1 = KADER KONUSUNDA KONUŞMAK DOĞRU MUDUR … ?

Değerli Müslümanlar … ! şüphesiz ki kaza ve kader konusu, din’de diğer iman esasları gibi çok önemli bir yeri ve mevkisi olan iman esasıdır.

Diğer iman esaslarının istenildiği manada öğrenilmesi gerektiği gibi, bunun da istenildiği manada öğrenilmesi ve yine kendisine istenildiği manada iman edilmesi gerekir.

Meşhur Cibril hadisinde de zikredildiği gibi bu konu, öğrenilmesi gereken dinin özlü esaslarından birisidir. Yani olmazsa olmazlardan birisidir.

Ama ne yazık ki, bir çok meselede olduğu gibi bu mes’elede de inanlar arasında ciddi arızalar söz konusu olmuştur. Bu husustaki en önemli arıza ise, konunun öğrenilmemesi, ondan uzak durulması hususundaki arızadır.

Yani, ne zaman kaza ve kader konusu gündeme gelse hemen, onunla alakalı konuşmanın hoş olmayacağı, ondan bahsetmenin konuyla ilgili şüphe ve tereddütlere yol açacağı ve bu konu da konuşanların ayağının kaydığı, anlayışı ileri sürülerek bu iman esası ile alakalı ilim ve irfandan uzak durulması, bu konuda ki en önemli arızalardan birisi olmuştur.

Dolayısıyla artık inananlar arasında şu nazariye yer bulmuş ve hakimiyet sağlamıştır :

“… Kader konusunda konuşmak tehlikelidir … ” … Bu mevzudan bahsetmek şüphe ve tereddütlere yol açar … “ … Kader konusuna iman ettik değin bu yeterlidir … ”

İşte zikri geçen bu anlayış ve bu yanlış bilgi, bu toplumun asırlardır inancı haline gelmiştir.

Halbuki kaza ve kader konusunda mutlak bir ifadeyle ; “ … konuşmak yasaktır … “ veya “ … ondan bahsetmek tehlikelidir … “ sözü bir çok sebeplerden dolayı yanlıştır, batıldır ve mahzurludur… Çünkü ;

Birinci olarak : Bilindiği gibi kaza ve kadere iman, iman esaslarından birisidir. Dolayısıyla bu konuya iman edilmediği müddetçe hiçbir kulun imanı istenildiği anlamda gerçekleşmez.

Peki öyleyse, bu insanların ortaya attığı bu nazariye eğer doğruysa, bu konu nasıl öğrenilecek ve bu mes’eleye nasıl iman edilecektir …?

Daha açık bir ifadeyle ; Madem ki kader konusu iman esaslarından birisi ve ona iman etmeden de kurtuluş mümkün değildir. Öyleyse bu meseleden konuşulmayacaksa, ondan bahsedilmeyecekse, o anlatılmayacaksa. Peki bu mevzu nasıl öğrenilecek ? Bu konuya nasıl iman edilecek veya kader konusuna iman nasıl gerçekleştirilecektir ?

Daha doğrusu ; ilmi bilinmeyen bir mevzunun kendisine iman nasıl gerçekleştirilebilir ki…?

İkinci olarak  :  Biraz öncede ifade ettiğimiz gibi, meşhur Cibril hadisinde bu konunun dinin özlü esaslarından birisi olarak anlatıldığı gibi, bunun öğrenilmesinin gerekliliği de ;  “ Bu cibril’di, size dininizi öğretmeye geldi ” ifadesinden açıkca anlaşılmaktadır.

Dolayısıyla, dini olan bu mevzunun öğrenilmesi her Müslüman üzerine vaciptir.Velevki icmalide olsa… Yani, tafsilatlı değil de, ana hatlarıyla da olsa onu öğrenmesi gerekir.

Öyleyse, öğrenilmesi her müslümana farz olan bu konudan bahset-memek, ondan konuşmamak onu öğrenmemek nasıl mümkün olabilir ?

Üçüncü olarak : Bilindiği gibi Kitap ve Sünnet bu konuyu icmali ve tafsili olarak anlatan bir çok delillerle doludur.

Dolayısıyla, eğer Kur’an ve sünnet’te bir mevzudan bahsedilmiş ve o mevzu en güzel şekliyle anlatılmış ise, bu demektir ki o konuda muhakkak ki konuşulması gerekir ve o mevzunun muhakkak ki öğrenilmesi ve ona iman edilmesi gerekir.

Dördüncü olarak : Allah Rasûlü s.a.v’den bu konuda soru sorulmasını yasaklayan bir ifade olmadığı gibi, aksine mevzunun en ince ayrıntısına kadar ashabtan kendisine sorular sorulduğu rivayetlerde anlatılmaktadır.

Örneğin Sûraka hadisinde zikredildiği gibi Allah Rasûlü s.a.v’e :

– Yâ Rasulallah ! Bize dinimizin aslını beyan et. Bu günkü amel neyin içindedir ?. Bunun bilgisine nisbetle biz sanki şimdi yaratılmış gibiyiz – yani bu mesele’ye biz bilmiyoruz – Bu günün ameli, kalemlerin yazıp da yazıların kuruduğu ve takdirlerin cerayân ettiği işler içindemidir. Yoksa karşılayacağımız  – yani yeniden meydana gelecek – işler içinde midir ? diye  soruldu. Rasulullah s.a.v :
– Hayır, bu günkü iş, yeniden meydana gelecek işler içinde değildir. Fakat kalemlerin yazıp kuruduğu, takdirlerin cereyan ettiği işler içindedir buyurdu. Sûraka :
– Öyleyse amel ne içindir ? dedi . Allah Rasûlü s.a.v  :
– Amel ediniz, çünkü herkes ne için yaratıldı ise onun yolları kendisine kolaylaştırılmıştır, buyurdu.  “

 Müslim : 8.c.2648.n İbni Mace : 1.c.91.n

Bu ve bununla eş manalı deliller gösteriyor ki ; bu konuda soru sorulabilir, çünkü Surâka sormuştur… Cevap verilebilir, çünkü Allah Rasulü s.a.v vermiştir… Bu konuda soru soran kınanmaz, çünkü Allah rasûlü s.a.v soru soranı  kınamamıştır.

