Kader Meselesine Giriş
Kader ehli sünnette imanın cüzlerinden bir cüz sayılır. Kabul edilir.
Kader daha sahabe hayatta iken hakkında ihtilafların çıktığı bir meseledir. Geçmiş ümmetlerin de kader mevzusundaki sorunları ciddi sorunlardır. Hatta İslam’daki kader mevzusundaki sorunlara baktığımızda o bölgelerden Müslüman olan taifeler ile beraber İslam’a giren sorunlardır kader mevzusundaki sorunlar.
Sebepleri bir çok olmasına rağmen yani kaderin üzerinde hakkı ile inanmak tam olmuş olmasına rağmen bunu çıkabilecek sorunlara karşı ümmeti eğitme gibi bir eğilime hem müşkilat olarak uzaklarda, farklı yerlerde çıkması hem de bu denli sorunun olmayışı mesela her şey Allah’ın ilmindedir denildiğinde o toplum bunu olduğu gibi kabul ediyordu. Akıl ile vahye müdahale devri başlayınca ki kader sair meseleler de böyle imtihan içeriği taşıdığı için teşviş, şüpheleri de beraberinde getirebiliyor.
Yani iman ettikten sonra siz öylece bırakılacağınızı mı zannedersiniz denenmeden, sınanmadan aynı sizden öncekilerin denenip sınandığı gibi diyor.
Sınanma nedir? Sana müphem kalan bazı yerlerde doğruyu seçme gibi bir irade hürriyeti veriyor. İmtihan bu. Doğruluğuna nispeten onun hakkındaki sahip olduğun doğru bilgiye nispeten bir tercih vardır. Şimdi hırsızlık ile hırsızlık yapmama arasında tercih çok açık değil mi? Hırsızlık hakkın olmayan bir başkasının malını elde etmendir. Ama bunu yaparsan ateşe gideceğin de bildirilmiş, şimdi bunu tercihte bir sorun yok. Neyi tercih edeceğin açık ama senin meylin yani Allah bu günahı affeder. Hırsızlıkta yapsan cennete girersin diyor ya bizim malzememiz çok.
Bu denli şüpheli teviller ile buna da biz şeytanın güzel göstermesi hatta daha temelden sorun nerede? Bizim insanımızın gafur ve rahim ismini Allah’ın gafur ismini isyan etmeye vesile kıldıkları gibi.
Allah gafur rahimdir affeder bağışlar diyor. Bu doğru ama yaptığın günahı mı bunu bilerek yapacağın günahı mı? Belli ki bu yaptığın günahlar için yapacaklarına kullandıklarında onları cesaretlendiriyor nasıl olsa affeder diyor. Ve bu sefer bile bile günah işlemeye seni sevk ediyor. Onun için bazı sorunlar çıktıktan sonra gündeme taşınır. Sebepler gibi dünde dediğim gibi o gündeme düşer düşmez insanlar o ayeti, ona benzeyen ondan konuşan ayetleri düşünüp algılamaya başlarlar. İşte selef o zaman birçok müşkilata cevap verme yoluna gitmiştir.
Ama bu kader mevzusu bizde hasseten Türkler arasında acemler de diyebiliriz en çok sorunun yaşandığı meselelerden birisidir. En çok sorunun yaşandığı meselelerden birisidir hatta cidden cidden İslam’a bağlı inandığını söyleyen kimselerde dahi bu kader mevzusunda sorunlar vardır. En uç noktası kaderde susması gereken yerlerde susmayı beceremeyen.
Benim bu mevzuda daha evvel kaynak olarak iman kitaplarını bu mevzudaki hadisleri toplayanlara baktığımızda hepsinde kader bahsi diye bir bahis bulursunuz. Rivayetler doğrudan doğruya kurandan nakiller, sünnetten olduğu için herkesin rahatlıkla anlayabileceği seviyede değil yine bir ilim ehlinin nezaretinde anlatılması gerektiğini gösterir. Ama buna rağmen ya böyle iman kitaplarında bir bahis ayırmışlardır veyahut müstakillen kitaplar telif etmişlerdir kitabu’l kader adı altında. Bunların başında gelen Abdullah ibn vehb’in Kitabu’l kader’i vardır. Hasen el basri’nin bir cüzü var maalesef ya tamamen Mürsel hükmündeki nakiller, zayıf olan nakiller o ortamdaki Basralı ya kendisi o cihetteki çıkan fitnelere söylenilen sözler yani sadra şifa bir bilgi bulamazsın.
