Kur’an ve Sünnetin kaide ve kurallarına az da olsa vukufiyeti olan şuurlu müslümanlar şunu kesinlikle bilirler ki ; insanlara yakınlık ölçüsü, onların hakka yakınlıkları derecesinde olmalıdır.

         Davette olsun, tebliğde olsun, tasvipte olsun, tercihte olsun basiretli bir Müslüman insanları her zaman adil bir terazi ile tartmalı ve onları hak ettikleri yere koymalıdır.

         Hissi, nefsi söz ve davranışlarla insanları değerlendirmek ve hak etmedikleri yerlere otutturmak asla adil bir değerlendirme olmayacaktır.

Çünkü bu konudaki bir çok çarpık anlayışlar, dengesiz ölçü ve hareketler, insanların birbirlerine yaklaşmasında ve uzaklaşmasında bir çok problemler doğurmuştur… 

         Müslüman, ister kafir olsun, ister Müslüman olsun, ister alim olsun ister cahil olsun, ister zalim olsun, ister adil olsun her insanı Kur’an ve Sünnet terazisi ile tartmalı ve onları değerlendirirken de islamın ortaya koyduğu ölçüler çerçevesinde değerlendirmelidir.  

1 – Rabbimiz, kim olursa olsun adil davranılmasını emreder …

         Şunu asla unutmayınız ki ; Allah’u Teala kim olursa olsun, onlara adil davranılmasını ister ve emreder.

        Rabbimiz bu konuda kerim kitabında şöyle buyurmaktadır :

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ كُونُواْ قَوَّامِينَ لِلّهِ شُهَدَاء بِالْقِسْطِ وَلاَ يَجْرِمَنَّكُمْ شَنَآنُ قَوْمٍ عَلَى أَلاَّ  تَعْدِلُواْ  اعْدِلُواْ هُوَ  أَقْرَبُ  لِلتَّقْوَى  وَاتَّقُواْ اللّهَ  إِنَّ اللّهَ  خَبِيرٌ  بِمَا تَعْمَلُونَ

“ Ey iman edenler ! Allah için hakkı ayakta tutan ve adaletle şahitlik eden kimseler olunuz. Bir kavme karşı olan kininiz – düşmanlığınız – sizi adil davranmamaya sevketmesin. Adaletli olun ; zira bu takvaya daha yakındır. Allah’tan korkun, şüphesiz ki Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır. “     Maide : 8.Ay.

        وَإِذَا قُلْتُمْ فَاعْدِلُواْ وَلَوْ كَانَ ذَا قُرْبَى ……….”

“ … Ve konuştuğunuz zaman da, – akraba bile olsalar – adil davranın ….. “   En’am : 152.Ay. 

         Bu ve emsali deliller gösteriyor ki, insanlarla alakalı konuşmalarımızda olsun, onların aralarında bir değerlendirme veya bir ayırım yapıp yapmama da olsun, adil davranılması ve kendilerine hak ettikleri mevki ve değerin verilmesi, Allah’ın inananlardan istediği bir uygulamadır.

2 – İnsanlar, inançları ve amellerine göre derece derecedirler … İşte bundan dolayı da Cennet te  Cehennem de derece derecedir …

Unutmayınız ki ;

Mü’minler, kendi aralarında farklı farklı değer ve dereceye sahiptirler…
Müslümanlar, kendi aralarında farklı farklı değer ve dereceye sahiptirler…

Kafir de olsa insanlar, kendi aralarında farklı farklı değer ve dereceye sahiptirler…

Müşrik te olsa insanlar, kendi aralarında farklı farklı değer ve dereceye sahiptirler…

Dinsiz de olsa insanlar, kendi aralarında farklı farklı değer ve dereceye sahiptirler…

Din düşmanları da kendi aralarında farklı farklı değer ve dereceye sahiptirler…

Bunu rahatlıkla anlamanız için, Rabbimizin şu Ayetlerini ve Cennet ve Cehenneminin de derece derece olduğunu hatırlamanız yeterlidir… Çünkü bilindiği gibi Cennet yüz derece olduğu gibi, Cehennemin de dereceleri vardır. 

Rabbimiz bu konuda kerim kitabında şöyle buyurur :

“ Her kişinin işledikleri amellere göre dereceleri vardır. Rabbin, onların yapmakta olduklarından habersiz değildir. “   En’am : 132.Ay. 

“ İnsanlar Allah katında onlar derece derecedir. Allah onların yaptıklarını hakkıyla  görendir. “    Ali İmran : 163.Ay. 