Hulasa bu konu iman edilmesi hususunda sorumlu olduğumuz bir iman esası ise, şüphesizki  bunun Kitap ve Sünnet çizgisinde araştırılması, soruşturulması, öğrenilmesi ve hakkında soru sorulması kaçınılmazdır…

Değerli kardeşlerim … ! Kaza ve Kaderin öğrenilmesi araştırılması ve konu hakkında soru sorulması mümkündür derken bunu, Kitap ve Sünnet’in dışına çıkmadan ve onların bu konudaki verdiği mâlumatla yetinip ileri gitmemek gerekir… Çünkü bu konuda haddi aşmak, ilmimizin olmadığı o hudutsuz deryaya dalmak bizleri dalâlete götürebilir … Müslümanlara bu konuda vacip olan, kendilerine tayin edilen yerde durmak ve orayı tecâvüz etmemektir.

İlim ehlinin kader konudaki ittifak ettiği hususu İmam Nevevi r.h şöyle özetlemiştir :

“… Kazâ ve Kader mes’elesinde en doğru bilgi kaynağı Kitap ve Sünnet’tir. En doğru hareket de bunlardan ilham alarak bilgi edinmektir. Bu iki kaynakla yetinmeyerek akıl ve mantık yoluyla bir takım kıyaslamalar yapmak sûreti ile ileri gitmek, insanı hayret ve dalâlete düşürür. Çünkü Kaza ve Kader bilgisi ilahi sırlardandır. Bilinmeyen hikmetlere binaen bu sırrı Allah insanlara bildirmemiş ve akıl yolu ile bunu çözme imkânını kullarına vermemiştir. Kaderin iç yüzünü ne bir peygamber ve ne de bir Melek bilebilmiştir… Dolayısıyla biz, Kitap ve Sünnet ile Kader mes’elesine çizilmiş olan sınırları tecavüz etmemek mecburiyetindeyiz …..”

                                                   Nevevi Şerhü Müslim : Kader böl.

2 =  KAZÂ VE KADERİN LÛĞAVİ VE  ISTILAHİ  MANASI 

Değerli kardeşlerim … ! Kazâ ve Kader’le alakalı iman edilmesi gereken esaslara geçmeden önce, istersiniz bu kelimelerin lugâvi ve ıstılâhi manalarını izah edelim.

Lugavi olarak :  Gader :  

Gadire … Yegdiru … Gaderen … Dal sakin de okunarak Gadren de olabilir.

El Gader : mastar’dır.

İbnu Faris diyor ki Gader : Bir şeyin meblağına, künhüne ve nihayetine delâlet ettiğidir.

el Gadru   ……………..     Her şeyin meblağı demektir.

Gadruhu   ……………..    Bir şeyin mikdarı,kıymeti demektir.

el Gaderu  …………….    Bir şeyi takdir ettim demektir.

eg Gadderehu  ………     Takdir ediyorum demektir.

Rağıp el-Isfahani’ye göre Kader,Takdir ; Kâzâ da ; tafsil etmek ve kesin sûrette hükmeylemek demektir. Bu sûrette Kazâ, Kader’den daha hususidir.

Hulasa Gader ; kaza ve hüküm manasındadır ki, Yüce Allah’ın yazıp hazır eyledeği takdirlerinin zuharâtta hüküm ve kazâsıdır.

Bunun ıstılahi tarifi ise :  Ezelden ebede dek câri olan hâller ve şe’nlerin vukû’u sûreti üzere mevcudatın a’yânında Allah’ın Âdeti üzere vukû’a gelen külli ilahi hükümdür.

Gader aslında mastardır. Bazıları Kader  ile Kazâ arasını fark ettiler ve dediler ki ; Gader ; Yüce Allah’ın işleri vâki’ kılmadan evvel takdir etmesi, Kazâ ise ; o takdiri infaz ile yokluktan fiil hududuna çıkarmasıdır ve bu anlam da sahihtir.           

 “ …  Ebu Hureyre r.a dan gelen bir hadis’te, Rasûlullah s.a.v. yıkılmaya yüz tutmuş bir duvar yanından sûratle geçtiğinde  :
– Ya Rasûlullah ! Allah’ın Kazâsından mı kaçıyorsunuz  ?  Sûaline  ;
– Allah’ın kazâsından kaderine kaçıyorum, buyurdular. ”        Ahmed Müsned :                                                                                                                                                                               

“ … Ve yine bilindiği gibi Ömer r.a Şam’a giderken Tâûn hastalığını işitince, geriye dönmek için karar verdiğinde, Ebu Ubeyde İbnu’l Cerrah kendisine   :  Allah’ın kaderinden mi kaçıyorsun   ? dediğinde,  Ömer r.a : Evet, Allah’ın kaderinden yine kaderine kaçıyorum, buyurmuşlardır.”

Buhari : 12.c.5756.s

3 = ALLAH C.C ÖNCE KALEMİ YARATTI VE ONA KADERİ YAZDIRDI

“… Abdullah ibn Amr İbn Âs r.a şöyle dedi : Ben Rasulullah s.a.v‘den işittim şöyle buyurdu  : Allah’u Azze ve Celle mahlukatının kaderini semâları ve yeri yaratmadan elli bin sene önce yazmıştır. ”

Müslim : 8.c.2653.n – Tirmizi  : 4.c2245.n 

“ … Atâ diyor ki : ben, Rasûlullah s.a.v‘in sahabisi Ubâde bin Es-Sâmit’in oğlu Velid ile karşılaştım ve kendisine :
– Ölümüne yakın babanın sana vasiyeti ne idi ? diye sordum. Dedi ki Beni yanına çağırdı ve şöyle dedi :
– Ey oğulcuğum !…….. Ben Rasulullah s.a.v’den işittim şöyle buyurdu :
– Allah, ilk önce kalemi yarattı ve ona yaz, dedi . Kalem : Ne yazayım, dedi. Allah : Kaderi, olanı ve ebediyete kadar olacağı yaz, buyurdu. ”

Tirmizi : 4.c.2244.n Ebu Davud : 5.c.4700.n Ahmed : 5/317 İbn Ebi Asim es Sünne : 1/48

Değerli kardeşlerim bu son zikri geçen hadisi şerifte bahsedildiği gibi kader ; olmuş ve ebediyete kadar olacak şeylerin ilmi, bilgisi demektir… Dolayısıyla her şey kaderde yazılıdır derken, her şeyin daha önceden Allah’u Azze ve Celle tarafından takdir edilen, bilinen ve yazılan şeyler demektir… Kaza ise, zamanı gelince kaderde yazılı olanın meydana gelmesi demektir. Bu sûrette Kazâ, Kader’den daha hususidir. 