Hatta oradaki bazı sorunlar İ. Oğlunun işine yaradığı için nereden bulduysa mesela Hasan el basri’nin Kitabu’l kader’i bende mahtut olarak var. Bastırmışlar ki eline geçmiş bunu tercüme ediyor, bundan nakiller veriyor. İşine yarayan şeyler gördüğü için burada.
Onun dışında Feryabinin Kitabu’l kader’i vardır, Beyhakinin Kitabu’l kaderi vardır müstakil olarak hem de kaynak bunlar her ne kadar her seviyede insanın okuyup anlayabileceği derecede olmasa bile ilim ehline kaynaklık teşkil edecek rivayetler var mesela Mukbil’in Kitabu’l kader diye bir kitabı var bu mevzudaki toplayabildiği bütün hadisleri toplamış takriben iki yüz sayfaya yakın bir eser. Ve tahkik etmiş. Yani ileride bunu iyi düşünmüş Allah rahmet etsin, ileride bu mevzuda bir şeyler yazmak, konuşmak isteyen bu yönlü istifade etsin şeklinde cidden müfit, istifade edilecek bir kitaptır.
Ondan sonra bu mevzuda özlü, ama emsallerine göre hacimli İbn Kayyım’ın şifau’l alil isimli kitabıdır. Cidden bu kitap sadra şifa bir kitaptır. En azından öncelikli başlık halinde bizim anlamamız gereken çünkü kader meselesi sair meseleler gibi yüzeysel okunup ele alınıp dinlenip hemen anlaşılacak düşünmeden, hemen anlaşılacak bir mesele değildir.
Ama imandan bir meseledir. Bizim toplumumuzun takındığı tavır devamlı kaderden konuşmaktan sakındırılmıştır. Şimdi kaderde rastgele konuşmadan sakındırıla bilinir. Delilsiz konuşmaktan sakındırıla bilinir. Kelamcıların menheci ile hareket etmekten sakındırıla bilinir. Ama mutlak bir şekilde kaderden sakındırma imandan bir meseleyi öğrenmenin önünde engeldir. Çünkü imandan bir mesele ise bu konuşmak gerekir. Okumak gerekir. Dinlemek gerekir. Anlatmak gerekir değil mi insanlara yazmak gerekir. Katiyetle kaderden konuşmayı yasaklamayacaksın. Belki delilsiz lüzumsuz konuşmayı yasaklayacaksın.
Kaderde bir de şu var, susulması gereken yerde mesela kıssanın tümü buna rağmen böyle ama Hızır’ın Musa ya verdiği bir ders var. Musa ya soruluyor ayette geçtiği gibi, senden daha bilgili var mı yeryüzünde? Musa şimdi kendisine vahiy gelen birisi olarak yok diyor.
Bu söze bedel Allah azze ve celle falan yerde birisi ile karşılaşacaksın diye Hızır ile buluşmaya yollar. Musa beraberliğinde yolculuğa çıkmak ister, sen benim ile sabredemezsin diyor. Ederim, işte edemezsen böyle olur böyle olur. İlk olayda gördüğünüz gibi o gemi olayında çünkü yaptığı iş gemiyi deliyor. Hemen Musa itiraz ediyor. Mesela o olay öncelikle neyi öğretir ? susmayı.
Onun ile arkadaş olmayı Allah istedi. Ondan daha bilgili olduğu söyleniliyor. Makul öğrenmemiz gereken şeyleri, ibret almamız gereken şeyleri bırakıyoruz, tasavvuf ehli ilk bu ayeti ifsat eden onlardır, demek ki nebi olmadığı halde nebiden de bilgili kimseler olabilir. Ve öyle bir fitne olmuş ki mesela Necmi’nin bile bu mevzuda bir risalesi var. Hızır nebi miydi, değil miydi diye.
