Akide kelime manası olarak عقضkelimesinden müştak, türemiş sıkıca ve kuvvetlice bağlamak, sağlam sıkıştırmak, bırakmamak üzere sıkıca tutmak, birbirine sıkıca yapışmak ispat edici ve bağlayıcı olma manasına gelir.
ayrıca sözleşme, ve yemini te’kit manasına da ıtlak edilir.
Umumun ıstılahında akidenin manası itikad edilen şeyin hak mı batıl mı olduğuna bakmaksızın, itikad edenin nazarında şüpheye maal vermeyen kesin iman ve kat’i hükümlerdir yani insan şüpheye düşmeden kalbini bağladığı her şey akidedir. İtikaden İmanen bağlandığı her şey.
İslam akidesi dediğimizde ise kesin bir şekilde Allah-u azze ve celle’nin Rububiyeti isim ve sıfatları uluhiyeti neyi gerektiriyorsa çünkü burada geniş bir izaha girmiyoruz sadece müfredat tipinde başlıklar zikrediyoruz çünkü risalenin adı da akide dersleri derken akideye giriş bazı ıstılahi tabirleri anlatırız bu mevzuda istifade edeceğimiz kitaplar anlatılır bu eserlerin sahipleri müellifleri ilim ehli yani akidede sözlerine itibar edilen kimseler bunlar öğrenilir değilse burada umumun ıstılahında akidenin tarifinde de dediğimiz gibi hak ve batıl olduğu düşünülmeksizin kişinin kalben bağlandığı şeyler anlamında gündeme gelir bu toplumun bir akidesi var ister istemez onlardan kopamaz dedelerinin yolu.
bizde ise bunu ancak ümmetin icma şeklinde, ümmetin anlayışında ve tatbikinde hemfikir olmalarıdır. Değilse topluğunun çoğunluğu şeklinde düşünülemez.
Yani kesin bir şekilde Allah’u azze ve celle’nin Rububiyeti dikkat ederseniz fıtrat bu mevzudaki derslerin ek serisi temel olarak rububiyet tevhidi ile alakalı Rabbın zaten ruhlar aleminde kabul ve ikrar edilmesi gibi ondan sonra onun yaratıcılığı Rezzaklığı yaşatan ve öldüren olması bunların hepsi Rububiyet üzerindedir aynı anda isim ve sıfatları ile de ilişkilidir.
Allah’ın her şeyin yaratıcısı olması onun dışında hiçbir kimseye yaratıcılıktan bir nitelik sıfat vermeme ayırmama bu da tevhid ile alakalı. İsim ve sıfatları uluhiyeti neyi gerektiriyorsa buradan açılımı yapmıştık Kur’an ve Sünnet’te edindiğimiz bilgiler ilim ehlinin hazır bir vaziyette müfredat programı şeklinde tertipleri yani kuran okuduğumuzda okuruz başından sonuna kadar ama rububiyeti hakkında ki ayetlere biraz fazlaca yoğunlaşırız veyahut isim ve sıfatları hakkında ki ayetlere biraz fazla yoğunlaşırız.
iman neyi gerektiriyorsa meleklerine, kitaplarına, resullerine, ahiret gününe kadere, hayra, ve şerre gaybi haberlere Kitap ve sahih Sünnette gelen naslara selefin yani selefin usuluddin’de (din usulünde) icma ettiği her şeye teslim olarak iman etmektir.
Akide ilminin mevzusu
ehli sünnet vel cemaat anlayışında akide başlı başına bir ilimdir.
Dinin temel esaslarını bilmektir, ve bir çok mevzuyu şamildir. Temel olarak usul olarak öyle diyelim çünkü bunun başka bir adı yukarıda duyduğunuz gibi usuluddindir.
Usul aslın cemisidir (çoğuludur) temel esasların bilinmesidir akide ve bir çok mevzuyu şamildir içine alır.
