Haya

Geçen dersimizde insanın ve kadının kimliği, sahip olduğu değerler, bu değerler ile kazanılan asaleti diyelim, olması gerektiği yapı kişilik haasseten analık sıfatı ile bir araya getirdik. Kimlikteki bazı mevzuları ismen işaret etmeye çalıştık tabi ki bu gibi meseleler toptan bir defada işlenmesi, anlatılması, anlaşılması, hemen uygulanmaya konulması mümkün değildir.

Bir başlık olarak mevzuyu bir derste zikrederiz, ikinci derste bir iki taali başlık zikrederiz sonra açmaya başlarız.

Bugün o zikrettiğimiz başlıklardan birisi Haya. Dikkat ederseniz hemen hemen her derste o işlediğimiz mesele ile yani İmandan cüz olan bir şube ile her halükarda Hayanın ilişkisini kurmaya çalışırız.

Haya imanın şubeleri olan amellerden çok önce. Çocuğun fıtraten yapısında var olan bu değeri gün ve gün bir kanavişe işler gibi işlemek gerekiyor.

Eşeccin hadisinde de söylediği gibi Abdulkays kabilesinin elçileri dediğimiz vakada Abdulkays kabilesinin elçilerini yani o kabilenin reisi Eşecc’e Sende iki haslet var çok güzel Allah’ın sevdiği diyor. onlar nedir Ey Allah’ın Resulü diyor, şimdi olayın başını hatırlarsanız ilim talebindeki gayretleri başlıklı sohbeti, kabileden herkes alelacele yıkanmadan, temizlenmeden, o halleri ile Allah Resulünün huzuruna çıkarlar ama Eşec böyle yapmaz, konakladıktan sonra banyo yapar, elbiselerini temizler, kokulanır sonra sakin dinlenmiş bir eda ile giderdi. Yani kabilesi, cemaati gibi alelacele gitmez. Allah Resulünün huzuruna çıkınca da bu sözü söyler, Sende Allah’ın sevdiği iki değer vardır diyor. Nedir deyince birisi الحياء و الحلم   Haya ve hilimdir diyor. onlar bunu anlıyorlar haya belli, hilim; yumuşak başlılık, müsamahakarlık.

Allah Resulünün kendi dilinden gelen ifade ile, bu hilim sıfatı ile övdüğü tek topluluk vardır Yemenlilerdir. Yemenliler hilim ehlidir, iman ehlidir. Ve cidden toplum olarak da bu meziyeti onlarda hemen görürsün kendisini gösterir zaten. Eşec diyor ki; Ey Allah’ın Resulü benim sahip olduğum bu değerler önceden sahip olduğum yani fıtratımda var olan şeyler mi yoksa ben bunları sonradan mı kazandım? Kendi çabam ve gayretim ile. Allah Resulü de diyor ki; Hayır fıtratında var. Eşec, o zaman beni bu değerler üzere yaratan Rabbime hamdolsun diyor.

Bu her insanda var. Geçen hafta Adem’in, Havva’nın Allah’ın yasakladığı ağaca yaklaştıktan sonra avret yerlerinin açılması, çünkü o ana kadar avret yerleri gözükmüyordu. Gelen rivayette böyle diyor. o ağaçtaki şeyi tattıktan sonra Avret mahalleri açılıyor, hatta rivayette Adem’in kaçtığını oradan söylüyor. Ve kaçarken de ağaçlardan birisi Adem’in başından tutuyor. Adem diyor ki, bırak beni sal. O diyor ki bırakmam. O sıra Allah “Benden mi kaçıyorsun?” diyor. Adem de “Ey  Rabbim senden utandım” diyor. yani o çıplak, uruyan haliyle utandığını söylüyor. Ve Allah Resulü Medine de, sahrada birisinin, erkek birisinin, üryan bir vaziyette yıkandığını görür, Ahmet de, Ebu Davud da ki hadiste Mescide gelir, minbere çıkar, diyor ki cemaate hitaben ;[1] إن الله حيي يحب الحياء “Allah azze ve celle haya sahibidir ve hayayı sever.” diyor.


[1] 7784 –

أخبرنا أبو زكريا بن أبي إسحاق نا أبو العباس الأصم نا بحر بن نصر نا ابن وهب أخبرني ابن جريج أن عطاء بن أبي رباح أخبره قال : لما كان رسول الله صلى الله عليه و سلم بالأبواء أقبل فإذا هو برجل يغتسل بالبراز على حوض فرجع النبي صلى الله عليه و سلم فقام فلما رأوه قائما خرجوا إليه من رحالهم فقال :

 إن الله حيي يحب الحياء و ستير يحب الستر فإذا اغتسل أحدكم فليتوار

kişinin o ürüyan haliyle yıkanmasına der. Ondan sonra rivayet tabi birkaç meseleyi de ihtiva eder. Devam eder.

Ama biz Adem’in cennette yedikten sonra avret mahalinin açılıp kaçması, bu sözü ve bu sözle birleştiriyoruz.

Bu gösteriyor ki fıtraten var, Eşecde de var. Ayetleri, hadisleri bir araya getirerek anlamaya çalışıyoruz mevzuyu.

Tabi ki haya kelime olarak hakikati, bazı gerçekler ile İslami ve örfi yaşantımızda bildiğimiz yabancı olmadığımız bir kelime. Hayasız deriz, haya yok deriz, haya perdesi yırtılmış deriz. Yani kötü, şeni dediğimiz söz, fiil ne varsa bunun hepsine  edep yoksunu, hayasız diyebiliriz. Bu kelime bilmediğimiz bir kelime değil bizim.