Şimdi bunu istimbat ile isbata nefyetmeye kalkmadan önce ya Kurandaki kıssayı oku ne olursa olsun Musa dan daha bilgili. Ama tasavvufun yaptığı gibi nebilerden daha bilgili kimseler de olabilir deyip bunu kendi evliyalarına yüklememek gerekirdi.
Ha şimdi de birisi çıkıyor ondan evvel bu kadar açık fahiş bir reddiye Kurana karşı adam bu ayetler şuan anlaşılmaz, böyle anlaşılmaz diyor. Özütürk mü o, ne karın ağrısı bir şerefsiz var. Öyle bir yani adi herif var.
Ama oraya baktığımızda hepsi susması gereken şeyler. Hele gemi neyse. Babalarından kalan mirasın korunması neyse. Mesela Receb el hanbeli diyor ki, babaları salih bir kimseydi derken babalarının bıraktığı bir hazine vardı o duvarın altında. Salih bir babaya sebep Allah onun çocuğunu koruyabiliyor. Ama en sonuna gelince bu cidden bir kader meselesi. İşlemediği halde yani suçu işlemediği halde işleyebileceği ihtimali ile ki olacak Allah diyorsa onun öldürülmesi bu da başka bir şey. Nasıl ceza verilir ona? Suçu işlemeden. İşlemediği halde böyle yapacak da diyemezsin bunu diyemediğin gibi ona ceza da vermezsin. Ha burada susmak gerekiyor. Allah genelde ne diyor? Allah yaptıklarından sorulmaz. Ama siz sorulursunuz diyor. Demek ki Allah’a yaptıklarından soru sorduk mu haşa biz insanı Allah’a insan gibi davranmış oluruz. İnsan yaptıklarından sual edilir Allah edilmez. Ve bizde kader mevzusunda konuşmak, ayağın kayar diye yani iyi bir niyet ile diyelim ayağın kayar, kader mevzusunda sapıtmak kolaydır diyerek konuşmaktan yasaklayan, konuşturmadan insanları sapıttıran bir zihniyet oluyor. Bu sefer tamamen bilgisiz oluyorsun.
Mesela üniversiteler açıldığında bu modern tipteki üniversiteler o zaman da Avrupa’dan hocalar getiriliyordu. Kaliteli kimseler denilerek. Ve onlar vasıtası ile gençliğinin imanını alın yazısı soruları ile mahvettiler. Gençler bunlara cevap veremiyor. Onlar nezlinde babalarının kutsadığı büyük büyük kimseler gördükleri hocalar camii imamları, adam bir namaz kıldırmaktan her gün aynı sureleri okuyor, cenaze yıkamaktan cenaze namazı kıldırmaktan, mevlüt okumaktan başka bildikleri olmayan insanlara bu meseleleri sordular. Onlar da cevapsız, çaresiz kalınca sen imansız mı oldun diye çocukları imansızlık ile kader mevzusunda soru sordukları için.
Ve birçok gencin böyle haktan uzaklaşmasına sebep oldular. O süreç içerisinde kader mevzusunu ele alan bazı kimseler olmuştur.
Bakın şimdiTalat koçyiğit’in hadis müdafaası mıydı kitabının adı, bakın güya hadisçileri müdafaa ediyor, o kitabın sonunda kader sorunu var.
Akif, edebiyatta ki Arapça bilen birisi Kuran tercüme etmiş, adamın kaderde sorunu var. Mustafa sabri’nin kaderde sorunu var. Muhammed zahid el kevseri nin kaderde sorunu var. Said nursi’nin kader mevzusunda bir cevabı var üstüne üstlük.
Asrın getirdiği problemler diye o zamanlarda Feto’nun bir yazısı vardı o da üstüne üstlük yani bir önceki kaderi yanlış bulup cevap veren de güya düzeltmek için onun da bir sapıklığı gündeme çıkıyordu. Herkes kader mevzusunda konuşan çok cürretli dalıyor.
Halbuki kader meselesi imandan bir mesele öğrenmen gerekir delilleri ile ama nereye kadar konuşacağını hangi sorunun neresine ne kadar cevap vereceğini de bilme zorundasın.
