İyimselik, tefeülün en ala derecesi bela, musibet, hüzün, keder ve kırılmaların en şiddetli anında şer olduğu görülen olaylar karşısında sebeplerin tesirinde kalmadan bunun ile neyi kastettik, tefeülün iyimserliğin en ala derecesi tabi ki kolay basit meselelerin karşısında iyimserliğini kaybetmeden tahammül zor iş. Onun için en ala derecesi bela, musibet, hüzün, keder ve kırılmaların en şiddetli anında şer olduğu görünen olaylar karşısında sebeplerin tesirinde kalmadan çünkü görülen olayların hepsi sebeptir. Binaenaleyh sebepler farklı şekillerde görülebilirler. Bunların tesirinde kalmadan yani seni kötümserliğe sürüklemeden müsebbibin Allah olduğunu düşünerek yani bu olayların hepsi sebeptir ama müsebbip bu olayların vukuuna sebep yaratan Allah azze ve celle’dir. Bunu düşünerek müsebbibin Allah olduğunu düşünerek hayrın vukuunu düşünme yani olayın hayrını istemek. Bizim lehimizde hayır ile neticelenmesini talep etmek. Aynen Allah resulüne geliyorlar, ey Allah’ın resulü ekinlerimiz kurudu, hayvanlarımız helak oldu, dua et Allah bize yağmur versin. Ve Allah resulü sallallahu aleyhi ve sellem dua ediyor, havada bulut görülüyor. Hemen Allah’ım bunun hayrını istiyoruz şerrini değil diyor.

Çünkü yağmur yağsa normal yağmurun yağacağını anlamak müjdeli bir haberin öncüsü ama o şerre de dönebilir. Onun için onun şerrini değil hayrını istiyoruz Allah’tan. Yine böyle bir yağmur duasının akabinde uzunca süren bir yağmurdan sonra birisi gelip diyor ki ey Allah’ın resulü yağmur ekinlerimizi mahvetmeye başladı, o zaman da Allah resulü sallallahu aleyhi ve sellem;

اللَّهُمَّ حَوَالَيْنَا وَلاَ عَلَيْنَا [1] Allalh’ım üzerimize değil etrafımıza demiştir.

Binaenaleyh bela, musibet bu nevden olan olayların görünen vukuu bulan haline bakmadan, onların tesirinde kalmadan, onların yorumuna veyahut algılamaya geçmeden önce müsebbibin Allah olduğunu düşünmemiz gerekiyor. Bu olayların hepsi birer nedir? Memurdur.

Bugünkü ön kısmında da dediğimiz gibi hastalık görevli bir memurdur görevi ne ise onu yapar gider. Onun şerrinden senin Allah’a sığınman gerekir. Aynen yağmur isteyip felakete dönüşeceği gibi onun şerrinden

[1] Buhari 933

Allah’a sığınıp, hayrını istemek. Görüldüğü gibi aynı olay hayra da şerre de yönelebilir. Düşünerek hayrın vukuunu düşünmek, hüzünden başka bir şey görmediğin anlarda saadeti tasavvur etmen, hastalık anında şifayı tasarruf etmen, her şeyin bittiğini zannettiğin, düşündüğün an kurtuluşu tasavvur etmen, hezimet anında yardımın geldiğini düşünmek bu gibi anlarda tefeül bizden ümitsizliği, hezimeti, ye’si, aczi uzaklaştırır.

Bu paragrafı ya toptan yazmalısınız ya da kayıttan dinleyerek yazmalısınız ta başından tefeülün dereceleri yani bir çok şeyin fazileti çeşitli olduğu bu tefeülün de dereceleri farklıdır. Tefadül yönü ile tabi ki tefadül yönü ile farklı olması musibet bela yönü ile de farklı olması gerekir.