Ama kadrini bildiğimizi söyleyemeyiz. Bizim imani hayatımızda, Allah’a kul olmadaki, bizim amellerimizdeki işgal ettiği yeri bildiğimizi söyleyemeyiz. İşte biz bu noksanlığı tamamlamaya çalışacağız.

Dini bilgilerimiz içerisinde haya’yı devamlı imandan bir şube olarak biliriz. Her kim az çok iman bahsindeki hadisleri okur, mütaala ederse, bu hadise sık sık rastlar.

Ama imandan bir şube, cüz şeklinde üzerinden geçilir. Biz daha o başlığın altına neler yazıldığını, neler söylendiğini dikkate almayız veyahut o başlığın altında nelerin olması gerektiğini düşünmeyiz. Bir bunda değil imandan cüz kabul ettiğimiz birçok meselede böyledir.

Biz bu mevzuyu zikrederken devamlı şu hadisi şerifi zikrederiz;


 فأخبر عبد الله بن عتيك و يوسف بن الحكم قد قال : مع ذلك اتقوا الله

و قال : ليفرغ عليه أجيره أو غلامه فإذا لم يكن فليغتسل إلى بعيره

شعب الايمان للبيهقي

الْإِيمَانُ بِضْعٌ وَسَبْعُونَ شُعْبَةً  [1] iman yetmiş küsür şubedir. En alası

أعلاها شهادة أن لا إله إلا الله وأدناها إماطة الأذى عن الطريق en üstünü la ilahe illallah en ednası insanlara eziyet veren şeylerin (yoldan) giderilmesidir deriz.

Dersleri hatırlarsanız bu adet tahdit değil, yani iman yetmiş küsürdür illa bir, iki, üç, dört…..altmış dokuz, yetmiş değil. tahdit değildir. Çokluğa delalet eder, teksire. Bunu nasıl anlıyoruz? Âla ile ednayı zikretmesi, en üstünü en aşağıdakini sonra da diyor ki;

وَالْحَيَاءُ شُعْبَةٌ مِنَ الْإِيمَانِ   ve

Haya da İmandan Bir Şubedir.

Halbuki az önceki kısım zikredilip, Âla ile edna arası. Hiç hayadan bahsetmeseydi biz hayanın bunun içinde olduğunu anlardık. Ama haya imandan sadece bir cüzmüş gibi değer taşıyan bir nitelik değil, çünkü hususiyetine binaen, yani özelliğine binaen hayaya ayrıyeten önemin, ihtimamın gösterilmesi için bu yapılıyor.

Biz devamlı hayadan bahsederken öncelikli olarak devamlı bu hadisi şerifi konuşuruz. İşte hadisi şerifin sonunda ayrıyeten haya da imandan bir şube denilmesi, Ebu Hureyre den gelen bu hadiste gösteriyor ki, müstakillen, doğrudan doğruya hayanın imandan bir şube, cüz olduğunu bildiren birçok nakil var ama imanın şubeleri Âla ile ednası zikrettikten sonra haya da imandan bir şubedir derken, hayayı sanki farklı bir biçimde vurgulamak ister, daha çok dikkat çeker.

Müstakillen zatında bir amel cümlesine yani müstakillen bir amel ama tek başına bir şube değil, sanki sair imanın şubeleriyle, bir bir hepsiyle alakası var. Hepsiyle alakası var.

O zaman hangi ameli öncelikli, sırasıyla peş peşe gelenleri nasıl bir tertibe koyuyorsak istisnasız haya hepsinin yanında beraber olması gerekir.

Bunun tafsilatına, izahına girmeden önce,  الْحَيَاءُ  kelimesi الحياة  (El-Hayatu) kelimesinden müştak, türeme bir kelimedir.

الغيث يسمى حياء بلقصر لان به حياة الارضو النبات و الدواب    çünkü haya, hayat kelimesinden müştak, türeme. Bunun içindir ki yağmura hayat denilmiştir. Yani yeryüzündeki nebatat, hayvanlar onunla hayat buluyor.

Bunun içindir ki hayadan mahrum olan kişinin imanı, ruhu olmayan ölü bir ceset gibidir.

İmanın bütününü cüzlerle oluşturan her şubedeki hayanın varlığını düşünürseniz, bütünü üzerinden anlamak kolay, hayadan mahrum olan kişinin imanı, sahip olduğu iman ruhu olmayan ölü bir ceset gibidir diyor. ahirette de şakilerden olur.

Hayanın varlığı, kişideki hayra delalet eder. Çünkü haya öyle bir alamet ki, emare ki haya kişideki hayra delalet eder, haya göreni yanıltmayan bir emare. Haya mı? Değil mi? Dedirtmez sana. Ve o işlediği amelde haya olup olmadığı hemen belli olur.

