Bugünkü sohbetimiz geçen haftaki dersin devamı niteliğindedir. Bunun başlığı ise Tevekkülün Kuran’da Sair İbadet Makamlarıyla Zikredildiği Yerler’ dir. Yani tevekkül tek başına bir kulluk eylemi olduğu gibi daha birçok imandan cüz olan kulluk eylemi ile beraber eyleme dönüştürülürse ancak o ibadet Allah’ın istediği gibi bir ibadet niteliğini taşıyor.
Aynen bizim إِيَّاكَ نَعْبُدُ وَإِيَّاكَ نَسْتَعِينُ “ Biz sadece Sana ibadet eder ve sadece Sen’den yardım isteriz” ayeti niteliğinde burada Allah’tan yardım isteme ibadet cüzlerinin en çok sorun yaşanan cüzlerinden birisi olması hasebiyle kulluk eyleminden bir cüz olmasına rağmen yardım isteme ayrıca önemine vurgu yaparak, nasıl ki tevekkül fıtri bir ihtiyaç şeklinde tezahür ediyorsa yardım isteme de işte bu ihtiyaç içerisinde o anki muhtaç olduğu şeyi eda edebilmesi için Allah’tan yardım istiane talebinde bulunmasıdır. Tevekkül de böyledir.
Tevekkülün dindeki yerini, faziletini anlayabilmek için tevekkülün beraberinde zikredildiği bu makamları iyi bilmek gerekiyor. Zikredeceğimiz örnekler az olmasına rağmen göreceksiniz ki burada telaffuz ettiğimiz ibadet cüzlerinde tevekkülün ne denli önemi var. Hem de bu örneklerin asıl dediğimiz esaslar üzerinden örneklendirdik. Aslı bu ise tevekkülü de bununla beraber devam etmesi gerekir diyebileceğimiz nitelikler taşır. Binaenaleyh;
1-Allah’a Kulluk Yani Ubûdiyyet Makamında Tevekkül
“İbadet, insandan düşünce, söz, kasıt ve fiil olarak sudur eden her şey” şeklinde yaptığımız tarifte فَعْبُدْهُ “O’na ibadet et.” ve unutma ki her eyleme dönüştürdüğün cüzde وَتَوَكَّلَ عَلَيْهِ “O’na güvenerek bunu yap”
فَاعْبُدْهُ وَتَوَكَّلْ عَلَيْهِ
O’na ibadet et ve O’na güven
Hud Suresi-123
Yani kulluk senden beklenilen fiili bir ibadet eylemidir. O zaman onda başarabilmen için, muvaffak olabilmen için mutlak ona tevekkül etmen gerekiyor. Bunu şu hadisi şerifle hulasalandırabiliriz. Allah Resulü sav, Muaz bin cebele şu duayı dilinden hiç eksik etme:
1522 – حَدَّثَنَا عُبَيْدُ بْنُ عُمَرَ بْنِ مَيْسَرَةَ، حَدَّثَنَا عَبْدُ بْنُ يَزِيدَ الْمُقْرِئُ، حَدَّثَنَا حَيْوَةُ بْنُ شُرَيْحٍ، قَالَ: سَمِعْتُ عُقْبَةَ بْنَ مُسْلِمٍ، يَقُولُ: حَدَّثَنِي أَبُو عَبْدِ الرَّحْمَنِ الْحُبُلِيُّ، عَنْ الصُّنَابِحِيّ، عَنْ مُعَاذِ بْنِ جَبَلٍ، أَنَّ رَسُولَ صَلَّى عَلَيْهِ وَسَلَّمَ أَخَذَ بِيَدِهِ، وَقَالَ: «يَا مُعَاذُ، وَاللَّهِ إِنِّي لَأُحِبُّكَ، وَاللَّهِ إِنِّي لَأُحِبُّكَ»، فَقَالَ: ” أُوصِيكَ يَا مُعَاذُ لَا تَدَعَنَّ فِي دُبُرِ كُلِّ صَلَاةٍ تَقُولُ: اللَّهُمَّ أَعِنِّي عَلَى ذِكْرِكَ، وَشُكْرِكَ، وَحُسْنِ عِبَادَتِكَ “، وَأَوْصَى بِذَلِكَ مُعَاذٌ الصُّنَابِحِيَّ، وَأَوْصَى بِهِ الصُّنَابِحِيُّ أَبَا عَبْدِ الرَّحْمَنِ
سنن أبي داود
[حكم الألباني] : صحيح
O anki önemsenenleri zikrediyor “ Allah’ım seni anabilmem için benden istediğin gibi seni anabilmem için, benden isteğin gibi sana şükredebilmek için ibadetlerimde bana yardım et.”
Bir ibadetin edası için, onun gerçekleştirilebilmesi için insanın mücerred talebi yetmiyor. Orada Allah’tan yardım istemesi gerekiyor. Bu yardımın akabinde de فَعْبُدْهُ “ O’na ibadet et” ve O’na tevekkül et” hangi ibadeti O’na takdim ediyorsan en güzel şekliyle onu eda edebilmen için O’ndan yardım iste ve sonra O’na güven. Sana yardım edeceğine dair bu naslarla sana verdiği güvenceye itimat et. O neyi söz vermişse, senden istediği şeyleri de vereceği şeylerin tahakkuku, gerçekleştirilmesi için birer vesile şart niteliği olarak zikretmişse onları yapman gerekiyor. Onun için “O’na tevekkül ederek kulluk et” çünkü bu da, bu kulluk eyleminin herhangi sair bir cüzüyle müşterektir karindir. İlk zikrettiğimiz esas bu makamlardan birisi Resulü Muhammed sav’a ve müminlere tek makamda bu kulluğu emretmiştir. Resulünü muhatab alarak Allah azze ve celle
وَاتَّبِعْ مَا يُوحَى إِلَيْكَ مِنْ رَبِّكَ إِنَّ اللَّهَ كَانَ بِمَا تَعْمَلُونَ خَبِيرًا
“Rabbinden sana vahyedilene tabi ol. Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır.”
AHZAB 2
Daha önceki derslerde Allah’dan, ona vahyedilenin (Resulüne vahyedilenin) ne olduğunu anlamıştık. Sen Rabbinden sana vahyedilene tabi ol.