Ve İbn kayyım bence ki ilim ehlinin de ehli sünnetin kendisinden sonra gelenlerin takdirini almış, itibarını kazanmış bir kitap telif ederek ana meseleleri yani bir araya getirmiş. Sorunların aslen neye muhalefetten kaynaklandığını.
Kader, iman kadere iman dört erkan üzere kaimdir
Bunlara kaderin mertebeleri yani meratibul kader veyahut erkanul kader diyoruz. Bu rükünleri bu dört rükün, dört esasa ters düşülmemeli, muhalefet edilmemeli. Nerede kader mevzusunda konuşuyorsan, bir şeyler dinliyorsan yani yazıyorsan, konuşuyorsan onlara temas ettiği an, ters düştüğü an orada durmalısın. Ha buna kırmızı çizgi denilir. Kırmızı çizgi buradadır.
Bunun için kader meselesi bu dört rüknü bilme kaderi anlamada malzemedir. Giriştir. Bu esasları bilmeden, anlamadan kadere iman Allah’a iman şartlarından olan bu azim meseleyi eyleme dönüştürme mümkün değildir. Yani o imanın kulluk yönünü takdim edemezsin.
Bu dört rüknün her birisi birbirine mutabık yani birbirine bağlı, bağlantılı ve birbirinin mütelazımıdırlar. Her kim bu rükünleri gereği üzere anlarsa kadere imanı ikmal eder. Binaenaleyh Allah’a iman da tamam olur. Çünkü imanın cüzlerinden olan her meselenin ikmali Allah’a imanın ikmalidir. Yani Allah’a iman kadere iman, onun cüzlerinden birisi ise kadere doğru dürüst imanın da kendi içerisinde rükünleri vardır, mesaili.
Namaz bunlardan birisi, namazın da kendi içerisinde rükünleri var. Namazı olmayanın imanda sorunu vardır. Namazı kıldığı halde namazın rükünleri, fatiha okumazsa yani secde etmezse, belini doğrultmazsa, rüku etmezse gibi o namazı da sahih kılan rükünler vardır. İmanın cüzlerini biz bu şekilde düşünmeliyiz.
Her kim de bu rükünlerden birisini veya birkaçını noksan bırakırsa kadere imanı noksan olur. Hatta öyle olur ki, o yanlış olanlar doğru olanları da geçersiz kılar.
Çünkü imanda da aynen şirkte olduğu gibi mesela, لا ترفعوا اصواتكم عند صوت النبي bu mesele işlenirken bilmeden amellerinizi de iptal edersiniz diyor.
- Allah’ın İlmi, yani عِلْمُ اللهِ dediğimiz Allah’ın ilmi.
- الكِتابةُ Allah’ın yazısı.
- المشيىة (el meşiyetu ) Allah’ın dilemesi.
- الخلق Allah’ın yaratması.
Allah her şeyi bilir, her şeyi yazmıştır, her şey onun dilemesi ile olur ve her şeyi de yaratan odur.
Baktığınız zaman ilmi her şeyi kuşatmıştır. Her şeyi yazmıştır. Her şey onun dilemesi ile olur. Yarın sakın ha şunu yapacağım deme, Allah isterse yapacağım de.
لِمَن شَآءَ مِنكُمْ أَن يَسْتَقِيمَ [1] her kim doğru yolu bulmak isterse, ama
وَمَا تَشَآءُونَ إِلَّآ أَن يَشَآءَ ٱللَّهُ رَبُّ ٱلْعَٰلَمِينَ Allah istemeden de siz dileyemezsiniz.
ٱللَّهُ خَٰلِقُ كُلِّ شَىْءٍ ۖ [2] Allah her şeyin yaratıcısıdır. Sizi de yaptıklarınızı da yaratan o dur.
Kaderden konuş ama bu dört muvafık, ters düşmemelisin. Allah genel anlamda her şeyi yaratan o dediyse mesela bizim kul fiilinin halıkıdır dememiz nedir? Mutezilenin kaderdeki sorunu, Abdulaziz bayındır yarın senin ne yapacağını bilmez çünkü kul yaptıktan sonra Allah bilir derler. Onun için kul fiilinin halıkıdır derler. Bu akidede Zerdüştlerden geçmedir. Ve Türklerde de bu bulaşık vardır Şamanizm den gelme.
