H U T B E TU’L    H A C E:

إِنَّ الْحَمْدَ لِلَّهِ نَحْمَدُهُ وَنَسْتَعِينُهُ وَنَسْتَغْفِرُهُ وَنَعُوذُ بِاللهِ مِنْ شُرُورِ أَنْفُسِناَ وَمِنْ سَيِّئاَتِ أَعْمَالِناَ، مَنْ يَهْدِهِ اللهُ فَلاَ مُضِلَّ لَهُ وَمَنْ يُضْلِلْ فَلاَ هاَدِيَ لَهُ وَأَشْهَدُ أَنْ لاَ إِلَهَ إِلاَّ اللهُ وَحْدَهُ لاَ شَرِيكَ لَهُ، وَأَشْهَدُ أَنَّ مُحَمَّدًا عَبْدُهُ وَرَسُولُهُ. 

  ياَأَيُّهاَ الناَّسُ اتَّقُوا رَبَّكُمُ الَّذِي خَلَقَكُمْ مِنْ نَفْسٍ واَحِدَةٍ وَخَلَقَ مِنْهاَ زَوْجَهاَ وَبَثَّ مِنْهُماَ رِجاَلاً كَثِيراً وَنِساَءً وَاتَّقُوا اللهَ الَّذِي تَساَءَلُونَ بِهِ وَالأَرْحاَمَ إِنَّ اللهَ كاَنَ عَلَيْكُمْ رَقِيباً. 

 ياَ أَيُّهاَ الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللهَ حَقَّ تُقاَتِهِ وَلاَ تَمُوتُنَّ إِلاَّ وَأَنْتُمْ مُسْلِمُونَ   

 ياَأَيُّهاَ الَّذِينَ آمَنُوا اتَّقُوا اللهَ وَقُولُوا قَوْلاً سَدِيداً يُصْلِحْ لَكُمْ أَعْماَلَكُمْ وَيَغْفِرْ لَكُمْ ذُنُوبَكُمْ وَمَنْ يُطِعِ اللهَ وَرَسُولَهُ فَقَدْ فاَزَ فَوْزاً عَظِيماً 

أَمَّا بَعْد ُ: فَإِنَّ أَصْدَقَ الْحَدِيثِ كِتَابُ اللهِ وَخَيْرَ الْهَدْيِ هَدْيُ مُحَمَّدٍ (صلي الله عليه وسلم) وَشَرَّ الأُمُورِ مُحْدَثَاتُهَا وَكُلَّ مُحْدَثَةٍ بِدْعَةٍ وَكُلَّ بِدْعَةٍ ضَلاَلَةٍ وَكُلَّ ضَلاَلَةٍ فِي النَّارٍ.

 

“Muhakkak ki bütün hamdlerAllah’adır.O’na hamd eder,O’ndan yardım ister ve mağ-firettaleb ederiz. Nefislerimizin ve kötü amellerimizin şerrinden de O’na sığınırız . 

Allah kime hidayet ederse onu hiç kimse sapıttıramaz,kimi de sapıttırırsa ona hiç kim-se hidayet veremez . 

Şehadet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve şeriksiz olarak birdir. Ve yine şeha-det ederim ki Muhammed O’nun kulu ve Resulüdür.” 

“Ey iman edenler ! Allah’tan sakınılması gerektiği şekilde sakının ve ancak Müslü-manlar olarak ölün. “ 

ALİ  İMRAN  : 102.AY.

“Ey insanlar !sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan da eşini yaratan ve ikisinden bir çok erkekler ve kadınlar üretip yayan Rabbinizden sakının. Adını kullanarak birbiri-nizden dilekte bulunduğunuz Allah’tan ve akrabalık haklarına riayetsizlikten de sakının. Şüphesiz ki Allah sizin üzerinizde gözetleyicidir. “  

                       NİSA  : 1.AY.

“ Ey iman edenler ! Allah’tan korkun ve doğru söz söyleyin. Ki,Allah işlerinizi düzeltsin ve günahlarınızı bağışlasın. Kim Allah ve Resulüne itaat ederse büyük bir kurtuluşa ermiş olur. “ 

AHZAB : 70.71.AY. 

Bundan sonra : 

Muhakkak ki sözlerin en doğrusu Allah’ın kelamı,yolların en hayırlısı da Muhammedin yoludur. Amellerin en kötüsü ise sonradan Uyd urulanlardır. Sonradan uydurulup dine sokulan her amel bid’at.her bid’at sapıklık ve her sapıklık da ateştedir 

MÜSLİM : 3.C.867.N   –  NESEİ  : 3.C.1404.N

Bugün burada yapacağım sohbet

Kişiler tarafından tatbike konulan her hayrın, o hayrı yapmada alt yapısı dediğimiz veyahut o hayrı yapmaya teşvik eden veyahut öyle bir hayrı yapmaya bize hak kazandıran, ondan önce yapılması gerekilen şeyler vardır.

Kötülüklerde böyledir. Her yapılan kötülük, en azından kalbde kalıcı bir siyah leke oluşturur. Her yapılan hatanın akabinde kalbe vurulan siyah bir leke, nihayetinde o kalbi; anlamaz, idrak etmez ve hissetmez bir vaziyete getirir. Biz buna (kasvetul kulub) kalblerin katılaşması diyoruz. O denli katılaşır ki; kayalardan daha sert olur kuran’da anlatıldığı gibi,

ثُمَّ قَسَتْ قُلُوبُكُمْ مِنْ بَعْدِ ذٰلِكَ فَهِىَ كَالْحِجَارَةِ اَوْ اَشَدُّ قَسْوَةً وَاِنَّ مِنَ الْحِجَارَةِ لَمَا يَتَفَجَّرُ مِنْهُ الْاَنْهَارُ وَاِنَّ مِنْهَا لَمَا يَشَّقَّقُ فَيَخْرُجُ مِنْهُ الْمَاءُ وَاِنَّ مِنْهَا لَمَا يَهْبِطُ مِنْ خَشْيَةِ اللّٰهِ وَمَا اللّٰهُ بِغَافِلٍ عَمَّا تَعْمَلُونَ

                                                                        (Bakara s. 74)~ ~
2.74 – Sonra bunun ardından kalpleriniz yine katılaştı(israiloğulları); Artık kalbleriniz taş gibi yahut daha da katıdır. Çünkü taşlardan öylesi var ki, içinden ırmak kaynar. Öylesi de var ki, çatlar da ondan su fışkırır. Taşlardan bir kısmı da Allah korkusuyla yukardan aşağı yuvarlanır. Allah yapmakta olduklarınızdan gafil değildir.