İman İslam tevhid gaybiyat nübüvvet kader geçmiş ve gelecekten haber kendi hukukunda usulü sair din ve inançların usulü fırka i dalle (delalet fırkaları) topluluklarına heva ve bidat ehline reddiye mevzuları da içerir. Yani bu usulü din bizim temel esaslarımızı öğrettiği gibi aynı anda hak iman İslam tevhid gaybiyat nübüvvet geçmiş ve gelecekten haber kendi hukukunda usul sair din ve inançların usulü fırka-i dalle (delalet fırkaları) topluluklarına mesela geçmiş ümmetlerin sapıtma sebeplerinden birisi şudur diyor.
Bunun müspet olan kısmı bizde de aynıdır geçmiştekiler sapıtmış bizdekiler de sapıtacaktır usulü veriyor.
Geçmiş ümmetler 71-72 fırkaya ayrılmışlardır benim ümmetim de 73 fırkaya ayrılacaktır hepsi delalette birisi kurtulmuştur diyor hemen o sahabe kurtulan bir fırkayı soruyor yetmiş ikiyi değil.
Heva ve bidat ehline reddiye gibi mevzular içerir mesela ibn Teymiyye’nin muhtelif yerlerde zikretmesine rağmen sadece Hristiyanların kitaplarının muharref tahrif edildiğine dair Allah’ın kitabını tahrif ettiklerine dair cevabussahih limen beddelezinel Mesih Mesih’in dinini değiştirenlere sahih cevap yani İsa a.s’ın.
Ehli sünnet nezdinde akide ilminin mütaradif eş anlamda bir çok isimleri vardır her zaman akide demeyiz biz geçmişten süre gelen hangi ifadeler kullanılmış ise başlık olarak biz o başlıklara sadık kalmayı tercih ederiz yanlış anlaşılır yanlış anlamlar yüklenilmesini engellemek için.
Mesela, Tasavvuf bizde katiyet ile bir akide mevzusu değildir. Tasavvuf’u İslam’dan olan bazı değerler ile beraber edip bize yutturdukları çok sapıklıklar vardır. Öyle olmuştur ki Tasavvuf İslam ile iç içeymiş hatta İslami değerlerden daha üst bir makamda mesela şeriatı şeriat ve hakikat diye ikiye ayırırlar ustaca sinsice şeytani bir uslup ile yapılmıştır şeriat başka hakikat başka derler hem bir gösterirler şeriat da küfür olan bazı şeyler hakikat de olmayabilir derler bu ölçüyü neden koymuşlar kitaplarında rastladığımız küfrü mucip kelimelere karşı güya tenkitlerimize karşı kendilerini korumak müdafaa etmek için yapmışlar şer’an o küfürdür ama hakikat de değildir derler.
Veyahut fetva başka, takva başka derler.
Burada tevhid derslerini anlatırken herhalde duymuşsunuzdur, bizde takva veyahut salih amel ortak koşulmayan amellerdir. İyi ameller şeklinde biz tercüme etmeyiz onu. Yani ortak koşulmamış ameller. Amel aynen sahih değil mi?
Bir amelin sahihliği ne demek Kurandan Sünneten delili olmasıdır. Arkasından halis olmalıdır. Bu ne demek? Allah için olmalıdır.
Fetva cevaz verir ama takva vermeyebilir derler. Şeriatın helal kıldığı birçok şeyi kendi usullerince haram kılarlar. Mesela yazarlar bunu Tasavvuf kitaplarına baktığınız zaman müritlere nasihat şeklinde, eşiniz ile ne kadar az ilişkide bulunursanız o kadar takva ehli olursunuz. Bunların hepsi Hristiyanlıktan geçmedir.
Onun için
Ehli Sünnet Nezdinde Akide İlminin Müteradif, Eş Anlamda Birçok İsimleri Vardır.
Bunlar sıra ile şöyledir ;
Akide, bunu akide’tu selef, akide’tu ehlil eser, onun için biz tek başına akide demeyiz. Hemen o akideyi akide’tu selef, akide’tu ehli eser deriz. Sahabeden kastımız sahabe, tabiin, tebeut tabiin onlar. Ehli eser de eser ehli hadis ehli anlamındadır. Bu anlamda kullanırız.