4 = HER ŞEY ÖNCEDEN BELİRLENMİŞ BİR KADERE GÖRE CEREYAN EDER

Ey insan … ! unutmaki karşılaştığın ve karşılaşacağın her şey, önceden bilinen ve yazılan şeylerdir… Dolayısıyla kaderinden – yani hakkında yazılanlardan – kaçman veya onu geri çevirmen asla mümkün değildir.

Ama şunu da asla unutma ki ; hakkında yazılıp yaşaman gereken şeylerin bazıları  Allah’u Azze ve Celle’nin takdir edip sevdiği, istediği ve razı olduğu şeyler olduğu gibi, bazıları da Allah’u Teala’nın sevmediği, istemediği, razı olmadığı – ama kendi hür iradenle neler yapıp ve neleri tercih edeceğini veya da neleri hak edeceğini önceden bildiği için yazdığı – şeylerdir…

         Rabbimiz kerim kitabında şöyle buyurur :

مَا أَصَابَ مِن مُّصِيبَةٍ فِي الْأَرْضِ وَلَا فِي أَنفُسِكُمْ إِلَّا فِي كِتَابٍ مِّن قَبْلِ أَن نَّبْرَأَهَا إِنَّ ذَلِكَ عَلَى اللَّهِ يَسِيرٌ

“ Gerek yerde ve gerek kendi nefislerinizde başınıza gelen hiçbir musibet yoktur ki, biz onu yaratmazdan önce, bir kitapta yazılmamış olsun. Bu, şüphesiz Allah’a  çok kolaydır. ”  Hadid : 22.Ay  

“… Her şeyi o yaratmış ve bir ölçü içinde o takdir etmiştir. ”  Furkan : 2.Ay

“……. Allah’ın emri, takdir olunmuş bir kaderdir. ”   Ahzab : 38.Ay

“  Muhakkak ki biz, her şeyi bir kadere göre yarattık. ”  Kamer : 49.Ay 

“ … Allah Rasûlü s.a.v’e soruldu :
– Yâ Rasulallah ! “ ………… Bu günün ameli, kalemlerin yazıp da yazıların kuruduğu ve takdirlerin cerayân ettiği işler içindemidir. Yoksa karşılayacağımız  – yani yeniden meydana gelecek – işler içinde midir ? . Rasulullah s.a.v ise şöyle buyurdu :
– Hayır, bu günkü iş, yeniden meydana gelecek işler içinde değildir. Fakat kalemlerin yazıp kuruduğu, takdirlerin cereyan ettiği işler içindedir …“ 

 Müslim : 8.c.2648.n İbni Mace : 1.c.91.n

Zikredilen bu Ayeti kerimelerden ve hadisi şeriften de anlaşıldığı gibi, her şey önceden belirlenmiş bir kadere göre cereyan eder.

Yani ezelden ebede kadar olmuş ve olacak her şey, Allah’u Azze Celle’nin önceden bildiği ve belirlediği bir ölçüye göre cereyan eder.

“… Allah Rasûlü s.a.v. şöyle buyurdu : Her şey bir kader iledir. Hatta âcizlik ile zeka ve beceriklilik bile. ”

                                                                         Müslim : 8.c.2655.n  

5 = KADERE  İMAN  ETMEDEN  KURTULUŞ  ASLA  MÜMKÜN  DEĞİLDİR

Değerli kardeşlerim … !  unutmayınız ki bir kul, Kaderin hayrına ve şerrine iman etmediği müddetçe asla felah bulamaz… Meşhur Cibril hadisinde de zikredildiği gibi kadere iman, iman esaslarından birisidir.

“ … Allah Rasûlü s.a.v’e Cibril dedi ki : Bana iman’dan haber ver. Rasulullah s.a.v de beş iman esasını saydıktan sonra :

“ … Ve bir de Kaderin hayrına ve şerrine iman etmendir, cevabını vermiştir. “

                    Müslim : 1.c.8.n – Ebu Davud : 5.c.4695.n

Kitap ve Sünnet’in ortaya koyduğu açık deliller ;  Kader’in varlığını, onun değişmesinin mümkün olmayacağını, hayır ve şer hususunda Allah neyi taktir ve tesbit etmiş ise onların aynen vuku bulacağını bizlere anlatmaktadır …

Öyleyse kadere bu anlamda iman etmek, bir müslümanın vazgeçilmez iman esaslarından birisidir.

“ … Ali r.a’dan : Rasulullah s.a.v şöyle buyurdu : Kul, şu dört şeye iman etmediği müddetçe mü’min olamaz :
– Allah’tan başka ilah olmadığına ve benim
– Allah’ın Rasûlü olup hak ile gönderildiğime şehadet edecek.
– Ölüme ve ondan sonraki dirilmeye inanacak.
– Ve bir de Kader’e iman edecek. ”

                                                           Tirmizi : 4.c.2232.n – İbni Mace : 1.c.81.n 

“ … Câbir bin Abdullah r.a’dan : Rasulullah s.a.v şöyle buyurdu : Bir kul, hayrı ve şerri ile Kadere iman etmedikçe ; kendisine isabet etmesi gereken bir şeyin ondan şaşmasına ve kendisine isabet etmeyecek bir şeyin de ona isabet etmesine imkan olmadığına inanmadıkça iman etmiş olmaz. ”

                                                                         Tirmizi : 4.c.2231.n 

“ … İbni Abbas r.a’dan ; dedi ki : Bir gün Rasulullah s.a.v’in arkasında idim. Bana  :

– Ey Delikanlı … ! bak sana birkaç kelime öğreteceğim iyi dinle ; Bilmiş ol ki bütün ümmet herhangi bir hususta sana fayda vermek için bir araya gelmiş olsalar, ancak Allah’ın senin için takdir ettiği hususta sana yararlı olabilirler. Aynı zamanda sana herhangi bir hususta zarar vermek için bir araya gelmiş olsalar, yine ancak Allah’ın senin aleyhinde takdir ettiği bir hususta sana zarar verebilirler. Artık kalemler kalkmış, sayfalar kurumuştur. ”