“ … Ebu Hureyre r.a dan. Allah Rasulü s.a.v buyurdular ki : “ … Şüphesiz ki Cennette yüz derece vardır……… “  Buhari : 6.c.2640.s          

“ Şüphe yok ki münafıklar, cehennemin en alt katındadırlar……. “     Nisa : 146.Ay. 

“ … Numan b. Beşir r.a şöyle dedi : Ben Nebi s.a.v’den işittim şöyle buyuruyordu : Kıyamet gününde cehennem ehlinin azapça en hafif ceza göreni şu kimsedir ki onun iki ayağının çukuruna iki ateş parçası konulacak bunların tesiriyle onun beyni kaynayacaktır. “

Buhari : 6535 – Ter : 6448.S 

Bu ve emsali deliller neyi gösteriyor değerli kardeşlerim … ? Bunlar, insanların gerek insanlar nazarında ve gerekse Allah katında bir değerinin ve derecesinin olduğunu gösterir. 

Dolayısıyla eğer Kur’an ve Sünneti okuduğunu söyleyenler, Ebu Leheb ile ebu Talib arasındaki farkı göremediyseler … Kayzer ile Necaşi arasındaki farkı anlayamadıysalar … Din düşmanı ile dinsiz arasındaki farkı farkedemedi iseler … Nurcu ile nursuzun arasındaki farkı çözemedi iseler, Vallahi bu tip insanların terazi bozuktur ve bunların terazisine güvenilemeyeceği gibi, onların terazisi ile de bir şey asla tartılmaz.

3 – Müslümanın insanlara yakınlığı, hakka yakınlıkları ölçüsünde olmalıdır…

Unutmayınız ki bir müslümanın, Allah’ı kabul edipte görevlerini yerine getirmeyen bir kimseye karşı mesafesi ve tavrıyla, Allah’ı kabul etmeyen ataist birine karşı tavrı ve mesafesi bir olmamalıdır … Dinsiz bir insanla, din düşmanı olan bir kimseye karşı tavrı da aynı olmamalıdır…  

Sakın ; “ ne olacak sanki hepsi de kafir değil mi ? “  deyip geçmeyin. Çünkü Allah katında bunların farklı farklı dereceleri olduğu gibi, insanlar arasında da sebeb oldukları zararlara veya faydalara göre değerleri ve dereceleri vardır.

Kur’ana ve Sünnete az da olsa vukufiyeti olanlar çok iyi bilirler ki, Allah indinde Ebu Talip ile Ebu Leheb arasın bir fark vardır… Ve unutmayınız ki o anki insanlar arasında da bu iki kimse arasında fark vardı… Ebu Talibin Allah rasulü s.a.v’e bir çok yardımı olmuştur. Ama ebu Lehebin ise sürekli zararı olmuştur. İşte bundan dolayıdır ki Ebu Talib cehennemliklerin en hafif azab göreni olacaktır. Ebu leheb ise Kur’an da açıkca lanetlenmiş ve azabının da çok çetin olacağı haber verilmiştir…

Öyleyse asla unutmayınız ki insanlar Mü’min, Müslim, kafir ve müşrik te olsalar, sebeb oldukları yarar ve zararlara göre değerleri ve dereceleri vardır… Bu hem Allah katında hem de insanlar nazarında böyledir. 

4 – Müslüman, yapacağı her işin getirisini götürüsünü düşünen biri olmalıdır …

Ey Müslüman … ! şunu asla unutma ki yapılacak olan bütün emir-nehiy … tasvip-tercih … kabul-red … şu umumi kaide içerisinde mutaala edilir. O da şudur ;

“ … Faydalar – zararlar … iyilikler – kötülükler … getiriler – götürüler …  karşı karşıya gelip birbirlerine galebe eder şekil ortaya çıkarsa, ağır basan taraf her zaman tercih edilmelidir. “

         Kur’an ve Sünnetin temiz sayfalarında bu kuralı rahatlıkla görebilirsiniz.

“ Sana içkiyi ve kumarı sorarlar. De ki : ” Onlarda hem büyük günah, hem insanlar için bazı yararlar vardır. Ama günahı – yani zararı – yararından daha büyüktür….”  Bakara : 219.Ay. 

         Bu Ayeti celilede gördüğünüz gibi içkinin faydasından ve zararından bahsedilir. Ama haram kılınmıştır. Neden ? … Çünkü zararı faydasından çok olduğu için. Kumar da öyledir.

A – Davet seyrinde bu kuralın anlaşılması :

Emir ve nehyde her ne kadar faydalı olanı elde etmek, zararlı olanı da uzaklaştırmak esas gaye ise de, yapılacak emir ve nehyin muarızına da dikkat etmek gerekir.

