بسم الله الرحمن الرحيم
إنَّ الحمد للَّه نَحْمَدُه ونستعينُهُ ونستغفرُهُ ، ونعوذُ باللَّه من شُرور أنفسنا ، ومن سيئات أعمالنا ، من يهده اللَّه فلا مُضلَّ لَهُ ، ومن يُضلل فلا هادي لَهُ ، وأشهدُ أنّ لا إله إلا اللَّه وحده لا شريك لَهُ وأشهد أنَّ محمدًا عبده ورسولُه
Hamd, ancak Allah’a mahsustur. O’na hamdeder, O’ndan yardım ve mağfiret dileriz. Nefislerimizin şerrinden, kötü amellerimizden O’na sığınırız. Allah kimi hidayete erdirirse onu saptıracak yoktur, kimi de saptırırsa onu hidayete erdirecek yoktur.
Allah’tan baika ilah olmadığına şehadet ederim. O, tektir ve ortağı yoktur ve şehadet ederim ki, Muhammed (sallallahu aleyhi ve sellem) O’nun kulu ve Resulü’dür.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ وَلَا تَمُوتُنَّ إِلَّا وَأَنْتُمْ مُسْلِمُونَ
“Ey iman edenler! Allah’tan, O’na yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.” (Âl-i İmran, 3/102)
يَا أَيُّهَا النَّاسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ وَاحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهَا زَوْجَهَا وَبَثَّ مِنْهُمَا رِجَالًا كَثِيرًا وَنِسَاءً وَاتَّقُوا اللَّهَ الَّذِي تَسَاءَلُونَ بِهِ وَالْأَرْحَامَ إِنَّ اللَّهَ كَانَ عَلَيْكُمْ رَقِيبًا
“Ey insanlar! Sizi bir tek nefisten yaratan, ondan da eşini yaratan ve ikisinden de bir çok erkekler ve kadınlar türetip yayan Rabbinizden korkun. Adını kullanarak birbirinizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir.” (Nisa, 4/1)
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللَّهَ وَقُولُوا قَوْلًا سَدِيدًا (70) يُصْلِحْ لَكُمْ أَعْمَالَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَمَنْ يُطِعِ اللَّهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فَازَ فَوْزًا عَظِيمًا (71)
“ Ey iman edenler! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin.(Böyle davranırsanız) Allah işlerinizi düzeltir vve günahlarınızı bağışlar. Kim Allah ve Resulüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur.” (Ahzab 33/70-71)
أما بعد،
فإنَّ خير الحديث كتاب الله، وخير الهديِ هديُ محمدٍ صلى عليه و سلم، وشرَ الأمور محدثاتها، وكل محدثة بدعة، وكل بدعة ضلالة وكل ضلاة في النار
Kelime-i tevhid dediğimiz لا إله الا الله ‘ın delalet ettiği mana, mütelazımları yani gerekleri ve içeriği bilinmeden sadece bu cümleyi tekrarlama, harflerini telaffuz etme hiçbir anlam ifade etmiyor. Biz bu cümleyi telaffuz ederken, bu kelimenin anlamını, lazımlarını ve icaplarını bilmemiz gerekir.
Eğer yaratılış gayemiz ve ebedi saadetimizin teminatı olan kulluk yani burada Allah’ı birlemeyi kastediyoruz, sadece bu kelimenin telaffuzundan ibaret değildir. Ayeti kerimede dediği gibi:
وَمَا خَلَقْتُ الْجِنَّ وَالْإِنْسَ إِلَّا لِيَعْبُدُونِ
“Ben insanları ve cinleri sadece bana kulluk etmeleri için yarattım.’’ (Zariyat 51/56)
Buradaki kulluk tevhidi bazda ele alınıyorsa Allah’ı birlemek, imani bazda ele alınıyorsa imanın şubeleri, fıtri bazda ele alınıyorsa bir Rabbın varlığını kabul ve itiraftır.
Çünkü herkim bu kelimeyi söyleyerek son nefesini verirse hadisi şerifte de zikredildiği gibi, Allah Rasulü (sallahu aleyhi vesellem) bir hadisi şerifte:
من كان آخر كلامه لا إله الا الله دخل الجنة
‘’Her kimin en son sözü لا إله الا الله olursa, o, cennete girer” diyor.
Bu da ne demektir? Yaratılış gayemiz de bu kelimenin icabı, ebedi saadetimiz de buna bağlıdır.
Adem(as)’ dan zamanımıza kadar gelen ve kıyamete kadar da devam edecek olan iman ve küfür mücadelesinin sebebi olarak, yaratalış gayemiz olan ve ebedi saadetimizin teminatı olan bu kelimenin telaffuz edilmemesini göstermek İslam dinini hafife almak olurdu.
Yani bu kelimeyi söyleyip İslam’a girip bu kelimenin gerekleri olan şeyleri yapmayıp, ölürken de sadece bunu söylemek bizim için yaratılış gayemiz olan kulluğu eda etmede yeterli ve ebedi saadetimizin kurtarıcısı olarak da yeterli demek;
Adem(as)’dan günümüze kadar gelen ve devam edecek olan iman ve küfür mücadelesini bu sözü söylemek ve söylememek üzerine bina etmek İslam’ı hafife almak olurdu.
Tevhid ehli ile şirk ehli arasındaki ebedi mücadele, müsemmasız bir isim, gayesiz bir vesile, mücerred bir intisabdan dolayı değildir.
Yani sadece “ben Müslümanım” diyerek, Müslüman olmanın gereği olan amelleri yapmadan kendisini İslam’a nispet etme değildir. İslam isimse Müslüman olmak bunun müsemmasıdır.