“Şüphesiz Allah, bütün yaptıklarınızdan haberdardır” yani yaptıklarınızın doğruluğundan, yanlışlığından kastınızın, niyetinizin ne olduğundan haberdardır.
Bazen insanlar birşeyler yapar Allah’ın ondan haberdar olduğunu bilir ama niyetiyle o, meşru olmayan bir vesile edinir. Aynen tevhid derslerinde de zikrettiğimiz gibi Mekkeliler Allah’tan gayrı ilahlar ediniyorlar. Bunlara kulluk takdim ediyorlar. Allah bunları tenkit ediyor.
“Allah’tan gayrı ilah edinerek nedir bu ibadet ettikleriniz.” Allah, onların o işine kendinden gayrı ilah edinme diyor. O ilah edinme şeklini de, kendinden gayrına -o ilah edindiklerine- kulluk olarak yorumluyor. Onlar hemen itiraz ediyorlar.
مَا نَعْبُدُهُمْ إِلَّا لِيُقَرِّبُونَا إِلَى اللَّهِ زُلْفَى
“ Biz Allah’a daha yakın olabilmek için yani O’na ulaşmak için bunları aracılar ediniyoruz.” Çünkü o aracı edinme eyleminin adını kulluk olarak Allah zikrediyor.
Zumer 3
Onlar burada niyetlerinin ne olduğunu söylüyor. Öyle de olabilir. Niyet cidden samimi olabilir. Arzuları, kasıtları Allah’a yaklaşmak da olabilir. Ama Allah:
“Siz yerde ve gökte benim bilmediğim birşeyi mi bana öğretiyorsunuz?” veyahut başka bir yerde
“Ben size bunları vesile edinmeniz için bir hüküm indirmedim diyor.” arkasından
وَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ وَكَفَى بِاللَّهِ وَكِيلًا
Nisa 81
“ Allah’a tevekkül et. Çünkü O,( O’na tevekkül edersen O’nu vekil edinmişsindir. Her işinin vekili O.) kuluna vekil olarak yeter.” Başka bir vekile ihtiyaç duyurmaz katiyetle. Çünkü O’nun bütün isim ve sıfatları kemali serdeder. Bazen biz asli olarak çocuklarımızın eşimizin velayet hakkının üzerimizde olduğu düşünürüz. Yani biz onların velileriyiz. Onların işlerini yürütmede onları korumada azami ihtimamı gösteririz. Ama belli bir yerde insan ne olur? Aciz kalır. Seni koruyamadım edemedim der. İşini yapamadım der. Allah’ı subhanehu ve teala ise hangi sıfatla isimle zikretmişsek bu mutlak kemali serdeder. O’nu vekil edindin mi; başka hiçbir vekile ihtiyaç duyurmaz.
Şimdi ayetin birinci kısmı “Sana Rabbinden indirilene vahyedilene uy diyor.” ikincisi şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır diyor. Üçüncüsü ise Allah’a tevekkül et. O vekil olarak yeter. Hiç başka bir vekile ihtiyaç duyurmaz diyor.
Bu iki ayet, bakıyorsunuz peş peşe öyle şeyler vurguluyor ki; sanki Kuran’ın tümünden özetlenmiş. Ama burada zikredilmesini muvafık görmüş yani burada zikredilmesi gerektiğini uygun görmüş bu gibi ayetleri Kuranın birçok yerinde tekrarlamasına rağmen peşpeşe getirmiş.
Resulu Muhammed(sav)’e, kendisine kulluğu emrettikten sonra-ilk zikrettiğimiz- Rabbinden kendisine vahyedilene ittibayı/uymayı ve sonra Allah’a tevekkkülü emrediyor. Tabi ki “O’na ibadet et ve tevekkül et.” “O’na tevekkül ederek ibadet et” diyor. Tabi ki bu ibadetin vahyî (vahye dayalı) olan herşeyi, Kur’an ile ona indirilenle tanzim edilmiş düzene konulmuştur. Şekil, biçim ve keyfiyet bakımından da ona tabidir. Arkasından kendisine vahyedilene ittibayı sonra Allah’a tevekkülü emrediyor. Tabi ki bu emir Resulu muhatab alıyor doğrudan doğruya ama kıyamete kadar ümmete de hitab ediyor. Neden?
Emir doğrudan Resul’e ise; Resul’e tahsis eden yani bu emirle sadece Resul sorumludur diye bir tahsis yoksa ki bu buna biz usülde “ Resule has olduğuna dair, onu tahsis eden muhassis başka bir delil olmadığı sürece umuma hitab eder.” Yani bütün ümmet Resulun memur olduğu her emre muhatabtır.
2-Davet Makamında Tevekkül
Yani bir davetçinin tevekkülü… Tabi ki Resuller bu makamda, kendisinden sonraki gelen bütün davetçilerin imamı hükmündedir. Mukteda yani kendisine uyulandır. Kendisi örnek alınandır. Tevbe Suresi’nde diyor ki:
فَإِنْ تَوَلَّوْا فَقُلْ حَسْبِيَ اللَّهُ لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَهُوَ رَبُّ الْعَرْشِ الْعَظِيمِ
Tevbe 129
“Ey Muhammed! Yüz çevirirlerse…” Eğer onlar yüz çevirirlerse de ki: “Allah bana yeter. O’ndan başka ilah yoktur. Ben sadece O’na güvenip dayanırım.” Yani kendisinden başka ilah olmayana ben tevekkül ederim. Başka tevekkül edip güvenilip dayanılacak bir ilah yoktur. Ve akabinde de “O, yüce arşın sahibidir’” diyor.
Bu ayeti ele aldığımızda “Eğer yüz çevirirlerse…” hemen bu cümleden neyi anlamamız gerekiyor?
Demek ki Resul, onlara birşeyler emrediyor, birşeyleri yasaklıyor, birşeyleri anlatıyor, haber veriyor, birşeye davet ediyor -ki daveti açıktır-. Şüphesiz kendisinin uymakla emrolunduğu vahye dönük şeyler söylüyor.