İki, tevhid zira Allah’ı rububiyetinde, isim ve sıfatlarında ve uluhiyetinde birleme mevzusunu işlediği için akidede en şerefli bahis bu mevzudur deriz.
Sünnet de deriz. Mesela bakarsanız eş anlamda kullanıldığı yerler mesela bazıları iman kitaplarına Kitabul İman dedikleri gibi Ebu Davud gibi bazıları da Kitabu Sünne der. Ahmed ibn Hanbel’in akideye dayalı yazdığı Kitabu Sunnedir. Kitabul İman dememiş Kitabu Sunne demiş. Bunu eş anlamda kullanmışlar.
Selef akidesine sünnet denilmesinin sebebi Allah Resulünün ashabının yoluna uyulduğu içindir. Çünkü ileride de açıldıkça gelecek, yetmiş üç fırkadan bahsederken o kurtulan taife hangisidir denildiğinde ;
ما أنا عَليْهِ وأصْحَابي benim ve ashabımın bulunduğu yol üzerinde bulunanlar. Hatta imanda bile onlar gibi iman etmemiz emredilmiştir. Bu eş anlamlı, müteradif anlamlı tesmiyeleri neden zikrediyoruz burada?
Birileri farklı bir isim ile gelip sizi yanıltmasın diye. Mesela öyleleri vardır ki ben ilk kul sadi’nin yanına gittiğimde bana dediği söz şu olmuştur, ben akidemi kimse ile münakaşa etmem.
Şimdi o bu sözü, akidesine bağlılığını, yüceliğini, güya doğruluğunu ispat etmek için söyledi ama münakaşa edilmesi tashih anlamını taşır. Yanlış anladığın, yanlış uyguladığın bir şeyi pekiştirmene, düzeltmene sebep olur konuşma. Biz ise buna müzakere deriz. Çünkü sahabe birbirleri ile karşılaştıklarında da, diyor ya biz önce iman etmeyi öğrendik. Kuranı öğrenmeden önce iman etmeyi öğrendik. Arkasından birbirlerine rastladıkları zaman yolda, sokakta;
تَعَالْ نُؤْمِنْ سَاعَة Buhari’nin iman bahsini okursanız bu rivayetleri bulursunuz. Gel biraz iman edelim. Ne anlamda? Müzakere edelim. Yanlışlarımızı düzeltelim çünkü yanlış böyle bir eylem eğitiminde bulunan toplulukta yanlış barınmaz değil mi? Müzakere edersen, münakaşa eder konuşursan yanlışlar düzeltilir veyahut da doğrular pekiştirilir. Yani birisinde meseleyi anlamışsındır ama müdafaa edemiyorsundur onu. Gelir konuşması baskın birisi senin zihnini bulandırabilir.
Mesela benim ilk uyanmama sebep olan sözlerden diyelim, benim arapça okuduğum hoca Ahmet Serdaroğlu Kocatepe de bir sohbet ediyor, orada diyor ki “cemaat bu türbecilik bidat İslam da böyle bir şey yoktur.” Bazıları diyor ki hocam bizim akidemizi, aklımızı karıştırdın. O da diyor ki uyarmak için, “bu ne biçim akide? On dakikalık benim konuşmam ile karışıyorsa siz bu akideyi bir gözden geçirin.”
Daha önce onu konuşmuş, müzakere etmiş olsanız bu gibi durumlara düşmeyiz değil mi? Biz imanımızı konuşuruz, anlatırız. Kişisel olarak yanlış anladığımız bir şey varsa, algıladığımız yanlış uygulamamıza sebep olacak şeyleri temizleriz, biz akideyi konuşuruz. Devamlı da anlatırız.
Bizim dışımızda dikkat ederseniz bütün hoca geçinenlerin derslerine neredeyse akideye hiç yer vermezler çünkü akide artık konuşulacak bir mesele olmaktan çıkmıştır onların nazarında yani çok sağlam, paketlenip bohçalanıp rafa koyulmuş.