                                                                         Tirmizi : 4.c.2635.n

“… Yahya’ ibnu Ya’mer şöyle dedi : Ma’bed Cuheni Basra’da kader’i inkâr hususunda ilk söz söyleyen kimsedir. Bir gün ben ve Humeyd İbn Abdurrahman Himyeri iki hacı veya iki mu’temir – yani umre yapan – olarak gittik. Ve dedik ki : Keşki Rasulullah s.a.v’in ashabından birine rast gelsek te ona şu adamların kader hakkında söylediklerini bi sorsak. Müteakiben tam mescide girerken Abdullah İbn Ömer’e  rast geldik. Birimiz sağından diğerimiz solundan olmak üzere hemen yanına yaklaştık. Ben arkadaşım sözü bana bırakacağını düşünerek : Ey Eba Abdurrahman ! bizim taraf ta Kur’ân’ı okuyan ve ilmi arayan bir takım insanlar ortaya çıkmıştır. Ve  onlar : Kader yoktur, işler, Allah’ın bir ilmi ve takdiri olmaksızın yeniden meydana gelir, iddiasında bulunuyorlar, dedim. O şöyle dedi :

– Bu adamlara kavuştuğun zaman onlara şunu haber ver : Ben onlardan uzağım, onlarda benden uzaktırlar. Abdullah İbn Ömer yemin etmekte olduğu Allah’a and vererek dedi ki ; eğer onlardan birinin Uhud dağı kadar altını olup ta onu infak etseydi, kendisinden, kadere inanmadıkça Allah bunu ondan kabul etmez……”

                                                                         Müslim : 1.c.8.n 

“… İbn Ömer r.a’dan : Rasulullah s.a.v şöyle buyurdu : Kaderi inkâr edenler bu ümmetin Mecusileridir. Eğer hasta olurlarsa onları  ziyaret etmeyiniz. Eğer ölürlerse cenazelerinde bulunmayınız.”

                                                                         Ebu Davud : 5.c.4691.n 

“… Cabir bin Abdullah s.a.v’dan : Rasulullah s.a.v şöyle buyurdu : Bu ümmetin Mecusileri Allah’ın Kaderini yalanlayanlardır. Eğer onlar Hatsalanırlarsa onları ziyaret etmeyiniz, ölürler ise cenâzelerinde bulunmayınız ve onlara rastladığınız zaman selâm vermeyiniz.”

                                                                         İbni Mace : 1.c.92.n

“… Abdullah ibn Amr r.a’dan Rasulullah s.a.v şöyle buyurdu : Bir kimse, kaderin hayrına ve şerrine iman etmedikçe mü’min olamaz.”

Ahmed : 2 / 181 – Taberani.M.Evsat – M.Zevaid : 7/197

“ … İbn Abbas r.a şöyle der : ” Kader, tevhid nizamıdır. Kim Allah’ı birleyip de kaderi yalanlarsa, onun bu yalanlaması tevhidi bozucudur. Kim de Allah’ı birleyip kadere de iman ederse, kopmayan sağlam bir kulpa sarılmış olur. “

Abdullah b. Ahmed es-Sunne : 2/422 el-Acurri eş-Şeri’a : 2/876 el-Lalekai Şerhu İtikadi ehli’s-Sunne : 2/670

6 = KADERE  İMAN’DA  DÖRT  TEMEL  ESAS

Değerli kardeşlerim … ! unutmayınız ki ; Kadere iman denildiği zaman, şu dört temel esas akla gelir. Dolayısıyla bir kulun sağlıklı bir kader inancı olması için, bu dört temel esası çok iyi öğrenmesi ve onlara uygun bir inancının olması gerekir.  

1 –   el İlmu   ……………     Allah’ın İlmi.

2 –   el Kitabetu   ………     Allah’ın yazması.

3 –   el Meşietu   ……….     Allah’ın  dilemesi.

4 –   el Halgu   ………….     Allah’ın yaratması.

1- EL – İLMU … BİLMESİ

Değerli Müslümanlar … ! Kadere iman da ilk mertebe, Allah’u Azze ve Celle’nin ezeli ve ebedi ilminin olduğuna iman etmektir.

Yani, yüce Allah’ın gerek toplu olarak ve gerekse tafsilatlı olarak ezel’den ebede kadar – ister kendi fiilleriyle alakalı olsun, ister kullarının fiilleri ile alaklı olsun – her hangi bir fark olmaksızın, her şeyi bildiğine iman etmektir.

Diğer bir ifadeyle : O’nun ilminin, olmuş ve olacak her şeyi kuşattığına inanmaktır. Rabbimiz bu konu da şöyle buyurmaktadır :

“ Bilmiyor musum ki Allah , gökte ve yerde olan her şeyi bilir…“  Hacc : 70.Ay                                                                                                                                                             

 “ …. Şüphesiz ki Allah, her şeyi bilendir. “  Ankebut : 62.Ay

“ Muhakkakki Allah’ın  ilmi her şeyi kuşatmıştır. “  Talak : 12.Ay

“ Gaybın anahtarları O’nun yanındadır, onları O’ndan başkası bilmez. O, karada ve denizde olan her şeyi bilir. Düşen bir yaprak ki mutlaka onu bilir, yerin karanlıklaları içinde gömülen dâne, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitap ta olmasın.”  En’am : 59.Ay

“ O Allah’ki Göklerde ve yerde olanları bilir, gizlediğiniz ve açığa vurduğunuz şeyleri de bilir. Allah, göğüslerin özünü bilendir.”   Teğabun : 4.Ay

“…….. Göklerde ve yerde olan zerre miktarı hiçbir şey gaybı bilen Allah’tan gizli kalmaz…….. ”   Sebe : 3.Ay

“  O, kendisinden başka ilah olmayan Allah’tır. Gaybı da hazır olanı da bilendir. O, Rahmandır ; Rahim’dir.”   Haşr : 22.Ay

“ … Göklerde ve yerde ne varsa hepsi o’nundur. O’nun izni olmadan yanında kim şefaat edebilir ? onların önünde ve arkasında olan her şeyi bilir. O’nun ilminden kendisinin dilediği dışında  hiçbir şeyi kavrayamazlar… “ 

Bakara : 255.Ay

“  Allah, onlarda bir hayır olduğunu bilseydi, onlara elbette duyururdu. Eğer onlara duyursaydı onlar, yine yüz çevirip dönerlerdi. ”  Enfal : 23.Ay 

“  Eğer sizinle birlikte – savaşa – çıksalardı, sizi bozmaktan başka bir işe yaramazlardı, içinizde  fitne  çıkarmak  için  hemen  aranıza sokulurlardı ; zira içinizde onlara kulak veren kimseler vardı. Allah, zalimleri hakkıyla bilendir. ” Tevbe : 47 – Taha : 110.Ay 

“… Ali r.a şöyle dedi  : Resûlullah s.a.v. bir gün oturmuş ve elinde bulunan bir değneği düşünceli bir halde yere vurup dürtüştürüyordu. Bir ara başını kaldırdı ve :

– Sizden hiçbir nefis müstesna olmamak üzere cenet’teki yeri de ateşteki yeri de bilinmiştir, buyurdu…… ”

                                                                         Müslim : 8.c.2647/7.n 

“ … İbn Abbas r.a şöyle dedi : Peygamber s.a.v’e müşriklerin çocuklarından soruldu da : Allah müşriklerin çocuklarını yaratırken, bunların – nasıl yaşayıp – ne işleyeceklerini en iyi bilendir, buyurdu. 