Onun için İmran bin Husayn r.a’nın naklettiği bir hadise göre;

Allah Resulü diyor ki;


9004 –

حَدَّثَنَا الْمِقْدَامُ، نَا عَمِّي سَعِيدٌ، نَا مُفَضَّل بْنُ فَضَالَةَ، عَنْ مُحَمَّدِ بْنِ عَجْلَانَ، عَنْ سَعِيدٍ الْمَقْبُرِيِّ، عَنْ أَبِي هُرَيْرَةَ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «الْإِيمَانُ بِضْعٌ وَسَبْعُونَ شُعْبَةً، أَعْلَاهَا شَهَادَةُ أَنْ لَا إِلَهَ إِلَّا اللَّهُ، وَأَدْنَاهَا: إِمَاطَةُ الْأَذَى عَنِ الطَّرِيقِ، وَالْحَيَاءُ شُعْبَةٌ مِنَ الْإِيمَانِ

لَمْ يَرْوِ هَذَا الْحَدِيثَ عَنِ ابْنِ عَجْلَانَ عَنِ المَقْبُرِيِّ إِلَّا مُفَضَّلُ بْنُ فَضَالَةَ

المعجم الأوسط

الْحَيَاءُ خَيْرٌ كُلُّه   [1] Hayanın hepsi hayırdır. İstisnasız hepsi hayırdır diyor.   

Hatta Abdullah İbn Ömer’den gelen bir nakilde;

Ensardan birisi kardeşine hayanın lüzumsuz kısmı bu da aşırılık dediği bir şekilde itham ettiğini görür. Bazen haya insanı bazı şeylerden mahrum edebilir.

Bu ileride gelecek mesela Ayşe validemizin söylediği bir sözde; “Allah ensar kadınlarına rahmet etsin, hayaları dinlerini öğrenmeye mani değildi” diyor.

Haya çok güzel bir şey ama dini öğrenmede mani olmamalıdır. Ve ensar kadınlarını bununla övüyor Ayşe validemiz.

Belki bir kadının, bir erkeğe soru şeklinde bilen birisine soru sorması haya, edep gereği çekinmesine sebep olabilir ama katiyetle bu dini öğrenmeye mani teşkil etmemeli.

Adamın kardeşini böyle zemmettiğini, işte hayası yüzünden şunu yapamıyor, bunu edemiyor derken, “Bırak, haya her hali ile hayırdır” diyor.

Öyle ki dikkat edelim, çocuklarımızı eğitirken belki büyük bir levhaya, unuturuz ya hayrımıza olan, Rabbimize kulluk eda ettiğimiz bir şey ise şeytan devamlı bunu ihmal ettirir, unutturmaya çalışır. Gözümüzün önüne şöyle koyalım. Hatta Osmanlı da haya ile eşit düşünülen bir kelime olarak; Edep ya hu diye bir söz vardır. Yazarlar, levha şeklinde asarlar onu. Ne olursa olsun edepli ol. Edep hayanın eyleme dönüştürüldüğü şeylerdir. Bazen bunu edepli, edepsiz veyahut terbiyeli, terbiyesiz kullanabiliriz.

O zaman çocuklarımızın salih birer kişilik kazanmış şekli ile terbiye etmek istersek, neyi öğretirsek öğretelim onunla beraber hayayı da. Çünkü haya imanın veyahut her cüzün müstakillen yarısıdır, karinidir. Az sonra gelicek,

Az önce de girişini yaptığımız gibi haya, insanoğlunun fıtraten sahip olduğu bir değerdir. İyi bilinmelidir ki haya insanoğlunun yaratılıştan sahip olduğu hasletlerden biri, bununla fıtrat derslerinde de izah ettik.

Bazı hasletler vardır bunlar eğitime muhtaç, eğitilmeye muhtaç. Hele ana baba tarafından bizzat birebir verilmesi gereken eğitimdir. Mesela dil, herkesin kendi aslı diline ana dili deriz. Neden? Çünkü anasından öğrendiği şeydir o.

Şimdi çocuğa fıtraten sahip olduğumuz bir değer olan konuşma iletişim vasıtamız olan ki çünkü Allah’a kulluğu o dil ile anlatacağız. Hemen bununla edepli bir lisan öğretiriz.

Bazı sözlere, bazı yerde söz etmeye, söz arasına karışmaya, fuhuş söz etmeye veyahut şirk, küfür içeren söz etmeye, malayani yani hiç ihtiyacımız olmayan sözlerin edilmesine sınır koymak için çocuğa bunu öğretirken de edebi beraber öğretmemiz gerekir. Ama bu dil konuşma şekli ile de sonradan öğretilir. Devamlı fıtrat derslerinde örnek verdiğim gibi; doğan bir çocuğu alın, sahrada boş bir yere bırakın, yirmi sene orada kalsın hiç kimseyi görmeden, gidin çocuk nece konuşur? Tabiattaki duyduğu sesler diyoruz.

Haya da böyledir bakın. Vardır ama işlenmesi gerekir. Bir nakkaş gibi. Nakkaş neye dendiğini bilir misiniz? Bu madeni metallerin üzerine kazıyarak yapılan desenler var ya, nakkaş hasseten ona denilir. Bir nakkaş gibi çocuğu öğrettiğimiz amel ile hayayı da beraber işlememiz gerekir. Katiyetle hayadan mahrum bir amel, ruhsuz yani cansız bir ceset gibidir. Onun için hayasız o amelin öğretilmesinin de hiçbir faydası yoktur.

Böylelikle insan kendisini aslen kötü ve iyi şeyleri birbirinden ayırt edebilme, temyiz kabiliyeti diyoruz. Temyiz kabiliyetini anladınız mı? İyi olan, kötü olan şeyi, hayır olan, şer olan şeyi itaat ve isyan  olan bir şeyi hemen temyiz edebilme (ayırt edebilme) kabiliyetidir. Bunu  insan hasseten haya ile elde eder. Aniden fücceten yani fevri olarak ağzından rastgele bir söz çıksa edebinden yüzü kızarır değil mi? Utanır, haya eder. Onu gördüğün zaman bil ki o  haya etmiştir. Onda hayır vardır, utanacak yüz varsa.