Hiçbirisi de yaptığı bir işin ne kadarı doğru, ne kadarı yanlış, ne kadarı İslamdan, ne kadarı hurafi, ne kadarı ne zaman sokuşturulmuş o akideye. Biz bu zincire baktığımızda sahip olduğumuz kitaplar ile hangi pisliğin ne zaman çıktığını hatta zamanımızdaki uzantısı ile dahi rahatlıkla ilişki kurarız.
Aynen dediğimiz gibi muasır asrımızdaki bu deizm pisliğinin temeli maalesef bu inandım diyen insanlar tarafından atılıyor. Amel imandan cüz değildir diyor. Biz bu şerite baktığımız zaman başını, ortasını, sonunu ve ilişkiyi görebiliyoruz.
O zaman şu hadisteki yani Muhammed bin Abdulvahhab’ın yazdığı risalede de başlık olarak dediği gibi, مَسَاءِلُ الجَاهِلِيَّةِ yani cahili toplulukların müşkülatları. Bizden önceki ümmetlerin müşkülatları, onlara karışı karışına kulacı kulacına uyarsınız diyorsa değil mi mutlak onları taklit edecek, çünkü babaların yolu bu. O zaman aynı sorunlar bizde de çıkacak. Eğer onlara benzemeyin, onlar gibi olmayın diye bir ikaz aldıysak biz bu ne demektir?
Demek ki o sorun yaşanacak bu toplulukta da. Düşünün şimdi ayette hadiste geldiği gibi onlar alimlerini, Allah tan gayrı Rablar edindiler derken bu geçmiş ümmetlerden bir haber mi? Peki bizim tedbirimiz ne? Ya biz nerede düşeriz böyle bir soruna diye soran var mı? Sanki hiç kimse bulaşmayacakmış gibi dururuz. Biz bundan muaf tutulmuşuz gibi dururuz. Halbuki onlar yol ortasında anası ile dahi cima ettiyse, eşi ile alaniyeten yol ortasında çiftleştilerse bu pislik bu toplulukta da yaşanacaktır. İstisnasız.
Hatta Beğavinin tefsirinde geldiği gibi İbn Mesut dan, onlar buğzaya taptılar, siz de tapacak mısınız bilmiyorum diyor. Yani onlarda bir sorun çıktıysa aynısı bu ümmette de çıkacaktır. O zaman biz akidemizi konuşuruz.
Devamlı hataya karşı kendimizi ihtiyatlı tutabilmemiz için, bulaşan hataları temizleyebilmek için biz geçmişi de bilme zorundayız. Onun için muhammed ibn Abdulvahhab rahimehullah Mesailu Cahilliye isimli kitabı yazarken zaman darlığı mı diyelim, o zaman o kadar teferruata girilmesi mümkün değildi mi diyelim özlü başlıklar ile yazmış. Ve çok da bunun üzerine şerh yapan olmuştur. Ben her meselesi için mesela Avrupa’da iken bir ders yaptım bu mevzuda, oradaki zikredilen.
Ve bu devamlı benim onun üzerinde durup yoğunlaşmamı sağlamıştır. Düşünüp muhakeme etmeyi bu ümmette de çıkacak sorunlara karşı tedbirli olmak için müteyakkız uyanık olmamız gerekiyor bizim. Onun için akideyi öğrenirken biz rastgele bir şey olarak öğrenmiyoruz. Bakış açımız ufkumuz çok geniş, çap geniş. Yani timsah gözü gibi 360 derece diyebiliriz. Sadece önümüzü şöyle gören bir, aynen atların şeyi gibi korkulukları gibi. Gördünüz mü hiç? En çok bolat beygirlerinde kullanır lar onu. Evet.