Buna sebep tefeülün en ala derecesi, en üst derecesi bela, musibet, hüzün, keder ve kırılmaların şiddetli anında. Şer olduğu görünen olaylar görünüş şekli şer halbuki hayır da olsa onun şerrinden sığınman gerekir yağmur gibi. Yağmur her halükarda rahmettir ama bildiğiniz gibi çok yağdığında sel felaketi o da ölümlere sebep oluyor. Yağmazsa kuraklık da felakettir. Binaenaleyh kırılma, kırılmaların en şiddetli anında şer olduğu görünen olaylar karşısında önce sebeplerin tesirinde kalmadan bütün bunların sebep olduğunu düşüneceksin. Sebep ne anlamda? Bir müsebbip var demektir, yaratan yani. O olayı tanzim eden, nizama koyan, düzene koyan bir müsebbip vardır. Yani sebeplerin tesirinde kalmadan müsebbibin Allah olduğunu düşünerek o olayı yaratan o ise o çirkin manzaralı gördüğün olay sana hemen hayrı hatırlatmalı değil mi? Ha o olayın hayrını isteyebilirsin. Ve istemen gerekir. Bunun bir imtihan olduğunu düşünebilirsin. Hemen tabanları yağlayacak, kaçacaklar mı, ümidi bırakıp yese mi düşecekler? Bazen bu anlar cidden olabiliyor. Bedirde bile kafirlerin şiddetli saldırılarının akabinde yardım biraz gecikince, Allah’ın yardımı nerede demeye başladılar sonra ayet, Allah’ın yardımı çok yakındır. O an bir sendelediler. Zaten normal bu. Normalde de  الْفرج بعد الشدَّة “selamet, kurtuluş şiddetten sonradır”. Müsebbibin Allah olduğunu düşünerek hayrın vukuunu düşünmek hüzünden başka bir şey görmediğin anda saadeti düşünmek, hastalık esnasında şifayı tasavvur etmen çünkü ister istemez hüzün gelince saadeti düşünmelisin aksini. Hastalık gelince şifayı çünkü hastalık gelmeden şifanın da kadrini bilmiyorsun. Her şeyin bittiğini zannettiğin an her şey bitti, çaresizsin kurtuluşu tasavvur etmen, hezimet anında yardımın geldiğini düşünmek bu gibi anlarda tefeül işte iyimser olmak bizden ümitsizliği, hezimeti,

olan ümidi şimdi burada tefeül Allah’a olan güveni istediğinde vereceğini düşünmen, katiyetle ona el açtığında boş döndürmeyeceğini düşünmen nefislerde Allah’a olan güveni, itimadı, onun yardımına olan ümidi, onun kudretine olan ihtiyacı çünkü aciz kaldığında onun kudretine ihtiyaç duyuyorsun. Çünkü sen katiyetle acizliğin anında o belayı def edemiyorsun tek başına. Onun kudretine olan ihtiyacın, şifasına olan muhtaçlığımızı yani bir hastalığa, kötü bir hastalığa müptela olduğumuzda onun şifasına iltica ediyoruz. İdrak ettirir yani bunu anlatır. Hastalandın mı sıhhati anlatır. Muhtaç oldun mu hacetini giderecek birini ararsın. Aciz kaldığında seni ancak o güçlünün kurtaracağını düşünürsün. Kastı bu. Yani işte bu gibi olayları idrak ettirir. İşte o zaman bu gibi olayların emredileni yapan memurlar oldukları daha rahat anlarız. O zaman hastalığa kin gütmüyorsun. Memur görevini yapıyor. Bütün sebepleri böyle düşüneceksin yukarıdan gelen silsile ile işte o zaman bu gibi olayların, hastalık, felaket, deprem, zelzele ne varsa emredileni yapan memurlar olduklarını daha rahat anlarız. التفاؤل اساسان  tefeül iki esas üzere kaimdir. Tefeülün birinci esası,  حسن الظن بالله

Allah hakkında hüsnü zanda bulunmak.