Bazen hayanın izan duygusunu da güçlendirdiğini biliriz. İzan insanın inkıyadına sebep olan amillerdir. O seni onu yapmaya yani hayrı yapmaya iter, teşvik eder sana gayret verir. Ama haya olmadı mı senin iyiyi ve doğruyu, yanlışı ve kötüyü  ayırt edebilme kabiliyetin yok demektir. Ölüdür o. Bunu nasıl tarif edelim? Şu sensörleri biliyor musunuz? Yani ışığa karşı, sese karşı ayarlanan bu hassasiyeti düşünün insandaki haya budur, fıtraten vardır. O zaman anne baba katiyetle çocuktan bunu mahrum etmemelidir. Hasseten o zaman anne hayayı dolu dolu nasıl işleyebilir? Dolu dolu şekli ile o zaman annenin bir kadın olarak, erkek değil haya ile mayasının önceden yoğrulmuş olması gerekir. Şimdi haydan mahrum bir anne, bunu tolumda desen biz hayasız mıyız derler? Bir zamanlar Bülent Arınç hani kahkaha ile gülmenin biz İslam da kadınlar için doğru bir şey olmadığını söyleyince kahkaha partileri kurmuşlardı hatırlarsanız. Biz daha da kötüsünü kullanırız, kadınların ulu orta böyle rastgele kahkaha ile gülmelerine.

Şimdi anne hayadan mahrumsa çocuğuna bu haya duygusunu teorik mi vermesi gerekir? Haya torik bir bilgi değil. belki beraber olduğu imandan cüz olan amelin, teorik olması mümkün ama haya katiyetle teorik değildir. Bunu kafamıza koymamız gerekiyor.


[1]  (37)- 60

حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ الْمُثَنَّى، وَمُحَمَّدُ بْنُ بَشَّارٍ، وَاللَّفْظُ لِابْنِ الْمُثَنَّى، قَالَا: حَدَّثَنَا مُحَمَّدُ بْنُ جَعْفَرٍ، حَدَّثَنَا شُعْبَةُ، عَنْ قَتَادَةَ، قَالَ: سَمِعْتُ أَبَا السَّوَّارِ، يُحَدِّثُ أَنَّهُ سَمِعَ عِمْرَانَ بْنَ حُصَيْنٍ، يُحَدِّثُ عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَنَّهُ قَالَ: «الْحَيَاءُ لَا يَأْتِي إِلَّا بِخَيْرٍ»، فَقَالَ بُشَيْرُ بْنُ كَعْبٍ: إِنَّهُ مَكْتُوبٌ فِي الْحِكْمَةِ: أَنَّ مِنْهُ وَقَارًا، وَمِنْهُ سَكِينَةً، فَقَالَ عِمْرَانُ: أُحَدِّثُكَ عَنْ رَسُولِ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ وَتُحَدِّثُنِي عَنْ صُحُفِكَ

حَدَّثَنَا يَحْيَى بْنُ حَبِيبٍ الْحَارِثِيُّ، حَدَّثَنَا حَمَّادُ بْنُ زَيْدٍ، عَنْ إِسْحَاقَ وَهُوَ ابْنُ سُوَيْدٍ، أَنَّ أَبَا قَتَادَةَ حَدَّثَ، قَالَ: كُنَّا عِنْدَ عِمْرَانَ بْنِ حُصَيْنٍ فِي رَهْطٍ، وَفِينَا بُشَيْرُ بْنُ كَعْبٍ، فَحَدَّثَنَا عِمْرَانُ، يَوْمَئِذٍ، قَالَ: قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: «الْحَيَاءُ خَيْرٌ كُلُّهُ

صحيح مسلم في كتاب الايمان باب شعب الايمان

Öyleyse bu mevzuda bilmemiz gereken; annesinin babasının veyahut Mekkeli müşrikleri düşünün, müşrik çocuklarından bahsediliyor,  anneleri babaları böyleydi diye. Allah Resulü diyor ki ; Şirk devrindeki efendileriniz, büyükleriniz İslam da da büyükleriniz oldu. Osman  kaç yaşında Müslüman oldu? En genç Müslüman olan halife Ali’dir. Radıyallahu anh. Sahabe olarak. Ama Osman yaşlıydı.  Osman’ın radıyallahu anh’ın hayasından konuşurken, öyle haya ile anlatılıyor ki;

Ayşe annemiz aktarıyor; Allah Resulü bir gün Ebu Bekir ve Ömer ile otururken Osman’ın geldiği söyleniyor, o ana kadar açık olan inciğini Allah Resulü kapatıyor. Tabi geliyor, hoşbeşten sonra gidiyorlar. Tabi Ayşe annemiz Allah Resulünün bu hareketi dikkatini çekmiş ki, Ey Allah’ın Resulü daha önce Ebu Bekir ve Ömer ile oturuyordun. İkisi de kayınpederin. Osman damadı sadece. İnciğin açıktı hiç kıpırdamadınız, ama Osman geldiğinde inciğinizi kapadınız diyor. sebebini soruyor. Allah Resulü de diyor ki; Meleklerin dahi haya ettiği birisinden ben mi haya etmeyeyim diyor.

