La İlahe İllallah’ın Lazımlarından Olan Sıdk 

Bu günkü sohbetimiz daha önceki hafta yaptığımız sohbetin devamı zannedersem inkıyadı bitirmiştik yani Allah’ın emirlerini yapmada nehiylerinden sakınmada kayıtsız şartsız hiçbir sıkıntı hissetmeden teslim olmayı anlatmıştık. Bu da la ilahe ilallah’ın nutkunun lazımları yani la ilahe illallah’ı telaffuz eden, nutkeden kişiye o nutkunun fayda vermesi için la ilahe illallah’ın lazımları dediğimiz şartları vardır.

Bunların da telaffuz ederken hakkı ile yerine getirilmiş olması gerekir.

Bu günkü bölüm ise sıdkın yani sadakatin la ilahe illallah’ın şartlarından olduğu bunu işlemeye çalışacağız.

الصدق yani sıdk yalanın zıttı. Yalanın hilafına kullanılan bir ifadedir. Nifaka mani bir haldir. Yani insanı nifaktan koruyan bir haldir. Nifak ise kalbin başka dilin başka veyahut dilin farklı bir şey cevarihin, azaların farklı şeyler yapması gibidir.

Bunların birbirine ters yani söylediğini yapmamaktır. Kalbinde inandığını yapmamaktır. Dilinde başka bir şey söylüyor kalbinde başka. Dilinde başka   bir şey telaffuz ediyor ama hareketlerinde başka.

Sıdk la ilahe ilallah’ın şartlarındandır. Yalanın zıttı ve nifaka manidir. Bunun için de meselemize ilk delil olan ayeti kerime Ankebut suresi bir, iki, üç numaralı ayetler, Allah buyuruyor ki subhanehu ve teala ;

الٓم أَحَسِبَ ٱلنَّاسُ أَن يُتْرَكُوٓا۟ أَن يَقُولُوٓا۟ ءَامَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ

İnsanlar iman ettik deyip de hiç imtihan edilmeden, sınanmadan, denenmeden öylece bırakılıvereceklerini mi zannediyorlar.

Çünkü iman kelimesi iman ettim demek, iman derslerinde de işlediğimiz gibi hemen imtihanı icab eder. Her iman ettim diyen kişi bu sözün akabinde mutlak imtihana tabii tutuluyor.

Yani birisi ben şu zamandan beri iman ettim dese kendi itirafı ile o zamandan itibaren o ana kadar nasıl, nerede, ne şekilde imtihan edildiğini hatırlayan bir kişi bulamazsınız.

Halbuki iman ettim, ben Allah’a inandım, Resullerine inandım, kitaplarına inandım dedikten sonra mutlak imtihan süreci başlıyor. Ayetin sarih ifadesi de bunu açıkça,

الٓم أَحَسِبَ ٱلنَّاسُ أَن يُتْرَكُوٓا۟ أَن يَقُولُوٓا۟ ءَامَنَّا وَهُمْ لَا يُفْتَنُونَ

İnsanlar iman ettik deyip de hiç imtihan edilmeden, sınanmadan, denenmeden tamam madem iman ettiniz sizden kabul edildi denilmiyor.

İmtihan edilmeden, sınanmadan, öyle başıboş bırakılıvereceklerini zannedebilirler.

وَلَقَدْ فَتَنَّا ٱلَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ

Çünkü biz kendilerinden öncekileri de bu sözlerinden sonra denedik, imtihana tabii tuttuk, kimi kazandı kimisi kaybetti.

Hatta burada biz şöyle deriz, iman, iman etme iman etmeyi gerektiren bütün hüccet insana ikame olunur. Yarın ben bunun ile tanışmadım görüşmedim, kimse bana tebliğ etmedi, haberim yok dememesi için bunun için imanı kazanmak kolay bir yerde zor olan o kazanılan kolaylıkla kazanılan imanı muhafaza etmektir.