Onun için biz yeni çıkan hiç birşey yoktur diyoruz. İyi ve kötü olarak hiç birşey yeni değildir. İyide olsa böyledir kötüde olsa böyledir. Birisinin bir çığır açmasıyla başlıyor.

Düşünün, Adem’in 2 çocuğuda kurban kesiyorlar. Birisinin ki kabul ediliyor birisinin ki kabul edilmiyor. Kabul edilmeyen hasede düşünerek kardeşini öldürmeye kadar gidiyor. Ve kurbanı kabul olunan kardeş diyorki;

~~5.

~~5.28~
لَئِنْ بَسَطْتَ اِلَیَّ يَدَكَ لِتَقْتُلَنٖى مَا اَنَا بِبَاسِطٍ يَدِىَ اِلَيْكَ لَاَقْتُلَكَ اِنّٖى اَخَافُ اللّٰهَ رَبَّ الْعَالَمٖينَ

(Maide s.28)

Andolsun ki sen, öldürmek için bana elini uzatsan (bile) ben sana, öldürmek için el uzatacak değilim. Ben, âlemlerin Rabbi olan Allah’tan korkarım.

 

İnsan neslinde (zürriyetinde) adam öldürme böyle başlıyor. Akabinde de bir kişi öldürmek ayette büyüklüğü şöyle anlatmakdadır;

اَنَّهُ مَنْ قَتَلَ نَفْسًا بِغَيْرِ نَفْسٍ اَوْ فَسَادٍ فِى الْاَرْضِ فَكَاَنَّمَا قَتَلَ النَّاسَ جَمٖيعًا

(Maide 32)

Kim, bir insanı, bir can karşılığı veya yeryüzünde bir bozgunculuk çıkarmak karşılığı olmaksızın öldürürse, o sanki bütün insanları öldürmüştür.

 

İyilikte böyledir. İslam dininde Allah Resül’ü bunu ;

لما رواه مسلم (1017) عَنْ جَرِيرِ بْنِ عَبْدِ اللَّهِ رضي الله عنه قال: قَالَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ : ( مَنْ سَنَّ فِي الْإِسْلَامِ سُنَّةً حَسَنَةً فَعُمِلَ بِهَا بَعْدَهُ كُتِبَ لَهُ مِثْلُ أَجْرِ مَنْ عَمِلَ بِهَا ، وَلَا يَنْقُصُ مِنْ أُجُورِهِمْ شَيْءٌ . وَمَنْ سَنَّ فِي الْإِسْلَامِ سُنَّةً سَيِّئَةً فَعُمِلَ بِهَا بَعْدَهُ كُتِبَ عَلَيْهِ مِثْلُ وِزْرِ مَنْ عَمِلَ بِهَا ، وَلَا يَنْقُصُ مِنْ أَوْزَارِهِمْ شَيْءٌ

Kim islamda iyi bir çığır açarsa açtığı çığrın ecri ve kendisinden sonra, onunla (o çığırla) amel edenlerin ecirleri, sevaplarından hiçbir şey eksilmeden ona aittir. Kim de islamda (müslümanlar içinde) kötü bir çığır açarsa, açtığı çığrın günahı ve kendisinden sonra onunla amel edenlerin günahları, günahlarından birşey eksilmeden ona aittir.”

 (müslim’den 1017); Sunenu’n-Neseî, V, 99;)

 

İyi ve kötü ikiside bir çığırdır. Çığır’ın anlamı nedir? Senin yoldaki bıraktığın izler, sadece senin yürümen akabinde ortaya çıkan izler değildir. Arkadan gelenlere yol tarif eden bir kılavuz niteliği taşır. Daha sonrakiler, o iyi veya kötü çığırı takip edenler. Öncekine, kendi amelinin cezası veya mukafatı olduğu gibi daha sonra amel edenlerede, öncekilere aynen sevabı ve günahı noksanlaştırmadan yazılır. Çünkü ;

، وَلَا يَنْقُصُ مِنْ أُجُورِهِمْ شَيْءٌ

sevaplarından hiçbir şey eksilmeden ona aittir.

 Veyahut ;                                            وَلَا يَنْقُصُ مِنْ أَوْزَارِهِمْ شَيْءٌ

günahlarından birşey eksilmeden ona aittir.”

Onun için vuuku bulduğumuz sorunları ve müşkülatları(zorluklar), geçmişle alakalandırmasak neye benzer; insanın mubtela kılındığı bir hastalığı teşhis ederken onun sebebleride araştırılır. Çünkü, sebebleri araştırılmadan bilinmeden o hastalığa takdir edilen ilaç doğru olmaz. Onun sorunun nisbetince dozaj ayarlanır. Şu ilaç buna iyi gelir, şu kadar kullanması gerekir gibi bazı tedbirin yapılmasını gerektirir.

Ama ne yazık ki bizler vuku bulunduğumuz sorunu, teşhis etme diye bir şey zaten aklımıza gelmiyor. O sorunu müşkülatları içerisinde bocalayıp duruyoruz. Bundan nasıl kurtuluruz diye. Ve herkesin kurtulma çabası kendisine aittir.

Çünkü; bazen öyle sorunlar vardır ki, yüzme bilmeyen birisinin suya düşmesi ile kendisinin çabası onu kurtarır mı? Kurtarmaz. Aksine daha çok boğulmasına sebeb olur. Kendi gayreti onu batırıyor, bir başkasının gayretine ihtiyacı var.

Aynen sorunlara da, düşmemek için topluca hareket etmek gerekir. Sorunlardan kurtulmanın çaresi de ancak, topluca müdahale ile mümkündür.