Ömrünün yarısı belki yarısından fazlası Şirk devrinde geçen birisi ama o haya vardı onlarda. Birçok değer yıpranmış olmasına rağmen haya yıpranmamıştı.

Hatta Ebu Sufyan’ın kıssasını anlatırken dinlemişsinizdir;

Hirakl’ın huzurunda yalan söylemeyişinin tek sebebi ayıplanacağından. Allah dan korktuğundan değildir.

Öyle olmalı ki biz çocuklarımıza hayayı, dürüstlüğün yanında haya, komşuya muamelenin yanında haya, anneye babaya saygının yanında haya, insanlara iyi davranmanın yanında haya, haya her amelimizin yanında olmalıdır.

Arkasından kadının hayası dedik, erkeğin demedik. Erkeğin de haya sahibi olması gerekiyor ama hayanın değeri anlatılırken kadın üzerinden örnek verilerek anlatılıyor.

Resulün hayası da böyle, Ümmü seleme den gelen nakilde; Allah Resulü öyle hayalıydı ki diyor, evinin bir köşesinde oturan bakire bir kızdan daha hayalıydı diyor. onun için örnek kadından veriliyor.

Hatta bir rivayet var, o rivayet seneden zayıf; Haya çok güzel, ama kadında daha güzeldir diyor.

Şimdi şöyle düşünün Osmanlı Padişahlarının bazı örneklikleri vardır yakut, elmas gibi şeyleri taçlara, oralara buralara takarlar. Şimdi bir elması erkek taksa birde onu kadın taksa kimde daha şirin durur? Kadında. Allah Resulü bunu Usame’nin sümüklenmiş yüzünden, dudaklarından toz toprak olmuş, bunları temizlerken Ayşe validemiz Usame’nin o halinden çok tiksiniyordum diyor. çünkü sokağa gidiyor, sümüğü akıyor, toz toprak oluyor ama Allah Resulü önüne alır Usame’yi, güzelce temizler, yıkardı. Ve Usame de kız olsaydı diyor ben ona boncuk, küpe, bilezik alırdım diyor. Bu denli tezyin, süslenme kadına aittir. Ama bu süslenme onu hayasızlığa itmez.  Haya çok güzeldir ama kadında daha güzeldir. Çünkü haya olan bir kadın her hali ile bunu gösterir. İnanın fasık birisi dahi, hayalı bir kadından, iffetli bir kadından haya eder. Ona bakmaktan utanır. Bunu katiyetle yapamaz. Eskiden biz bunu çokça görürdük inanın açık saçıklara sataşırdı serseriler, kapalı, tesettürlü birisi geçerken utanırlardı erkekler. Öbürkülere davrandıkları tavrı gösteremezlerdi.

O zaman çocuklarımızı haya ile eğitebilmek için, kadınlarımızın şöyle diyelim, yeni bir isim ile zikrediliş şeklini söyleyelim, hani altın günü dedikleri oturumlar, tatlı pasta yedikleri günler tertip ederler ya kadınların böyle günler tertip ederek hayayı amellerden önce, çünkü amellerden önce, çünkü amelden önce amel etmeyi öğrenme duygusunu vermek gerekir. O haya, o ameli yaptırır.

Abdullah İbn Ömer den gelen bir rivayette ;

[1] ان الحياء و الايمان قراء

Şüphesiz Haya Ve İman Birbirlerine Karin Kılınmıştır.

Hani kanka mı diyorsunuz? Bir amel ile haya kankadır.

İman ile haya burada bir bütünün tek adıyla kullanıyor yani amel. Çünkü haya da imandan. Burada imanı amel olarak. Çünkü Allah azze ve cellenin Kur’an’ı Kerim de dediği gibi;

Allah sizin imanınızı zayi etmeyecektir yani amellerinizi yani namazlarınızı.

 ان الحياء و الايمان قراء haya ve iman arkadaş kılınmışlardır. فَإِذَا رُفِعَ أَحَدُهُمَا birisi alındı mı, kalktı mı,  رُفِعَ الْآخَرُ öbürü de alınır. Yani birinin alınması, öbürkünün de toptan silinmesi değildir, haya yoksa o yaptığın iman yani amel ruhsuz bir ceset gibidir, ölüdür. Ölü bir varlığın hiçbir kadri, kıymeti yoktur.

Bu rivayeti Şeyh Elbani tahriç etmiştir, aynı anda tashih etmiştir mefhumu muhalif olarak birbirinin varlığı diğerinin varlığını geçerli kılar. Bunu anladınız mı? Yani birisinin varlığı, diğerinin varlığını geçerli kılar. İman olup, haya olmazsa zaten amel olmadan haya da olmuyor çünkü iman ameli gerektiriyor. Bunun içindir ki haya yüzün suyu denilmiştir yani kişinin yüzü onunla hayat bulur. Hayalı birisinin yüzüne baktığınız zaman cidden o eser görülür.