İşte bu davetinin akabinde فَإِنْ تَوَلَّوْا “ Eğer yüz çevirirlerse …” senin davetine icabet etmezlerse bu anlamı taşır. Bu da mücerred bir yüz çevirme değil. Yani yüzünü bu tarafa çevirerek sergiledikleri bir tavır değil. Senin onlara anlattıklarına inkiyad duymazlar veyahut aynen yapmazlar veyahut senin emrettiğin şeyi yapıyorlar ama kendileri yorumlayarak doğrusu böyledir diye. Veyahut akabinde böyle bir tavır sergilemekten öte… Şimdi şu söz Allah Resulu sav in zamanında o hayattayken kendisine davette muhatab olunan kimselerle karşı karşıya olsaydı orada yüz çevirme mutlak müşahhas olaraktır tezahür ederdi. Ama zamanımızda hiç kimse Resul’ün davet ettiğine yüz çevirdiğini ne sözlü,ne de ima dahi etmez. Herkes O’na tabi olduğunu söyler. Ha bu biraz daha ileri gider. O’na eziyet, işkence ederek ki bütün Resullerin risâletinin tabi seyrinde olan bir şey.
Hatice validemiz r.a, Allah Resulünü -Hira da vahyin ilk gelişinden sonraki hale sebep- hatırlıyorsanız amcasının oğlu Varakanın yanına götürür, Varaka ibn Nevfel’ in yanına nasihat etmesi için. Varaka sonunda “kavmin seni yurdundan çıkaracağında genç olup sana yardım etmeyi isterdim” diyor. “ Kavmim beni çıkaracak mı?” “Her nebinin başına gelen budur” diyor.
Bazen Allah Resulünün zamanında bu yüz çevirme müşahhas somut bir şekilde tezahür ederdi. Bizde çok farklı olabiliyor. Allah’a davette, imana davette belli bir kesimde farklı bir yüz çevirme görülür. Bazen cidden itikadi ve ameli boyutta Kuran ve sünnet çizgisinde hareket eden insanlarda, onlardan yüz çevirme hem de İslam adına Allah adına iman sözüyle gündeme geliyor. Nasıl olur?
Kuran’a, Sünnet’e davette sairlerinin yorumlarına ters düştüğü için. Çünkü Kitap ve Sünnet’ e ittibada müşterektirler. Ama sairlerinin yorumuna ters düştüğü için. Az önceki yüz çevirme şekillerinden birisi olarak zikrettiğim noktaya bakın. Onlar, Kuran’ı, Sünnet’ i vahye ittiba ona tabi olma olduğu gibi ona tabi olma yerine yorumlayarak bir ittiba sergiliyorlar. İşte kitap ve sünnet çizgisi üzerinde bulunan davetçileri kastederek diyorum. Onların doğru olan inanca ters düştüklerini söyleyerek bunlardan yüz çevirme.
Hem de bir kendileri değil başkalarının da yüz çevirmesini, hem de bunların doğru olana ters düştüklerini söyleyerek. Allah, Resulüne diyor ki burada Onlarla karşılacaşacağın yüz çevirme nasıl olursa olsun şunu yaptılar bunu ettiler şöyle yapıyorlar ne yapacağız diye düşüneceğin yerde tek diyeceğin şey فَقُلْ حَسْبِيَ اللَّهُ “ Allah bana yeter demendir” diyor لَا إِلَهَ إِلَّا هُوَ عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ “Ben O’na güvendim kendisinden başka güvenilecek hiçbir ilah olmayana ben güvendim tevekkül ettim de.” Onların yaptıklarını konuşma değil, önce kendini yanlış düşüncelerin nüfuzundan kurtar. Allah Resulü için bu bir tehlike arz etmezdi. Ne kadar eziyet meşakkat görürse görsün eğer Huneyn harbini okuduysanız Buhariden müslimden gazavat bablarından;
Huneyn harbinde -gelecek orayla da alakalı kısmı var tevekkülün- herkes kaçıyordu. Allah Resulünü bıraktılar. Ve Allah Resulü ne yapacağını biliyordu o an. Orada daha teferruatıyla anlatıldığında göreceksiniz. Kastımız şu, yalnız bırakılmak onu sarsmazdı. Onu endişelendirmez. Bu kadar yüz çevirmeyle karşılaşma ona tesir etmezdi ama biz bunca itilip kakılma yüz çevirmenin muhatabı olarak devamlı bunlarla karşılaşıp gördüğümüz için düşünücez ve zihnimizde olumsuz, bizim Allah’a olan güvenimizi zedeleyecek O’na olan itimadımızı zedeleyecek O’ndan beklenti içerisinde olduğumuz yardımı hakkında şüpheye düşürecek, Ve bizim düşüncelerimize müspet düşünceye nüfuz edip karamsarlık dediğimiz bir vadiye doğru bizi çekecek, bizi soğutadabilir. En kibarcası ne olur?
Biz, bu işi başarıcak kimseler değiliz. Biz kimiz ki bunun başaralım. Kendini aciz görme başlar. Acizlik, insanın fiziken yapamayacakları şeyler değil. Esas acizlik zihninde, yapamayacağı düşüncesinin oturmasıdır. Eğer zihnine o oturursa ondan sonra kendisini bu beladan kurtarması çok zordur.
Düşünün bu denli bir belayı herhalde… Allah’ın yardımlarının en büyüğü nedir?