Buna sebeb, Kur’anda zikredilen bir ayeti dersin başlığı olarak burada koyduk;

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ آمِنُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِي نَزَّلَ عَلَى رَسُولِهِ

(NİSA 136)

EY İMAN EDENLER! ALLAH’A, RESÜL’ÜNE VE ONA İNDİRDiĞİ KİTABA İMAN EDİN…

 

       Burada “Ey iman edenler!” diyor. Demek ki bu hitap, daha önce bu vasfı niteliği kabullenmiş kimseler en azından. Asgari derecede kabullenmiş, ben iman ettim, ben iman ediyorum diyenlere hitap ediyor. Çünkü burada iman dediğimizde, genelde avamda klasik eğitimde bile, bizim toplumumuzda;  Allah’a iman, Meleklere, Resullere, Peygamberlere, Ahiret gününe ve kadere iman olarak sıralarlar. İman dendiğinde.

Demek ki daha önceden bu niteliği kabul etmişler. Kendi aleyhlerinde hüccet olacak bir şey söylemişlerdir. Bu seferde bunlara diyor ki Allah Kur’anda;

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ آمِنُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِي نَزَّلَ عَلَى رَسُولِهِ

Ey iman edenler! Allah’a, Resül’üne ve ona indirdiği kitaba iman edin.

Bizden tekrardan, Allah’a iman etmemizi, Resül’üne imanı ve Kitab’a imanı istiyor.

Bu ayeti mücerred(yalın) Türkçeye aktarıldığı şekilde ele alsak. 15 saniye sürmeyen bir okuyuşla okuyup sonra anlamaya çalışsak.

“Ey iman edenler diyor!” ey iman edenler şeklinde dediyse demekki bu hitab bize. Yani iman ettik diyenlere. Böyle dememize sebeb iki kısmında ise (آمِنُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ) “Allah’a ve Resül’üne iman edin”  zaten Allah ve resül’üne iman etmeseydik iman edenler demezdi.

Ey insanlar! derdi yada Ey küfredenler! olarak hitap ederdi en azından. Başka bir ifade şekli ile gelmeliydi. Ve bize tekrar “İman edin” edin denildiğinde demekki önceki iman etme  merhalesini kabule şayan değil.  Yani tam, olması gerektiği gibi değil.

(آمِنُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ) “Allah’a, Resül’üne iman edin”

Veyahut (قُولُو آمَنَّا بِاللَّهِ وَبِالرَّسُولِ) (“Allah’a ve Resül’üne iman ettik deyin)

Birileri de bunu diyor. Aynen bedevilerin biz Allah’a inandık dedikleri gibi.[1] Bu emrin gereği olarak, inandık diyorlar. Ama Allah onlara ;

(قُل لَّمْ تُؤْمِنُوا) (Muhammed)De ki:  “ Siz iman etmediniz.

Şimdi birisi bizi yönlendirerek; bu ayetide beraberinde oku dediğinde veyahut iyi bir Kuran okuyucusu, okuduğu yerde en azından meseleleri içindeki geçen olaylarla kişilerle veyahut konularla ilişki kurabilir. Biz iman ettik diyorlar!, Siz iman etmediniz  diye bir itiraz geliyor burada.

(قَالَتِ الْأَعْرَابُ آمَنَّا قُل لَّمْ تُؤْمِنُوا) Bedeviler: ‘Biz iman ettik’ dediler, de ki: ‘Siz iman etmediniz.

 

Demek ki iman, kişinin iman ettim demesiyle “Kemal” bulmuyor. İman ettik sözü bir kabul. “Ben bunu kabul ettim” dediğinizde. Kabul ettiğiniz şeyde, bir ahid gündeme geliyorsa. Bir yazışma geliyorsa.                              Şöyle düşünün birisine borç veriyorsunuz, ben borcu sana ödeyeceğim diyor sözle. Bu ortamda sözü, kim yeterli bulur. Devlet bile böyle bir sözü yeterli bulmuyor. İşe Memur alacak, ona bir şeyler imzalatıyor. Şuna şuna vefa göstereceğim diye. Biz bile böyle birisine borç verdiğimizde yazılı bir senet alırız. Sözünde durmazsa, ahde vefa göstermez ise ondan hakkımızı taleb etmek için istenir.

Allah, Kuranda iman ettik diyenlere;

“Ey iman edenler!”  Burada şöyle bir izah düşebiliriz. “Ey iman ettiklerini söyleyenler!” veyahut “Ey iman ettiklerini zannedenler”  menfi olarak istediğimiz açılımı yapabiliriz.

Ne yazık ki iman ettiğini zannedenler. Çocuklarına da başkalarına da zandan öteye gitmeyen bir imanı telkin ediyorlar.

Bu ana-baba böyle olmamalı, bu dini bilen kimseler olarak yetiştirmeliler. Camide mihraba geçip, topluma namaz kıldıran kimseler, en azından Abdul-kays[2] kavminin elçilerinde gördüğümüz gibi örnek olmalılar. Adamlar gelip Allah Resul’ün den talebleri; ey Allah’ın Resul’ü biz çok uzaktan geldik az bir zamanımız var. Bize öyle şeyler öğret ki onunla cennete gidelim ve arkamızda bıraktıklarımızada bunları öğretelim. Cennete girmelerine vesile olalım diyorlar. Yirmi gün sonra Allah Resul’ü (s.a.) tamam öğrendiğiniz. ve sizin en büyüğünüz namaz kıldırsın.

Kim namaz kıldırır ? eğitilmişler. Ve bu öğrendiğinizi de ehlinize öğretin diyor.

Camide mihraba geçen, bizi ateşden koruyacak bize öğretmesi gerektiği şeyleri bilmeli.

Topluma baktığımız zaman, o toplumda toplumun kültürü ile biz, o toplumu eğiten, kültürlü zannedilen kimselerin seviyesini anlıyoruz.