Şimdi bu kelimeyi biz kendi aramızdaki kullanılan şeklini biliriz. Hüsnü zan ama Allah hakkındaki hüsnü zan diyelim ki zira teşeüm Allah hakkında suizanda bulunmaktır. Kötümserlik Allah hakkında sui zanda bulunmaktır. Tefeül hüsnü zandır. Hareket noktası burası. Çünkü müsebbibi unutarak sebeplerin görüntüsünün tesirinde hareket etmektir. O olayı yaratanın bizi ona müptela kılanı unutuyoruz hemen olayların tesirinde kalıyoruz. Bu ise ye’si getirir ve Allah hakkında sui zannı harekete geçiriyor. Onun için müsebbibi unutarak, yaratanı unutarak sebeplerin görüntüsünün tesirinde kalmak, öyle hareket etmeyi gerektiriyor. Bu ise yese götürür. Ümitsizliğe götürür. Allah hakkındaki sui zannın, kötü zannın gönlümüzde hakim olmaya başlamasına sebep olurur. Tefeül Allah hakkında hüsnü zandır. Nasıl ki teşeüm Allah hakkında sui zan, tefeül iyimserlik hüsnü zandır. Bu hareket noktası.

Mümin her halükarda Allah hakkında hüsnü zan ile memurdur. Her halükarda Allah hakkında hüsnü zanda bulunmak zorundayız. Çünkü imanımız onu isim ve sıfatları ile tanımamız hüsnü zan. Şimdi diyelim ki benden isteyin vereyim diyor, istenildiğinde vereceğini vaat ediyor. İsteyen ellerini açıp ondan talep edeni boş döndürmekten haya ediyor. Bunun hakkında zerre kadar zan onu sınar gibi davranmak bu sui zandır.

Bu kalbin ile senin diman arasındadır. Yüzde beş yüz, yüzde bin katiyetle burada hüsnü zan gerekir.

Binaenaleyh ikinci temel ise hüsnü zannın getirdiği yani tefeülün,

İyimserliğin getirdiği tevekkül.

İkincisi ise Allah’a tevekküldür. Bu ise kurtuluş vesilelerindendir ona güvenmek. İnsan Allah’a tevekkül ettiği müddetçe her işi huzur içinde olur. Gönlü rahattır. Ona isabet eden her şey yani bela musibet diyoruz ya illa hata ettiği için ona isabet etmemiştir. Hataları da illa ona isabet eden şeylerden dolayı değildir. Hatalarında tövbe eden burada musibetlere sabreden olmalı. Hata olduğunu düşündüğünde tövbe istiğfar etmeni sağlıyor veyahut o olayı, o vakayı sana tövbeyi hatırlatan bir olay olduğunu düşün. Çünkü bazen öyledir ki tevekkül bahsinde bunu genişçe ele aldık derslere dikkat ederseniz. Hastalık bazen öyle olur ki dua etmenin anıdır sende. Yani bir vaktin girmesidir. Bir insan sıhhat üzere olduğunda Allah’a yana yakıla öyle diyelim duası mümkün mü? Hastalık anındaki duası çok farklıdır. O duanın vakti demektir. Bazı dualar her an her halükarda yapabilirsin ama bu denli bela, musibetler anında dua o duanın vaktidir. O an o bela gelmese o duayı etmezdin. Ha samimi bir şekilde ona iltica etmezdin. Bazen rızıkta da söylüyoruz, devlet memuru olarak çalışan sabah işe giderken hanımının hayırlı işler dediğini, işin rast gitsin dediğini hiç duyar mısınız? Katiyetle. O duayı unutturmuş oradan. Ama normal alışveriş, ticaret gibi bir işe giden için bu söz devamlı geçerlidir. İşin rast gitsin, hayırlı işler denilir. Onun için bazı olayların vukuu dua gibi ibadetlerin vaktidir. Bunu gösterir. Onun için şu cümleyi iyi anlayın esas ikinci esas Allah’a tevekküldür bu ise kurtuluş vesilelerindendir insan Allah’a tevekkül ettiği müddet yani her işi ona bıraktığında bunun mesela Nureddin Sözen den sonra Erdoğan İstanbul büyükşehir belediye reisi olunca Nureddin Sözen yağmur bombaları attırmıştı hatırlayanlar varsa, Erdoğan geldi yağmur duasına çıkıldı dediler ki gırgırına bütün o tarafın gazeteleri işimiz Allah’a kaldı, keşke işimizi Allah’a bırakmasını bilsek işi ona bıraksak, ona emanet etsek bu iş olacak. Ve yağmur yağdı yağmur duasının akabinde bu sefer ne dediler adiler, Erdoğan’ın yukarı ile arası iyi dediler istedi yağmur yağdı. Yani nahoş bir üslupla da olsa itiraf ederler, etme zorundalar. Gönlü rahattır, ona isabet eden her şey illa bir hata ettiğinden dolayı etmemiştir diyorum ya bir musibet, bela gibi bir şey isabet ediyorsa önce hata olduğunu düşünmeliyiz bu yoksa ha bu bir imtihan vesilesidir deriz. Cümle onun için onun isabet eden her şey illa hata ettiği için ona isabet etmemiştir. Hataları da illa ona isabet eden