Ehli sünnet nezdinde akide ilminin müteradif eş anlamda birçok isimleri vardır. Bunlar şöyledir: Akide dediğimiz gibi, Tevhid; zira Allah’ı rububiyetinde isim ve sıfatlarında ve uluhiyetinde birleme. Bilme ve birleme mevzusunu işlediği için akide en şerefli yani akide de en şerefli bahis bu mevzudur. Onun için ilim ehli bazen küçük veciz cümlelerle, mesela Şeyh Elbani bile
العقيدة أولا يا دعات
Önce tashihu’l akide. Şimdi tashih kelimesi birçok anlamı içerir. Yani geçmiş ümmetlerde de olduğu gibi her şey yanlış değil. Yanlışla doğruyu birbirinden ayırt edebilmek sorun. Bazen yanlışa doğru bir isim veriliyor ama içi yanlışlarla dolu.
Mesela şu an Cübbeli’nin ağzından çıkan “Biz ehli sünnetiz” sözü isim olarak doğru ama sözüm ona Hint akidesiyle dolu, Yunan akidesi ile dolu içi. Onların da bir akidesi var. Tasavvuf tamamen Hint akidesidir. Ama bunlar öyle yapmışlar ki bu elbiseyi ikisine de giydiriyorlar. Zamanımızda da bak bu var. Bir zaman modaydı. Mesela dini film, dini roman, dini gazino. Uydurmadığı kalmadı. Dini plaj, dini otel, şeriat otelleri diyorlar. Bu kelimeler rastgele bu insanlar tarafından konulmuş kelimeler değil. Bizzat şeytanın tuzağı. O ki bir kelimenin başına din getirmekle o meşrulaşmaz. Akide ayrıca “Akidetu-s Selef” “Akidetu Ehli-s Sunne” böyle de tesmiye edilebiliyor. Sünnet, selef akidesinde Sünnet denilmesinin sebebi Allah Resul’ünün ashabının yoluna uyulduğu içindir dedik demin. Bunu görürsünüz kitaplarda. Zaten akideye dair yazılmış kitaplara baktığınızda bazen yapabilirsiniz, çocukları sıraya korsunuz kitap tanıtmak için on beş dakika akide bölümünün önünde durur tarif edilir. Zaten isimlerden anlarsınız. Mesela Âcurri’nin akideye dair yazdığı kitabın adı ne “Kitabu-ş Şeria”, tutuyor birisi “Kitabu-s Sunne” diyor. Birisi ne diyor? “Kitabu’l İman” diyor. “Akidetu-s Selef” diyor. Birisi “Usulu’d Din” diyor. Birisi ne diyor? “Fıkhu-l Ekber” diyor. Ebu Hanife mesela akide kitabına koyduğu ad “Fıkhu-l Ekber”.
Bu isimler şaşırtmamalı. Ha kimin ne kasıtla koyduğunu da sonradan temyiz edebilirsiniz ayırt edebilirsiniz.
4) İman. İtikada dair meseleleri bazıları doğrudan diyor ya akide adını almıştır. Mesela Beyhaki’nin “Şuâbu’l İman” diye bir kitabı var. Ayrıyeten bakıyorsun “Kitabu’l İtikad” diye de bir kitabı var. Bakıyorsun itikadi bazı meseleleri ayrı ayrı “Kitabu’l Esma-i ve’Sıfat” var, “Kitabu’l Kader”i var. Bunları teker teker ele almış ayrıca. Yani bu o an o toplumu meşgul eden fitnelere dönük. Bakıyorsunuz birçoğu “Kitabu’l Kader”i “Kitabu’l İman”nın içinde bir bölüm olarak zikretmiş ama bazıları müstakil müstakil risale yazmış. Mesela Abdullah ibn-i Vehb’in “Kitabu’l Kader”i var. Firyabi’nin “Kitabu’l Kader”i var. Beyhaki’nin “Kitabu’l Kader”i var. Ayrı ayrı bunu telif etmişlerdir.
İman itikada dair meseleleri de şümulüne aldığı için Ehli Sünnet’in akide ilmine ıtlak ettiği en meşhur isimlerden birisidir İman.