Gayesiz bir vesile uğruna değildir. Vesileler bizi gayeye ulaştırmak için vardır, eğer vesileler bizi gayeye ulaştırmıyor ise bu anlamsızdır. Yani gayesiz bir vesile uğruna değildir. Mücerred bir intisabdan dolayı da değildir. Yani İslamın hiçbir emrini yapmayan nehyinden sakınmayan birisi, ismen kendini İslam’a nisbet etse bile onun mücadelesi bu uğurda değildir.
Yani Müminim deyip bunun gerekli ne ise onları yapmak gerekir. Müslümanım deyip bunun gerekleri olan, emre itaat edip nehiylerden sakınmayı yerine getirmeliyiz. Çünkü iman varsa mümin olmalı, İslam varsa Müslüman da olmalı, tevhid varsa muvahhid olmalıdır. Tekrarlarsak;
İman ehli ile küfür ehli, tevhid ehli ile şirk ehli arasındaki ebedi mücadele, müsemmasız bir isim, gayesiz bir vesile, mücerred bir intisabdan dolayı değildir.
Kelime-i tevhid لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ kelime ve cümle anlamıyla, lazımlarıyla ve gereği olan şeyleri yapmak ile hayatımızın her anını ihata eden, kapsayan, kulluk, Allah’ı birleme eylemidir. Her kim bu kelime-i tevhidi( لا إله الا الله ), kalben itikad, dil ile ikrar, azalarla amel ederek, isbat ve nefyin lazımlarını yerine getirerek bunun içeriği olan emirlere teslim olma ve nehiylerden uzaklaşarak, bunlara kayıtsız şartsız bir şekilde teslim olarak telaffuz ederse… Yani لا إله الا الله derken, Allah ‘tan başka korkulacak ilah yok, Allah ‘tan başka yaratan bir ilah yok, Allah‘tan başka güvenilen bir ilah yok, Allah ‘tan başka rızık veren bir ilah yok.
Bu şekilde telaffuz ederse, لا إله الا الله derse, dünya ve ahiret hayatının saadetinin teminatı olur, İslam’a girer ve bunun akabinde de hayatının her safhasında az önce saydığımız bu kelimenin gerekleri olan şeyleri yerine getirir ve hayatının son nefesini bu kelimeyle mühürlerse, o kişi, Rabbından cennete girmeyi taahhüt eder. Yaratıcısının üzerinde zayi edilmesi mümkün olmayan azap edilmeme hakkını kazanmıştır. Bir hadisi şerifte
من قال لا إله الا الله دخل الجنة
“Her kim لا إله الا الله derse cennete girer.” diyor Başka bir hadisi şerifte
من كان آخر كلامه لا إله الا الله دخل الجنة
“Her kimin en son sözü لا إله الا الله olursa cennete girer.” Diyor. Ebu davud 3116 sahih
“Her kim لا إله الا الله derse cennete girer.” hadisiyle, ‘“Her kimin en son sözü لا إله الا الله olursa cennete girer.”
Bu iki sözü birleştirin şimdi, demek sadece bu sözü söylemek değil, en son sözümüz de bu olmalıdır. Ve yaşadığımız müddette de bu sözün gerekleri üzere olmalıyız. Ayette de:
وَاعْبُدْ رَبَّكَ حَتَّى يَأْتِيَكَ الْيَقِينُ
“Ve Sana ölüm gelinceye kadar Rabbine ibadet et” (Hicr 15/99)
Buraya kadar anlattığımız لا إله الا الله ın kabulü için bazı şartlar vardır yani o şartları yerine getirerek bu kelimeyi telaffuz etmeliyiz.
Muhabbet yani Allah sevgisi de kelime-i tevhidi telaffuz edenlere, bu kelimenin faydalı olması için gerekli şartlardan birisi olarak kabul edilmiştir.
Muhabbet, Allah sevgisi fıtraten insanda var olan bir değerdir. Tabii ki bunun fıtri boyuttaki eyleme dönüşen kısmı fıtrat dairesi içerisindeki olan kısmıdır. Birçok fıtri değer, imanda, imanın şubeleri kabul ettiğimiz esasların muhatabı olan yani emrin ve nehyin muhatabı olan değerlerdir. Eğer imanda sevmeye dönük bir emir varsa bu emri yerine getirecek bir duygunun varlığı mevzu bahistir.
Çünkü insanda sevme denilen şey olmasaydı, sevmenin imanın şubelerinden olan bir eylem olması mümkün değildi. Bu, görme duygusu olmayan, okuma yazma bilmeyen birisine şu yazıyı oku demek kadar abes olurdu.
Bizde, sevmeyi, tek Allah’ı sevmeyi, onun için sevmeyi gündeme getirecek duygu olmasaydı bize böyle bir emir gelmezdi veyahut O’ndan gayrını sevmekten alıkonulmazdık.
Muhabbet, tevhidin esası olan bir değerdir yani tevhidin esas rüknüdür.(rükün=temel, esas,asıl,dayanak)
Allah sevgisinin kemal bulması ile tevhid tamam olur. Yani Allah sevgisi gönlümüzü ne denli işgal etmiş, onun eyleminde isek o denli de tevhid kemale ermiştir. Daha önce duymuşsunuzdur. İlahın anlamını, manasını verirken İbni Teymiye’nin şu ifadesi sıkça tekrarlanır:
“İlah kalbin sevgi ve muhabbetle meylettiği şeydir”
denilir.
Çünkü Allah’tan gayrı ilah edinme, hak olan ilaha ibadet, kulluk bu sevginin üzerinde döner. Aynı şeklide muhabbetin(Allah sevgisinin) kemalinin noksanlığı ile tevhid noksan olur. Yani Allah sevgisi ne denli kemale ermiş ise tevhid o denli kemale ermiştir. Allah sevgisinin noksanlığı da o denli tevhidi noksan göstermiştir.