   Buhari : 14.c.6491.s –  Müslim : 8.c.2660.n 

“ … Ubey ibnu Kâb r.a şöyle dedi : Resulullah s.a.v  : Hızır’ın öldürmüş olduğu çocuk kâfir olarak tabiatlandırılmıştır. Eğer yaşasaydı  muhakkak ki ana ve babasına azgınlık, tecavüz ve kafirlik sarıp büyüyecekti, buyurdu. “ 

                                                                         Müslim : 8.c.2661.n

İşte bu ve emsali deliller, yüce Allah’ın gerek toplu olarak ve gerekse tafsilatlı olarak ezelden ebede kadar – ister kendisinin fiilleriyle alakalı olsun, ister kullarının fiilleri ile alakalı olsun – her hangi bir fark söz konusu  olmaksızın, her şeyi bildiğini ortaya koymaktadır.

Diğer bir ifadeyle – “ Bu deliller, O’nun ilminin olmuş ve olacak her şeyi ihata ettiğini isbat etmektedir ”

Dolayısıyla, bir kulun kadere imanının gerçekleşmesi için bu hususu anlatıldığı şekilde kabul edip ona iman etmesi gerekir.

2 – EL- KİTABETU … YAZMASI

Kaderin bu bölümü ise, Allah’u Azze ve Celle’nin olmuş ve ebediyete kadar da olacak her şeyi “ Levhi  Mahfuz ” da yazmasıdır.

Allah’u Azze ve Celle Kerim kitabında şöyle buyurur :

“ Bilmiyor musun ku Allah, gökte ve yerde olan her şeyi bilir ; bu, levhi mahfuz’da yazılıdır. Bu, şüphesiz ki Allah’a Kolaydır. “  Hacc : 70.Ay

“ Gerek yerde ve gerek kendi nefislerinizde başınıza gelen hiçbir musibet yokturki, biz onu yaratmazdan önce, bir kitapta yazılmamış olsun. Bu, şüphesiz Allah’a çok kolaydır. ”  Hadid : 22.Ay 

“ Göklerde ve yerde olan zerre mikdarı hiçbir şey gaybı bilen Allah’tan gizli kalmaz. Bundan daha küçük ve daha büyük hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta bulunmasın.”   Sebe : 3.Ay

“ De ki : Bize, Allah’ın yazdığından başka bir şey isabet etmez. O, bizim mevlâmızdır. Bu itibarla mü’minler, yalnız Allah’a güvenip dayansınlar. ”

                                                                         Tevbe : 51.Ay

“… Allah Rasûlü s.a.v şöyle buyurmaktadır : Allah, ilk önce kalemi yarattı ve ona yaz ; dedi. Kalem ; Ne yazayım ? dedi. Allah : Kaderi, olanı ve ebediyete kadar olacağı yaz, buyurdu. 

Tirmizi : 4.c.2244.n – Ebu Davud : 5.c.4700.n – Ahmed : 5/317 – İbn Ebi Asim es Sünne : 1/48

Diğer bir rivayet te ise, Allah Rasulü s.a.v şöyle buyurmaktadır : Allah’u Azze ve Celle mahlukatının kaderini semaları ve yeri yaratmadan elli bin sene önce yazmıştır……”

  Müslim : 8.c.2653.n – Tirmizi : 4.c.2245.n

Kaderin bu bölümüne imânın gerçekleşmesi için de, Allah’ın, olmuş ve olacak her şeyi Levhi Mahfuz’da yazdığına inanmaktır.

Yani, mahlukatla ilgili olacak veya olmayacak şeylerin bu kitapta yazılı olduğuna, dolayısıyla olması gereken bir şeyin olmamasına, olmaması gereken bir şeyinde olmasına imkân olmadığına inanmaktır. Çünkü, kalem yazmış mürekkebi kurumuş, yazılan sayfalar da dürülmüştür.

3- EL- MEŞİETU … DİLEMESİ

Kaderin bu bölümü ise, Allah’u Azze ve Celle’nin dilediğinin olduğuna ve dilemediğinin de olmadığına inanmayı gerektirir.

Bir kulun sağlıklı bir kader inancının olması için, bütün kâinattaki meydana gelen olayların ancak ve ancak Allah’u Azze ve Celle’nin meşieti – yani dilemesi ve istemesi – ile meydana geldiğine inanması gerekir.

Bunlar, ister Allah’u Azze ve Celle’nin kendi fiilleri ile alakalı şeyler olsun, ister kullarının fiilleri ile alakalı şeyler olsun fark etmez.

        Allah’u Azze ve Celle kendi fiilleri ile alakalı olarak şöyle buyurmaktadır :

“ ………Allah dilediğini yapar . ”  İbrahim : 27.Ay 

“ Rabbin dilediğini yaratır ve dilediğini seçer …… ”  Kasas : 68.Ay 

“ Sizi ana rahimlerinde nasıl dilemişse öylece şekillendiren O’dur…”

                                                                         Ali İmran : 6.Ay 

“…… Allah kimi dilerse, onu dalalette bırakır ; kimi dilerse, onu da doğru yola sokar. ”

           En’am : 39.149 – İbrahim : 4.Ay  

“ Âlemlerin rabbi Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz. ”  Tekvir : 29.Ay 

        Allah’u Azze ve Celle kullarının fiilleri ile alakalı olarakta şöyle buyurmaktadır :

“…… Eğer  Allah dileseydi, onları sizin üzerinize musallat eder ve sizinle savaşırlardı …… ”   Nisa : 90.Ay 