Bunun için diyoruz ki imanın muhafazası onun tahsilinden daha zor. Çünkü herkes iman ettim diyecek ve deneniyor, sınanıyor. Hatta iman mevzusundaki ihtilaflar inandım diyen insanların arasındaki sorunlar hatta bunların birbiri ile güya iman yoluna mücadele edermiş gibi görünmeleri, birbirlerini imani boyutta tenkit etmeleri küfür ile imansızlık ile itham etmeleri insanların zihninde şöyle bir teşviş, zihin karışıklığına sebep oluyor,

İman yeterince anlatılmamış bir mesele mi ki insanlar bu mevzuda ihtilaf ediyorlar. Kurana baktığımızda katiyetle böyle bir şeyin olmasını bırakın ima ile dahi buna fırsat verecek tek bir sebep bulamayız. O kadar üzerinde durulmuş, o kadar anlatılmış, o kadar teferruatı işlenmiş ki hatta daha sonraki ilim ehli biz ilim ehli derken burada Kurandan sonra Kuranın tefsiri olan, Kuranın beyanı olan dinin uygulanan şekli bir çoğunu öğrendiğimiz Sünnet ve hadis ehli her biri kitabının ya muhteviyatında, içinde veyahut o kitabın dışında müstakillen iman mevzusunu işlemişler, bu mevzudaki hadisleri bir araya getirmişler.

Halkın edna mertebede en aşağı mertebe anlayabilecekleri üslupta bu hadisi şerifleri zikretmişlerdir.

Kimisi bablamıştır, bablar koyarak toplumun daha iyi anlamasını sağlamışlardır. Ya kitabının muhteviyatında ya kitabının dışında müstakil bir eser olarak ilim ehli de bunu önemsemiş. Ondan sonraki o ilmi takip eden, onların yolundan giden ilim ehli de bundan katiyetle lakayıt davranmamıştır.

Onun için iman anlatılmış bir şey olmasına rağmen bu kadar anlatılmış mesele olmasına rağmen insanların bu mevzudaki ihtilafının mümkün olmaması gerekir diyorlar. Bu kadar açıklanmış bir şey hakkında o kadar ihtilaf ancak anlatılmamış, izah edilmemiş, önemsenmemiş bir şey için mümkündür bu, bu nasıl olur diyor.

İşte burada anlaşılmayan yer iman ettim dedikten sonra hiç kimsenin imtihan sürecine girdiğini düşündürülmemesi veyahut düşünmemeleridir. Çünkü iman ettim dedikten sonra bu ayetin serahati iman ettim dedikten sonra denenmeden, sınanmadan öylece bırakı verileceğinizi mi zannettiniz.

Ve devam ediyor;

وَلَقَدْ فَتَنَّا ٱلَّذِينَ مِن قَبْلِهِمْ çünkü biz kendilerinden önceki gelenleri de böyle denedik.

فَلَيَعْلَمَنَّ ٱللَّهُ ٱلَّذِينَ صَدَقُوا۟ وَلَيَعْلَمَنَّ ٱلْكَٰذِبِينَ

Mutlak Allah sözünde sıdk sahibi yani inandım deyip de cidden sıdklamı bu sözü söylemiş yoksa denendikten sonra hatta Tebuk harbinde bazıları Tebuk harbine gitmemek için bahaneler uydurdular.

Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem onların bahanelerini geçerli kabul edip, gelmemelerine göz yumdu. Allah azze ve celle bunu ayette ;

عَفَا اللّٰهُ عَنْكَۚ لِمَ اَذِنْتَ لَهُمْ Allah senin bu yaptığını bağışladı, لِمَ اَذِنْتَ لَهُمْ neden onlara izin verdin ?

Haydi Tebuğa diyecektin.

عَفَا اللَّهُ عَنْكَ لِمَ أَذِنْتَ لَهُمْ حَتَّىٰ يَتَبَيَّنَ لَكَ الَّذِينَ صَدَقُوا وَتَعْلَمَ الْكَاذِبِينَ

Ta ki hadi Tebuğa diyecektin iman ettik sözünde sıdk sahibi olan ile olmayan açığa çıkacaktı görecektin sende.

Yani onların imtihanları perdelendi.

Ama devam eden süreçte Allah Resulü zafer ile dönünce Tebuk harbini kazanmış bir halde dönünce onlar kendilerini hazırlamışlar eğer Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem tebuk harbini kaybederek gelseydi diyecekleri söz daha önce duydunuz bu ayeti,

Biz zaten kaybedeceğini biliyorduk onun için gitmedik ama kazanıp geldi. Kazanıp gelince, her ne kadar biz seninle gelmedik ama kalbimiz sizinleydi.

Allah subhanehu ve teala ;

لَا تَعْتَذِرُوا۟ sakın özür beyan etmeyin,

قَدْ نَبَّأَنَا ٱللَّهُ مِنْ أَخْبَارِكُمْ ۚ Allah sizin çevirmekte olduğunuz oyunlarınızdan bize haber verdi. Yani kaybederek gelirse kazanarak gelirse ne yapacağınızı haber verdi diyor.