Bir müslümanı sevdiğini söyleyen sahabeye Allah Rasulü, sevdiği kimseye bunu söylemesini söylüyor. Çünkü kalpteki sevgiyi o insan, biz ona bunu söylemedikçe ve o bizim amellerimizde bu sevgini tezahürünü görmedikçe onu sevdiğimizi anlayamaz.
Amellerle sevginin tezahürü ise, biz birine elle vurarak, lisanende onu sevdiğimizi söylesek, bu çok anlamsızdır. Çünkü kalbi bir sevginin elle vurarak ifade edilmesi mümkün değildir. Yani bir müslümana onu sevdiğimizi söylememiz ve buna uygun işler yapmamız bu sevginin ispatıdır.
Baktığımızda Allah sevgisinin hiç de bizim anladığımız anlamda eyleme dönüşen bir şey olduğunu görmüyoruz. Bu, sadece bizim iddialarımızla sınırlı kalıyor.
Sadece dil ile Allah’ı sevdiğinin söylenmesi de sadece bir iddiadan ibarettir. Allah da Ali imran suresinde Resulüne hitaben diyor ki:
قُلْ إِنْ كُنْتُمْ تُحِبُّونَ اللَّهَ فَاتَّبِعُونِي يُحْبِبْكُمُ اللَّهُ
“De ki: ‘Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tabi olun. Allah da sizi sevsin’ ”(Ali İmran 3/31)
Demek ki burada Allah’ı sevme sadece dil ile telaffuz ediliyorsa iddia ama Resule ittiba ile gündeme getiriliyorsa istenilen budur.
Çünkü Allah’ı sevme, O’nu seviyorum demek değil. Güya onun sevgisi ile onu zikrederken kendisinden geçip, kendisini kaybetme değil tasavvufun anladığı anlamda.
Muhammed(sav)’e ittiba Allah’ı sevmenin alameti ve bu iddianın ispatıdır. Bir insan Allah Resulü(sav) ters düşüyorsa, ona ittibada savsaklamışsa, Allah’ı seviyorum demesi hiçbirşey ifade etmez. Onun için biz sadece sözlü olarak “Allah’ı seviyorum” denmesine iddia diyoruz.
Bu sözün ispatı ancak Resule itaattir onun dışında kimselerin ise bu noktada ancak Resulün sözlerini ve fillerini aktarma şeklinde bir vesileliği olabilir değilse Resulün dışındaki birisine ittiba ile bu iddia ispat edilmiş olmaz.
Neden? Çünkü Allah sevgisi ayette de görüldüğü üzere Muhammed(sav)’e ittiba ile ele alınabilir, ancak bununla düşünülür.
“Muhabbet ağacı kalbe ekilip, ittiba ve ihlas ile, sevilene tabi olmak sulanırsa…” Bu ne anlama geliyor?
Eğer Allah’ı seviyorum diyorsak bu ağacı, fidanı kalbimize ekmişizdir. Ama bunu önce ittiba ve beraberinde ihlasla sulamanız gerekiyor. Ne kadar peygambere ittiba varsa bu ağaç besleniyor. Ne kadar ihlasla bu ittiba gündeme geliyorsa bu ağaç besleniyor demektir.
İbni teymiye kulluğu, Allah’ı birlemeyi anlatırken şöyle bir ifade kullanır:
“Allah’ı birleme yani ona kul olma Muhammed’in tarif ettiği şekliyle ona kulluk eyleminde bulunmaktır” diyor.
Allah’ı birleme, O’nu sevme ancak bu anlamda gündeme gelir.
Eğer muhabbet ağacı kalbe ekilip ittiba ve ihlas ile sulanmazsa ne olur? Bakılmayan, beslenilmeyen, sulanmayan bir ağaç orada kurumaya mahkumdur.
Yani Allah’ı seviyorum sözü sadece ağacı ekmek anlamındadır. Ama bunu beslemiyorsak bu ekilişin hiçbir anlamı yok çünkü beslenmiyor, sulanmıyor ve böyle bir ağaç da kurumaya mahkumdur.
Bu ağaç ihlas ve ittiba ile sulanmalı. Çünkü ne kadar ittiba, bu ağacın o kadar beslenmesidir. Bu ittibanın da ihlasla gündeme gelmesi gerekiyor.
Fıtratı selimi, imanı anlatırken sahih bir imanın akabinde ancak halis bir tevhid gündeme gelir diyoruz.
Peygambere ittiba, peygamberin yaptığını zannettiğin şeyleri yaparak gerçekleşmiyor. Peygamberin sözüne, fiiline, hareketlerine mutlak uyduğunu söylüyorsan, o uymaklığın sahihliği de mevzu bahistir. Yani sahih bir iman gerekir. Bundan sonra halis bir tevhid gündeme gelebilir.
Öyle insanlar vardır ki eften püften meselelerle peygamberin sünnetini ihya ettiklerini gündeme getirirler. Halbuki peygambere ittiba asıldır. Çünkü peygambere ittiba sahih olan sünnetle mümkündür. Sünnet zannedilen şeylerle değil.
Onun içindir ki biz genel anlamıyla sünnetin inkarını küfür görürüz.
Peygambere ittiba bizim düşündüğümüz şekliyle değil, babalarımızın bize aktardığı şekliyle değildir.
Bir amelin kabulü için iki şart gerekir diyoruz: Önce sahih olması sonra halis olacak. Sahih ne anlama geliyor?
Kurana ve sünnete uymalıdır. Ondan kaynağı olmalıdır. İhlas nedir? Sadece onun için yapılmalıdır bu.