Usulu’d din bu da denilmiştir beşincisi veya usulu’d diyane veya usulü erkanu’l iman; ümmetin üzerinde ittifak ettiği kati meseleler demektir. Mesela usulü’d diyane. El-İbane’de de denmiştir bu mevzuda. Fıkhu’l Ekber. Usulu’d Din ifadesine müteradif eş anlamlı bir ibaredir. Şer’i meselelerde olan Fıkhu’l Asğar’a mukabil. Yani normal fıkıh kitaplarına Fıkhu’l Asğar’a mukabil buna da Fıkhu’l Ekber denilmiştir. Eş Şeria’; Allah ve Resul’ünün teşri kıldığı günler demektir. Bunların en önemlisi tabi Usulu’d Dine’e ait olanlardır. Akideye dair olanlardır. Aynen az önce şeyh Elbani’den ve birçok ilim ehlinin de dediği gibi
العقيدة أولا يا دعات
“Ey davetçiler önce akide!” şu kıssacılara, vaaz, irşad yapanlara baktığınız zaman hep safsata, duygulara hitap eder bir şekilde konuşurlar. İz’ana hitap etmiyorlar. Aynen bizde biz güzel sesli hafızın kıraati önce duyguya hitap ediyor. Haa dikkat çekmek için evet. Dinlemelerini sağlamak için ama. İyi dinleyip iyi anlayabilmelerini sağlamak için olabilir. Allah Resul’ünün dediği gibi. Ama ağlanacak yerde gülüyorsa o, tebessüm edip memnu olma ifadesi gösterileceği yerde ağlıyorsa ne olduğu bellidir.
Ehli Sünnet Karşıtı Olan Fırkaların Akide İlmine Vermiş Oldukları İsimlere Gelince
şöyledir:
1. Kelam ilmi. Şimdi bizimkiler kelamı daha önce buna felsefe filozof bununla meşgul olan filozoflara da hukama denilirdi. Bunların sözlerine hikmetli sözler derler. Felsefe Gazali döneminde Yunan felsefesi ile güya Tasavvufu harmanlayarak İşrâkîliği çıkarmış. Derler “Felsefe Gazali’nin elinde hidayet buldu adı da “İlm’i Kelam” Kelam ilmi oldu. Söz etme ilmi. Yani bir nevi avukatlık gibi bir şey. Düşüncenin çatlaklarından hükümler çıkarma. Bir avukatlığa bak. Kanunun çatlaklıklarından istifade ederek mahkuma en az ceza veya tahliye edilmesine sebep olmaya çalışmaktır. Bu isimlendirme Mutezile Eş’ari Maturidi ve onların menhecine suluk edenlerin tesmiyesidir. Yani bir akideye Eş’ari denilir mi? Adama nispet ederek. Bize baktığınız zaman bizim koyduğumuz bu isimler hiçbirisi bir kişiye bir düşünceye nispet değildir. Yani biz Eş’ari değiliz, Maturidi de değiliz Harici de değiliz Cehmi de değiliz. Bunların hepsi bir isme nispettir. Ama bizimki böyle değildir. Ben selefiyim deme Akidetu-s Selef dediğimizde az önceki neyi kastettiğimizde muradımız neydi? Sahabenin akidesidir. Yani öncekilerin akidesi. Şimdi bu bunlar neyi karıştırıyorlar? Öncekilerin akidesi ile babalarının yolunu karıtırıyorlar. Haa biraz üzerinde dursan “Ondan kasıt öncekilerin akidesi derler. Değil!
Kelam ilmi, bu isimlendirme Mutezile, Eş’ari, Maturidi ve onların menhecine suluk edenlerin tesmiyesidir. Böyle bir isimlendirme asla caiz değildir. Zira biri geliyor ‘’Sizin de isminiz var’’ diyor. Eğer biz bu mevzuda bilgisiz isek susuyoruz.
Adam gelip diyor ki ‘’ Siz tevhid derken, Tevhid Allah’ı rububiyetinde, isim ve sıfatlarında, uluhiyetinde birlemek, bunun delili nerede?
Eğer biz tek kitap okumuş isek, tek tarif ile yaklaşılır. Tevhid her zaman bizim yanımızda tarifi böyle değil. Bakarız İbn Kayyım’ın tarifini kullanırız bir yerde . Tevhid, yaratıcı ile yaratılanı ayır etmektir, diyor.