Bizim korkumuzu düşmanın kalbine koymasıdır. Dünyanın en güçlü silahından daha da üstündür. En güçlü irade sahibi olan bir insanın iradesinden daha güçlüdür bu. Görünmeyen bir silah nasıl geldiği anlaşılmayan bir silah ve 12 den vuruyor. İşte biz bu an Resulden daha çok حَسْبِيَ اللَّهُ demeye muhtacız. Ancak o zihnimizi bulandıracak teşfiş içeren -şüphe içeren-, bize acizliği ilka eden. Tabi ki bu meyanda şeytanının vahyi de olucak. Korku(bölümünde)’da gelicek. İnsanlar sizin için toplandılar Huneyn için deniyor bu “ Onlardan korkun.” Ve şeytan gelip dostlarını korkutacak. Bu düşünceler başlar yani bu şeytanın vahyiyle de gündeme gelir. Çünkü şeytanın insanı korkutması, onun insanın kulağında fısıldaması onu ifsad etmesi yani vahyidir. Eğer birisi bizim zihnimizde gönlümüzde Allah’tan korkmayı değil O’na güvenmeyi değil başkalarından korkutuyorsa, kimi korkma Allah’a itaatte kusurlar oluşturuyorsa Allah’a itaatten alıkoyuyorsa en samimi gördüğümüz bir arkadaşımız da olsa en yakınımız babamız annemiz eşimiz kim olursa olsun bizi Allah’tan gayrından korkmaya götürüyorsa bilin ki o bizim dostumuz değil o an. Ve o, onu kendiliğinden söylemiyor. Belki bize en çok tesir edebileceği bir vesileyi kullanıyor. Bunun için biz حَسْبِيَ اللَّهُ “ Allah bize yeter” demeliyiz. Sonra iyi bilmeliyiz ki O bize yetiyorsa O’nu vekil tayin etmeliyiz her işimize. Bizim işlerimizi düzene koyacak O. Bize yardım edecek O. Bizim dilimize hikmeti koyacak O. Tek başımıza da olsak bütün dünyaya kafa tutmayı bize öğreticektir. Unutma O, yüce arşın sahibidir. Yani herşeyin sahibi olduğu gibi senin de sahibin o yüce arşın sahibi çünkü sen O’nun adına hareket ediyorsun. Burada görüldüğü gibi yüz çevirmeyi biraz daha açan farklı şeyde;
Lokman as ‘ın oğluna nasihatında
يَا بُنَيَّ أَقِمِ الصَّلَاةَ وَأْمُرْ بِالْمَعْرُوفِ وَانْهَ عَنِ الْمُنْكَرِ وَاصْبِرْ عَلَى مَا أَصَابَكَ إِنَّ ذَلِكَ مِنْ عَزْمِ الْأُمُورِ
Lokman 17
“Ey oğulcağızım! Namazı kıl, iyiliği emret kötülükten alıkoy, başına gelenlere de sabret, başına geleceklere de sabret. İşte bu yapacağın iş, azmedilmeye değer işlerdir.”
Şimdi namazı emrediyor. Hemen namazın akabinde de daha küçük çocuğa -Lokmanın çocuğuna, oğluna nasihatleri diyoruz- marufu emret münkerden alıkoy. Yukarıdaki davetin özü bu zaten. İyilikleri emretme kötülüklerden alıkoyma. En üst seviyede;
Tevhidi emretme, marufu emretmedir; şirkten alıkoyma münkerden alıkoymadır.
Sonra وَاصْبِرْ عَلَى مَا أَصَابَكَ “ sana isabet edeceklere, başına geleceklere, gelmişlere sabret”
Bu ne anlama geliyor? Demek ki bu davetin akabinde başa gelecekler vardır. Her çeşidiyle. O zaman sabretmen gerekir.
Sabır, mükellefin -Allah’a karşı sorumlu olan birisinin- sabra ihtiyacı yüzeysel bir ihtiyaç değildir. Yani basitçe bir kelimenin telaffuzu değil. Anlık bir düşünce değil. Sabretmek tedrici, müteselsel şu an sabretmelisin 10 saniye sonra da sabreden olmalısın 20 saniye, 30 saniye, 40 saniye, 1 gün, 10 gün, 1 sene, … sabretme zorundasın. Mükellefin sabra ihtiyacı cidden önemlidir. O zaman sabır denilen haslet duygu burada küçükken nasihat edildiği gibi. Bu duygu cidden iyi beslenmelidir. Bu hasletler Allah’a iman dediğimiz umdenin direkleridir, asıllarıdır. Aynı güçte, aynı kuvvette bunlar desteklenmiş olmalıdır. Hatta öyledir ki sabır her yönüyle ihtiyacımız olan bir şey o ibadete devamlı olmak şimdi burada şunu da anlayabiliriz.
Namazı kıl, marufu emret, münkerden alıkoy, sabret. Ha bu ibadetlerini sabırlı bir şekilde devam ettir. Geçici değil. Ha bunlara sebep hassaten münkerden alıkoyarken, marufu emrederken başına gelebilecek çok şey vardır. Bunlara sabretmen gerekir.
إِنَّ ذَلِكَ مِنْ عَزْمِ الْأُمُورِ
“ İşte bu yapacağın iş, azmedilmeye değer işlerdir.” Yaptığın iş basit değil.
Yine Kuran-ı Kerim’de bu meyanda, Allah azze ve celle
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ نُوحٍ إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ يَا قَوْمِ إِنْ كَانَ كَبُرَ عَلَيْكُمْ مَقَامِي وَتَذْكِيرِي بِآيَاتِ اللَّهِ فَعَلَى اللَّهِ تَوَكَّلْتُ فَأَجْمِعُوا أَمْرَكُمْ وَشُرَكَاءَكُمْ ثُمَّ لَا يَكُنْ أَمْرُكُمْ عَلَيْكُمْ غُمَّةً
Yunus 71
وَاتْلُ عَلَيْهِمْ نَبَأَ نُوحٍ
“Onlara Nuh’un kıssasını da haber ver” oku yani.
إِذْ قَالَ لِقَوْمِهِ
“ O, kavmine şöyle demişti:”
يَا قَوْمِ إِنْ كَانَ كَبُرَ عَلَيْكُمْ مَقَامِي وَتَذْكِيرِي بِآيَاتِ اللَّهِ
“ Ey kavmin benim aranızda bulunmam, Allah’ın ayetlerini size hatırlatmam bu kadar ağır geliyorsa”
Şimdi Allah’ın ayetlerinin ağır geldiğini söyleyecek küfredenin dışında bir kimse bulamayız, öyledir. Ama şunu iyi bilmek gerekir ki inananlara da çok ağır geliyor.
Bir ayet okuyorsunuz inkar, ayetin metnine dönük değil. Bir hadis okuyorsunuz Allah Resulü böyle yapmıştır diye inkar, karşı durma, o söze değil.