Eğer kalbe ekilen muhabbet ağacı ittiba ve ihlasla beslenirse o zaman bu ne olur? Kökü kalpte karar kılan yani artık onu ekmişiz, beslemişiz, kökü kalpte karar kılmış sonra dalları sidretil müntehaya uzanan muhtelif tatlarda muhtelif meyveler veren bir ağaç olur.
Bunu tek bir kelimeyle ifade etmek istersek; kulluğu eyleme dönüştüğü şekliyle anlattığımızda insandan düşünce söz, kasıt ve fiil olarak sudur eden herşey;
Kocaman bir ağaç düşünün yeri ve göğü doldurmuş her dalı farklı meyve veren müstakil bir ağaç. Kulluğu bu denli anlayanın kendisinden uzanan, sağa sola dağılan dalları, budakları her parça muhtelif tatlarda muhtelif meyve veren bir ağaç olur. Kulluğu tarif ettiğimiz şekliyle anlama bunu gösterir.
Allah’ı sevenin kalbi;
1-Allah’ın zikrine bağlı:
Allah’ın zikrine bağlı, ne anlamda bu?
Kurana ve sünnete bağlı demektir.
2-Allah’ın hukukunu koruyan
Allah’ın öncelikli hukuku Muaz bin Cebel(ra) ya dediği gibi O’na hiçbir şeyi ortak koşmadan ibadet etmek.
3-Her sözü Allah’tan:
Kitap ve sünnetten.
4-Konuştuğunda Allah için konuşan
5-Hareket ettiğinde Allah’ın emriyle hareket eden
6-Sükun bulduğunda Allah ile sükun bulan
7-Allah için, Allah adına, Allah ile iş görendir.
Allah’ı sevenin kalbi Allah’ın zikrine bağlı, Allah’ın hukukunu koruyan her sözü Allah’tan, yani Kitap ve sünnetten konuştuğunda Allah için konuşan, hareket ettiğinde Allah’ın emriyle hareket eden, sükun bulduğunda Allah ile sükun bulan, Allah için, Allah adına, Allah ile iş görendir.
Bu, bizim fıtri boyuttaki kulluğumuzun, imani boyuttaki kulluğumuzun, tevhidi boyuttaki kulluğumuzun muhteşem bir başlığıdır.
Muhabbet yani Allah sevgisi, istisnasız her amelin ruhudur.
Bütün amellerin yani kulluk eylemi içinde gündeme getirdiğimiz herşey, bunların hepsinin ruhu nedir? Allah sevgisidir.
Muhabbetten uzak her amel ruhsuz bir ceset gibidir.
Allah sevgisi ile beraber harekete geçmeyen bir düşünce, Allah sevgisiyle harekete geçmeyen bir telaffuz değil. Allah sevgisi ile kastetmeyen bir niyet, Allah sevgisi için atılmayan bir adım ruhsuz bir ceset gibidir.
Siz onu yapar görürsünüz. Onu o eylem üzerine görürsünüz ama o bir cesettir.
Cesedin, ruhsuz bir cesedin yaşam kelimesiyle alakası ne kadarsa o amelin de gerçekle alakası o kadardır. Onun için amellerimizi sadece yapar görünmeyeceğiz. Onları ruh sahibi birer cisim yapma zorundayız. Bu da ancak Allah sevgisi ile gündeme gelir.
Muhabbetin amellere nisbeti, ihlasın muhabbete nispeti gibidir. Amellerin muhabbetle irtibatı ve sonra muhabbetin ihlas ile irtibatı olmalıdır.
Çünkü amel, amelsizliğin yanında değerdir. Amel muhabbetle beraberse değer taşır. Başlı başına bir hiçtir. Eğer muhabbetle amel ihlassızsa onun da hiçbir anlamı yoktur.
Amel gündeme gelmiyor bu bir hiçtir. Amel gündeme geldi mi bu muhabbetle olmalı. Muhabbetle amel gündeme geldi mi bu ihlasla beraber olmalıdır. Yani bunların birbirine nispeti eş değerdedir. Çünkü İslam, teslim olma ne anlamda?
Emirlere ittiba, nehiylerden sakınmadır.
Muhabbet, taat Allah içindir. Her kimin muhabbeti yoksa elbette İslam’ı da yoktur.
Neden? Çünkü muhabbetsiz bir İslam, ihlassız muhabbetli bir amel, yapar görünülendir. İşte muhabbetsiz bir amel, ihlassız bir amel ruhsuz bir cesettir.
Muhabbet taat Allah içindir. Her kimin muhabbeti yoksa islamı da yoktur. Daha da öte muhabbet Allahtan başka ilah yoktur şehadetinin ta hakikatidir.
İbn teymiyenin; ”İlah kalbin sevgi ve muhabbetle meylettiği şeydir.“ tarifini zikretmiştik.
İnanın devamlı tekrarladığımız bu ifadeyi din karşıtları iyi yakalamış.
Duymuşsunuzdur şu sözü “Tarkan bu gençliğin ilahıdır.” Diyorlar. Neden?
Öyle seviyorlarmış ki o, şarkı söylerken kendinden geçip ağlayan, yırtınan kızlar varmış. Kalp bütün meyliyle ona dönmüş. Öyle olur ki o sevgi, kalbin muhabbetle yöneldiği şey, sana çok korkunç, delice, şaşkınca, cesurca işler yaptırabilir. Bakın bu bir ilaha takdim edilen sevgidir işte. Tasavvuf ehlinin çoğu da bu şekilde yırtınır kendinden geçer. Bu sevgi yanlış noktada kullandığında haşa mecazi aşkın Allah’a kavuşturan hakiki aşka dönüşmesi sadece bir safsatadır. Yani leylanın aşkı seni hakkın aşkına kavuşturacak? Bu kocaman bşr safsatadır.