Kişinin sunnü yüzü gitti mi, haya gitmiştir. Çünkü hayanın en seri, en bariz şekilde tezahürü, eskiden delikanlıları bile büyüklerimiz böyle


[1] 7331 –

أَخْبَرَنَا أَبُو الْحُسَيْنِ بْنُ بِشْرَانَ، نا أَبُو جَعْفَرٍ مُحَمَّدُ بْنُ عَمْرِو بْنِ الْبَخْتَرِيِّ إِمْلَاءً، نا مُحَمَّدُ بْنُ غَالِبِ بْنِ حَرْبٍ الضَّبِّيُّ، نا أَبُو سَلَمَةَ، نا جَرِيرُ بْنُ حَازِمٍ، أنا يَعْلَى بْنُ حَكِيمٍ، أَظُنُّهُ عَنْ سَعِيدِ بْنِ جُبَيْرٍ، عَنِ ابْنِ عُمَرَ، أَنَّ النَّبِيَّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: ” إِنَّ الْحَيَاءَ وَالْإِيمَانَ قُرِنَا جَمِيعًا، فَإِذَا رُفِعَ أَحَدُهُمَا رُفِعَ الْآخَرُ ” [ص:167] قَالَ مُحَمَّدُ بْنُ غَالِبٍ: ” حَدَّثَنَا بِهِ أَبُو سَلَمَةَ فِي الْفَوَائِدِ فَأَسْنَدَهُ، وَحَدَّثَنَا بِهِ فِي حَدِيثِ جَرِيرِ بْنِ حَازِمٍ وَلَمْ يَقُلْ فِيهِ: عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ “

شعب الايمان للبيهاقي

över, maşallah kız gibi hayalı, konuşurken yüzü kızarıyor gibi sözler söylerler. Şimdi bırakın erkekleri, hayasız kızlarımız var. Düşünün şimdi ne kadar uzaklaştığımızı, hak doğru olan çizgiden ne kadar uzaklaştığımızı bilmek için veyahut bir yiyeceği dahi buradan birisine bir tereyağı tattırın, tereyağı iyi mi, kötü mü bilemez o . çünkü esas tereyağını tatmamıştır ki ona kıyaslasın. Kıyafetlerimize bakın, annelerimizin, kız kardeşlerimizin, kızlarımızın yanında dolaştığımız kıyafet, kızlarımızın babalarının, abilerinin, dedelerinin yanında bunlar hayasızlık olmaktan da çıkmış. Bir zaman Seydişehir de pazara gittim köylüler gelir ekseriyetle hemen hemen pazardakilerin hepsi tanır genç bir kız var ayak ayak üstüne atmış, köylü yaşlı bir kadın, kadın doğru oturuyor ama beni görünce bir toparlandı kıza dürttü kız böyle yapıyor neden dürtüyorsun dermiş gibi ondan sonra yaklaştım kadına dedim ki; hiç kendini yorma vermediğiniz şeyi bu yaşta ondan istemeye kalkarsan böyle olur.

Geçen hafta da dedim, kızlar övülürken genç kızlar maşallah oturup kalkamısını bilen birisi deriz. Allahu azze ve celle subhanehu ve teala zatını haya ile isimlendirip tasvip etmiştir. Kur’an da çokça var;

اِنَّ اللّٰهَ لَا يَسْتَحْي۪ٓ اَنْ يَضْرِبَ مَثَلًا مَا بَعُوضَةً فَمَا فَوْقَهَاۜ

Allah hiçbir zaman bir sivri sinekten, ondan daha üstün bir şeyden misal vermekten sakınmaz, haya etmez.

Hakkı söylemekten de utanmaz, sıkılmaz. Ve Allah kendisini haya ile isimlendirip tasvip etmiştir.

Az önceki zikrettiğim hadisi şerifte

أن رسول الله صلى الله عليه وسلم رأى رجلا يغتسل بالبراز بلا إزار [1] is yani ürüyan bir şekilde üzerinde izar olmadan. Peştamal diyoruz ya bizde ekseriyetle hamamda kullanırlar, üzerinde izar olmadan yıkandığını görüyor. فصعد المنبر  mescide geliyor, hemen minbere çıkıyor , Cuma günü değil rastgele bir vakit geliyor demek ki orada da oturanlar var. Hemen bu haberi ulaştırmak ve yahut bu tembihi ulaştırmak ister. Adamı orada görüyor mescide geliyor ve minbere çıkıyor,

فحمد اللة وأثنى عليه Allah a sena ve hamd de bulunduktan sonra şöyle diyor;

إن الله عز وجل حي ستير يحب الحياء والستر Allah haya sahibidir ve Allah tesettürlüdür, tesettürü sever. Göründüğü gibi kendisini sittir ve haya adı ile vasıflandırıyor. فأذا اغتسل أحدكم فليستتر  sizden biriniz yıkanacağı zaman örtünsün diyor. kendini mahremin bakışlarından sakındırsın diyor. bunu, bu denli bir hali geçmiş ümmetlerden de bazı örnekler aradığımızda yahut Kur’an okurken rastgelen bu denli haya ile tasvip edilenlerden, önde gelenlerden birisi Musa a.s dır çünkü başka bir hadisi şerifte beni İsrailin helakına sebep olan fitnelerden  birisi de kadınlardır. Ve burada Musa as devamlı yıkandığı zaman örtünürmüş. Beni İsrail çırıl çıplak ürüyan bir şekilde yıkanırmış. Araplarda da vardı mesela Mekkeli müşrikler biz harem ehliyiz diyerek Kabeyi izarsız, çırıl çıplak tavaf ederlerdi.