“ Babalarımız sapık mıydı, bunlar doğruyu bilmiyorlar mı?” diye itiraz böyle oluyor. Böyle ağır geliyor. Geçmişi silivermek ağır geliyor. Onların takdis ettiği şeyleri küçümseme onlara ağır geliyor. Eğer onların Allah katında bir makamları varsa, mevkileri varsa; bu, Allah’ın onlara verdiği değeri gösterir. Ama biz insanlara, Allah’ın verdiği –yarattıklarına verdiği diyelim- değerinin üstünde kimseye değer biçemeyiz. Nuh as ne diyor burada hemen akabinde
فَعَلَى اللَّهِ تَوَكَّلْتُ فَأَجْمِعُوا أَمْرَكُمْ وَشُرَكَاءَكُمْ ثُمَّ لَا يَكُنْ أَمْرُكُمْ عَلَيْكُمْ غُمَّةً
“ O zaman diyor ben Allah’a tevekkül ederim. Siz de ortaklarınızla beraber toplanın ne yapacaksanız yapın.”
Hele hele davette Nuh as dan örnek verilmesi cidden manidar. Neden manidardır. Allah Resulü sav’in nübüvveti daveti 23 seneye münhasırdır böyle bir zaman münhasır. Ama Nuh as 950 sene kavmini sadece Allah’a davet etmiştir. Ömrü hakkına bir şey bilmiyoruz. Cidden onlardan çok çekmiştir. Hatta beddua da etmiştir. Nuh tufanı gibi büyük bir belaya düçar olmuşlardır. Ha hanımı da ona isyan etmiştir, oğlu da ona isyan etmiştir. Onlara öyle bir meydan okuyor ki “Eğer benim aranızda bulunmam, size nasihat etmem, Allah’ın ayetlerini hatırlatmam size bu kadar ağır geliyorsa ben de Allah’a tevekkül ederim, O’na tevekkül ettim” diyor. “Siz aynı düşünceyi paylaşan ortaklarınızla beraber toplanın, ne yapacağınızı kararlaştırın ama dikkat edin yapacağınız iş başınıza dert olmasın. Yapacağınız o iş başınıza dert olmasın. Bundan sonra vereceğiniz hükmü bana uygulayın, bana mühlet te vermeyin acımayın da hiç fırsat da vermeyin.” Çünkü Nuh öyle bir yere güveniyor ki öyle bir makama güveniyor ki O, ona vekil olarak yetiyor. Yukarıdan beri de bu davet makamındaki zikredilen tevekkül kısmında gördüğümüz gibi tevekkül var, Allah’a tevekkül var.
Tevekkülü şöyle diyelim; fıtri ihtiyaçların giderilmesi noktasında yiyeceğimizin, içeceğimizin Allah’ın onları tekeffül ettiğine dair tevekkül etmemiz değil her şeyde O’na tevekkül var. Davetçi de bunu iyi bilmeli. Bu öyle bir makama getirir ki insanı insanlardan çektiklerini, yüz çevirenlerden çektiklerini, Allah’tan başkasına şikâyet ederler mi? Etmemeleri gerekir. Ama bu, tevekkülde muhteşem bir makamı gösterir. Resul de diyor:” Ben bütün şikâyetlerimi Rabbim sana sunuyorum” diyor. Nuh(as) “ Ben O’na tevekkül ettim ne yaparsanız yapın. Ortaklarınız beraber toplanın bir karar verin hem de bana mühlet vermeden benim hakkımdaki o hükmünüzü uygulayın, yapabiliyorsanız.” Bu muhteşem bir kafa tutma. Ama bunu tevekkülle yapıyor. O’nun vekil olarak yeteceğini düşündüğü için ve O yeter, yetti de. Bütün dünyayı öyle ki semanın musluğunu açtı, yeryüzünü doldurana kadar yağdırdı. Haa! Kurtaracaklarını kurtardı.
3- Hüküm ve Kadâ Makamında Tevekkül
Hüküm vermede ve kadâ makamında tevekkül.
وَمَا اخْتَلَفْتُمْ فِيهِ مِنْ شَيْءٍ فَحُكْمُهُ إِلَى اللَّهِ ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبِّي عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَإِلَيْهِ أُنِيبُ
سورة الشورى 10
“Ayrılığa düştüğünüz herhangi birşeyde hüküm vermek Allah’a mahsustur.” Ayrılığa düştüğünüz herhangi bir şeyde…
Kişiler anlayışlarına göre bunu, doğruluklarını iddia ederek çakıştırmamalılar. Onun hakkında hüküm vermek Allah’ın yani Resulü’ nündür. İnsanlara bunu anlattıktan sonra, tebliğ ettikten sonra onun husumete dönüşmemesi için bazen haklı olmasına rağmen kişi –söylediği şeyin Kitap ve Sünnet’le sabit olmasına rağmen- haklı konumunda, herhangi bir sebepten dolayı buna ters düşen birisine, kabul etmediği için, hemen kabul etmediği için (çünkü aceleci davranmış hemen kabul etmesini ister. Tebliğ etmiştir güya. “Tebliğ de ettim ben ona, anlattım ama kabul etmedi” der.) hemen onun hakkında hüküm vererek bunu husumete doğru götürür. Sen önce işte burada “ O, benim Rabbimdir. İşte bu Allah, benim rabbimdir, O’na tevekkül ettim. Ve O’na yöneldim. Ben tebliğ ettim bundan ötesi benim işim değil.”
——41:39——
Sanki onun zorla kabul etmesi için bir baskı oluşturmamız gerektiği düşünülür. Burada anlatmak istediğimiz şey hüküm vermeyin. O sizi ne müspet olarak bir üzüntüye ne de buğzunuzu harekete geçiren bir düşmanlığa dönüşmesin. Resul’de neyi görüyoruz? Müspetteki yoğunlaşmayı. Allah diyor:
“Onlar iman etmiyecekler diye sen kendini mahv mı edeceksin?” diyor. senin yapman gereekn şey sadece tebliğ etmektir. Sen onları zorla baskı yapan bir güç sahibi değilsin. Sana bu görev verilmedi. Ve sen Allah’a tevekkül etmelisin.