Ama bizde bunlar yok. Bizdeki muhabbet, bizdeki sevgi Muhammed sav e ittiba ile ancak gündeme geliyor. Onda bir yırtınma, zorlanma yok.
Muhammed’e ittiba bizi hakkın sevgisine kavuşturabilir ancak. Ve onun sevgisini ispat etme imkanını buluruz bu ittiba ile. Yine ibni teymiyenin tarifi ile;
İlah kamil bir muhabbet ve tazimle, iclal ve ikramla, korku ve ümitle ve benzeri ihtiramlarla hüküm ve arzularına tabi olup kalbin yöneldiği şeydir. Burada sevgiyi sevginin teferruatı olan, lazımları olan değerlerle beraber zikrediyor neden? Muhabbet, Allah sevgisi sevgi, tazimi, büyüklemeyi gerektirir.
İclal onun celalini(büyüklüğünü) gündeme getirir ve ikramla(hürmet-saygı gösterme) ona yöneliyoruz. Korku ve ümitle… Korkumuzda da ondan ümit de ondan. O’nun azabından onun rahmetine iltica ediyoruz. Yani haşa bir ilahın gazabından başka bir ilahın sevgisine yönelme yok. Birisinin korkusundan bir başka ilahın güvenine, emniyetine sığınma yok. Aynı ilahtan korkuyoruz ve ona güveniyorsun. Onun azabından, onun rahmetine iltica edip sığınıyorsun.
Korkun da ihlas da sadece O’na yöneltilir. Sevgi de sadece ona yöneltilir. Yani Allah’tan korkup bir başkasından da korkmakla değil. Allah’ı sevip bir başkasını da onunla denk sevme değil.
Allah’tan korkmak değil ondan başkasından korkmama da. O’nu sevmek değil O’ndan başkasını da sevmeme de gündeme gelmelidir.
Hiçbir şekilde Allah’ın korkusuna ve onun sevgisine denk, bir nebze, bir parça da olsa başkasına bir pay ayırmamalıyız. Biraz izaha girersek;
Mesela muhabbet, sevgi veya korku tabiaten insanda var olan değerlerdir. Korku tabidir insanda. İnsan tabiatında tabi değer olarak var olan birşeyi yok sayamayız. Bunu toptan yok etmek gücüne de sahip değiliz.
Korku tabiaten olmalı ki bize “Allah’tan kork” denildiğinde bunu anlayabilelim. Aynen bizde sevgi duygusu olmalı ki “Allah’ı sev denildiğinde” de ne denmek istenildiğini anlayabilelim.
Mesela burada, tabi korkuda Musa(as)’ın korkusunu dile getiririz. Musa(as) Mısır’dan birisini öldürmesine sebep korkarak kaçtı oradan. Musa(as)’ın bu korkusu tabi mi? tabi.
Ne zaman bu korku kötü olurdu?
Allah, geriye dönmesini emrettiğinde eğer bu korku Allah’a itaate mani olsaydı, Allah’a isyana sebep olsaydı o korku zararlı olan korkudur işte. Ama bu korku Musa(as)’ın geri dönmesine mani olmadı. Allah’a dua etti.
قَالَ رَبِّ اشْرَحْ لِي صَدْرِي (25) وَيَسِّرْ لِي أَمْرِي (26)
Taha 25-26
“Allah’ım gönlümü genişlet, işimi kolaylaştır?”
Oradan korkarak kaçmıştı Musa(as) ama bu sıkıntısı Rabbine isyana götürmüyor. Ona itaati yeğeliyor. Eğer o korku olmadan dönseydi tabiatına ters düşerdi, imtihanın anlamı kalmazdı dimi? O korku olmasaydı itaati sergilemek için imtihan mevzu bahis olmazdı.
Musa(as): “Rabbim gönlümü genişlet ve işimi kolaylaştır.” Diyor.
Ve Musa’nın bu korkusu, Allah’a itaate mani olsaydı tehlikeli korku olurdu.
Sevgi de tabiatıyla karımıza, annemiza, babamıza, eşimize, çocuğumuza olabilir. Bu tabidir. Bu ne zaman zararlı olur? Ona itaatten alıkoyarsa. Tevbe Suresi’nde:
قُلْ إِنْ كَانَ آبَاؤُكُمْ وَأَبْنَاؤُكُمْ وَإِخْوَانُكُمْ وَأَزْوَاجُكُمْ وَعَشِيرَتُكُمْ وَأَمْوَالٌ اقْتَرَفْتُمُوهَا وَتِجَارَةٌ تَخْشَوْنَ كَسَادَهَا وَمَسَاكِنُ تَرْضَوْنَهَا أَحَبَّ إِلَيْكُمْ مِنَ اللَّهِ وَرَسُولِهِ وَجِهَادٍ فِي سَبِيلِهِ فَتَرَبَّصُوا حَتَّى يَأْتِيَ اللَّهُ بِأَمْرِهِ وَاللَّهُ لَا يَهْدِي الْقَوْمَ الْفَاسِقِينَ
De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler size Allah’tan, Resulünden ve Allah yolunda cihad etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez. (Tevbe 9/24)
Bunların hiçbirisinin sevgisi O’nun sevgisinin önüne geçmemelidir. Bakın Allah azze ve celle bizi sınayacağını söylüyor:
وَلَنَبْلُوَنَّكُمْ بِشَيْءٍ مِنَ الْخَوْفِ وَالْجُوعِ وَنَقْصٍ مِنَ الْأَمْوَالِ وَالْأَنْفُسِ وَالثَّمَرَاتِ وَبَشِّرِ الصَّابِرِينَ
Andolsun ki sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma (fakirlik) ile deneriz. (Ey Peygamber!) Sabredenleri müjdele! (bakara 2/155)
Ve deneneceğiz. Acıkacağız, onun Rezzak olduğunu hatırlayacağız. Ve ondan başka da kimse bizi rızıkladıramaz diyeceğiz.