Şimdi Allah’ın ilmi biz bunu neden öne alıyoruz? Çünkü Allah’ın ilmi ezeli, ebedi diyoruz. Yani Allah ne olmuşsa olmamışsa ne olacaksa ne de olmayacaksa hepsini bilendir. Doğru mu? Hiçbir şeyi bunun bilgisinden müstesna kılmayız. Bir cüz de olsa Allah yarın senin ne yapacağını bilmez, şimdi Hızır’a bakıyorsun Allah’ın bildirmesi ile Hızır o çocuğun yarın ileride büyüdüğünde ne yapacağını biliyor muydu? Allah birisine bildiriyor, o ne yapacağını bilmiyor haşa.
Ama şunu iyi bilin bu nasları ezbere de bilse aynen Mehmet okuyan gibi hafız da olsa bilmiyor demektir bak okuyor, anlamıyor. Çünkü bunları anlamak için ayriyeten bir de izan lazım. Aklına ilk takılan ayet ne ise kafaları orada kalıyor. Ondan sonrakilerin hepsi buna ters düşse bile tevil etme zorunda kalıyor.
İnancına ters düştüğü için tevil ediyor.
O zaman biz kitabeti öne alamayız. İlmi öne alırız. Bildiği için yazdı. İstediği için oldu, ve yarattığı için var etti. Allah yarattıklarını da yaratmadıklarını da biliyor. Onun için biz onun ilmine iki niteliği birden koyarız hem ezeli, ezeli ne demek? İlmi onunla beraberdir. Ezeli sonsuza kadar. Çünkü o el evvelu ve’l ahiru bunu anlayabilir miyiz? Ne demek ilk o ? şimdi ama insan anlayamadığı, tıkandığı bir yer var mı? Mesela imam Tahavi Allah’â kadim sıfatı veriyordu, şeyh Elbani bunu reddediyor. Biz desek desek onun Kuranda dediği gibi, el evvelu ve’l ahiru deriz.
Şimdi bu sıfatlar aynen Kuran’da var mı ? var. Onun için seleften Allah’ın ilmi yazısını geçtiği için bazen şöyle deriz şimdi biz, Allah her şeyi ezelden yazmış mıdır? Peki Musa ey rabbim bize dünyada ve ahirette iyilik yaz diyor. Her şey yazılmışsa Musa’nın yaz ey rabbim bize dünyada ve ahirette demesi ne demek olur?
Mesela Kuranda her şeyin ezelden yazıldığını hadiste adem ile Musa’nın münakaşasını da okuduktan sonra ki İbn Teymiyye bunu kulluk risalesinde güzel anlatıyor. Musa’nın hayatta iken ey rabbim bize dünyada ve ahirette iyilik yaz demesi ne olur? Öyle diyeceğini Allah bildiği için yazmıştır.
Aynen diyor ya ateşe atıldıkça derler ki o azabın karşısında ey rabbim bizi dünyaya geri gönder bu sefer salih ameller işleyerek geleceğiz. Kuran da böyle diyor mu? Allah ne diyor devamında, yine aynı şeyler yapar gelirler. Bu ne demek? Biliyor. Onları yollamaması zulüm değil, yollamıştı, imtihan etmişti nebiler yollamıştı, kitaplar indirmişti, uyarıcılar yollamıştı onlara. Onun için bu dört rükün bizim önceden anlayıp, bilmemiz.