Buna binaen örnek verecek olursak. Konya gibi bir şehri düşünün, Doğuda medreselerin bulunduğu şehirleri düşünün birde İzmir’i düşünün. Konya’da ve doğuda dine bağlılık daha görünür bir şekilde. Sebeb olarak neye bağlarız. demekki oralarda, dini bile ve öğretenler daha fazla. Yani toplumun dine, hayra vukufiyeti(meselelere hakimiyeti) o beldedeki eğitici olan kimselerin, varlığına dalalet eder işaret eder.

Yani inandığını zannedenler, inandığını söyleyenler, eğer böyle bir hassasiyet oluşmuşsa, senin iman etmen, iman ettim demen. O anlık senin işine yarayan, ama o iman, sana nereye kadar yeter,  yetmez bunu bilmek zorundasın.

İfade edilen Ey iman edenler!, İman ettiğini zannedenler! Bu haliniz size yetmez. Allah’a, Resul’üne ve ona indirilen Kitab’a iman edin.

Bunu farklı seviyelerde şöyle diyebiliriz. Allah’a, Resul’üne ve ona indirilen Kitab’a imanınızda ona sebat gösteriniz. Çünkü; İman ettim dediğimizde; kabul ettiğiniz şey, Defaatle Kur’anı kerimde Allah: Kendisine imanın yanında Resul’üne imanı karin olarak zikreder.  Yani Allah’a ve Resul’e inanan. Aynı anda kendisine itaatin yanında da Resul’e itaatide beraber zikreder.  Allah kuranda bir çok yerde :

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ

Ey iman edenler! Allah’a ve Resul’üne itaat edin.(Nisa59, Enfal20, Ali-imran132)

En azında bunun basit bir şekilde bizden iman isteniyor. Resul’ede iman isteniyor. En azından zihnimizde bir soru işareti oluşmalı.

Resul’e nasıl iman edeceğiz  ?

Neden tek bir şey zikretmeyip iki şey zikrediyor Allah burada demek ki Allah’a iman ile Resul’e iman farklı, ama biz şunu biliriz. Resul’e iman etmek ile aslı yakalamışız. Çünkü; bu sizin Rabbınızın size indirdiği kitab diye, onlara inanmamızı bize öğreten Resul. Güvenilen birisi olması gerekiyor. Ona itaat dendiğinde, hiçbir zaman bizde geleneksel yapıda olduğu gibi, sünnet nedir diye sorulduğunda, farz denir diye sorulduğunda. Farz Allah’ın emrettikleri, Sünnet’de Resul’ün emrettikleri derler. ikisini ayırırlar

Kaynak olarak böyle bir ayrım yok. Biz beş vakit namaz kılarız. Kuranda buna dalalet eden farklı deliler buluruz. Ekseriyetle hepsi mubhem yani tamamen açıklanmamış.

Örnek olarak, Fecrde bir namazdan bahsedilir[3]. Ama bunun 2 rekat olacağı,  güneş doğmadan kılınacağından bahsedilmez.

Bunu Resul’den öğreniriz. Sabah namazı farz olduğu gibi, bunun iki rekat olmasıda farzdır. ama bunun delili sünnettir. Biz katiyetle halkımızın yaptığı bu ayrımı yapmıyoruz. Onun vucubiyeti, farzlığı ister kuranla tespit edilmiş olsun, ister sünnetle, bizim için aynıdır.

مَّنْ يُطِعِ الرَّسُولَ فَقَدْ أَطَاعَ اللّهَ وَمَن تَوَلَّى فَمَا أَرْسَلْنَاكَ عَلَيْهِمْ حَفِيظًا

(Nisa 80)

Kim rasule itaat ederse, Allah’a itaat etmiş olur. Kim yüz çevirirse, (bilsin ki) biz seni onlara bekçi göndermedik.

Burada ayrıma gitmiyoruz. Bunun için burada Resul’e iman iyi anlaşılması lazım.  Allah’a itaat! ile Resul’e itaat! ayırt edilmeli.

Sonra Muhammed’e (s.a.) itaati biz, bizzat kendisiyle anlamlandırarak, kendisinin dışındaki Resuller ile itaati karıştırmamalıyız. Bizde Resullere imanda çokça zikredilen ama Muhammed (s.a.) iman. Aynen Bütün Resullere iman seviyende bırakılıyor. İtaat yok, çünkü; öbür Resullere itaat diye bir şey gündeme gelmiyor. İtaat Allah’ ve Resul’üne bizim için Muhammed (s.a)

Öyleyse; Ey iman edenler! Allah’a iman edin denildiğinde kabulun dışında, itaati anlatmak ister, arkasından ona ittibayı anlatmak ister. Arkasındanda korkulmasını istiyor. Kuranda ;

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ

(Ali-imran 102)

Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten nasıl korkulması gerekiyorsa, öylece korkun …

Burada Allah’a imandan bahsediyor. Birçok yerde iman edin dediği gibi, burada da

اتَّقُواْ اللّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ Allah’a karşı gelmekten nasıl korkulması gerekiyorsa, öylece korkun…

        Burada, “nasıl korkulması gerekiyorsa” derken. Korka bildiğiniz kadar mı demek. Ha bunu biz sözde; Allah’dan korkuyoruz. Diyoruz. Sadece korktuğumuzu söylüyoruz. Öyle olmuş ki, bu toplumda birisine Allah’dan kork dediğimizde, size kızdığını görürsünüz. Halbuki Allah’dan korkutmak, nasihatda en başta zikredilmesi gerekilen en vecih sözlerden birisidir.