Birisinin eliyle bize sunulan sofrada o sofrayı bize uzatanı değil, ona uzattıran müsebbibi düşünmeniz gerekiyor.
Onu bize getiren el değil( bu sebeptir), onu sebep kılan müsebbib takdir edilip ve kendisine teşekkür edilmelidir.
Kelimei tevhid dediğimiz لا إله الا الله ın içindeki ilah kelimesinin anlamı bilmeliyiz. Çünkü ilahı anlamadan Allah’ı anlamamız mümkün değil.
İlah kelimesin aslı أله dir. أله ise aynen عبد yani ibadet etme anlamındadır.
İlahun ise bu fiilden türemiş ve ma’budun yani ibadet edilen şey anlamındadır.
Biz, bizden düşünce söz kasıt fiil olarak sudur eden hiçbirşeyi Allah’tan başkasına takdim edeyiz. O’ndan başka da bunu hak eden bir ilah yoktur. Bırak tümünü bunun bir tek cüzünü dahi onun bir tek parçasını dahi Allah’tan gayrına biz ayıramayız. Eğer biz kulluğu anlayamazsak ilahı anlayamazsak hak olan ilaha kulluğu gündeme getiremeyiz.
Şimdi biz Allah’ın kulu muyuz? Evet.
Ben doktorum desem ne kadar inandırıcı olur?
Eğer ben doktorluğu eyleme dönüştüremiyorsam bunu yapan birisi değilsem ben istediğim kadar doktorum diyeyim dönüp de kimse bakmaz?
Eğer birisi kul değilse nasıl Allah benim mabudum nasıl diyebilir. O’na kulluk eylemini sunduysan o senin mabudun. Neden?
Dinara (altın paraya) kul olanın burnu yerde sürtülsün! Dirheme(gümüş paraya) kul olanın burnu yerde sürtülsün! Giysilerin kulu olanın burnu yerde sürtülsün! Kadifenin kulu olanın burnu yerde sürtülsün!
Dinara secde mi ediyor? Rüku mu ediyor? O benim razıkım mı diyor? O benden kötülüğü gideren mi diyor? Nasıl bir kulluk oluyor bu?
Onun sevgisi ile Allah’ın sevgisine tecavüz ediyorsan, onun istekleri Allah’ın isteğinin önüne geçiyorsa, Allah’a ait olan bir şeyi ona veriyorsan… Biraz balyoz etkisi olacak ama birisinin eşine bu topraklarda küfretseler ne yapar? Onu öldürmeye kadar gidebilir.
Peki Allah’a küfredildiğinde? Ne kadar gayrete geliniyor?
Hiçbir kimse Allah’a ve Resulüne tek kelime etmeye cesaret edememelidir. Eğer biz bunu başaramazsak insanlara saygı kanun çıkartırlar onlara tek kelime edemeyiz. Ama Allah’a istedikleri gibi laf ederler. Ha biz tutup onlara küfredelim demiyoruz? Hiçbir kimseye bizim küfretme hakkımız yoktur. Ama bizim ilahımıza da kimse tek kelime edemez.
Ve herkes haddini bilme zorundadır. Neden? Ben onu seviyorsam, benim O’nu sevmem bunu gerektirir. Nasıl sevdiğimiz birisi için deli oluyorsak… Senin için ölürüm bile diyorlar dimi?
Bu anlaşılmalı.
İşte Muhabbet, kulluğun hakikatidir. Muhabbet, rıza, hamd, şükür, korku, ümit olmadan inabe mümkün değildir. İnabe ne anlamda? (Samimi bir şekilde Allah’a teslim olmak, O’na yönelmek ve tövbe etmektir.)
Hepiniz günahlarınızdan tevbe ederek O’na dönün. Ama bu inabe, muhabbet yoksa, rıza yoksa hamd yoksa, şükür yoksa, korku yoksa, ümit yoksa mümkün değil.
Bizimkiler bunu nerede kullanır. Ben falan şeyhten inabe aldım, el aldım derler.
Arkadaş O, senin korktuğun mu? O, senin sevdiğin mi? O, senin ümit ettiğin mi? O, senin büyüklediğin mi?
Bu inabe sadece Allah’a yapılır. Çünkü inabe, muhabbet beslediğine, umduğuna, ümit ettiğine, sevdiğine, sığındığına, senden razı olduğunda kurtuluşa ereceğine olur. Allah’ın dışında peygambere bile inabe yoktur. Çünkü O da Allah’a iltica ediyordu.
Kızı Fatıma’ya dahi kıyamet günü için güvence verememişti, kendisinin onu kurtaramayacağını söylemişti Allah Resulü. Ne anlama geliyor bu?
Kurtuluş vesilesi, bizi ateşten kurtarabilecek Allah Resulü bile değil sadece Allah’tır.
İnabe ettiğimiz, tevbe ettiğimiz ancak Allah olmalıdır.
Sevenlerin sabrı gibi sabır yoktur. Neden?
Sevdiğimizin herşeyine sabrederiz dimi? Bela musibet, bize neyi takdir etmişse…
Rabbim tahammül edemeyeceğimiz şeyle imtihan etmesin bizi
Onun takdir ettiğine sabretme, O’nun bizim için güzel gördüğünü güzel görme vardır. O böyle istediyse mutlak güzeldir. Onun herşeyine sabretmeliyiz.