[1] Tekvir 28
[2] Zümer 62
العلم yani علم الله Allah’ın ilmi dediğimizde birinci rükün
Allah azze ve celle’nin cümleten ve tafsilen cümleten ve tafsilen sözünü neden zikrettik yani külli de bilir cüzi de. Bu geçmiştekilerin küfürlerinden birisidir Sokratın. Abdulaziz bayındır’ın küfrü de bu. Yağmuru yağdırır kaç damla yağdığını bilmez dediği gibi. Cümleten ve tafsilen yani ezeli ve ebedi her şeyi bildiğine Allah’ın ilmini tarif ediyor dikkat ederseniz şimdi bu paragrafta her cümle bir ayetin anlamı, bunu biz normalde ayet olarak sıralasak şu kurulan cümleler paragraf şeklinde verdiğini herkes anlayamazdı. Biz burada takılar ile yani Allah azze ve celle’nin cümleten ve tafsilen ezeli ve ebedi her şeyi bildiğine, kendi fiillerine veyahut kullarının fiillerine mutaallık olanı, olmayanı, olacağı, olmayacağı, ne şekilde olursa olsun ilmi her şeyi ihata ettiğine mevcut, var, madul, yok, mümkün olan, mümkün olmayanı da bilir. Yerde ve gökte zerre kadar hiçbir şey ilminin dışında kalmadığına tüm mahlukatını yaratmadan evvel rızıklarını, ecellerini, sözlerini, amellerini, cemi harekat ve sekeratlarını cennet mi cehennem ehli mi olduklarını bildiğine inanmak.
Şimdi biz insanlardan birçoğunu cinlerden ve insanlardan birçoğunu cehennem için yarattık diyor. Şimdi Allah kimin cennetlik, kimin cehennemlik olduğunu biliyor muydu? Allah’ın bilgisi, hükmü değil. Buna rağmen hidayet bu demiş değil mi? Bir kısmı böyle bir kısmı böyle. İnsanlar cennetlik mi demeliydi veyahut toptan cehennemlik mi demeliydi? Ha bir kısmı böyle deyince zihninde bulanık olanlar yalvarıp yakaracağına hemen kendilerine cehennemliklerden kabul edip itirazlar üretmeye başlıyorlar kendiliklerinden. Halbuki şu cennetlik şu cehennemlik demiyor değil mi? O cehennemliklerden bahsederken ne diyor? Gözleri olduğu halde görmeyen, kulakları olduğu halde işitmeyen, kalpleri olduğu halde akletmeyen onlar hayvanlar gibidir hayvanlardan da daha aşağıdır diyor. Ahmet, Mehmet cehennemlik demiyor. Kaldı ki fıtrat derslerinde okuduğumuz gibi herkesi kendi ismi ile yani isimleri ile tesmiye etti.
Yani kaybedene zulüm kazananı kayırma değildir.
Yaratmadan evvel rızıklarını, ecerlerini, sözlerini, amellerini cemii hareket ve sekenatlarını cennet mi cehennem ehli mi olduklarını bildiğine inanmak işte bu mertebe ilmu’s sabık, Allah’ın ilminin öne geçmesidir. İlmini anlayamadan yazıyı anlayamıyorsun. İlmini bil ki yazıyı anlıyasın. Beni cehennem ehli yazdı demeyesin. Senin yapacaklarına sebep seni öyle yazdı. Anlayamazsan en azından sükut etmen gerekiyor, yalvarıp yakarman gerekir. Bunu burada söyledim mi hiç? Biz bunu doğru dürüst kendi zemininde söylemeyince tasavvuf ehli hatta bir şeyh ile mürit arasındaki geçen sözü şey yapmıştım yani bir gün şeyhe bakışları değişiyor şeyh anlıyor güya o yazıyı mı gördün? Diyor, evet diyor. Ben kırk senedir görüyorum ama başka gidecek kapı yok ben o kapıda yalvarıyorum.
Tasavvuf ehli bunu idrak ediyor ama safsata şeklinde bunu gündeme getiriyor. Lehvi mahfuzu gördüğünü. Halbuki bunu bizim kendi zemininde seslendirmemiz gerekir.
İşte bu mertebe ilmu’s sabık yani subkatu’l ilim. İlmin öne geçmesi. Resullerin evveli ve ahiri, sahabe ve ümmetten olanlara tabii olanların cemisi bu meselede ittifak ve icma etmişlerdir. Normalde buna örnek getirile bilinecek mesela Musa ile Adem aleyhisselam’ın Buhari de Müslim de geçen olaydır.
Yani sen kimsin falan deyince bizi işlediği günaha sebep cennetten çıkartan mı diyor. Musa bunu ne görüyor? Adem’in günahına sebep bizim cennetten çıkarıldığımızı. O da diyor ki, sen daha ben yaratılmazdan kırk bin sene önce yazılan bir şeyle mi beni itham ediyorsun hatta sen bunu Tevrat’ta görmedin mi diyor. Şimdi bunlara baktığınız zaman demek ki Musa’nın da anlamadığı bir şeyler vardı kaderde. Ve Allah Resulü bu hadisi zikrettikten sonra ne diyor? Adem Musa ya galip geldi diyor.