şeylerden dolayı değildir. Ama hatalardan tövbe eden musibetlere sabreden olmalıyız biz.

İşte tefeül insan ile rab arasında bir bağ oluşturur. Hayatın görünen kısmında güzel şeyler azdır, normalde hangi insana sorarsanız sorun hayatın görünen kısmında güzel şeyler çok azdır. Hayat yolculuğunu insan tek başına kat edemez. Hiçbir zaman tek başına kat etmiyor zaten. Bu uzun yolculukta öyle zorluklar meşakkatler vardır ki işte tefeüle iyimserliğe ilk atılan adım insanın rabbi ile irtibatını sağlayan vesiledir. Çünkü iyimserlik rabbi ile kurduğu ilk bağ yani gönül bağıdır. Ona güvenmek her şeyin yaratıcısının o olduğunu bilmek şimdi daha önce dediğim gibi hidayette istediğine hidayet verir istediği sapıttırır. Hidayet verdiği kimse sapıttıramaz, sapıttırdığını da kimse doğru yola getiremez ama bizden hidayeti istememizi istiyor değil mi? Şimdi insanlara bakın kader mevzusunda mesela madem beni diyor bu bu günah ile yarattı benim günahım ne diyor. madem beni ateş ehli yarattı günahım ne diyor. bak bu sui zan. Neden kendisini hidayet üzere yarattığını düşünmüyor ki önce hemen fitneye oradan giriyor.

Evet, bunlar sıra ile şöyledir yani kastımız hayada verdiğimiz misal gibi haya imanın cüzlerinden olan her amel ile karindir. O amel ceset ise haya orada ruhtur. Hayanın olmadığı yerdeki amel ruhsuz bir ceset gibidir. Burada her ameldeki hüsnü zannı, tevekkülü bunları izah ederek giriyoruz sadece tevekkül dersini dinlerseniz orada farklı bir ara başlıklar ile girdik.

ٱتْلُ مَآ أُوحِىَ إِلَيْكَ مِنَ ٱلْكِتَٰبِ وَأَقِمِ ٱلصَّلَوٰةَ ۖ إِنَّ ٱلصَّلَوٰةَ تَنْهَىٰ عَنِ ٱلْفَحْشَآءِ وَٱلْمُنكَرِ ۗ وَلَذِكْرُ ٱللَّهِ أَكْبَرُ ۗ وَٱللَّهُ يَعْلَمُ مَا تَصْنَعُونَ[1]

Resulüm sana vahyedilen kitabı oku ve namaz kıl. Muhakkak ki namaz hayasızlıktan, kötülükten alıkoyar.

Allah’ı anmak şimdi Allah’ı anmak dediğimizde bizim hemen aklımıza gelen Allahu ekber, subhanallah şeklinde ama bu kelimelerin aslını düşünsek subhanallah derken onu bütün noksanlıklardan tenzih ediyoruz. Abesden tenzih ediyoruz. Onu sıfatlarına yakışmayan şeylerden tenzih ediyoruz. Sen şimdi onun vadettiği bir şeyde zerre kadar bir sui zan, tereddüt, şüpheye düştüğün an bu zikrin faydası yoktur öyle düşünürsen. Ama iyimserlikle onu hatırlamak bak bu da

[1] Ankebut 45

zikir. Hem de senin subhanallah sözünü telaffuzunda sözde kalmıyor. Onu fiilen de tenzih etmiş oluyorsun, sözünle de tenzih ediyorsun. Secde,

عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ أَنَّ رَسُولَ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: أَقْرَبُ مَا يَكُونُ الْعَبْدُ مِنْ رَبِّهِ، وَهُوَ سَاجِدٌ، فَأَكْثِرُوا الدُّعَاءَ[1]

Allah resulü buyurdu ki;

Kulun Allah’a en yakın olduğu an secde anıdır. Binaenaleyh secde de duayı çoğaltın buyuruyor. En yakın olduğu an. Bu yakınlığı her yönü ile düşünebilirsin. Yani dua ile açtığına göre duayı çoğaltın. Duanın kabul edilme anının en hassas olduğu an. İsteğinizi çoğaltın diyor. tevekkül;

وَمَن يَتَّقِ ٱللَّهَ يَجْعَل لَّهُۥ مَخْرَجًا وَيَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُ  

Her kim Allah dan korkarsa ona bir çıkar yol verir. Korkarsa, sakınırsa yani emirlerini yapar nehiylerinden uzak durursa. Emrettiklerini yapıyor, yasakladıklarından uzak duruyor. Allah dan sakınma bu. يَجْعَل لَّهُۥ مَخْرَجًا ona bir çıkış yolu verir. Hem de öyle bir çıkış yolu ki burada bu örneği rızk üzerinden veriyor,

يَرْزُقْهُ مِنْ حَيْثُ لَا يَحْتَسِبُ hesap edemediği, düşünemediği, tahmin ettiği bir yerden onu rızıklandırır. Yani görünmeyen bilinmeyen bir şekli ile. Tahmin edilmeyen bir cihetten onu rızıklandırıyor çünkü burada devam ederek,

 وَمَن يَتَوَكَّلْ عَلَى ٱللَّهِ فَهُوَ حَسْبُهُۥٓ her kim Allah’a güvenirse o ona yeter.

 إِنَّ ٱللَّهَ بَٰلِغُ أَمْرِهِۦ ۚ قَدْ جَعَلَ ٱللَّهُ لِكُلِّ شَىْءٍ قَدْرًا şüphesiz Allah emrini yani istediğini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü, takdir, nizam, düzen koymuştur yani. Burada nedir? Rızık aslen bir sebebe binaen insana insan ulaşabileceği bir şey ama bazen öyle oluyor ki ayetin bu kısmında düşünmediği, tahmin etmediği, hesap etmediği bir yerden rızıklandırır. Senin düşündüğün sebep yok burada ama yine bir sebep var mı? Ondan korkmak. Onun emirlerini yapıp, hüsnü zan besleme. Rızkı ben vaat ettim diyorsa eğer rızkın sana gelmesinde endişe ve tereddüt yaşıyorsan bu ne demek? Onun verdiği sözü tutup tutmayacağında

[1] Talak 2-3

[1] Sahih muslim 215

şüphe ediyorsun demektir. Bak su sui zandır. İleride gelecek, ben kulumun zannı üzereyim beni nasıl zannediyorsa öyle bulur.

Yardım istemek İbn Abbas dan geliyor,

كُنْتُ خَلْفَ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَوْمًا، فَقَالَ: «يَا غُلَامُ bir gün Allah resulünün bineğinin terkisindeydim bana dedi ki Ey çocuk, yani baliğ olmaya yakın bir yaş.

كَلِمَاتٍ sana bazı kelimeler öğreteceğim diyor. احْفَظِ اللَّهَ يَحْفَظْكَ burada kelimesi kelimesine tercüme edersek, Allah’ı koru o da seni korusun. Biraz açarsak hadis ile Allah’ın hukukunu koru, senin üzerindeki hukukunu. O da seni korusun. Yani ona zannın nasıl, onu öyle bulursun. Ve احْفَظِ اللَّهَ تَجِدْهُ تُجَاهَكَ onun hukukunu koru devamlı önünde bulacaksın. إِذَا سَأَلْتَ istediğinde فَاسْأَلِ اللَّهَ Allah dan iste. وَإِذَا اسْتَعَنْتَ فَاسْتَعِنْ بِاللَّهِ yardım istediğinde sadece ondan iste. وَاعْلَمْ iyi bil ki;