ذَلِكُمُ اللَّهُ رَبِّي عَلَيْهِ تَوَكَّلْتُ وَإِلَيْهِ أُنِيبُ
“ve ben O’na yönelirim.”
4- Cihad ve Düşmanla Mukatele-Kıtal- Makamında Tevekkül
Burada cihad kelimesine âm(umum), düşmanla kıtal ki bundan bir cüz. İkisini de aynı makamda zikrettik. Sebebi :
وَإِذْ غَدَوْتَ مِنْ أَهْلِكَ تُبَوِّئُ الْمُؤْمِنِينَ مَقَاعِدَ لِلْقِتَالِ وَاللَّهُ سَمِيعٌ عَلِيمٌ ، إِذْ هَمَّتْ طَائِفَتَانِ مِنْكُمْ أَنْ تَفْشَلَا وَاللَّهُ وَلِيُّهُمَا وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
Ali imran 121-122
“ Hani sen sabah erken müminleri savaş mevzilerine yerleştirmek için ailelerinden ayırmıştın.” Yani nida ettin çağırdın onları evlerinden çıkardın ondan sonra onları savaşta meydandaki mevzilerine, makamlarına yerleştirdin. “ Allah hakkıyla işiten ve bilendir.”
“ O zaman içinizde iki bölük bozulmaya yüz tutmuştu. Halbuki Allah, onların velileriydi.” Yani onların velileri Allah idi dostları. Yardım edecek te Allah’tı. “Ama onlar bozulmaya yüz tuttular. Mü’minler, inanan kimselerse eğer Allah’a tevekkül edip dayanıp güvenirler.” Yani O’na tevekkül ederler. O hal ile tevekkülün tavsiyesi …
إِنْ يَنْصُرْكُمُ اللَّهُ فَلَا غَالِبَ لَكُمْ وَإِنْ يَخْذُلْكُمْ فَمَنْ ذَا الَّذِي يَنْصُرُكُمْ مِنْ بَعْدِهِ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
Ali imran 160
“ Allah size yardım ederse; artık size üstün gelecek hiç kimse yoktur. Eğer sizi bırakırsa yardım etmezse ondan sonra size kim yardım eder. Mü’minler ancak Allah’a tevekkül ederler.” Yani orada O’nun yardımına müstehak olmak için O’na tevekkül etmeniz gerekiyor.
يَا أَيُّهَا الَّذِينَ آمَنُوا اذْكُرُوا نِعْمَتَ اللَّهِ عَلَيْكُمْ إِذْ هَمَّ قَوْمٌ أَنْ يَبْسُطُوا إِلَيْكُمْ أَيْدِيَهُمْ فَكَفَّ أَيْدِيَهُمْ عَنْكُمْ وَاتَّقُوا اللَّهَ وَعَلَى اللَّهِ فَلْيَتَوَكَّلِ الْمُؤْمِنُونَ
Maide 11
“ Ey iman edenler Allah’ın size olan nimetini unutmayın.” Bu nimet çok genel anlamda zikrediliyor. Yani “ hani bir topluluk size el uzatmaya yeltenmişti size saldırmaya Allah onların ellerini sizden çekmişti onların şerrinden sizi korumuştu. Allah’tan korkun” onlardan değil Allah’tan korkun. “Ve Mü’minler yalnızca Allah’a tevekkül ederler.”
En hülâsalı tevekkülün gündeme gelen şekliyle ki mütevekkillerin imamı olan Allah Resulü sav in hayatında az önceki anlattığım kıssanın özü. Diyor ki Allah azze ve celle Tevbe’de
لَقَدْ نَصَرَكُمُ اللَّهُ فِي مَوَاطِنَ كَثِيرَةٍ وَيَوْمَ حُنَيْنٍ
Tevbe 25
“Allah size birçok yerde savaş anlarında yardım etti. Hatta Huneyn günü de.” Bu sözdeki içerik şu. Her yerde yardım etti ama hele o Huneyn günü. Çünkü hezimetin en büyüğüydü. Huneyn Mekke’nin fethinden sonra oldu. Mekke de düşünce bütün Araplar “Artık Muhammed’le aramızdaki işi bitirmeliyiz. Ya o ya biz.” Mekke’nin fethiyle adetleri on bine yakındı iki bin daha iltihak etti on iki bin oldular. Araplar toplanmıştı –müşrikler-, hatta kadın çoluk çocuk ne kadar hayvanları mal varlığı varsa hepsini oraya topladılar. Öbür ayette de
“İşte insanlar sizin için toplandılar, sizinle mukatele etmek için onlardan korkun” ayeti de onun için inme.
إِذْ أَعْجَبَتْكُمْ كَثْرَتُكُمْ
“ O gün çokluğunuza güvenmiştiniz. Çokluğunuz çok hoşunuza gitmişti.” Hatta öyleleri dedi ki bizi kimse yenemez artık. On iki bin insan toplanmıştı gelen rakamlarda.
إِذْ أَعْجَبَتْكُمْ كَثْرَتُكُمْ فَلَمْ تُغْنِ عَنْكُمْ شَيْئًا
“ o günkü çokluğunuz sizin çok hoşunuza gitmişti” ama “o kalabalığın size hiçbir faydası olmadı.”
وَضَاقَتْ عَلَيْكُمُ الْأَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ
“Öyle ki sema yukarıdan inmiş yerde yukarı doğru sıkışıyorsa arasında sıkışıp kalmışsınız” diyor. “Öyle bir bunalıma düştünüz.”
ثُمَّ وَلَّيْتُمْ مُدْبِرِينَ
“ Sonra tabanları yağlayıp kaçtınız” diyor.
Hatta birisi diyor ki ben geri dönmek istiyordum ama deveme hakim olamıyordum. Sanki emir almıştı bir yerden kaçıyordu diyor. illa onların mekkeyi fetheden o insanların ki Huneyn harbi Allah Resulünün vafatından kısa bir zaman önce olmuştu. Cidden cidden korkmaları değil bu ders onlara Allah’a değil çokluklarına güvendiklerinden.