اتَّقُواْ اللّهَ  Allahdan korkun! Sadece korkun değil.  حَقَّ تُقَاتِهِ nasıl korkulması gerekiyorsa, öylece korkun…

Başka bir yerlerde ;    اَنَّهُ لَا اِلٰهَ اِلَّا اَنَا فَاتَّقُونِ  Allah, “Benden başka hak ilâh yoktur. O halde Benden korkun!» buyuruyor. (Nahl 2)

       Allah’dan korkun diyor ama burada; اتَّقُواْ اللّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ Allah’a karşı gelmekten nasıl korkulması gerekiyorsa, öylece korkun…

Demek ki mücerreden korkmak, hakikaten korkmak değil. Nasıl korkulması gerekiyorsa Allah’dan öylece korkun diyor. Biz burada itaati anlattığımızda genel anlamda,

İtaat; diyelim ki

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ

Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Resul’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre de…   burada da hitap iman edenlere. Çünkü; Ey iman edenler! diye hitap edilmesi bu denli vasfı önceden asgari noktada kabul ettiklerini anlıyoruz. Ama iman ettiğimiz İlah’a itaatimiz isteniyor. Daha önce ;

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ آمِنُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِي نَزَّلَ عَلَى رَسُولِهِ

Ey iman edenler! Allah’a, Resül’üne ve ona indirdiğimiz kitaba iman edin. Deniliyor. Sonrada

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ

Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Resul’e itaat edin

Allah kendisine itaatle beraber Resul’ede itaati beraber zikrediyor.

Şimdi burada gösteriliyor Resul’e itaat, Allah’a itaat iman edenlere hitap edilen bir şey ama bu ayetin devamında;

فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً ﴿٥٩﴾

Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten iman ediyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.

Burada eğer herhangi bir meselede ihtilaf ederseniz. Bunu İman edenlere söylüyor. ihtilaf ettiğiniz şeyi kayda almıyor. şurada şurada olursa diye bir kayıt yok, herhangibi bir şeyde.“Eğer Allah’ ve ahiret gününe iman ediyorsanız”diyor…

Yukarda;

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ

Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Resul’ede itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre (emir sahiplerinede) de.

Şunu diyebiliriz Burada Allah için itaat edilecekler. İtaat edilmelerine müsaade edilenler. Daha önce başka bir lafızda;

وَمَا أَرْسَلْنَا مِن رَّسُولٍ إِلاَّ لِيُطَاعَ بِإِذْنِ اللّهِ

(Nisa 64)

Biz yolladığımız her Resul’u -Allah’ın izniyle- ancak kendisine itaat edilmesi için yolladık.

Demek ki Resullere itaat bile Allah’ın izni iledir.

Şimdi burada dikkat ederseniz, Allah’a ve Resul’e itaati imandan ayırınca, yani “Amel imandan değildir” desek bu sözün ne denli bir fitne oluşturduğuna dikkat edin.

Amel iman değilse, o zaman itaat mevzu bahis değildir. Çünkü amellere dönük itaat isteniyor.

Eğer iman; Allah (s.t.) vahdaniyetini kabulden ibaret olsaydı. Bu iman Firavunda da vardı, Yahudilerde de vardı, Hıristiyanlarda da vardı, hatta Mekkeli müşriklerde de vardı.

Onlarda sorun olan Muhammed  Nebi olup, olmadığı değil. Bunu Ebu Cehil’de itiraf ediyordu Yahudiler de Hıristiyanlarda onun Nebi olduğunu çok iyi biliyorlar.  Hatta çocuklarını tanıdıkları gibi tanıyorlardı (En’am 20)[4]

Ama onun getirdiklerini kabul ve itaatde, yasakladıklarından uzak durmakta, getirdiği haberleri kabul etmek de sorun yaşıyorlardı.

Hatta hasede varan noktada, bugüne kadar bütün Nebiler Ben-i İsrail’den gelmiş, bu neden okuma yazma bilmeyen Araplardan gelmiş diyorlar. Ebu Cehil bile Kureyş’in eşrafından bu kadar insan varken neden o, bir başkası değil. Buda hased ifadesidir.

O zaman biz bizdeki iman, sadece “iman ettik” sözü ise, bu imanın ne Mekkelilerin imanından, nede Yahudilerin imanından nede Hıristiyanların imanından bir farkı yok. İşte Allah böyle diyenlere;

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ آمِنُواْ بِاللّهِ وَرَسُولِهِ وَالْكِتَابِ الَّذِي نَزَّلَ عَلَى رَسُولِهِ

Ey iman ettiklerini söyleyenler! Allah’a, Resül’üne ve ona indirdiğimiz kitaba iman edin.

Şimdi burada da;

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ أَطِيعُواْ اللّهَ وَأَطِيعُواْ الرَّسُولَ وَأُوْلِي الأَمْرِ مِنكُمْ

Ey iman edenler! Allah’a itaat edin. Resul’e itaat edin ve sizden olan ulu’l-emre de… 

Buradaki “ulu’l-emre” itaat, Allah’a ve Resul’üne isyan olunmadığı müddetçe geçerlidir.  Sonrada Allah diyorki ;

فَإِن تَنَازَعْتُمْ فِي شَيْءٍ فَرُدُّوهُ إِلَى اللّهِ وَالرَّسُولِ إِن كُنتُمْ تُؤْمِنُونَ بِاللّهِ وَالْيَوْمِ الآخِرِ ذَلِكَ خَيْرٌ وَأَحْسَنُ تَأْوِيلاً ﴿٥٩﴾

Herhangi bir hususta anlaşmazlığa düştüğünüz takdirde, Allah’a ve ahiret gününe gerçekten iman ediyorsanız, onu Allah ve Resûlüne arz edin. Bu, daha iyidir, sonuç bakımından da daha güzeldir.

Dikkat ederseniz ilk başta zikredilen ayetle bu aynı anlamda. Allah’a ve Resul’üne iman etmeseler. Ey iman edenler! Diye hitap edilmez.

Allah’ ve Resul’üne imanımızı, Allah’a ve Resul’üne itaatle ispat etmemiz gerekiyor.

Hem de burada sorun ihtilaf değil. İnsan olarak herkes hata yapar, cahillikte yapabilir, haberin ulaşmayışı ile de cehaleti mazerettir.

Burada ihtilaf etmek sorun değil, ihtilaf etimizde nereye ulaştıracağımızı bilmeliyiz. Hemen Allah’a ve Resul’üne götürmeliyiz. Eğer Allah’a ve Ahiret gününe iman ediyorsanız.