Demek ki iman ettim dedikten sonra mutlak bir amel ile imtihan ediliyorsun. Çünkü la ilahe illallah’ın iman ettim sözünün bir denenmesi var, sınanması vardır. Ve insanlar imtihanı kaybetmekle çoğunluğu teşkile ediyor.

Bu ihtilaf diye gördüğümüz çoğunluk hep imtihanı kaybedenlerdir. Yani anlatılmamış bir mesele üzerinde ihtilaf edenler değil. İman ettik sözünden sonra denenip, sınanıp imtihana tabii tutulan ve kaybedenleri gösterir.

Enes radıyallahu anhu dan gelen bir hadisi şerifte,

Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem, terkisinde Muaz bin cebel olduğu halde bineğinin terkisinde diyor ki,

قالَ: يا مُعاذُ قالَ: لَبَّيْكَ رَسولَ اللهِ وسَعْدَيْكَ buyur ey Allah’ın Resulü emret, قالَ: يا مُعاذُ ikinci kez tekrar diyor, tekrar muaz,

لَبَّيْكَ رَسولَ اللهِ وسَعْدَيْكَ buyur emret ey Allah’ın Resulü. Üç kere böyle dedi.

ما مِن أحَدٍ يَشْهَدُ أنْ لا إلَهَ إلَّا اللَّهُ وأنَّ مُحَمَّدًا رَسولُ اللَّهِ، صِدْقًا مِن قَلْبِهِ، إلَّا حَرَّمَهُ اللَّهُ علَى النَّارِ

Her kim kalben sıdkan la ilahe illallah derse yani Allah dan başka ilah olmadığına ve benim onun Resulü olduğumu sıdkan kalbinden bunu söylerse Allah ona ateşi haram kılar diyor.

قَالَ muaz diyor ki يا رَسولَ اللَّهِ

 أفلا أُخْبِرُ به النَّاسَ فَيَسْتَبْشِرُوا؟ ey Allah’ın Resulü bu müjdeyi insanlara vereyim mi hatta birbirleri ile paylaşsınlar.

قَالَ: إذًا يَتَّكِلُوا وأَخْبَرَ بهَا مُعَاذٌ عِنْدَ مَوْتِهِ تَأَثُّمًا. Hayır o zaman tembelleşirler.

Muaz ise bunu sadece ölümüne yakın bir an söylüyor.

Sıdk Allah’a giden yolun en bariz işaretlerindendir. Bu işaretler ile yoluna devam eden selamete kavuşur. Bu işareti kaybeden helak eden. Zira bunun ile nifak ehli ve iman ehli cennet ehli ile cehennem ehli birbirinden ayırt edilir.

Sıdk öyle bir alameti farika, işarettir ki nübüvvet makamından sonra Allah katında en yüksek derece sıdk derecesidir. Bunun içindir ki Allah iman edenlere sadıklar ile beraber sıdk sahibi olanlar ile beraber olmayı emrediyor.

Başka bir yerde de ;

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا اتَّقُوا اللّٰهَ وَكُونُوا مَعَ الصَّادِق۪ينَ ey iman edenler Allah’tan korkun ve Sıddıklar ile beraber olun.

İmanın esası sıdktır. Nifakın esası ise yalandır.

Sıdk üç kısma ayrılır

  • Söze sıdk sahibi olma
  • amellerde sıdk
  • ahvalde sıdk

sözde sıdk telaffuz ettiği her sözde başağın sapında dosdoğru olduğu gibi olması lazım.

Amellerde sıdk, amellerde yapılan her işte başın vücudun üzerindeki dikliği gibi dosdoğru olmalı.

Ahvalde sıdk, kalp ve cevarihin azaların amellerin ihlas üzere olması. Bunun içindir ki sıddıklık ihlasın ve inkıyat yani emirlere imtisal ve nehiylerden içtinabın zahiren ve batinen ittibanın tabii olmanın kemalidir, en üst mertebesidir.

Abdullah ibn Mesud radıyallahu anhudan gelen hadisi şerifte diyor ki;

إِنَّ الصِّدْقَ يَهْدِي إِلَى البِرِّ، şüphesiz sıdk insanı hidayete götürür ulaştırır. İyiliğe götürür.

