Bu sözümün doğru olup olmadığını da araştırmayacak. Belki bir başkasına gidip soracak, bırak ya şu sapıkları zaten bunlar bize hep muhalif diyecekler. Doğruyu araştıramayacaklar. Bu akide bir daha ele geçecek bir fırsat değildir. Dünya hayatı bir keredir, katiyetle her öğrendiğimizin sağlamasını yaparak öğrenmemiz gerekir. Yolu da söyledim Ebu Hanife Rahimehullah nispet edilen veyahut eğer biraz Arapçası da varsa Zehebi’nin el-Uluvvu lil-Aliyyil-Ğaffâr isimli şeyh Elbani’nin tashih ettiği bir kitabı var onu okusun. Yerleri söyleriz. Nerede düştüğünü. Mesela İmam Maturidi diyor ki, Kitabu Tevhit de, bunu ilk açığa çıkaran yazan. Mehmet Zahid Kotku’dur. Damadı da buna şerh yazmıştır. “Allah nasıl ikidir demek Şirkse, Allah semadadır demek de öylece Şirktir diyor”. Ebu Hanife bunun tam zıddına “her kim arşın semada, Allah azze ve celle’nin arşa istiva ettiğini inkar ederse o kafirdir”. Diyor Ebu Hanife. Bakıp karşılaştırabilirler.
Ebu Said Hoca
Yazar : Ankaralı Mahmet Şahin
5 Ara 2020