Aynı paralellikte, aynı anlamda; Allah diyorki ;

(Nisa 62)  إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ  işte gerçek Mu’minler bunlardır.            Kimmiş gerçek Mu’minler tarifini yapıyor ayetde. Tercüme ederken; Gerçekten inanan, hakkıyla inanan bunlardır diye tercüme ederler. İman ettim diyenlerin hası kimmiş;

إِنَّمَا الْمُؤْمِنُونَ الَّذِينَ آمَنُوا بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ  Allah’a ve Resul’üne iman edenler.dir  diyor.  Şimdi Mu’min olmasalardı, Mu’minler demezdi. Devamında “Allah’a ve Resul’üne iman edenler” devam ediyor.

وَإِذَا كَانُوا مَعَهُ عَلَى أَمْرٍ جَامِعٍ “Onlar Resulle beraber bir iş üzereyken” Resul’ün çağırdı bir iş üzereyken. Normal bir iş üzereyken, herhangi bir iş.

لَمْ يَذْهَبُوا حَتَّى يَسْتَأْذِنُوهُ  “Katiyetle ondan izin almadan, oradan gitmezler.”  Bakın en basit noktada, burada izini kimden alırlarsa diyor? “Resul’den” Sünnet inkarcılarına reddiye var.  Çok basit bir meselede Resul’e itaat mevzu bahis.

 إِنَّ الَّذِينَ يَسْتَأْذِنُونَكَ Senden izin alarak gidenler.

 أُوْلَئِكَ الَّذِينَ يُؤْمِنُونَ بِاللَّهِ وَرَسُولِهِ  Ancak Allah’a ve Resul’üne iman edenlerdir. diyor.

Burada Allah’dan bir izin yok. Allah’la beraber bir iş üzere değiller burada, Resul ile beraber bir iş üzereler. Ayetin devamında gelecek;

فَإِذَا اسْتَأْذَنُوكَ لِبَعْضِ شَأْنِهِمْ فَأْذَن لِّمَن شِئْتَ Bazı işleri için senden izin istediklerinde, istediğine izin verebilirsin.       Ondan sonrada  مِنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمُ اللَّهَ إِنَّ اللَّهَ غَفُورٌ رَّحِيمٌ  Onlar için Allah’tan bağışlama dile. Şüphesiz Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.                                       

Bu gösteriyor ki ;  (Nisa s.63)

لَا تَجْعَلُوا دُعَاء الرَّسُولِ بَيْنَكُمْ كَدُعَاء بَعْضِكُم بَعْضًا

Sakın ha Resul’ün sizi çağırmasını, sözlerini, bir şeyi emretmesini(bakın çok basit bir çağırma sigası ile söylüyor) veyahut sizin onu çağırmanızı, aranızda birbirinizi çağırması gibi yapmayın. Birbirinize seslendiğiniz gibi değil.

Şimdi iman ettik diyenlere, şöyle desek ki; Allah Resul’u parçalanmış Müslümanlara, sofilere ve hadis inkarcılarına gitse. Birleşin bir araya gelin dese, cevabları ne olur ? “Sen ne dersen de biz bir araya gelmeyiz.”

Şimdi herkes kendisinin haklı olduğunu düşünüyor. Bu ihtilafta bile Resul’e havale edilmesini istemişti Allah Nisa 59’da . Ve devam ederek diyor ki;

قَدْ يَعْلَمُ اللَّهُ الَّذِينَ يَتَسَلَّلُونَ مِنكُمْ لِوَاذًا

İçinizden bir birini siper ederek sıvışıp kaçanları, Allah gerçekten bilir. 

Halbuki Allah görüyor. Resul’e itaatden nasıl kaçınıyorlar. Onun demesi hiç önemli değilmiş gibi hareket ediyorlar. Öyleleri vardır ki; hocasının sözü, efendisinin sözü, abisinin sözünü, Resul’ün sözünden daha değerli tutuyorlar. Ama bunu öyle kamufle etmişler ki, Resul’ün sözünün yerine, hocasının sözünü aldı şeklinde dedirtmiyecek gibi benim hocamda onun dediğini emrettiğini diyor. Veyahut o yanlış söylemez, o yanlış söylemez o yanlış söylese düzeltilir diyor. Halbuki biz bu sözü beşer olarak Resulullah (s.a.s) bile yanılabilir diyoruz. Ama Resulullah (s.a.s) yanıldığı an hemen düzeltiliyordu vahiyle. Ondan bize ulaşan her şey doğru. Çünkü, Allah tarafından vahiy ile düzeltiliyordu. Ve “bir birini siper ederek sıvışıp kaçanları Allah gerçekten bilir. “

Resul’e itaat etmemek için, hangi sebebden dolayı sıvışıp gidenler biliyor. Halbuki Rasul’un, emirleri çok net. Allah emirleride çok net. Burada itaat Resul’e yoğunlaştırılıyor. Çünkü; Allah kendisine imanın yanında, Resul’üne imanıda zikrediyor. Ve kendisine itaatin yanında Resul’e itaatide zikrediyor.

Biz buna sebeb istisnasız hiçbir kimsenin sözünü, Allah’ın ve Resul’ünün önüne geçirmeyiz.

O kadar hassas davranmamız gerekir ki, Allah ve Resul’ünden bunun kaynağını bildiğimiz gibi sahabenin uygulaması bu kaynağın doğru anlaşıldığını gösterir.

Sahabenin faziletini zikrederiz. Gereken değeri vermemiz gerekir. Ama Resul’e muhalefetinde Resul’ün aksine bir söz mevzu bahis olursa kabul etmeyiz.

Allah ve Resul’ün bir sözü varsa. “Biz rastgele birisinin sözüne sebeb Allah ve Resul’ünün sözünü terketmeyiz.” Bunu Ali ra. Osman ra. söylüyor.

Allah Resul’u ikisinin de kayınbabası. İkiside Resulullah (s.a.) damadı.  Birisi 3. Halife değeri ise 4. Halife. Osman (r.a.) meleklerin bile haya ettiği bir sahabe.