وَإِنَّ البِرَّ يَهْدِي إِلَى الجَنَّةِ iyilikte insanı cennete götürür.

وَإِنَّ الرَّجُلَ لَيَصْدُقُ حَتَّى يَكُونَ صِدِّيقًا kişi sıdk sahibi olduğu zaman her şeyinde sıdkı öne çıkardıysa taa ki öyle olur Sıddıklardan yazılır.

وَإِنَّ الكَذِبَ يَهْدِي إِلَى الفُجُورِ yalan ise kişiyi fücura götürür.

 وَإِنَّ الفُجُورَ يَهْدِي إِلَى النَّارِ  Fücur da insanı ateşe götürür.

وَإِنَّ الرَّجُلَ لَيَكْذِبُ حَتَّى يُكْتَبَ عِنْدَ اللَّهِ كَذَّابًا kişi de yalan söyleye söyleye yalancılardan yazılır diyor.

Bunun için sıdk, sadakat sıdk ile kalben kelime-i tevhidin telaffuzu o kelimenin sahibinden kabul edilmesi için o sözün bir değer taşıması için daha önceki şartları ile beraber sıdkın da olması gerekiyor.

Dikkat ederseniz bazen bu şartlar birbirinin aynısıymış gibi anlaşılır bazen bakıyorsunuz ki birbirinin kemalini ifade ediyor. Bazen bakmışın ki müstakillen kendisine has bir anlamı var bunun.

Onun için hemen akabinden sıdk,

Kabul La İlahe İllallah’ın Lazımlarından.

Arkasından gelen şart kabul. Kabul de reddetmenin zıttıdır. Yani la ilahe ilalllah’ın mukteza levazımatından hiçbir şeyi reddetmemek.

Az önce mesela sıdkta gördünüz iman ettikten sonra kişinin denenmesi bir amelin yapılması ile karşı karşıya kalması demek. İçinden reddediyor sadakat gösteremiyor. İtirazları var, bahaneler ile gündeme getiriyor. En sonunda bahanesini geçerli göstermesi için, reddettiğinini üstünü kapatması için farklı yalanlar bu sefer uyduruyor. Kendisi gizlemeye çalıştıkça Allah onu nihayetinde açığa çıkarıyor. Resulün dediği gibi,

Hiç özür beyan etmeyin. Çevirmekte olduğunuz bütün oyunları Allah bize anlattı diyor.

Kabul, reddetmenin zıttıdır. Kabul etti, reddetti birbirinin zıttıdır. Yani la ilahe ilallah’ın mukteza, levazımatından hiçbir şeyi reddetmemek. Sevgi ve rıza nefsin kabule meyletmesidir. Yani aynı anda sevgi ve rıza ile nefsin kabul etmesi, boyun eymesidir.

Her kim la ilahe ilallah’ın manasını, mutelazımlarını, muktezasını bildikten sonra kalbi hiçbir şüphe ve tereddüte düşmeden yakinen tasdik edenin kelime-i tevhidin levazımatından muktezası olan emirlere imtisal, emirlerini yerine getirme ve nehiylerden içtinap sakınma şeri hallere rıza göstererek burada eklediği Allah’ın sana takdir etmiş olduğu bir şey vardır buna rıza göstermen gerekiyor.

Yani hayatının her safhasında bu kelimenin muhteviyatındaki ahkamı kabul ve hilafını reddetmektir. Kendisini değil.

Zira bu kelimeyi kabul sadece telaffuzu ile biten bir iş değil. Yani o kelimeyi telaffuz etmek ile iş bitmiş değil. Öyle değil. Eğer bu iş bu kadar basit ve kolay bir telaffuzdan ibaret olsaydı yani uhrevi hayatı ebedi hayatı kazanma sadece bu kelimeyi basit bir şekilde telaffuz etmekten ibaret olsa, iş bunun ile bitseydi, eğer bu iş bu kadar basit ve kolay bir telaffuzdan ibaret olsaydı Allah Resulü ile Kureyş arasında yaşananlar bu boyutlara ulaşmazdı. Kıtal, kan dökme, düşmanlık Allah Resulünü öldürmeye kalkmak, zulüm, onu kendi memleketinden kovmak bu gösteriyor ki bu iş o kadar basit değil, kolay değilmiş.

Demek ki içeriği, insandan isteyen bir çok muktezası varmış. Bu bir çok şeyi göze almayı gerektiriyormuş.