Eğer bu fiil esnasında kaybedilecek faydalar veya meydana gelecek zararlar daha çok ise, kişi mezkur emir ve nehiyle memur sayılmaz. Bilakis zarar faydadan fazla olursa böyle bir emir veya nehiyde bulunmak kişiye haram olur.

Ama duruma bakılır ; eğer emredilecek ma’ruf münkerden daha fazla veya daha ağır basıyor ise, o ma’ruf emredilir. Emredilecek olan bu ma’ruf kendisinden daha az olan bir münkere sebeb olacak olsada bu ma’ruf yapılır. Ama hiçbir zaman, kendisinden daha büyük bir iyiliğin kaybına sebeb olacak küçük bir kötülük nehyedilemez. Çünkü bu durumda bahsi edilen o küçük nehy, Allah yolundaki daha büyük hayırlara mani olmak, O’na ve Resulüne itaati izaleye çalışmak ve sevab sayılan fiilleri yok etmek babından sayılacaktır.

Şayet kötülük iyilikten fazla ise o kötülükten nehyedilir. Bu durumda şayet küçük bir iyilik feda edilmesi gerekiyorsa o feda edilir. Bu olayda da eğer büyük olan kötülük nehyedilmez de küçük olan iyilik emredilir ise, bu emir, iyilik değil aksine hem kötülük hem de Allah’a ve resulüne isyan etmek sayılır.

Hulasa toplumumuzda da denildiği gibi davetci “ kaş yapayım derken göz çıkarmaması lazım “ davet seyrinde.

Yani küçük bir iyiliği emredeyim derken ondan daha büyük bir iyiliğin kaybına veya ondan daha büyük bir kötülüğün yapılmasına sebeb olmamlıdır.

Yine aynı şekilde küçük bir kötülüğü nehyedeyim derken ondan daha büyük bir kötülüğün yapılmasına veya kendisinden daha büyük bir iyiliğin kaybına sebebiyet vermemesi gerekir basiretli bir davetci.

Resulullah s.a.v’in, Abdullah bin Ubey b. Selul ve benzeri olan nifak ehlinin yardımcıları çok olduğundan onlara dokunmaması bu babtandır. Çünkü bazen kötülüğü onun cinsinden olan bir ceza ile ortadan kaldırmak, daha büyük bir iyiliğin kaybına sebebiyet verebilir.

Nitekim Allah Rasulü s.a.v, Abdullah bin Ubey b. Selul ve benzeri olan nifak ehlini cezalandırmaya kalkacak olsaydı, onların aşiretleri akrabalık taassubundan kaynaklanan bir kin ile Allah resulüne kin besleyeceklerdi. Diğer insanlarda ; “ llah’ın peygamberi ashabını öldürüyor “ diye nefret edeceklerdi.

Bu konuda hatırlayacak olursanız ; Resulullah s.a.v ıfk hadisesi ile ilgili olarak ashabı kirama bir hitabette bulunduğunda, kendisinin mazur görülmesini taleb etmişti. Hatta bu hitabetinin sonunda Sa’d bin Muaz r.a :
– Ya Rasulallah ! vallahi intikam için ben sana yardım edeceğim, demişti. Fakat iman ve sadakatta üstün olmasına rağmen kabile hamiyetinden olacak ki Sa’d bin Ubade, Sa’d bin Muaz’a karşı çıkmıştı.

Neticede kabile taassubundan dolayı her bir sahabiye taraftarlar çımıştı. Hatta neredeyse büyük bir fitne meydana gelecekti.

Ve yine bu konun delillerinden bir tanesi de, Aişe annemizle Alah resulü arasında geçen şu konuşmadır.

“ … el-Esved ibn Yezîd’den tahdîs etti ki, Âişe r.anha şöyle demiştir : Ben Peygamber’e İsmâîl Hicri’nin duvarından sorup :
— Bu duvar Beyt’ten midir ? dedim. Rasûlullah :
— Evet, duvar Beyt ‘tendir, buyurdu. Ben yine :
— Kureyş için ne mâni’ vardı ki duvarı – yânî Hıcr’i – Beyt’in içine katmadılar ? dedim. Rasûlullah s.a.v :
— Kavmin olan Kureyş’in bu Hıcr’ı, Ka’be’ye girdirmeye ve Ka’be içine katmaya bütçeleri kısa gelip yetmedi, buyurdu. Ben yine :
— Ka’be’nin kapısı neden bu kadar yüksektir ? diye sordum. Rasûlullah :
— Senin kavmin, dilediklerini Ka’be’ye girdirmeleri, dilediklerini de girmekten men’etmeleri için böyle yaptılar. Eğer kavmin Câhiliyet devrine yakın olmasaydı, Hicr’in duvarını Beyt’e katmak ve Beyt’in kapısını yer seviyesine indirmek isterdim. Fakat duvarı Beyt’e girdirmem ve Ka’be kapısını yer seviyesine indirmemden ötürü, onların gönüllerinin kırılmasından endîşe ederim, buyurdu. “