أَنَّ الأُمَّةَ لَوْ اجْتَمَعَتْ عَلَى أَنْ يَنْفَعُوكَ بِشَيْءٍ لَمْ يَنْفَعُوكَ إِلَّا بِشَيْءٍ قَدْ كَتَبَهُ اللَّهُ لَكَ

Bütün insanlık sana fayda vermek için toplansa katiyetle sana fayda vermezler, Allah onun için seni takdir etmediyse, yazmadıysa. Yine;

وَلَوْ اجْتَمَعُوا عَلَى أَنْ يَضُرُّوكَ بِشَيْءٍ yine sana zarar vermek için toplansalar,

لَمْ يَضُرُّوكَ sana zarar veremezler. إِلَّا بِشَيْءٍ قَدْ كَتَبَهُ اللَّهُ عَلَيْكَ yani Allah’ın sana yazmış olduğu bir şeyin dışında. Sen insanların yaptığını düşünme. Yani birisi sana faydalı bir şey yaptığını gördüğünde iyi bil ki sana bu faydayı veren o değil. aksi ile düşünüyoruz. Sana bir zarar isabet ederse bil ki sana zarar veren de odur, Allah o zarara müsaade ettiği içindir. Onların bundan sorumlu olmaları farklı bir şey. رُفِعَتِ الأَقْلَامُ وَجَفَّتْ الصُّحُفُ [1] artık kalemlerin yani kalem kaldırılmıştır, bitmiştir. Sahifeler de bitmiştir artık yazılanlar. Kur’an da da ;

[1] Tirmizi 2516

وَٱسْتَعِينُوا۟ بِٱلصَّبْرِ وَٱلصَّلَوٰةِ ۚ وَإِنَّهَا لَكَبِيرَةٌ إِلَّا عَلَى ٱلْخَٰشِعِينَ [1] sabır ve namaz ile Allah dan yardım isteyin. Ondan yardım isteyin. Şüphesiz o, sabır ve namaz Allah’a saygıdan kalbi ürperenler dışındaki herkese zor gelir. Böyle bir şey dediğinde bak Allah yardım edecek. Namaz kıl ve sabret, sabır ile yardım iste. Eğer kalbi Allah zikri ile huşu bulmayanlar ise bu onlara zor gelir. Bu insanlar ise yani bu tip insanlara çok kolaydır.

وَقَالَ رَبُّكُمُ ٱدْعُونِىٓ أَسْتَجِبْ لَكُمْ [2] rabbiniz benden isteyin size icabet edeyim buyuruyor. Sadece istemeyi, benden isteyin diyor. selam diyor ki, radıyallahu anhu Allah resulünden naklediyor;

إِنَّ رَبَّكُمْ حَيِيٌّ كَرِيمٌ şüphesiz rabbiniz haya sahibidir, kerem sahibidir.

يَسْتَحْيِي مِنْ عَبْدِهِ أَنْ يَرْفَعَ إِلَيْهِ يَدَيْهِ، فَيَرُدَّهُمَا صِفْرًا، – أَوْ قَالَ: خَائِبَتَيْنِ[3] rabbiniz çok hayalıdır, kerimdir. Ellerini kaldırıp kendinden isteyen kulunun elini boş döndürmekten haya eder diyor.

Ellerini kaldırıp kendisinden isteyen kulundan o elleri boş döndürmekten haya eder diyor.

Yine Ebu Hureyre diyor ki, esas bağlanacak yer burası.

أنا عند حسن ظن عبدي بي ben kulumun zannı üzereyim. Benim hakkımda zannı ne ise beni öyle bulur. Onun, ondan istediğinde mutlak vereceğine inanıyorsan onu öyle bulursun. Tereddüdün varsa tereddütlü bulursun. Ona güven, itimadın nasıl ise öyle bulursun.