Kendilerinin övdükleri, emin dedikleri, adaletine güvendikleri kimseyi Resulü kastediyoruz her şeyi ile ona ihtiyaçları oluyordu, bir hakemlik meselesi oluyor kendileri halledemiyorlar Muhammede gidelim diyorlar, halbuki Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem hicaz yani Kureyş müşriklerinden telaffuzunu istediği bu kelimenin nutkunun, telaffuzunun neleri kabul neleri reddettiğini biliyorlardı.

Ama kolay olmadığı, taacup ile ifade ediyorlardı. Taacupleri ne idi?

Olmaz, ben bütün efendilerimizi bırakıp tek bir efendi ile yetinmeyi emret bize. Bırak.

Yani bütün efendileri terk et diyorsun, tek bir ilah ile kalacağız. Yani o efendiler olmadan yaratıcıya ulaşmak mümkün değil diyorlar. Çünkü Allah Resulü sallallahu aleyhi ve selllem’in tebliğine muhatap olan Arap yarım adası müşrikleri, ehli kitap bu kelimenin nefiy ve ispat yönü ile neleri red ve nelerin kabulünün gerektirdiğini anlayacak dini malumata vakıf insanlardı.

Bu kelimenin lafzen telaffuzu manası bilinerek mutelazımı ve muhteviyatının kabulünü gerektirir. Değilse ismin kabulü ismi kabul edeceksin müsemmayı reddedeceksin daha rahat anlamanız için ben sizden kalem istiyorum siz bana kalemi getiriyorsunuz ben kalemi almıyorum tekrar kalem istiyorum. Kalem ismi ile istiyorum ama kalemi getirdiğinizde müsemmasını kabul etmiyorum.

Yani Allah dan başka ilah yoktur diyeceksin ve bu sefer otur kalk her konuştuğun, her düşündüğün, her kalbinden geçirdiğin, her hareketin Allah’a ortak koşmak olsun. İsmi telaffuz edip müsemmayı reddetmek bu anlamdadır.

Bu kelimenin lafzen telaffuzu, manası bilinerek mütelazımı ve muhteviyatının kabulünü gerektirir. Değilse ismin kabulü müsemmanın reddi olur bu da hiçbir şey ifade etmez.

إِنَّهُمْ كَانُوٓاْ إِذَا قِيلَ لَهُمْ لَآ إِلَٰهَ إِلَّا ٱللَّهُ يَسْتَكْبِرُونَ onlara Allahtan başka ilah yoktur deyin denildiği zaman büyüklük taslarlardı kibirlenirlerdi.

وَيَقُولُونَ أَئِنَّا لَتَارِكُوٓا۟ ءَالِهَتِنَا لِشَاعِرٍ مَّجْنُونٍۭ biz bütün bu efendilerimizi mecnun bir şairin sözüne bakarak terk mi edeceğiz.

Çünkü efendilerinin yeri makamı neydi? Aynen bizimkilerin dediği gibi teşrifatçı olmadan kralın yanına giremezsin. İsteklerin ona ulaşmaz, seni duymaz. ,

Yani bir trafo koymadan yüksek gerilim hattına ampul bağlayamazsın. Herhangi bir elektrik cihazını bağlayamazsın. Yani Allah’a ulaşman mümkün değil bu efendiler olmadan.

Bu denli onların kendilerinin bir çok işlerine yaradıklarını düşünüyorlardı.

Tekrar devam ederek diyor ki;

أَجَعَلَ ٱلْءَالِهَةَ إِلَٰهًا وَٰحِدًا onların ileri gelenleri de kalkıp giderken demişlerdi ki, yürüyün hadi kalkıp gidelim sohbetten. Evliyalarımıza bağlılıkta sabredin, direnin işte bu istenilen yapılması gereken şeydir.

Yani bütün bu efendileri tek bir efendiye bırakacak, bu olmayacak bir şey.

إِنَّ هَٰذَا لَشَىْءٌ عُجَابٌ bu olmayacak bir acayiplik.