Buhari : 3.c.1499.s

Bu olayda da görüldüğü gibi, yapılacak olan bir iyilikten dolayı daha büyük bir kötülüğe sebeb olunacaksa o iyilikten vazgeçilmelidir.

Hulasa anlatmaya çalıştığımız bu metod, basiretli bir dava adamı veya davetçi için dikkat edilmesi gereken çok ciddi bir metodtur.

B – İnsanları seçmede ve tercihde … bu kuralın anlaşılması :

Unutmayınız ki yaşamış olduğunuz toplumda, alınan her karar ve yapılan her iş  sizleri müsbet veya menfi anlamda mutlaka etkiler… Bundan kaçmanız mümkün değildir…

Mahallenizdeki seçilen bir muhtardan tutunda, taa idareye getirmek için seçilen kişi ve kimselerin aldıkları her karar – olumlu veya olumsuz – mütlaka sizleri de bizleride etkileyecektir.

Kötü kararlar ve uygulamalar sizi ve bizi  etkilediği gibi,  çoluk çocuğumuzu da mutlaka etkileyecektir. Güzel kararlar ve güzel ameller de aynı şekilde sizi-bizi ve çoluk çocuğunuzu etkiler… Bu kararlar kim tarafından alınırsa alınsın farketmez.

Basiretli bir Müslüman ise, – eğer bu toplumun fertlerinden birisi ise – kötülüğü defetmek ve iyiliği getirmek anlamında  eliyle, diliyle, kalbiyle ve yapacağı tercihiyle mutlaka bu alanda mücadele etmelidir… İki kimseden hakka hangisi daha yakınsa, ona o derecede yakın olmalı ve onu tercih etmelidir… Ve unutmayınızki burada ki bu yakınlık ve bu tercih, onun doğru olan yönüne yöneliktir. Değilse onun batılını tercih ve onun ayakta kalması için bir yakınlık değildir bu… Seçimlerdeki oy meselesi de bu kural çerçevesinde değerlendirilmelidir.

5 = Oy kullanmak, iki şeyden birini tercih meselesidir, tasvip meselesi değildir :

Basiretli bir Müslümanın şunu asla unutmaması gerekir ki ; seçimlerde hakka yakın olanın kazanması için Oy kullanmak, onların gelmesini istemek tasvip değil maslahat icabı bir  tercih meselesidir… Ve bu konuda asla itikadi değil, içtihadi bir konudur.

Çünkü oy kullananların hiç birisi de ; – olayın itikadi boyutu olan – ” biz demokrasiden memnunuz ”  “ biz demokrasiyi istiyoruz “ veya ” biz küfür gelsin diye bunlara oy veriyoruz ” demiyorlar ve niyetleri de bu değil.

Bu olay sadece A geleceğine B gelsin diye bir tercih olayıdır. Tıpkı asrı saadette ehli kitap ile kitapsızların savaşı esnasında Allah resulü ve ashabı, kitaplıların kazanmalarını kalpleriyle oyladıkları gibi. Çünkü burada biri diğerinden daha az şerre vesile olacağından dolayıdır. Bu ise – Az önce dediğimiz gibi – maslahat icabı bir tercihtir, dostluk değildir.

Biz inanıyoruz ki Allah Rasulü s.a.v ve ashabı, ehli kitabın kazanmalarına sevinmeleri, diğer kitapsızlardan daha ehven olduklarından dolayıdır. Değilse onlar ; Oh Oh küfür hakim olacak … Hristiyanlık yerinde kalacak … veya da … Allah üçten biridir – teslis – inancı devam edecek … diye kazanmalarını isteyip sevinmediler. Onlar  az önce de dediğimiz gibi ; Kitapsızlar kazanacağına, bize biraz daha yakın olan kitaplılar kazansın diye sevindiler…

Aynı şekilde Allah Rasulü s.a.v etrafındaki bazı sahabeleri, o an Hristiyan olan Necaşi’nin yanına göndermesi de aynı kural çerçevesinde ele alınmalıdır. Allah Rasulü s.a.v arkadaşlarını o insan adil bir idareci diye yanına gönderdi. Bu demek değilki, Allah Rasulü Necaşi’nin itikadından amelinden razıydı. Necaşi, Allah’ın indirdikleri ile hükmetmemesine rağmen, sadece adil oluşundan dolayı Allah Rasulü arkadaşlarını onun yanına yolladı.