[1]  أخرجه أبو داود ( 4012 ) والنسائي ( 1 / 70 ) والبيهقي ( 1 / 198 ) من طريق زهير عن عبد الملك بن أبي سليمان العرزمي عن عطاء عن يعلى : ( أن رسول الله صلى الله عليه وسلم رأى رجلا يغتسل بالبراز بلا إزار فصعد المنبر فحمد اللة وأثنى عليه ثم قال صلى الله عليه وسلم : ( إن الله عز وجل حي ستير يحب الحياء والستر فأذا اغتسل أحدكم فليستتر )

إرواء الغليل

: 7/367

الصفحة أو الرقم

 

Tesettür bu denli bununla alakalı hayasızlık zirveye ulaşmıştı. Musa aleyhisselam örtülü bir şekilde yıkanırken, örtünmesinin sebebini Yahudiler bakın ne ile yorumlarlar bu erkek değil de onun için örtünüyor derler Musa için. Kıssayı da Müslimde okuduysanız, elbiselerini koyduğu taş bir gün yuvarlanıyor gidiyor Musa ürüyan bir vaziyette arkasından koşuyor ve taşı yakalayıp vurduğu gibi taşı parçalıyor. Aa Musa da demek ki böyle bir kusur yokmuş demeye başlıyorlar onu gördükten sonra mübarek furi rahimehullah Tirmizinin şerhinde yani Tuhfetul ahvaz adlı kitapta 

إن الله عز وجل حي  Allah Resulünün bu sözü için “haya alemlerin rabbi olan Allah azze ve celle nin isim ve sıfatıdır. Ayrıca kullarından melekleri nebileri bazı Salihleri de bu sıfatla tasvif etmiştir. Yani övmüştür onu methetmiştir. Onun için eğiten yani, çocukları kadınları muhatap almıyoruz, annelerin babaların önce hayadan nasiplerini çoğaltma gayretinde bulunmaları gerekir. Belli bir yaşa kadar anneden babadan veyahut toplumdan mahrum bir şekilde eğitilmiş olabiliriz. Selman-ı Farisi Allah Resulünden şöyle naklediyor;

إِنَّ اللهَ حَيِيٌّ كَرِيمٌ يَسْتَحْيِي إِذَا رَفَعَ الرَّجُلُ إِلَيْهِ يَدَيْهِ أَنْ يَرُدَّهُمَا صِفْرًا خَائِبَتَيْنِ[1]

“Rabbiniz Allah ve Rabbiniz haya sahibidir. Kullarından birisi ona ellerini kaldırıp ondan bir şey istediğinde, o elleri geri boş döndürmekten haya eder” diyor.

Şimdi bununla bir amelimizi irtibatlandırmak istesek, ilişkilendirmek istesek, çocuğumuza bunu anlatmak istesek hangi amel ile ilişkilendiririz?

Misal Allah kendisinden bir şeyleri isteyerek el açan birisinin elini boş döndürmekten haya eder diyor. bizden de bir şeyler istenilir değil mi? O zaman bunu düşünmelisin. Her şeyin sahibi o kul ne kadar günahkar olursa olsun bir şey istediğinde elini boş döndürmekten haya ediyor sen bunu düşünüp ki seni de eğitiyor, birisi bir şey istediğinde hiçbir şeyin yoksa en azından Allah’ın lütfetmesini yani onun için dua edin diyor. haa bunu çocuğumuza verebiliriz elli kuruş, bir lira sen ver diye. Bu ne demektir? Çocuğu vermeye eğitmektir.  Alıştırmalıyız. Bak kim gelirse gelsin ona mani engeller katiyetle yayılmamalı  birisine bir şey veriyorsun birisi bunlar zengin canım bir sürü parası çıkıyor diyor. vardır öyle çıkan haketmeyedebilir değil mi vereceğimiz parayı. Ama bununla bizim verme duygumuzu öldürmememiz gerekir. Katiyetle verme duygumuz öldürmememiz gerekir.

Çocuklarınıza verme duygusunu aşılayın. Verdiğiniz beş kuruş da olsa sorun değil verin ama. Size uzanan, açılan ele Allah haya ettiğini söylüyor boş döndürmeye. Sende cidden bir şey yoksa bir tebessüm ona, bir hayır dua ederek bunu telafi edebilirsiniz. Şimdi tabi ki o ana kadar alışmamış mesela şöyle düşünün ikram severlik cömertlik teşvik de var. Çünkü cennete götüren meziyetlerden bahsediyor birisinde diyor ki ; ان تتعم الطعام yemek ikram etmen yiyecek ikram etmendir diyor. birilerine anneden babadan bunu görmeyenlerde bu duygu ölüdür bak. Biraz yaşlılar bilir birilerine misafirliğe giderken o akşam orada yiyeceklerini içeceklerini götürürler, bir kilo meyve alırlar, çerez alır bir şeyler alır götürürdük. Bir yere giderken hediye götürme vardı.

تَهَادَوْا تَحَابُّوا diyor. hediyeleşin ve birbirinizi sevin. Çocuk bunu anadan babadan görür.

Eğer böyle misafirperver bir ev değilse o çocuklar misafirlerden hoşlanmazlar.

Misafirperverlik ile en çok övülen, en çok bilinen kim vardır dinimizde? İbrahim aleyhisselam. Öyle beldeler vardır mesela benim gördüğüm tek yer Pakistan da Lahor’a yakın bir yer otel yok. Lokanta da yok. Hiçbir misafir ortada kalmaz. Ama bu duygu gitmiş. İman dan bir cüze baktığında verme ikram etme bu duygunun yoğunlaşması gerekir insanın iradesinde. İkram etmeden rahat etmemeli. İbrahim hiçbir yemeğini misafir olmadan yememiştir. Ama bu aileden alınma. Hadis-i şerifte ; مَنْ كانَ يُؤمنُ بِاللَّه واليَومِ الآخِرِ فَلْيُكْرِمْ ضَيْفَهُ “Her kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa misafirine ikram etsin.” Diyor.