Ebu musa el-eşari’nin Allah Resulü sallallahu aleyhi ve sellem den aktardığı bir hadisi şerifte Allah Resulü şöyle buyuruyor;

Aziz ve celil olan Allah benim vasıtam ile gönderdiği hidayet ve ilim yağmura benzer, bu yağmur kah öyle bir toprağa düşer ki onun bir kısmı güzel tarafıdır, suyu kabul eder çayır ile bol bol ot bitirir. Bir kısmı da kurak olur suyu üstünde tutar da yüce Allah onun ile halkı faydalandırır. Ondan hem kendileri içerler hem de hayvanları sulayıp güderler. Bu yağmur diğer bir toprağa isabet eder ki o düz ve kaypaktır ne suyu tutar ne de çayır bitirir yani üzerinde su da iyileşmiyor çayır da bitmiyor suyu da tutmuyor. Suyu tutsa insanlar içecek hayvanlar içecek e çayır bitse yine insanlar hayvanlar istifade edecek. Allah’ın dinini anlayıp da Allah’ın benim ile gönderdiği hidayet ve ilimden faydalanan ve bunu bilip öğrenip başkasına bildiren kimse ile bunu duyduğu vakit kibrinden başını bile kaldırmayan Allah’ın benim ile gönderdiği hidayeti kabul etmeyen kişinin misali böyledir diyor.

Hadisin manası ve maksadı Allah Resulü sallalahu aleyhi ve sellem’in getirdiği hidayetin suya benzetilmesidir. Yani her şey su ile hayat buluyor. Bunun manası toprak üç nevdir, insanlar da öyledir. Birinci nevi toprak yağmur ile faydalanır da ölü hale gelmesinin ardından dirilir ot bitirir artık kendisi ile insanlar hayvanlar ekinlere ve diğer şeyler faydalanır. İnsanların birinci nevi de böyledir. Kendisine hidayet, ilim ulaşır da o bunu ezberler kalbi dirilir kendisi onun ile amel eder, onu başkalarına öğretir neticede hem kendisi faydalanır hem de başkalarına faydası dokunur.

Topraktan ikinci nevi nefsine faydalanmayı kabul etmez lakin onda fayda var. Yani nefsi onun ile pek amel etmiyor ama o öğrendiğini bir başkasına öğretebiliyor. Bu sudan kendisi istifade etmeyip, tutup ama başkalarının insanların hayvanların içmesine vesile oluyor. O da başkaları için suyu tutmasıdır. O sudan insanlar hayvanlar faydalanır lakin kendisi faydalanmıyor. İnsanların ikinci nevi de böyledir. Onların hıfzedici kalpleri var lakin onların nüfuz edici beyinleri yoktur anlayışları yoktur. İlimde kendisi ile manalar ve hükümler istinbat edecekleri köklü bir ruhları da yoktur. Onların nezlinde tutan bir gayret cehd ve amel de yoktur.

Onlar ilmi muhafaza ederler onların yanındaki ilme susamış muhtaç kimseler onlar faydalanmaya onlara fayda vermeye ehil bir talip gelir. Cidden istifade eden onlardan bu ilmi alır. Yani kendilerine faydası olmadığı halde işte bunlar kendilerine ulaşanlara fayda verirler. Aynen suyu tutup kendisi faydalanmıyor ama insanlar hayvanlar gelip o suyu içerek istifade ediyorlar.

Topraktan üçüncü nevi ot bitirmeyen çorak ve benzeri yerdir. Bu ne su ile faydalanır yani ne kendisi faydalanır ne de başkalarının faydalanması için suyu da tutmaz. İnsanlardan üçüncü nevi de böyledir. Onların ezberleyici kalpleri koruyucu beyinleri yok ilmi işittikleri zaman ne onun ile faydalanabilirler ne de başkalarının faydalanması için onu başkalarına aktarmaya şeyleri vardır. Bu taksime göre topraklar da insanlar da üç kısma ayrılmış oluyor.

Birincisi, faydalanan ve fayda veren.

İkincisi faydalanmayan ama fayda veren.

Üçüncüsü ne faydalanan ne de fayda veren.

Bu kitabın muhteviyatından bazısını kabul bazısını red, Allah’ın kitabında zemmederek zikrettiği Yahudileri buna benzetiyor.

 أَفَتُؤْمِنُونَ بِبَعْضِ الْكِتَابِ وَتَكْفُرُونَ بِبَعْضٍ فَمَا جَزَاء مَن يَفْعَلُ ذَلِكَ مِنكُمْ إِلاَّ خِزْيٌ فِي الْحَيَاةِ الدُّنْيَا وَيَوْمَ الْقِيَامَةِ يُرَدُّونَ إِلَى أَشَدِّ الْعَذَابِ وَمَا اللّهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ

Siz kitabın bir kısmına inanıp bir kısmını inkar mı ediyorsunuz? İçinizden bunu yapanın cezası dünya hayatında zilletten başka bir şey değildir. Kıyamet gününde de azabın en şiddetlisine uğratılacaktır. Allah yaptıklarınızdan gafil, habersiz yani yaptıklarınızı bilmiyor değil.