O’nun rızasını ve sevgisini tahsil için, O’nun sevgisini kazanmak için sadece O’na tevekkül vardır.
Dua ettiğimizde illa vericen değil. Ne anlamda? O zaten vereceğine söylüyor. Vermeyecek olsaydı bize isteme duygusunu vermezdi. Sen O’nu deneme illa ver deme. Benim istediğim şekliyle ver deme sadece tevekkül et. O’na güvenmemiz, tevekkülümüzü gündeme getirmeli.
İsterken haşa O’nu dener gibi verecek mi vermeyecek mi. O bizi dener, O bizi sınar, biz O’nu sınayamayız. Biz O’na güveniriz. O’nun hakkında zannımızı güzel tutarız. O’nun hakkında nasıl zannediyorsak O’nu öylece bulacağız. Eli açıp “Allah’ım ver” dediğimizde vereceğinden ne denli O’na güveniyor, O’na tevekkül ediyorsak öyle bulacağız.
Kişinin güveni O’na tevekkülü ne ise O’nu öyle bulacak.
“İstiyorum, istiyorum vermiyor.” öyle bulacaksın.
Ben kulumun beni zannı üzereyim. Benim hakkımda istediği zan etsin.
Allah kendisine el açıp isteyen kulunun elini boş döndürmekten haya eder. Ama bu illa bizim istediğimiz gibi değil. O bize neyi güzel gördüyse…
Derler ya “sevdiğim bana bunu reva gördüyse” veya “ben onun elinden zehir içerim.”
Sana bütün hayatını verenin yaptıklarına sen razı değilsin.
Hayanın hakikati de budur. Çünkü haya sevenlerin hayasıdır. Zira haya sevenlerin tazim ve muhabbetinden doğar. Çünkü sevmese, onu büyüklemezse, onu sevmezse haya da mevzu bahis olmaz. Haya bunların meyvesidir.
İman 70 küsür şubedir hadisinin akabinde haya da imandan bir şubedir diyor neden?
Her amelin elbisesi hayadır, edebidir. İsteme edebi, O’nu sevme edebi, O’na güvenme edebi, bu edep her şeyi ile hakimdir.
En güzel fakirlik kalbin sevdiğine olan fakirliğidir yani onun karşısındaki zillettir, ona karşı hissettiği ihtiyaçtır. Allah ne kadar zenginse biz o kadar fakiriz. En zengin olana fakirlik kadar güzeli var mıdır zaten?
Muhabbetullaha yani Allah sevgisine kavuşmak yani Allah sevgisi de böyledir. O’na kavuşmayı arzulama da muhabbetin özü ve sırrıdır.
Allah Rasulü bir hadisi şerifte diyor ki:
‘’Her kim Allah ‘a kavuşmaktan uzak durur yani onu kerih görürse Allah da ona kavuşmayı istemez.’’
Bunun için Allah Rasulü (sallahu aleyhi vesellem) bir duasında:
‘’Allah ‘ım bize, sana kavuşmayı sevdir.’’ Buradaki kavuşmadan maksat ölümdür.
Çünkü ölüm tevhit ehli için bir vuslattır, Allah ’a kavuşmadır. Allah sevgisine zıt düşerek, Allah‘la kendi O’nun izin vermediği şekilde vesileler edinerek yani bizde dedikleri gibi Mecnunun Leyla ’yı vasıta edinerek Allah ‘a kavuşması bir safsatadır.
Allah ‘a kavuşmayı isteme
= Ölüm ve ölüme hazırlık, Allah ‘a itaat, O’nun emirlerini yapıp yasaklarından sakınmaktır. Ne denli Rasule ittiba ediyorsak az önceki zikrettiğimiz ayettee olduğu gibi yani ‘’ De ki: Eğer Allah ‘ı seviyorsanız bana tabi olun.’’ Ne kadar Muhammed (aleyhisselatu vesselam)’a tabi oluyorsak olmuşsak, onu örnek edinmişsek, onu kendimize rehber ve kılavuz edinmişsek Allah’ı da o kadar seviyoruz demektir.
Onun için insan istediği kadar lisanen Allah ‘I sevdiğini söylesin eğer peygambere ittibasızsa o sevgi bir iddiadır.
Ama bir insan her şeyinde kendisine Muhammed(aleyhisselam)’ı örnek edinmişse, onu rehber ediniyorsa Allah ‘ı seviyorum demesine de ihtiyaç yoktur. Zaten onun Allah Resulü’ ne tabi olması, ona uyması, onu kılavuz, rehber ve önder edinmesi Allah sevgisinden ötürüdür.
Zenginlik te kalbin zenginliğidir. Kalbe onun sevgisinin dolması, O’na olan ihtiyaç, O’ndan başka hiçbirşeye muhtaç etmiyor bizi. Ve insanın bu mevzudaki en güzel duası
“Allah’ım beni senden başkasına muhtaç etme” Neden?
O biz istediğimizde vereceğini söylüyor. İnsanlar ise istenildiğinde kızarlar dimi. Müslimdeki hadisi şerifte
Bütün insanlığın kalbi tek kalp gibi olsa… Ademden kıyamete kadar herkesin en uç noktadaki isteğini isteseler ve onların isteğini kat kat verse bile bu Allah’ın hazinesinden bir iğnenin deryaya batırılıp çıkardığında ne noksanlaştırırsa o kadar bile noksanlaştırmıyor.