Adem Musa ya galip geldi. Adem cennetten çıkarılması yazı olarak dedi. Halbuki Adem’in işleyeceği günah yazılıydı değil mi biliyordu Allah. Onu bildiği gibi onu da biliyordu. Adem cennetten çıkarılmayı çünkü
إِنِّى جَاعِلٌ فِى ٱلْأَرْضِ خَلِيفَةً ۖ[1] ben yeryüzünde bir halife yaratacağım, Ademi yani sonra Adem’e;
يَٰٓـَٔادَمُ ٱسْكُنْ أَنتَ وَزَوْجُكَ ٱلْجَنَّةَ [2] ey Adem sen ve eşin git cennette ikamet et diyor yarattıktan sonra. İbn Abbas da diyor ki zaten onlar yaratılmadan önce onlar dünyaya konulmuştur diyor. Bunları da birleştirdiğinde ha bu mesele.
Bakın şimdi bizim ümmetimize biz bunlara baktığımız zaman bunu çok rahat anlıyoruz. Adem aleyhisselam ise günahı için ne yapıyor? Tevbe istiğfar ediyor. Hem de kendi adına değil, eşini de, ey rabbim biz nefsimize zulmettik diyor.
İşte bu mertebe ilmu sabık Resullerin evveli ve ahiri sahabe ve bu ümmetin onlara tabii olanların cemisi bu meselede ittifak ve icma etmişlerdir. Sadece bu ümmetin Mecusileri ğulatu kaderiyye kaderiyye taifesinin aşırı gidenleri muhalefet etmişlerdir.
عَنِ ابْنِ عُمَرَ، عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ، قَالَ: «الْقَدَرِيَّةُ مَجُوسُ هَذِهِ الْأُمَّةِ[3]
Kaderiyye bu ümmetin Mecusileridir.
إِنْ مَرِضُوا فَلَا تَعُودُوهُمْ hastalandıklarında onları ziyarete gitmeyin.
وَإِنْ مَاتُوا فَلَا تَشْهَدُوهُمْ öldüklerinde de namazlarına gitmeyin yani şahitlikte bulunmayın. Yani namazlarına gitmeyin. Bunu şeyh Elbani Ebu Davut da en yakın tahriç ediyor, Taberi, Hakim müstedrek te, Beyhaki sünenu kübra, da. Elbani ise tahaviyenin tahricinde, Mişkatta, Zilalda, Sahiha da 2748 de naklediyor.
Başka bir rivayette yine Abdullah İbn Ömer den ;
لكل أمة مجوس her ümmetin bir mecusisi vardır. ومجوس أمتي ümmetimin Mecusileriالذين يقولون لأقدر kader yoktur diyenlerdir.
أن مرضوا فلا تعودوهم hastalandıklarında ziyarete gitmeyin,
وإن ماتوا فلا تشهدوهم bu Ahmet de, İbn Batta da şeyh Elbani hasen diyor.
Yine Cabir İbn Abdullah’tan ;
إِنَّ مَجُوسَ هَذِهِ الْأُمَّةِ الْمُكَذِّبُونَ بِأَقْدَارِ اللَّهِ bu ümmetin Mecusileri Allah’ın takdirini inkar edenler, yalanlayanlardır.
إِنْ مَرِضُوا فَلَا تَعُودُوهُمْ، وَإِنْ مَاتُوا فَلَا تَشْهَدُوهُمْ hastalandıklarında ziyarete gitmeyin, öldüklerinde cenazelerinde bulunmayın.
وَإِنْ لَقِيتُمُوهُمْ فَلَا تُسَلِّمُوا عَلَيْهِمْ onlara rastladığınızda da selam vermeyin. Şeyh Elbani buna da hasen diyor ama selam vermeyin lafzının dışında. Selam vermeyin lafzı zayıf burada.
[1] Bakara 30
[2] Bakara 35
[3] Müstedrek 286