Ebu Bekir el cezeri esaniul tefsir de yani bu isimli kitabında bu ayeti şöyle bir talikte bulunuyor, ayetin hitabının tam istifade edilen kısmı şudur ki,

Ümmeti muhammed de bu ayetin muhatabıdır. Yani Allah’ın şeriatının bir kısmını tasdik bir kısmını ihmal etmekten bu ümmette dünyada zillet ve ahirette büyük azaba muhatap olacak.

Üçüncüsü İse İhlasın La İlahe İllallah’ın Lazımlarından Olduğu ;

وَمَا أُمِرُوا إِلَّا لِيَعْبُدُوا اللَّهَ مُخْلِصِينَ لَهُ الدِّينَ حُنَفَاء وَيُقِيمُوا الصَّلَاةَ وَيُؤْتُوا الزَّكَاةَ وَذَلِكَ دِينُ الْقَيِّمَةِ

Halbuki onlara ancak dini yalnız ona has kılarak Allah’a yani, yani itaat inkıyat ittiba ne düşünürsen düşün, ne yaparsan yap sadece ona onun rızası için ona has kılarak bunu yapman gerekir.

Namaz, zekat, bunun için emrolunmuştur. İşte Allah’ın sağlam din dediği de budur. Yani yaptığımız, yapılan ne var ise bunların hepsini sadece onun için yapmalıyız, o emrettiği için, onun rızası için onun emrettiği gibi yapılması gerekiyor.

Ondan başka hiçbir kimsenin bu ibadetlerin herhangi birisinde bir cüz, cüz derken o ibadetin yani örnek olarak veriyorum yüzde birine tekabül eden bir cüzünü dahi Allah tan gayrına tahsis edemezsin.

إِنَّا أَنزَلْنَا إِلَيْكَ الْكِتَابَ بِالْحَقِّ فَاعْبُدِ اللَّهَ مُخْلِصًا لَّهُ الدِّينَ أَلَا لِلَّهِ الدِّينُ الْخَالِصُ وَالَّذِينَ اتَّخَذُوا مِن دُونِهِ أَوْلِيَاء مَا نَعْبُدُهُمْ إِلَّا لِيُقَرِّبُونَا إِلَى اللَّهِ زُلْفَى إِنَّ اللَّهَ يَحْكُمُ بَيْنَهُمْ فِي مَا هُمْ فِيهِ يَخْتَلِفُونَ إِنَّ اللَّهَ لَا يَهْدِي مَنْ هُوَ كَاذِبٌ كَفَّارٌ

Resulüm şüphesiz ki Kitabı sana hak olarak indirdik. O halde sen de dini, kulluğu Allah’a has kılarak ihlas ile kulluk et. Dikkat et, dinin ihlası, ihlası olarak uyguladığın her şeyi yalnız Allah’a aittir onundur. Onu bırakıp kendilerine bir takım evliya edinenler yani Allah’a takdim ettikleri ibadetten veyahut ibadetten de değil o takdim ettikleri ibadetlerin kabul olması, ona yakın olmaları için aracı edindikleri dostları var ya biz öyle bir aracı edinin demediğimiz halde aracı edinenler onlar bizi Allah’a daha çok yaklaştırsınlar diye bunu yapıyoruz diyor yani yaptıkları her ne kadar kendi hareketleri kabul de edilmese iyi bir niyet ile yaptıklarını söylüyorlar, değil.

Doğrusu Allah ayrılığa düştükleri şeyler hakkına aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah yalancı inkarcı kimseyi doğru yola iletmez.

قُلْ إِنَّ صَلاَتِي  de ki şüphesiz benim namazım, وَنُسُكِي haccım, وَمَحْيَايَ hayatım, وَمَمَاتِي ölümüm, لِلّهِ رَبِّ الْعَالَمِينَ hepsi alemlerin rabbi olan Allah içindir.

 لاَ شَرِيكَ لَهُ وَبِذَلِكَ أُمِرْتُ işte ben bunun ile emrolundum. Sadece bununla emrolundum

وَأَنَاْ أَوَّلُ الْمُسْلِمِينَ ve ben ona ilk teslim olanlardanım.