Geçen ders hatırlayacaksınız. Orada esbaba tevessül, tevekkülün vaciplerindendir demiştik. Esbaba tevessülü ihmal ederek Allah’a tevekkül şeriata münafi dedik. Esbaba tevessülü değil de ona itimat ederek Allah’a tevekkül şirk tevhide münafidir demiştik. خُذُوا حِذْرَكُمْ (nisa 71) derken tedbirinizi alın adam toplamak harbe gidecek insanın daha çok olmasını istemek sebebe tevessül dimi. Bu meşru ama ona itimat var burada
إِذْ أَعْجَبَتْكُمْ كَثْرَتُكُمْ
“O gün çokluğunuz hoşunuza gitmişti. Hemen güveni ona yüklediniz.”
فَلَمْ تُغْنِ عَنْكُمْ شَيْئًا
“ Ve o size hiç işe yaramadı” diyor.
وَضَاقَتْ عَلَيْكُمُ الْأَرْضُ بِمَا رَحُبَتْ
“ Sonra yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar geldi.”
ثُمَّ وَلَّيْتُمْ مُدْبِرِينَ
“ Sonra bozularak kaçtınız yani tabanları yağlayıp gerisin geri kaçtınız.” Diyor.
Ha! ders yerine oturdu.
ثُمَّ أَنْزَلَ اللَّهُ سَكِينَتَهُ عَلَى رَسُولِهِ وَعَلَى الْمُؤْمِنِينَ
Tevbe 27
“ Sonra Allah Resulüne ve mü’minlere sekineti indirdi.”
وَأَنْزَلَ جُنُودًا لَمْ تَرَوْهَا
“ Sonra görmediğiniz askerler indirdi diyor.
وَعَذَّبَ الَّذِينَ كَفَرُوا وَذَلِكَ جَزَاءُ الْكَافِرِينَ
“ Sonra da o kafirlere böylelike azap etti yani ceza verdi. İşte bu kafirlerin hak ettikleri cezanın kendisidir.” Diyor.
Huneyn’de bununla beraber Allah Resulünden gelen naslar yani Ben Allah’ın Resulu’yüm yalancı değilim, O’na güvendik sözlerinin akabinde Enes’ten gelen bir nakil var hadis baya uzun vakti arapça metniyle harcamamak için
Zühri naklediyor ben Enes’ten duydum diyor (Huneyn harbinde ki olayı):
“Huneyn’ de Mekke’nin fethinden sonra Huneyn harbinden sonra da baya ganimet elde edilmişti. Onlar fey olarak geldiğinde o da bazı kimselere yüz deve şu, elli deve vermeye başlamıştı diyor. Ensardan bazıları “Allah, Resülü’ne mağfiret etsin.” Yani Allah, Resulü’ne mağfiret etsin. “Kılıçlarımızdan onların kanı hala damlıyorken -daha hala kılıçlarımızda kanları kurumadı- Kureyş’e onca mal veriyor o an Müslüman olanlara, bizi unuttu.” Hatta başka nakillerde “ Etrafındaki insanlar kaçarken ‘ Ey Ensar neredesiniz?’ diye buna da dediler ki sıkıştığında ensar diyordu.” Enes dedi ki onların söyledikleri bu sözler Allah Resulü sav’e ulaştı. Allah Resulü bu sözleri işitince Ensara haber yolladı. Onları deriden yapılmış bir çadırda topladı. Ve beraberlerinde onlardan olmayan kimseyi de çağırmadı yani Ensar’dan olmayan kimse gelmesin dedi sadece Ensar gelsin. Ensar bir araya gelince Allah Resulü sav ayağa kalkarak şöyle buyurdu.
“O söylediğiniz sözler bana nakledilen sözler ne oluyor” diyor. Bir rivayette şöyle diyor: ” Siz dalaletteydiniz Allah benimle size hidayet verdi, siz fakirdiniz Allah benimle sizi zengin kıldı, zelildiniz benimle sizi aziz kıldı diyor ve böyle bir çok şey diyor. Ensar’dan ince düşünce sahibi olan fakih olan kimseler “Ey Allah’ın Resulü bizim ileri gelenlerimiz hiçbir şey söylemiş değil.” Yani büyüklerimiz aklı başında olanlar demedi bunu. “Aramızdan yaşı genç bazı kimseler daha imanın gönüllerine oturmadığı kimseler.” Allah, Resulü’ne mağfiret etsin onların kanları kılıçlarımızdan damlıyorken Kureyş’e veriyor da bizi bırakıyor demişler böyle demişler. Bunun üzerine Allah Resulü sav şöyle buyurdu diyor Enes: ‘ Şüphesiz ben küfürden henüz yeni dönmüş yani müellefetul kulub bir takım kimselere kalplerini ısındırma gayesiyle bir şeyler veriyorum. Diğer insanlar mal alıp giderken yani herkes bu haktan payları yani verdiğimiz şeyi alıp gittiler. Sizler evlerinize Allah’ın Resulü ile beraber gitmeye razı olmaz mısınız bu yetmedi mi? Allah’a yemin ederim ki sizin beraberinizde alıp gittiğiniz yani beni götüreceksiniz çünkü sahabe Mekke’nin fethinden sonra Allah Resulünün sık sık özleyerek andığı artık Mekke fethedildikten sonra Medine’ye dönmez orada kalır diye düşünüyorlardı. Allah’a yemin ederim ki sizin beraberinizde alıp gittiğiniz onların beraberlerinde alıp gittiklerinden daha hayırlıdır. Ensar “Ey Allah’ın Resulü biz buna razı olduk deyince” yani susuyorlar. Allah Resulü onlara şunu verdi. Pek yakında ha bundan evvel dediği birkaç söz var daha başka “eğer diyor hicret olmasaydı ben ensar olurdum, bütün insanlık bir tarafa gitse Ensar bir tarafa gitse ben onların gittiği tarafa giderdim” diyor. Ondan sonra diyor ki: “Allah Resulü şöyle dedi pek yakında başkalarının size oldukça ileri derecede tercih edileceklerini göreceksiniz. Allah Resulünün vefatından sonra yaşadıkları. Yani Ebu Said el Hudri gibi sahabenin varlığında bir yerde ne yediği bilinmeyen birisi Medine valisi oldu. Pek yakında başkalarının size oldukça ileri derecede tercih edildiğiniz göreceksiniz Allah’a ve Resulüne kavuşuncaya kadar sabredin ben havuzun başında olacağım.