Mütefailin yani iyimserin tefeül ehlinin sıfatları;

[1] Bakara 45

[2] Mümin 60

3865 –

[3]حَدَّثَنَا أَبُو بِشْرٍ بَكْرُ بْنُ خَلَفٍ قَالَ: حَدَّثَنَا ابْنُ أَبِي عَدِيٍّ، عَنْ جَعْفَرِ بْنِ مَيْمُونٍ، عَنْ أَبِي عُثْمَانَ، عَنْ سَلْمَانَ، عَنِ النَّبِيِّ  صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: ” إِنَّ رَبَّكُمْ حَيِيٌّ كَرِيمٌ، يَسْتَحْيِي مِنْ عَبْدِهِ أَنْ يَرْفَعَ إِلَيْهِ يَدَيْهِ، فَيَرُدَّهُمَا صِفْرًا، – أَوْ قَالَ: خَائِبَتَيْنِ – “

İbn Mace 3865

Elbani: sahih

Onda zahir olan görünüm diyelim, yani mütefeil birisinin her halükarda bulunduğu sıfatlardır bunlar veyahut iyimserliğin, iyimser olan kişiye kazandırdığı. Mütefeil kişi neşeli, mütebessim güler yüzlü, göğsü geniş, kamusunda lugatında ancak saadet, yardım olunma, muhabbet, Allah’a tevekkül vardır. Bu gibi kişilere toplum içinde bak en huzurlu mesut kimselerdir bu gibi kimseler. Bakarsın fakirdir, garibandır fakat çok mesuttur.

En zor hal ve anlarda dahi hayata tebessüm ile bakar. Bunun için mütefeil olan kişi insanların en faallerindendir. Faal, aktif. En hareketlidir her yönü ile. İnsanlar üzerindeki izleri etrafında dost, arkadaş, komşu olduğu kişiler üzerindeki izlenimleri güçlü ve kalıcıdır. Her zorluğu kolayca aşar. Kolaylık onlara çok yakındır. Yine mütefeil kişilerin sıfatlarındandır ki rabbı hakkında sürekli hüsnü zandadırlar. Bu söz yakışmaz ona ama temelini araştırsak belki o sözün de ona ait olmadığını buluruz, görelim Mevla ne eyler, Mevla ne eylerse güzel eyler. Bırak Allah karar versin o nasıl yaparsa mutlak güzeldir. Her halükarda güzeldir. Velev ki görülen manzarası bize hoş gözükmese bile. Onun arkasında bizim için çok büyük hayırlar olabilir.

Yine mütefeil kişilerin sıfatlarındandır ki Rabbı hakkında devamlı hüsnü zandadır. İyi bilir ki her işin dizgini olduğu gibi ve takdiri onun elindedir. Hangi hastalık vardır ki onun izni, takdiri olmadan gelip birisine sataşsın. Sen memuru kötülüyorsun. Normalde bir polisin yapmakta olduğu göreve mani olsan suçlarlar, devlet memuruna görevini yapmaya mani oldu derler. Bu suçtur. Onlara farklı baktığın zaman o görevliye işinin yapılmasına mani olman. Ha devlet memurunun yapacağı işe mani olabilirsin ama Allah’ın memur ettiği birisinin işine mani olmak da mümkün değil. senin elinde kala kala isyanın kalıyor. Diyor ki;

أَيْنَمَا تَكُونُوا۟ يُدْرِككُّمُ ٱلْمَوْتُ وَلَوْ كُنتُمْ فِى بُرُوجٍ مُّشَيَّدَةٍ [1]

Nerede olursanız olun, muhkem kaleler, burçlar içinde de gizlenseniz ölüm gelir sizi bulur. Şöyle düşünün, o gelip seni buluyorsa kaçmanın anlamı ne ölümden? Kaçmanın bir anlamı yok. O zaten seni buluyor, on ikiden vuruyor devamlı. Ve devam ederek diyor ki;

وَإِن تُصِبْهُمْ حَسَنَةٌ يَقُولُوا۟ هَٰذِهِۦ مِنْ عِندِ ٱللَّهِ ۖ

Kendilerine bir iyilik isabet ettiğinde bu Allah dan derler, Allah verdi.

[1] Nisa 78

وَإِن تُصِبْهُمْ سَيِّئَةٌ يَقُولُوا۟ هَٰذِهِۦ مِنْ عِندِكَ ۚ

Kendilerine bir bela müsibet bulaştığında da senden derler.