Yani her şeyi ile onun emrettiği gibi yapan, onun rızasına muvafık iş yapan, ona muhalefetten kaçınan ve katiyetle meşru kılmadığı bir aracıyı da edinmeden ona kul olmak. Ancak tevbe edip hallerini düzeltenler, Allah’a sımsıkı sarılıp dinlerini ibadetlerini yalnız onun için yapanlar başkadırlar. İşte bunlar gerçekten müminler ile beraberdirler. Allah müminlere büyük mükafatlar verecektir.

الَّذِي خَلَقَ الْمَوْتَ وَالْحَيَاةَ لِيَبْلُوَكُمْ أَيُّكُمْ أَحْسَنُ عَمَلًا وَهُوَ الْعَزِيزُ الْغَفُورُ

O ki hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır. O mutlak galip ve bağışlayıcıdır.

Yani bizim dünya hayatındaki ölümümüz ve yaşantımız, hayatımız bir imtihandır. Hangimizin daha iyi amel yapacağını sınamak, denemek içindir.

 فَمَن كَانَ يَرْجُو لِقَاء رَبِّهِ فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَدًا

Her kim rabbine kavuşmayı istiyorsa yani cidden ona kavuşmayı istiyorsa aracıya ihtiyaç yok. İlla seni kavuşturan bir aracının olmaması gerekir. Yapacağın tek iş her kim rabbine kavuşmayı istiyorsa,

فَلْيَعْمَلْ عَمَلًا صَالِحًا وَلَا يُشْرِكْ بِعِبَادَةِ رَبِّهِ أَحَدًا salih ameller işlesin yani Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmasın. Bu onun Rabbine kavuşması için yeterlidir.

Ebu Hureyreden gelen bir hadisi şerifte ihlas sadedinde, Allah Resulü diyor ki ;

قال اللهُ تعالَى : أنا أغْنَى الشُّركاءِ عنِ الشِّركِ ، مَنْ عمِلَ عملًا أشركَ فيه معِيَ تركتُهُ وشِركَهُ

Diyor ki ben, ortak edinmekten müstağniyim. Her kim bir amel işler de o amele benim ile beraber birisini ortak ederse, onu da şirkini de kendi haline bırakırım diyor. o onun ile baş başa kalır.

 قَالَ يَا قَوْمِ إِنِّي بَرِيءٌ مِّمَّا تُشْرِكُونَ ibrahim’in sözü,

إِنِّي وَجَّهْتُ وَجْهِيَ لِلَّذِي فَطَرَ السَّمَاوَاتِ وَالأَرْضَ حَنِيفًا وَمَا أَنَاْ مِنَ الْمُشْرِكِينَ

Ey kavmim ben sizin Allah’a ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Ben hanif olarak yüzümü gökleri ve yeri hiç yoktan yaratana döndüm, çevirdim ve ben müşriklerden değilim.

Ebu Hureyreden bu mevzuda gelen son nakil de ,

Allah Resulüne dedim ki diyor;

مَن أسْعَدُ النَّاسِ بشَفَاعَتِكَ يَومَ القِيَامَةِ ey Allah’ın Resulü yarın kıyamette senin şefaatin ile en çok mesud olacak kimdir?

قالَ رَسولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عليه وسلَّمَ: لقَدْ ظَنَنْتُ يا أبَا هُرَيْرَةَ أنْ لا يَسْأَلُنِي عن هذا الحَديثِ أحَدٌ أوَّلُ مِنْكَ

Diyor ki Ebu Hureyre hadise olan hırsından dolayı senden önce bunu kimsenin sormayacağını düşünüyordum. Yani bunu sorsa sorsa Ebu Hureyre sorar,

 أسْعَدُ النَّاسِ بشَفَاعَتي يَومَ القِيَامَةِ، yarın benim şefaatim ile insanların en çok mesud olanı şunlardır diyor ;

 مَن قالَ لا إلَهَ إلَّا اللَّهُ، خَالِصًا مِن قَلْبِهِ، أوْ نَفْسِهِ her kim kalbi ile en samimi olarak la ilahe illallah diyenlerdir diyor yarın kıyamet günü benim şefaatim ile en çok mesud olacak bunlardır diyor.

Ebu Said – El Yarbuzi 

Yazan: Mehmet Şahin 

Haya

Bizleri Takip Edin

Similar Posts