Ya bu kadar zengine fakir olmak kadar güzel bir şey var mı? Bunu hiç kimse düşünmez. Sahabe kıyamete kadar insanlığın üstadı mertebesine yükselen o insanlar ki Ömer(ra) diyor ki
Biz İslamdan evvel zelil kimselerdik Allah bizi islamla aziz kıldı. İslamdan başka izzet, şeref, yol arayanı Allah zelil kılar.
وَاذْكُرُوا نِعْمَتَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ كُنْتُمْ أَعْدَاءً فَأَلَّفَ بَيْنَ قُلُوبِكُمْ فَأَصْبَحْتُمْ بِنِعْمَتِهِ إِخْوَانًا
Allah’ın size olan nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşman kişiler idiniz de O, gönüllerinizi birleştirmişti ve O’nun nimeti sayesinde kardeş kimseler olmuştunuz. (Ali İmran 3/103)
Bunun kardeşliği kadar güzel bir kardeşlik var mı?
Sen hangi keyfi, hangi hoşuna gitmeyen çehreden, onun hangi hoşuna gitmeyen huyundan dolayı bu kardeşliği yıkarsın ne yaptığının farkında mısın?
Allah bize hak ettiğimiz kadarını vermiyor. Verdikleri yaptığımız amellerin karşılığı değil. o bize hak ettiğimizin onlarca katıyla bizi veriyor. Böyle bir verenden istemezsen yuh olsun derler adama.
Fırsatı kaçıran büyük aptal denilir dimi? Ve her istediğinde veren hiç de yeter diyen değil. İstedikçe vermekten zevk duyan birisidir.
Kendisine küfredene bile zaruri ihtiyacını, rızkını vermekten geri durmamış bu. Hiç kendisine inananı bundan mahrum eder mi?
Ancak bizim günahlarımız onun bize takdir ettiği rızıktan bizi mahrum edebilir. Biz onu seveceğiz, Resulüne ittiba etmekle de bunu göstereceğiz. O bizi mahrum etmez katiyetle. Mümkün değil.
O’na kavuşmayı arzulama da muhabbetin özü ve sırrıdır demiş ve Allah Resulü’nün
اللهم حبب إلينا لقائك
“Allah’ım bize sana kavuşmayı sevdir.” Duasını zikretmiştik.
Böyle birşeyin hakikatine kavuşmuş insan ölümden korkmaz. Sahabenin birbiriyle yarışır şekilde en ön safta düşmanla karşı karşıya gelmeyi arzulaması nasıl bir anlam taşır? Bu O’na kavuşmanın özlemidir. Ölümden korkuya yer yok burada. Çünkü ölüm ona kavuşmanın yoludur. Belki ölümden korkma, hesap veremeyeceği şeylerin endişesini taşır ama kavuşacağı şeyin sevgisi buna yer bırakmaz.
فَمَنْ كَانَ يَرْجُو لِقَاءَ رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَدًا
Her kim Allah’a kavuşmayı istiyorsa umut ediyorsa ona ortak koşmadığı ibadetler yapsın.(Kehf 18/110)
Burada salih amelden maksat şirksiz ibadetlerdir. O’nun tek koştuğu şart az önce de zikrettiğimiz gibi kulum bana dünya dolusu günahla da gelse. Ben onu dünya dolusu mağfiretle karşılarım tek ki bana ortak koşmasın diyor. Tek ki bana ortak koşmasın diyor.
Muhabbet kelimei tevhid لا إله الا الله ın muktezasıdır. Muhabbet, Allah sevgisi kelime-i tevhidin lazımıdır.
Bu toplumdan kime لا إله الا الله ın manası nedir diye sorarsanız söyleyeceği söz nedir?
Allah tan başka ilah yoktur ama anlamadan. Anlamadığını nasıl anlıyoruz. Eyleminde Allah’tan başka Allah yoktur şeklinde.
Ben Allah’tan başka Allah var demediysem diyor şirk te koşmadım diyor. Bunu anlamadan. Geçmiş ümmetlerdeki sorun da zaten Allah’tan başka Allah vardır dedikleri için değil; Allah’a eş, benzer, denkler edinmeleridir. Sorun budur.
Haşa Allah’tan başka yaratıcı var, Allah’tan başka Rezzak var, Allah’tan başka öldüren ve dirilten olduğuna inandıklarından değil; Allah sevgisiyle başkasının sevgisini karıştırdıklarındandır. Allaha daha yakın olmak için evliyaları aracı edindiklerindendir.
Allah Resulü’nün aracılığı ise bize doğruları öğretmesiyledir, ona tabi olmamızladır, bize öğrettiği bu dindedir.
Ona ittiba aracılıktır. Ona ittiba edelim edebildiğimiz kadar. Bizim kurtulma vesilemizdir ama ona uymadan beni sadece sevmeyi telaffuz kurtarır diyorsan zor kurtarır.
İşte kulluğun aslı, muhabbetin en son mertebesi de budur.
Şimdiye kadar hep bizim Allah’ı sevmemiz ve onun ispatından bahsettik. Peki Allah bizi seviyor mu sevmiyor mu bunu nasıl anlarız?
Eğer bir emir duyduğumuzda Allah’tan, Resulü’ nden gelen, o emre hemen inkiyad duyuyorsak, hiç tereddüt etmeden o emri yapmaya koyuluyorsak, aklımıza yatmış yatmamış, insanlar bizi eleştiriyor, eleştirmiyor bunu umursamadan hemen o emri yerine getirmeye çalışıyor ve nehiylerden uzaklaşmaya çalışıyorsak; ŞÜKRETMELİYİZ.
Çünkü bu Allah’ın bizi sevdiğinin emarelerindendir.
سبحانك اللهم وبحمدك أشهد أن لا اله الا أنت أستغفرك و أتوب إليك
(Yazıya döken M.Furan)