Enes ra başka bir nakilde “ bazıları sabredemedi diyor” neyi kastediyor. Osman ra nun hilafetinde Ali ra nun hilafetinde çıkan sorunları. Ve bazıları sabredemediler diyor.
5- Barış Makamında Tevekkül
Barış makamında nasıl tevekkül olur
وَإِنْ جَنَحُوا لِلسَّلْمِ فَاجْنَحْ لَهَا وَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
Enfal 61
“ Eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de yanaş.”” Korkma, çekinme eğer onlar barışa yanaşırlarsa sen de yanaş.” Hatta Hudeybiye Musalahasın’ da olan olaylarda Mekkelilerle öyle bir anlaşma gerçekleşmişti ki Mekke’den Medineye giden olursa Allah resulü onları geri verecek ama Medine’den onlara giden olursa bunları geri vermeyecekti. Bu görünüşte Müslümanların aleyhine olan bir anlaşma gibi görünüyordu.
“Eğer onları barışa yanaşırlarsa her halükarda sen de ona yanaş ve Allah’a tevekkül et.”
Barış, sulh için bir vesiledir. Sen o vesileyi reddetme katiyetle. Ama ona da güvenmeyeceksin, vesileye. Çünkü bu Allah göstermesin Allah’a şirke kadar götürür. Biz başardık ettik gibi değil.
وَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ إِنَّهُ هُوَ السَّمِيعُ الْعَلِيمُ
“Allah’a tevekkül et. Çünkü O işiten ve herşeyi bilendir.”
6- İstişare Makamında Tevekkül
İstişare de nasıl tevekkül olur?
فَبِمَا رَحْمَةٍ مِنَ اللَّهِ لِنْتَ لَهُمْ وَلَوْ كُنْتَ فَظًّا غَلِيظَ الْقَلْبِ لَانْفَضُّوا مِنْ حَوْلِكَ فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ
Ali imran 159
“Hani Allah şöyle dedi: ‘ Senin onlarla yumuşaklığın -Allah azze ve celle buyuruyor- Senin onlarla yumuşaklığın, etrafındakilere yumuşak davranman, halim, merhametli, şefkatli davranman, müsamahakâr davranman bu, Allah’ın sana olan bir rahmeti. Bu senin becerin değil.” Nedir? Öyle olman gerekiyordur. “Eğer sen kaba ve katı kalpli olsaydın etrafında kimse durmaz dağılır giderlerdi. Etrafında kimse durmaz dağılır giderlerdi.” Bu ayetin daha başka derslerde münasebetine göre daha birçok açıklamasını yaptık.
İnsanların, Allah Resulünün etrafından dağılıp gitmeleri İslamdan uzaklaşmaları anlamındadır bizim de böyle. Ama Allah Resulü nün kendisine has bir özelliği katiyetle insanlara öğrettiklerinden dolayı sapıtacak delalate düşecek bir konumda değillerdi. Çünkü Resulün anlattıkları yüzde yüz doğru olan şeylerdi. Biz öyle değiliz bizim anlattıklarımızda biz dahil, insanların İslam’a ters düşmelerine sebep olabiliriz.
“Muhammed eğer sen kaba ve katı kalpli olsaydın” diyor ki bu mümkün değil. Onun üzerinde ona has bir özellik olarak zikredilmiyorsa bize de hitab eder. Etrafında kimse durmaz dağılıp giderlerdi diyor.
فَاعْفُ عَنْهُمْ وَاسْتَغْفِرْ لَهُمْ وَشَاوِرْهُمْ فِي الْأَمْرِ
“Onların yaptıkları hataları bağışla, onları affet. Onlar için Allahtan tevbe ve istiğfar dile ve onlarla işlerini istişare et” diyor. Burada üzerinde duracağımız yer istişarenin önemi değil. Resul vahye muhatab olmasına rağmen hata etse düzeltilebilecek bir imkan varken vahiy geliyor buna rağmen işlerini onlarla istişare et diyor. Yani yapacağın her işe sebep vesile ara. Bu esbaba tevessüldür.
فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ
İstişarenin akabinde ki katiyetle istişare bir meseleyi yüzde yüz hatasız kılmaz. Ama bu bir sebeptir. Bu sebebe tevessül etme zorundasın. Nihayetinde doğruya en yakın olan netice çıkar. Hata yüzde yüz sıfırlanmaz. Ama esbaba tevessül burada, sonra azmettin mi o işi yapmaya nasıl neticeye ulaşmışsa ulaşsın “Ve Allah’a tevekkül et” diyor. İşte bu tevekkül yüzde yüz sıfırlanamayan hatayı dahi velev ki hata da yapılmış olsa Allah onu hayra tebdil edecektir, ha! istediği gibi tebdil edecektir. Bazen bizim hoşumuza gitmeyen bir neticeymiş gibi görülür. Ama O’na tevekkül ettiysen katiyetle kendine vekil tayin ettiğine akabinde hoşuna gitmeyen bir şey de görülse itiraz etmeyeceksin. Onun hayır olduğunu düşüneceksin çünkü O’na güvendin. O, katiyetle senin için şer olabilecek bir şeyi yaratmaz.
فَإِذَا عَزَمْتَ فَتَوَكَّلْ عَلَى اللَّهِ
“O işi yapmaya da azmettiğin zaman O’na tevekkül et güven.”
Çünkü sen sebebe tevessül ettin. Ha! biz istişare ettik “Ne olursa olsun” der ona(sebebe) güvenir Allah’a güvenmezse yine az önceki verdiğimiz örnek gibi esbaba tevessül ederek Allah’a tevekkül edeceksin ama esbaba itimat etmeyeceksin güvenin Allah azze ve celleye olacak.
إِنَّ اللَّهَ يُحِبُّ الْمُتَوَكِّلِينَ
“Şüphesiz Allah kendisine güvenenleri yani tevekkül edenleri sever diyor.” Bu, Allah’ın sevme sebeplerinden, vesilelerden birisidir.
Yazıya döken Mustafa Furan