“ Faraza biz onlara melekleri indirseydik, ölüler onlarla konuşsaydı ve her şeyi onların karşısında ve her şeyi onların karşısında bir araya getirseydik, Allah dilemedikçe yine iman etmezler. Çoğu bunu bilmez. ”

“ Keza biz, her peygambere, aldatmak için birbirlerine yaldızlı sözler telkin eden insan ve cin şeytanlarını düşman etmişizdir. Eğer Rabbın dileseydi bunu yapamazlardı. Fakat onları, yaptıkları iftiralarla baş başa bırak. ”

En’am : 111-112.Ay

“ Eğer Allah dileseydi, onlar şirk koşmazlardı.Seni onlara bekçi kılmadık. Sen onlara vekil de değilsin. ”  En’am : 107.Ay 

“ Eğer Rabbın dileseydi, yeryüzünde bulunan herkes, topyekün iman ederdi. Hal böyle olunca, sen, insanları mümin oluncaya kadar zorlayıp duracak mısın ? ”   Yunus : 99.Ay 

“…. Eğer Allah dileseydi, bunlardan sonra gelenler, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra, birbirlerini öldürmezlerdi….”   Bakara : 253.Ay 

“  Hiçbir şey için ” ben bunu yarın yapacağım ” deme.” “ Ancak Allah dilerse de ….. ”    Kehf : 23-24.Ay 

“… Abdullah İbn Amr İbn Âs r.a’dan. O şöyle dedi : Ben Rasulullah s.a.v’den işittim şöyle buyuruyordu : Bütün Adem oğullarının kalpleri Rahmanın parmaklarından iki parmak arasında bir tek kalb gibidir ki, dilediği şekilde evirip çevirir. ”

                                                                         Müslim : 8.c.2654.n 

4 – EL HALKU … YARATMASI

Kaderin bu mertebesi ise, kâinattaki Allah’tan başka her şeyin yoktan varolmuş birer mahluk  olduğuna ve bunların gerek zâtlarının ve gerekse sıfatlarının yaratıcısının Allah Azze ve Celle olduğuna iman etmektir.

        Rabbimiz Kerim Kitabında şöyle buyurmakta :

“  Allah, her şeyin yaratıcısıdır ; o, her şeye  vekildir. ”   Zümer : 62.Ay 

“… Her şeyi o yaratmış ve bir düzen içinde o takdir etmiştir. ”  Furkan : 2.Ay 

“……….. Hiç Allah’tan başka, gökten ve yerden size rızık veren bir yaratıcı var mı ? ……”   Fatır : 3.Ay 

“ Oysa sizi de yaptıklarınızı da Allah yaratmıştır. ”   Saffat : 96.Ay 

“ Geceyi, gündüzü, güneşi ve ayı yaratan O ‘dur …………”   Enbiya : 33.Ay

“ Ey insanlar ! sizi bir tek nefisten yaratan ve ondan eşini yaratıp ikisiniden bir çok erkekler ve kadınlar üreten Rabb’inizden korkun. ”  Nisa : 1.Ay 

“ … Huzeyfe r.a’dan Nebi s.a.v şöyle buyurdu : Muhakkakki Allah, her sanatçıyı ve sanatını yaratır.”

Buhari. Ef’alil İbad : 117.n – Hakim : 1/31-32. Beyhaki Esma : 388. Ş.İman : 1/140 – Heysemi Mecmau’z Zevaid : 7/197

7 – KULLAR GERÇEK FAİL, ALLAH C.C İSE FİİLLERİNİN YARATICISIDIR

Değerli kardeşlerim … ! Baştan beri delilleriyle anlatmaya çalıştığımız şekilde kadere iman etmek, kulun işlediği ameller hususunda bir meşietinin ve bu fiillere yetecek kudretinin bulunmasına aykırı değildir.

Yani, kullar gerçek faildir’ler – işi yapandırlar – Allah’u Azze ve Celle ise, onların fiillerinin yaratıcısıdır. Dolayısıyla mü’min olan da kâfir olan da, iyi olan da kötü olan da, namaz kılanda oruç tutanda kuldur… Kulların kendi işlerine güçleri yettiği gibi, iyiyi ve kötüyü de seçme hakları vardır.

Bunun içindir ki Allah’u Teala kullarına, kendisine ve peygamberlerine itaat etmeleri emretmiş, kendisine ve Peygamberlerine isyan edilmesini de yasaklamıştır…

Muttakileri, iyilik yapanları ve adil davrananları seveceğini zikrettiği gibi, iman edip Salih amel işleyenlerden de razı olacağını bildirmiştir.

Bununla beraber kâfirleri, müşrikleri ve itaatsiz toplumları sevmediğini zikrettiği gibi, onların küfürlerinden ve tüm çirkin davranışlarından da razı olmayacağını beyan etmiştir.

Kulun ihtiyari fiillerinde bir meşietinin ve bu fiillere yetecek bir kudretinin bulunmasını isbat eden deliller şunlardır :

A – Kulun meşieti – yani dilemesi – seçmesi – hakkındaki deliller  :

“…… O halde dileyen Rabbine varan bir yol tutar.”  Nebe : 39 – İnsan : 29.Ay

“……. O halde tarlanıza dilediğiniz şekilde varın……”  Bakara : 223.Ay

“……. Dileyen iman etsin, dileyen küfretsin……… ”   Kehf : 29.Ay 

Zikri geçen bu deliller kulun fiillerinde bir meşietinin – yani tercihinin, istemesinin ve dilemesinin – bulunduğunu isbat eden açık delillerdir.

B – Kulun kudreti hakkındaki deliller   :

“ O halde, Allah’tan gücünüzün yettiği kadar sakının. Dinleyin, itaat edin ve kendi iyiliğiniz için, Allah yolunda infak edin…… ”   Teğabun : 16.Ay 

“…… Allah, hiç kimseye gücünün yetmeyeceği bir şey yüklemez. Kazandığı iyilik lehine, kötülük ise aleyhinedir…… ”  Bakara : 286.Ay

Zikri geçen bu deliller de, kulun bir işi yapmaya kudretinin, kuvvetinin  yettiğini isbat eden açık delillerdir.

Zaten vakıa olarakta şu bir gerçektir ki her insan kendisinin bir meşieti ile bir kudretinin olduğunu, bunlarla istediğini yapıp yine bunlarla istemediğini de yapmadığını bilmektedir.