Onun için haya teori değil pratik. Evde şöyle bir düşünün, evde dizinizin dibinde oturan kızınıza hayadan ne vereceksiniz? Oturun yerken, otururken, giydirdiğiniz elbise çocuğunuz küçük olsun ama o yapacağı işten mükellef olacağı çağa, yaşa gelmemiş de olsa mükellef olduğu o işi yapması başkadır. Siz terbiyeyi kaçırıp, on üç on dört yaşına geldiğinde mükellef olduğu ameli yaptırmaya çalışırsanız başaramazsınız. Ruhsuz ceset oldu mu insan babasının cesedini de elinde tutmaz, anasının cesedini de. Siz o ruhsuz cesedi, ameli çocuğa kabul ettiremezsiniz.

Kısa giydirdiğiniz çocukları bir düşünün, sonun da o elbiseyi giyemeyecek, giymeyecek, giydiremeyeceksiniz. Çünkü hayadan mahrum bir şekilde giyiniyor, yetişiyor. Buna sebep çocuklarınıza hayanın eşleriniz, anaları tarafından verilmesi gerektiğini iyi bilin. O zaman siz de eşinize yarım kalan, geçmişte elde edemediği, aileden almadığı şeyleri beraberce müzakere ederek ders yaparak bu mevzudaki hadisleri okuyarak.,

 Bakın selefe iman mevzusundaki verdiğim örneği biraz daha küçülterek alın haya mevzuunda sükut mevzuunda dile hakkında müstakil müstakil kitaplar yazmışlar. Ya mecmualarının muhteviyatında yada müstakil kitaplar, küçük risaleler halinde bunu telif eden en öne çıkan İbn Ebi Dünya’dır. Buharinin kitabında Kitab-ul Edeb diye bir bab bulursunuz. Ayrıca yazdığı bir Edep kitabı vardı. Ayrıca  anaya babaya edebin hayanın yani Birrul valideyn adı altında başka bir eser yazmıştır. Katiyetle bu mevzular hiçbir şekilde ihmal edilmemiştir. Ama biz bunun hele şuan sadece edebiyatını yağar olduk. Teori ile konuşmalar ile yani nazari değil. farazi şeklinde konuşulmaz bunlar. Yani pratiğe, amele dökmek gerekiyor.


[1] 3146 –

أَخْبَرَنَا أَبُو الْحُسَيْنِ عَلِيُّ بْنُ مُحَمَّدِ بْنِ عَبْدِ اللهِ بْنِ بِشْرَانَ الْعَدْلُ بِبَغْدَادَ أنبأ إِسْمَاعِيلُ بْنُ مُحَمَّدٍ الصَّفَّارُ، ثنا مُحَمَّدُ بْنُ عَبْدِ الْمَلِكِ، ثنا يَزِيدُ بْنُ هَارُونَ، أنبأ شَيْخٌ فِي مَجْلِسِ عَمْرِو بْنِ عُبَيْدٍ زَعَمُوا أَنَّهُ جَعْفَرُ بْنُ مَيْمُونٍ ح وَأَخْبَرَنَا أَبُو عَبْدِ اللهِ الْحَافِظُ، أنبأ أَحْمَدُ بْنُ جَعْفَرٍ الْقَطِيعِيُّ، ثنا عَبْدُ اللهِ بْنُ أَحْمَدَ بْنِ حَنْبَلٍ، ثنا أَبِي، ثنا ابْنُ أَبِي عَدِيٍّ، عَنْ جَعْفَرِ بْنِ مَيْمُونٍ بَيَّاعِ الْأَنْمَاطِ، عَنْ أَبِي عُثْمَانَ النَّهْدِيِّ، عَنْ سَلْمَانَ الْفَارِسِيِّ رَضِيَ اللهُ عَنْهُ عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ قَالَ: ” إِنَّ اللهَ حَيِيٌّ كَرِيمٌ يَسْتَحْيِي إِذَا رَفَعَ الرَّجُلُ إِلَيْهِ يَدَيْهِ أَنْ يَرُدَّهُمَا صِفْرًا خَائِبَتَيْنِ “ رَفَعَهُ جَعْفَرُ بْنُ مَيْمُونٍ هَكَذَا وَوَقَفَهُ سُلَيْمَانُ التَّيْمِيُّ، عَنْ أَبِي عُثْمَانَ فِي إِحْدَى الرِّوَايَتَيْنِ عَنْهُ وَالْحَدِيثُ فِي الدُّعَاءِ جُمْلَةً إِلَّا أَنَّ عَدَدًا مِنَ الصَّحَابَةِ رَضِيَ اللهُ تَعَالَى عَنْهُمْ رَفَعُوا أَيْدِيَهُمْ فِي الْقُنُوتِ مَعَ مَا رُوِّينَاهُ عَنْ أَنَسِ بْنِ مَالِكٍ، عَنِ النَّبِيِّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ

سنن الكبير للبيهقي

Ebu Said – El Yarbuzi

Yazan: Ankaralı Mehmet Şahin

Bid’at-ı Hasene

Bizleri Takip Edin

Similar Posts