Şimdi bu hayrı ve şerri hayrı Allah’a nispet edip şerri nispet etmeyenler içindir. Şerri yaratan da yaratıcı olarak şerri de yaratan Allah dır. Ama bunlar ne yapıyor? Bir hayır isabet ettiğinde Allah dan. Kötü bir şey isabet ettiğinde senin yüzünden diyorlar. Allah diyor ki resulüne;

قُلْ كُلٌّ مِّنْ عِندِ ٱللَّهِ ۖ

Deki hayır da şer de Allah’tan dır. Dikkat edin yaratıcı olarak ona nispet ediyor.

فَمَالِ هَٰٓؤُلَآءِ ٱلْقَوْمِ لَا يَكَادُونَ يَفْقَهُونَ حَدِيثًا

Ne oluyor ki onlara neredeyse bunu anlayamayacaklardı. Şimdi tekrar başlıyor de ki;

مَّآ أَصَابَكَ مِنْ حَسَنَةٍ فَمِنَ ٱللَّهِ ۖ

Yani sana bir iyilik isabet etti mi Allah’tan.

وَمَآ أَصَابَكَ مِن سَيِّئَةٍ فَمِن نَّفْسِكَ ۚ

Bir kötülük isabet ettiği zaman da senden. Faili olarak sensin. Sen onu istedin Allah yarattı.

Yukarıdaki cümle ile buraya baktığınızda hasenat isabet edince Allah katından, kötülük isabet edince senden de ki ikisi de Allah’tan. Sonra diyor ki bir iyilik isabet ederse Allah’tan, kötülük isabet ederse senin kendinden diyor.

Onun için bir bela ve musibet karşısında bu bizim kendi elimizle yaptığımız bir şeyin cezası mı diye düşünme zorundayız. 

وَأَرْسَلْنَٰكَ لِلنَّاسِ رَسُولًا ۚ وَكَفَىٰ بِٱللَّهِ شَهِيدًا

Biz seni insanlara bir elçi, resul olarak yolladık. Ve şahit olarak da Allah buna yeter.

وَعِندَهُۥ مَفَاتِحُ ٱلْغَيْبِ [1] gaybın anahtarları Allah’ın katındadır. لَا يَعْلَمُهَآ إِلَّا هُوَ

Ondan başkası bunu bilmiyor.  وَيَعْلَمُ مَا فِى ٱلْبَرِّ وَٱلْبَحْرِ ۚdenizde de karada da olan her şeyi zerresi ile bilir. وَمَا تَسْقُطُ مِن وَرَقَةٍ إِلَّا يَعْلَمُهَا ağacın dalından düşen bir yaprağın düşüşü bile onun ilmiyledir.

وَلَا حَبَّةٍ فِى ظُلُمَٰتِ ٱلْأَرْضِ وَلَا رَطْبٍ وَلَا يَابِسٍ إِلَّا فِى كِتَٰبٍ مُّبِينٍ

O yerin karanlıkları içinde tek bir taneyi bile bilir. Kuru yaş ne varsa hepsi apaçık kainatta vukuu bulacak her şey onun yanında bir kitaptadır. Levhi mahfuzu kastediyor.

Yani tefeül, iyimserlik, karamsarlık, kötümserlik, iyi ve hayır ne olursa olsun kendiliğinden hareket edip, kendiliğinden birilerine isabet edip, birilerinin hayır ve şer yapması değil. hayır yapsa bile bize o hayrı yapma gücünü Allah’ın verdiğini bilmeliyiz. Bir şer yaptığımızda bizim tercihimiz, onu yaratmak da ona ait. Eğer aynen de hidayeti veren de o. Sapıttıran da o ama bize hidayeti, doğru yolu, şerri anlatmış. Doğru yolda giderseniz mükafat bu ve isteyin de diyor. şerri ise anlatmış böyle böyledir nihayeti, neticesi. Ama ondan da sakının demiştir. Onu isteyin dememiştir.

[1] Enam 59

Ebu Said El-Yarbuzi

Dersi Yazan : Ankaralı Mehmet Şahin

18.02.2021

 

 

 

Similar Posts