Burada vahded el-Vücud’a karşı çıkarız. Tevhid, Allah’ı mahluka benzetmemektir. Burada da teşbihçilere karşı çıkarız. Ama bizimkiler teşbihten kaçmak için ne oluyor? İsim ve sıfatı inkar ediyor. Allah’ın ismi anıldığında düşünce teşbihe gidiyor, çünkü zihin, o kadar ham. Yani aynen bozulmaya çok müsait yemek gibi kafaları.
Az önce dediğim gibi akideyi konuşmazsan, bu deli rüzgar nereden eserse essin yıkar. Onun için Türk toplumunda bütün bozuk akideler hemen rağbet buluyor. Edip Yüksel ile İşaret Yayınlarında konuşurken Şenlikoğlu bana dedi ki ‘’ Hocam bunu dikkate alma, bu Türkiye’de kendisine müşteri bulamaz.’’
Orada bir söz dedim ben: ‘’Türkiye’de insan tersini pazara çıkar müşteri bulursun. Alan çıkar. Koy tezgaha ‘’satıyorum’’ de. Müşteri çıkar Türkiye’de.’’
Neden? Akide de bu kadar bulanık zihinler var. Aynı sözü, artık aynı ölçüler ile yaklaştığı için mi, Belçika’da bir derse gitmiştik. Samsundan gelme bir imam varmış. Aslen Arnavut. Orada biz bir sohbet ettik. Cemaat ona dedi ki: ‘’Hocam aklımız karıştı. Bu gencin anlatması ile’’. Siz cahil kalırsanız her gelen zaten sizin aklınızı karıştırır. Kimin kafası karışır? Düşünceleri oturmamış kişinin.
Zira ilmi kelam muhtes bid’at hiçbir bilgiye dayanmadan, Allah hakkında söz söylemektir. Ki buda itikadi meseleleri nispet konusunda selefin menhecine terstir.
2. Felsefe. Buda felsefecilerin ve onların yolundan gidenlerin tesmiyesidir. Böyle bir isimlendirme de caiz değildir. Akide de felsefe evham akla hayale ve hurafi tasavvurat üzerine mebnidir. Burayı biraz çabuk geçtim, akide de felsefe, evham akla hayale ve hurafi tasavvurat üzerine mebnidir.
3. Tasavvuf, bazı müsteşrik, tasavvufa nezninde ve onların mesleğine uyanların mutasavvufanın şatahatına dayalı. Biraz açtıkça bu şatahatı açarım. Mesela şatahat, tasavvuf ehlinin cezbe anındaki söylediği sözlere manyakça attığı sözlere söylenir. Mesela cübbemin altında Allah’tan başka kimse yoktur sözü şatahattır. Cübbelinin söylediği sözler şatahattır mesela. Ete kemiğe büründü Mahmut diye göründü, böyle derler.
Kendilerini mazur göstermek için böyle diyorlar. Bunlar manyakça söylenilmiş sözler. Manyağın sözüne de itibar edilmez. Ama bunlar akide diye inanıyorlar.
Şatahatına bağlı değerlendirme kuruntu ve hurafelerden bidat bir tesmiyedir. Kısmen mesela bid’at bir teslimiyettir.
4. İlahiyat. İlahiyat kelimesi de teolojinin Türkçe karşılığıdır. Teo ilah demektir Latince. Grigoleten yani Yunan dilinde Teo ilah. Onun için böyle, bizim din okullarını güya ilahiyat adını kasten böyle koydular. Bu isimde kelam ehli felsefeciler, müsteşrikler ve onlara tabi olanların tesmiyesidir.
Zira onların indinde bu kelimeden murad Allah’a ait meseler, ilahiyat Allah’a ait meselelerde felsefe ve kelama dayalı ilhadi sözleri kastederler.
Mesela vahded el-Vücud ilhaddır. Farklı bir pisliktir.