Osman’ın (r.a.) bir meselesinde, Ali’ye (r.a.) diyorki; ben böyle dememe rağmen sen böylemi yapacaksın. Ali ra; Allah Resul’ünden böyle bir amel varsa, ben hiç kimsenin sözü sebebiyle Resulullah (s.a)’in sünnetini terk edecek değilim” dedi. [5]

Bu muhalefete gelmeden önce yani aramızda ihtilaf ettiğimiz farklı şekilde baktığımız meseleleri bırakın. Biz burada temel olan meselelerde Allah’a ve Resul’e itaati, bakın bütün sorunların temelinde Allah’a ve Resul’e itaatdeki sorunda kaynaklanıyor. Halbuki biz; her derste, her üç dersde sık sık Allah’a itaati ve Resul’e itaati gündeme taşımamız gerekir. Bu samimiyetle beraber hareket edilirse, bu ihtilaf ettiğimiz meseleyi Kuran’ı ve Sünnet’i iyi bilmediğimizden veya iyi anlayamadığımızdan dolayı düştüğümüzü görebiliriz. İhtilaf anında da konu hakkında Kuran’dan ve Sünnet’den bir şeyler varsa, Allah’ın izni ile biz bunu kabul ederiz.

Samimiyet noksanlığından Allah bize Kuran ve Sünnet’i  anlama fırsatı vermeyebilir. Dinde anlayış sahibi olmanın; bir fırsat, nimet, ihsan olduğunu biz İbn Abbas’dan gelen hadisde ;

عن حميد بن عبدالرحمن قال: ]سمعت معاوية رَضِيَ اللّهُ عَنْه يقول: سمعت رسول اللّه # يقول: مَنْ يُرِدِ اللّه بهِ خَيْراً يُفَقِّهْهُ فِي الدِّينِ[..

Muaviye Radıyallahu Anh’yi işittim demişti ki: “Resulullah (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)’ın şöyle söylediğini işittim: “Allah kimin için hayır murad ederse, onu dinde fakih(anlayışlı) kılar.”[6]

 

Öyleyse esas sorun, anlamaya çalışmadan bize böyle bir ihsanın verileceğini düşünmememiz gerekiyor. Müslümanlar arasında da bir çok sorunda vuku bulmamızın sebebi, anlamak istemiyor. Çünkü, anlarsa yaşamak zorunda. İman etmenin, yaşamak olduğu bilinmeli. “Amel imandandır.”

Bugün toplumumuzda ise Asırlar önce temeli atılmış; “Amel imandan değildir.” deniliyor. Bu bir yanlış düşüncedir.

Asırlar önce tohumu ekilen bu görüşün, şu anki geldiği durum ise “itaat edilmeyen bir yaratıcı, korkulmayan bir yaratıcı”

Halbuki Resul, Allah’ın emrettiğinin dışında bir şey konuşmuyor.

Düşünün, Allah Resul’ü (s.a.s) ashabı ile bir toplulukta bulunurken ondan izin almayanlar, izin almadan gitmeyenler işte onlar inananlardır. Diyor Allah Nur süresi.62’de

Arkasındaki Nur s.63 ise;

فَلْيَحْذَرِ الَّذِينَ يُخَالِفُونَ عَنْ أَمْرِهِ أَن تُصِيبَهُمْ فِتْنَةٌ أَوْ يُصِيبَهُمْ عَذَابٌ أَلِيمٌ﴿٦٣

Onun emrine muhalefet edenler, dünyada bir  musibetten beladan, ahiretde ise fitneden korksunlar. diyor.

Demek ki; bizim bütün sorunlarımızın temelinde Allah’a ve Resul’üne itaat de sorunumuz olduğunu anlamalıyız.

Onun için, bunu bazen bir mesele ile yahut bir yazı ile anlatmalıyız. Resul’e iman ile Resullere iman arasındaki fark bilinmeli.

Resul’e iman dedik mi itaat, ittiba(tabi olma) ve  örneklik gündeme gelmelidir.

İtaat etmiyorsan iman noksandır. İttiba etmiyorsan yine imanın noksan demektir. Onu örnek almıyorsan buda imanın noksan olduğunu gösterir.

Peki, Bu noksan olan yerler boş mu kalır ? Kalmaz. Çünkü gelen nakilde:

Terk edilen bir sünnetinin yeri, orayı bir bid’at dolduruyor. Tahrif bir mesele orayı doldurur. Ama sünnetin terkedildiği yerde, boş bırakılan yerde. Resul’e itaat boş bırakılırsa, yerine başkasına itaat doldurur. Boşaltmaya çalışıyorlar. Çünkü; Resul’e itaati, bizden isteyen Allah, ama Resul’e itaat edeceğimiz bilgi kaynağını kenara atan, boşaltan sünnet inkarcıları.

Sünnet inkarcıları bu mertebede kendi selefinin yolunu takip etmişlerdir. Bakın, uydurulan diye dedelerinin uydurduklarına karşı çıkanlar, indirilen din diye getirdikleri onların yolunun devamı.

Kim düşünürdü ki taa baştan “Amel imandan değildir”. diye. Doğru çizginin yanına, milimetrik bir yan çizgi çiziyorsun. Nihayetinde Deizm’e geliyor.

Geleneksel dini eğitimde; İman’ın şartları anlatırken Resullere iman, Muhammed (s.a.s)’e imanıda aynı tarifin içinde bırakılarak. Muhammed(s.a.s)’e iman noksan bırakılmış. Ve noksan anlaşılmasına sebeb olmuş. Toplumda da bu imanın içini yanlış doldurmalarına sebeb olmuştur. “Amel imandan değil” gibi. İtaat neye? İttiba niye?

Aslında bu taa baştan tahrif edilmeye başlamış. Çünkü; birden bire tahrifin bu noktaya gelmesi mümkün değil.

Tahrif: Bir şeyin aslını ziyadelikle veya noksanlıkla bozmak demektir. Ve tahrifin belası, inkardan daha kötüdür.

Muhammed (s.a.) iman; ona itaati, emrettiklerini yerine getirmek, yasaklarından sakınmak, her şeyde hoşumuza gitsede gitmesede. Ona itaba edilmeli. Nisa 65’de;

فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ Hayir! Rabbine yeminolsun ki onlar iman etmiş sayılmazlar.