Ve unutmayalım ki Allah Rasulü s.a.v’in bu tavrı kalbin ameli ve oylamasıdır. Bilindiği gibi kalbin oylaması, rızası veya ameli, azaların amelinden daha önemlidir.

Ve sakın bu konuda şunu demeyesiniz ; Ya arkadaşım biz bunlara oy verdiğimizde 4 sene veya 5 sene yaptıkları bütün rezalete bizde ortak olmuş oluruz…

Böyle düşünenler, bunun tam tersini de düşünmelidirler. Çünkü oy vermedikleri zaman bu sefer – haktan tamamen uzak olan – karşı tarafın 4 sene veya 5 sene yedikleri nanelere de ortak olmuş olurlar… Yani anlayacağınız ; siz oy kullanmasanız dahi bir şeyleri ister istemez etkiliyorsunuz … Öyleyse az da olsa basiretli bir düşünceye sahip olan kimse, – baştan beri anlatmaya çalıştığımız – bu kural çerçevesinde hareket ederek hakka yakınlıkları ölçüsünde insanlara yakın olmalı, onların gelmesini istemeli ve buna sevinmelidirler… İslam’ın kuralı gereği yapılması gereken budur …

Şuurlu bir Müslüman idare hakkını islama zarar verene değil, ona hak tanıyana … İslam düşmanlığı yapana değil, – islamı yaşamasa dahi – İslam’a düşman olmayana …  Din ve fikir hürriyetini savunana … İslamı yaşamasınlar diye çeşitli entrikalar yapanlara değil, inananlara bu anlamda karışmayana … vermelidir.

Az da olsa hakkı ikame ve batılı da def etmek gayesiyle hareket eden … gücü nispetince İslamın yolunu açmaya çalışan … İslamın geleceği ve memleketin korunması adına adımlar atan, önlemler alan … İdari makamları daha tehlikeli kâfir ve fesatçıların eline teslim etmemek için uğraşan bir partiye oy vermekde asla sakınca yoktur ve bu, – islamın bu konudaki kuralını anlayan kimse için – bir görevdir.

Dolayısiyle bugün oy meselesine bu pencereden bakanların kasdı, niyeti, ciddiyeti ameli ve tercihi bu anlamda değerlendirilmelidir.

Ama kalkarda bu tür bir anlayışla hareket edenleri tekfir ederseniz, vallahi sizin terazinize güvenilemeyeceği gibi o terazinizle de hiçbir şey tartılmaz… Çünkü teraziniz bozuk ve islamın bu kuralından  da habersizsiniz.

Basiretli bir müslüman en azından bu tür meselelere içtihat hatası deyip sukut etse veya da usulüne uygun bir şekilde insanlara bir şeyler anlatsa amenna bu kabul edilir veya buna bir şey denilmez… En azından bunu bir hata kabul ederiz.

Ama görülen o ki, bu alanda ilimsiz bir şekilde hareket edildiği gibi, çok zalimce ve cesurca tavırlarla inananları tekfir ederek kendilerinden nefret ettirip uzaklaştırıyorlar.

Halbuki Allah resulü s.a.v geldiğinde insanların çok çirkin inançları ve amelleri olmasına rağmen, onlara çok merhametli, insaflı bir şekilde davranıyor ve insanlara hakkı güzelce öğretiyordu. Ama bu gün tekfir zihniyetine sahip olan bir çok zavallı genç, eline bir damga almış gelenin anlına kafir, gidenin anlına müşrik diye yapıştırıp duruyor.

Bunu yapanlar şunu asla unutmasınlar ki, bu hareketleriyle kendi ayaklarını kaydırıyorlar. Allah şahit bu tür hareket edenlerin ayaklarının kaydığını ben  çevremde çok gördüm… Onun için acizane benden size bir nasihat ; akıllı olun ve kendinize gelin gençler. Unutmayınız ki bu tavrınızla ne davet yapabilirsiniz, ne insanların sevgisini kazanabilirisiniz ve ne de müslümanların saflarını birleştirebilirsiniz. Siz ancak kendiniz gibi düşünen bir kaç kişi ile yan yana gelir onda da yine birbirinizi tekfir eder kalkar gidersiniz. Çünkü arzı endam eden manzara bu …

                                                                Tacuddin  el Bayburdi

Similar Posts