Fakat unutulmaması gerekir ki, kulun meşîeti ve kudreti ancak Allah’ın meşîeti ve  kudreti ile ortaya çıkar. Çünkü Rabbimiz şöyle buyurmaktadır :

“ İçinizden doğru yola girmeyi dileyen kimseler için … Şu da bir gerçektir ki, Alemlerin rabbi olan Allah dilemedikçe siz bir şey dileyemezsiniz. ”

Tekvir : 28 – 29

Yani ; bu kâinat her şeyi ile yüce Allah’ın mülküdür, dolayısıyle O’nun gücü, kudreti, kuvveti, ilmi ve meşieti olmaksızın hiçbir şey O’nun mülkünde meydana gelemez.

8 – HİÇ KİMSE … KÜFRÜNE … ŞİRKİNE … VE … İSYANINA … KADERİ DELİL OLARAK KULLANAMAZ …

Değerli kardeşlerim … ! buraya kadar açıklanan şekliyle kadere iman etmek, hiçbir zaman emirlerin terk edilmesi ve  nehiylerin işlenmesi hususunda insanın eline bir delil vermiş olmaz.

Yani, yüce Allah’ın emrettiği farzları yerine getirmeyip, nehyettiği şeyleri de irtikab ederek ; Ne yapayım benim kaderim buymuş, diyemez bir insan… Kulun bu şekilde hareket ederek kaderi delil göstermesi, bir çok açıdan tutarsız ve geçersizdir…

Allah kendisinden razı olsun – Muhammed bin  Salih el Ûseymin, Şerhu Selâsetil Usûl kitabında bu konuyu birkaç açıdan izah etmektedir ;

1- Yüce Allah şöyle buyurmaktadır :

“ Müşrikler : Allah dileseydi , biz de babalarımız da ortak koşmazdık. Hiçbir şeyi de haram kılmazdık, diyeceklerdir. Onlardan öncekiler de azabımızı tadıncaya kadar böyle yalanladılar. De ki : Yanınızda  bize çıkartıp, gösterebileceğiniz herhangi bir bilgi – delil – var mı ? Siz ancak zanna uyuyorsunuz ve siz sadece yalan söylüyorsunuz. “  En’am : 148.Ay

Zikredilen bu Ayeti kerime gereğince Eğer kader bunların lehine bir delil teşkil etmiş olsaydı, Allah’u Azze ve Celle bunların  iddialarını yalanlayıp onlara azab etmezdi.

2 – Yüce Allah Kerim kitabında yine şöyle buyurmaktadır :

“ …. İnsanların, Allah’a karşı – özür olarak ileri sürebilecekleri – bir delilleri bulunmaması için müjdeleyen ve korkutan peygamberler gönderdik. Allah, Azizdir, Hakimdir. “  Nisa : 165.Ay

Şayet peygamberlere aykırı davrananlar lehine kader bir delil teşkil etseydi, peygamberlerin gönderilmesiyle bu delilin ortadan kalkması gerekirdi.

Çünkü peygamberlerin gönderilmesinden sonra onların peygamberlere aykırı davranmaları da yüce Allah’ın kaderiyledir.

3 – Lafız Buhari’nin olmak üzere Buhari ve Müslim’in Ali b. Ebî Talib r.a’dan rivayetlerine göre :

“ … Peygamber s.a.v şöyle buyurmaktadır : Cennet ya da Cehennemden kalacağı yer yazılmamış hiçbir kimse yoktur. Orada bulunanlardan birisi :
– O halde biz amel işlemeyelim, dedi. Allah Rasûlü :
–  Hayır, sizler amel edin, çünki herkes için kolaylık sağlanmıştır. Daha sonra şu ayetleri okudu :

“ Bundan sonra kim verir ve sakınırsa, o en güzeli de tasdik ederse, biz de onu en kolaya hazırlarız. Ammâ kim cimrilik eder, kendini müstağni görür ve o en güzeli yalan sayarsa biz de ona en güç olanı hazırlarız.”  Leyl : 5-10.Ay

                    Buhari : 14.c.6495.s – Müslim : 8.c.2647.n

Burada da görüldüğü gibi Allah Rasûlü s.a.v, insanlara amel işlemelerini emrederek onların, kadere bel bağlamalarını yasaklamıştır.

4 – Yüce Allah kullarına emir ve nehiylerde bulunmuş ve onları ancak güç  yetirebilecekleri şeylerle mükellef tutmuştur. O :

“ O halde gücünüzün yettiği kadar Allah’tan korkun……”  Teğabun : 16.Ay 

diye buyurduğu gibi  : “ Allah, hiçbir kimseye gücünün yetmeyeceği bir şeyi yüklemez …. ”   Bakara : 286.Ay   diye de buyurmaktadır.

Şâyet kul fiillerini işlemeye mecbur olsaydı, o takdirde kendisi için kurtulması mümkün olmayan ve gücünün de yetiremeyeceği şeylerle mükellef tutulmuş olurdu.

Böyle bir şey ise batıldır. Bundan dolayı kul bilmeden, unutarak yada zorlandığı için herhangi bir kötülük işleyecek olursa, mazur sayılmayacağından ötürü onun için günah söz konusu olacaktı.

5 – Bizler insanların dünya işlerinde kendilerine uygun düşen işlere yöneldiklerini, onları elde etmeye çalıştıklarını, onları bir kenara bırakarak uygun olmayan işlere yönelmediklerini,  uygun işlere yönelmelerine karşılıkta kaderi delil göstermediklerini görüyoruz.

Peki aynı insan niçin dini ile ilgili hususlarda kendisine fayda veren şeyleri bırakıp zararlı olan şeylere yöneliyor, sonra da kaderi delil gösteriyor ? Her iki  işin durumu da aynı değimlidir ?

        Şimdi bu hususu bir örnekle açıklayalım :

“ Bir insanın önünde iki yol bulunsa ve bunlardan birisinin başından sonuna kadar anarşi, öldürme, talan, namus ve şereflerin ayaklar altına alındığı, korku ve açlığın egemen olduğu bir ülkeye ulaşırken, diğeri ise başından sonuna kadar güvenli bir düzen, rahat bir geçim, namus, şeref, ve haysiyete önemin verildiği, mala mülke saygının egemen olduğu bir ülkeye gidiyor ise, acaba insan bu iki yolun hangisini izler ?

Elbetteki düzenin ve güvenliğin egemen olduğu ülkeye götüren ikinci yolu izleyecektir.