فَلاَ وَرَبِّكَ لاَ يُؤْمِنُونَ حَتَّىَ يُحَكِّمُوكَ فِيمَا شَجَرَ بَيْنَهُمْ ثُمَّ لاَ يَجِدُواْ فِي أَنفُسِهِمْ حَرَجًا مِّمَّا قَضَيْتَ

Aralarında çıkan çekişmeli işlerde seni hakem yapıp, sonra da verdiğin hükme, içlerinde hiçbir sıkıntı duymaksızın, tam bir teslimiyetle boyun eğmedikçe

Görüldüğü gibi Resul’e itaat onun emirleri ittiba İman. Bu hem Resul’e iman hemde Allah’a iman.   Resul’e iman, demek ki Allah’a imanın neyiymiş?  “lazımı”.

Bizler Allah’a ve Resul’üne nasıl iman etmemiz gerekiyorsa öyle iman etmemiz lazım. Çünkü; Allah ayette;

يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُواْ اتَّقُواْ اللّهَ حَقَّ تُقَاتِهِ

(Ali-imran 102)

Ey iman edenler! Allah’a karşı gelmekten nasıl korkulması gerekiyorsa, öylece korkun …

Çünkü bu korku, herkesin rastgele tahrif ettiği ve ben korkuyorum demekle hallettiği bir sorun değildir.

Onun için biz tebliğde, Allah’a itaat etmek yada etmemekden, Resul’e itaat etmekden yada etmemekden kaynaklanan sorunları mesele mesele gündeme getirip doğrusunu anlatılmalı. Allah böyle dedi Resul böyle demiştir. Demeden önce, Allah’a ve Resul’üne imanı. Allah’ın Resul’üne itaati, ittibayı ve örnek almanın önemini işlememiz gerekiyor.

Eğer teferruat uğraşırsak. Teferruatta uğraşmanın yanlışlığını nasıl anlarız ?  (Ebu Said); misal benimle olan sorunların birisinde, Suudlu bir arkadaş getirmişler. Demişler ki Ebu Said şunu kabul etmiyor. Dedi ki; doğrumu evet dedim. Hemen başladı anlatmaya. Bende dedim ki; 1400 senedir bu münakaşa devam ediyor halledildi mi ? Adam; yok dedi. Bende; bizim mi halledebileceğimizi düşünüyorsun. Siz bana ben bunu kabul etmemekle hangi ayet ve hadise muhalefet ediyorum bana onu söyleyin.

Teferruatdaki münakaşa asıllarca sürer ve kimsede halledemez.

Eee! Kuran ve Sünnet’den bulamazsak diyor. Ona; sen temeli (usulu) öğrenmemişsin ki bulamazsak diyorsun. Kuran ve Sünnet’de böyle bir hüküm yoksa demek ki, o meselenin bir hüküm yok.

Kuran ve Sünnet’e ters değilse bunu yaparsın bunda sorun yok.

Dikkat edelim evimizde kimin otoritesi ağır. Bunu iyi ölçelim. Evde babanın mı otoritesi ağır yoksa Allah’ın mı ? Kime daha çok itaat ediliyor. Ben Allah ve Resul’üne  karşı olmayan bir şey söylersem evdekiler bunu yapmak zorundalar. Ama Allah ve Resul’üne karşı bir söz söyleniyorsa o evde Babaya itaat biter.

Onun için bizim gündemimize taşımamız gereken konu; Allah’a ve Resul’üne iman ve bunun lazımları.

Allah’a iman; Resul’üne imanla iledir.  Çünkü; Resul bize Rabbimizi tanıtan. Bu kitap onun kitabı, bunu size indiren “O” diyen. Onun uygulanmasını bize öğreten yine o dur.

O zaman Resul’u, Allah’ın koyduğu makama oturtmamız gerekiyor. Allah ona nasıl iman edilmesini istediyse öyle iman etmeliyiz.

سُبْحاَنَكَ اللَّهُمَّ وَبِحَمْدِكَ، أَشْهَدُ أَنْ لاَ اِلهَ اِلاَّ أَنْتَ، أَسْتَغْفِرُكَ وَأَتُوبُ إِلَيْك

.

[1]  Bedeviler: ‘biz iman ettik’ dediler, de ki: ‘siz iman etmediniz ama İslam olduk deyin; inanç henüz gönüllerinize yerleşmedi; eğer Allah’a ve Peygamberine itaat ederseniz, işlediklerinizden bir şey eksilmez; doğrusu Allah, bağışlar, merhamet eder. (Hucurat s.14)

[2] ( Buhari; 25,87,1398,892,3095,3510,4368,4369,4370,4371,6176,6176,7266,7556 Müslim; 24,28,1993,1995,1997 Nesei; 1465,5031,5638 Tirmizi; 5599 İbn-mace;4187 Ahmed; 2020,2476,2835,3406 Darimi; 691)

[3] “(Ey Muhammed!) Gündüzün iki tarafında ve gecenin gündüze yakın vakitlerinde namaz kıl. Çünkü iyilikler kötülükleri giderir. Bu, öğüt alanlar için bir öğüttür.” (Hud, 11/114)

 

“Güneşin zevalinden (öğle vaktinde Batı’ya kaymasından) gecenin karanlığına kadar (belli vakitlerde) namazı kıl. Bir de sabah namazını kıl. Çünkü sabah namazı şahitlidir.” (İsra, 17/78)

[4] (En’am 20)  الَّذِينَ آتَيْنَاهُمُ الْكِتَابَ يَعْرِفُونَهُ كَمَا يَعْرِفُونَ أَبْنَاءهُمُ

Kendilerine kitap verdiklerimiz onu (Resûlullah’ı) kendi oğullarını tanıdıkları gibi tanırlar.

[5] Buhari: 1564,1569

[6] Buhari, Farzu’l-Humus 7, İlm 13, İ’tisam 10, Müslim, İmaret 98, (1038), Zekat 98.100, (1038), Tirmizi, İlm 1, (2647)

Similar Posts