5. Metafizik. Bazı felsefecileri ve garbi yazarların ve onların mesleğinde olanların isimlendirmesidir. Mana yönü ile ilahiyat ismine benzer mana taşır. Bazı insanlarda kendi görüş ve düşüncelerini batılda olsa, Akide olarak tesmiye etmektedirler, bende buna inanıyorum, dedikleri gibi. Onlara göre nakli ve akli hiçbir şeye dayanması da gerekmiyor. Ben böyle inanıyorum diyor.
Halbuki sahih olan akidenin hak olan bir mefhumu vardır. İşte o da Kuran’a ve sahih Sünnete müstenib ehl-i sünnet vel cemaat akidesi ve selefin icmasıdır.
Bazen akidenin de batıl bir mefhumu olabilir. İşte o da Allah ve Resulünden gelen naslara taarruz eden ters düşen her anlayıştır. Akide mefhumunu din mefhumuna itlak etme hak olan bir nispettir. Zira hak olan Allah’ın dini de budur. Çünkü müşrikler de kendi inanç esaslarına ve anlayışlarına din demişlerdir. Onun için demokrasi müstakil bir dindir. Eğer akideyi bu denli bir kere tekrarlama ile zihne yerleşmez. Yakalayamazsanız, biz demokrasiye inananlar, inanan kimseleriz dediğinde ne demek istediğini bir düşün. Buda yeni bir din olarak eklenilir burada.
Ama benim tarif ettiğim şekliyle demokrasi müstakil bir dindir, laiklik bunun akidedeki mezhebidir Türkiye’de Avrupa’da akidedeki mezhepleri Sekülerizmdir. Laiklik kelimesini Fransızlardan başka kimse kullanmaz. Bizim İsmail birkaç gündür kullanıyor. Ve o da birkaç gündür karıştırıyor. Sekülerizm bilimselcilik. Mesela Fransa’nın dışındaki bütün demokrasi sevenler hep Sekülerizm bazen bizde de bilime inanıyoruz bu bilimsel falan gibi laf ederler ama sözüm ona bilimden öte her şeye benziyor. Demokrasi müstakil bir dindir. Laiklik Türkiye’de akidedeki mezhebidir. Partilerde onun ameldeki mezhepleridir. Halbuki sahih olan bir akidenin mefhumu vardır. İşte o da Kuran ve Sünnete müstenip ehl-i sünnet vel cemaat akidesi ve selefin icmadır. İcmayı anlıyorsunuz değil mi? Yani akide de aynı anlayışa sahip kimseler ittifak ettiği. Bazen akidenin de batıl bir mefhumu olabilir. İşte o da Allah ve Resulünden gelen naslara taarruz eden ters düşen her anlayış. Akide mefhumu ve din mefhumunu itlak etme hak olan bir nispettir, zira hak olan Allah’ın dini de budur. Çünkü müşriklerde kendi inanç ve esaslarına din demişlerdir. İlk olarak Allah böyle bir taksimi yapmaktadır. Sizin dininiz size bizim dinimiz bize. Bu taifelerden bazıları şunlardır:
– Şuraiyye, komünistler: Batıl görüş ve anlayışlarına din ve akide diyorlar.
– Budistler: Onlarda batıl ve görüş ve anlayışlarına din ve akide diyorlar.
– Yahudilerde ilah olan dinlerine sokuşturdukları batıl görüş ve anlayışlarına din ve akide diyorlar.
– Hristiyanlarda ilahi olan dinlerine sokuşturdukları batıl görüş ve anlayışlarına din ve akide diyorlar.
İslam akidesine gelince akidetu ehl-i sünneti vel cemaati bu tesmiyedir maksat Allah’ın kullarından din olarak razı kıldığı İslam demektir. Kişilere görüşlerine fırkalarına göre inanış biçimleri İslam akidesi değildir ve temsilde edemezler. Halbuki sahih İslam akidesi olan ehli sünnet ,inancı kişiler veya fırkalara temsil edilen görüş veya anlayış değildir. Kaynağı tamamen kitap ve sahih sünnet olan naslara müsteniptir. Ve İslam’dır denilen hiçbir şey Kitap ve Sünnette sağlamasına havale edilmeden kabul edilemez ve edilmemiştir de.