Hiçbir zaman aklılı ve şuurlu olan bir insanın, anarşinin ve korkunun egemen olduğu ülkeye götüren yolu izleyeceği ve bunun için de kaderi delil göstereceği düşünülemez. O halde ahiret ile ilgili hususlarda ne diye cennet’e değil de cehenneme götüren yolu izlemektedir insan ? ”

İkinci bir örnek : “ Hastaya ilaç içmesi emredildiğinde canı istememekle birlikte bu ilacı içtiğini, kendisine zarar veren yemekten alıkonduğunda canı çekmekle birlikte o yemeyi terk ettiğini görüyoruz. Bütün bunları şifa bulmak ve esenliğe kavuşmak isteğiyle yapar insan. İlacı içmeyip, kendisine zarar veren yemeği yiyerek kaderi delil göstermesi mümkün değildir. Peki insan ne diye Allah ve Rasûlünün emrettiğini terk etmekte ya da Allah ve Rasûlünün yasakladıklarını işlemekte, sonra da kaderi delil göstermektedir ?.”

6 – Terkettiği farzlara yahut işlediği ma’siyetlere karşılık kaderi delil gösteren bir kimseye, herhangi bir kimse bir haksızlıkta bulunup malını alacak ya da herhangi  bir hakkını çiğneyecek olupta ona  karşı kaderi delil gösterir ve :  “ Sakın beni kınama, çünkü benim sana bu haksızlığım Allah’ın kaderinin bir gereğidir…” diyecek olsa, onun böyle bir gerekçesini kabul etmeyecektir.

Peki başkasının kendisine yaptığı haksızlıklarda kaderin delil olarak gösterilmesini kabul etmezken, yüce Allah’ın haklarını çiğnemesi halinde kaderi kendi lehine nasıl delil olarak gösterebilir ?

Nakledildiğine göre mü’minlerin emiri Ömer b.Hattab’ın  huzuruna el kesme cezasını hak etmiş bir hırsız getirilir. O da elinin kesilmesini emredince hırsız : Ağır ol  ey müminlerin emiri der, çünkü ben Allah’ın kaderinin bir gereği olarak hırsızlık yaptım, deyince, Ömer r.a da : Bizler de ancak Allah’ın kaderinin gereği olarak senin elini kesebiliriz, diye cevap vermiştir.

                                                  Şerhu selasetu’l Usul : 131-132.s

9 – İNSAN  ANCAK  YAPTIĞININ  KARŞILIĞINI  GÖRÜR

İnsanın, kadere iman konusunda bilmesi gereken en önemli hususlardan birisi de ; Ceza ve mukafat kulun kendi eliyle kazandığı şeyler yüzündendir.

Yani, bu konuda sapıklığa düşen cebriye’nin dediginin tam tersi, “ Kul amelini işlemeye mecbur kılınmamış ” ona ihtiyar etme – yani  tercih etme hakkı – ve buna da güç yetirebilme imkanı verilmiştir.

Dolayısıyle, – delilleriyle de gördüğümüz gibi – iman eden de küfreden de kendi gücü ve iradesi ile hareket etmektedir.

Başka bir ifadeyle ; kulun gördüğü ceza ve mukâfat, ancak kendi kazancının karşılığıdır…

Özellikle çirkin şeyler konusunda Allah’u Teala insana onları takdir edipte, sonra da o kuluna suç işletmez… Allah bundan münezzehtir.

        Rabbimiz yüce kitabında şöyle buyurmaktadır :

“……. Her kişi kendi kazandığı ile tutulur.”  Tur : 21.Ay 

“ İnsan için ancak çalıştığının karşılığı vardır.”   Necm : 39.Ay

“ Cehennem ateşine itilerek atıldıkları gün, onlara denecektir ki : İşte bu , sizin yalanlamış olduğunuz ateş. Bu bir sihir midir, yoksa siz mi görmüyorsunuz ? Oraya girin bakalım. İster sabredin, ister etmeyin ; sizin için birdir. Fakat sadece dünyada yapmış olduklarınızla cezalandırılacaksınız.

Allah’tan sakınanlarda, Rablerinin kendilerine verdikleriyle ve kendilerini cehennem azabından koruması sebebiyle sevinçli bir halde cennetlerde ve nimetler içindedirler.

Onlara da denir ki : Dünyada işlemiş olduklarınıza karşılık sıra sıra dizilmiş olan sedirlere dayanmış olduğunuz halde âfiyetle yeyin ve için ” Ayrıca onları hur-ı iyn ile evlendiriniz.”  Tur :  13-14.15.16.17…. 20.Ay 

“ Bunlar, Cennet ehli olup,  yapmış olduklarına mûkafat olarak, orada ebedi kalacaklardır. ”  Ahkaf : 14 – Nahl : 32.Ay 

“ Bu ceza, ellerinizin yapıp öne sürmüş  olduğu şeyler dolayısıyledir. Yoksa Allah, elbette kullarına zulmedici değildir.”  Enfal : 51.Ay

Bu ve emsali delillerde anlatıldığı gibi Cennet ve Cehennem, kulun kendi iradesi ile hareket ederek kazandığı yerlerdir.

Ancak şunu kesinlikle unutmamak gerekir ki ; Eğer Allah’u Azze ve Celle’nin kuluna yardımı, onun günahlarının çoğunu affetmesi ve az iyiliklerine karşılık çok çok mûkafat vermesi söz konusu olmazsa, kul paçasını zor kurtarır…

Dolayısıyla kul, gücünün yettiği ölçüde Allah’ın emirlerine sarılıp yasakladığı şeylerden de uzak duracak ve hiçbir zaman yapmış olduğu bu cılız amellerine de güvenmeyecektir … Kul her zaman Allah’ın affına, merhametine ve işlediği küçük ve az amellerine karşılık  Rabbinin çok vermesine güvenecektir

Bu konuda Allah Rasulü s.a.v’in şu sözlerine lütfen dikkat edelim ;

“ … Peygamber s.a.v şöyle buyurdular :
– Ameli kendisini cennete sokacak hiçbir kimse yoktur. Dediler ki : Sende mi  ey Allah’ın Rasülû ? . Buyurdular ki :
– Evet !  Eğer Rabbimin rahmeti olmasa ben dahi. “

Buhari : 14.c.6395.s –  Müslim : 8.c.2816.n
                                                                      

                          Vel hamdu lillahi rabbil alemin
 

                                                          Tacuddin el Bayburdi

Similar Posts