Ehli sünnet, taifetul mensura, fırka-i naciye bunların hepsi ehli hadistir. Yani asıl menhec dediğimiz zaman yaptığımız her şeyin Kur’an ve Sünnetten delili olmasıdır kaynağımız bu ikidir milimetrik de olsa sapma inhirafa sebep olacak hiçbir şeyi başka bir adla mesela Tasavvuf ona İslam dan bazı değerleri  alıp bu değerleri öne çıkarıp kamuflaj yapıp hak olan ifadelerin arkasında batılı yutturma.

Mesela

Evliyaullah Allah Dostu

bu ifade Kur’an da geçen bir ifade bu ifade alınıyor bunun arkasına bundan olmayan anlamlar yükleniyor iman edenler namaz kılanlar bunların hepsi Allah dostudur çünkü iki şeyin dostluğundan birisindesin ya Allah’ın ya Şeytanın hatta İbn Teymiyye bu konuda bir kitap yazıyor, الفرقان بين أولياء الرحمن وأولياء الشيطان

Çünkü Allah dostu değilsen Şeytan’ın dostusun ama bunu bu topluma mal etmek isteyenler ne yapıyor Allah dostu deyip aynılarından kendilerini gayrından temyiz ediyorlar Allah’ın farklı kullarıymış gibi. Ancak şeytanın dostlarından farklılık vardır eğer kıyaslayacaksan Allah’a dost olanlar deyip herkes geri kalan dost olmayanlar ben kimsenin dostuyum diyemez nasıl ki ben Allah’a kulluk takdim etmiyorsam Allah dan gayrına kulluk etmiyorum diyenlerin sözü boştur Allaha kulluk takdim etmiyorsan mutlak Allahtan başkasına kulsun.

Rahman’ın dostları denildiğinde iman eden imanının lazımlarını yerine getiren ve Allah-u azze ve celleyi birleyendir yani tevhid ehline denir. Ama Tasavvuf ehli bunu Türkler diyelim Şamanizim’den aldıkları bir inançla kişiler çalışarak tanrısal nitelik kazanabilirler Şamanizim de bunu anladınız mı ne demek  ? tanrısal nitelikler kazanma hatta yarı tanrı ifadesini de kullanırlar kutbul aktab kutbul azam gibi Allah’ın dünya da ki işlerin de tasarruf sahibi olma tasarruf ta  hak sahibi olma gibi bu anlamları yüklerler sonra kendilerine keramet adı altında ki bu tip insanlardan südur eden gördüğümüz her fevkalede olay istidraçtır. Bu mucize dediğimiz şey Rahmaniyse Allah’ın istediği zaman istediği kuluna ikram ettiği bir lütuftur ama birisi kendisinin veliliğini ispat etmek için gösteriyorsa bu istidraçtır yani şeytanidir. Onun için bu toplumda insanlar bunu ayırt edemiyorlar birisi eğer bilinçli ben fırka-i naciye taifesindenim demesine ihtiyaç yok ben selefi menhec üzereyim yani kuran ve sünnetin Selefin bize aktardığı her şeyi biz kabul ediyoruz.

çünkü bu ümmetin masumiyeti Kitap ve Sünnete bağlılığındadır bunları anlarken uygularken yaptığımız yanlışlar gayet normal çünkü bilene sorma eylemi ne zaman gündeme gelir ? bilmediğin şeyi soracağında.

Ne zaman tevbe istiğfar edersin bir hata yaptığın da sen yanlış yapmaz hata yapmaz olarak yaratılmış bir varlık değilsin ama en büyük azmimiz gayretimiz ne olmalı kasten yanlış yapmama bilerek yanlış yapmamama onun için bazı kelimeler diyelim ki şuan ehli sünnet hassaten Türk toplumunda Hindistanlılarda Pakistanlılarda da var kamuflaj olarak kullanılıyor Şeytanın bu icraatler içerisinde nereden nasıl girebileceğini hiç tespit edemiyor insanlar mesela bazen gençleri görüyorsunuz haftada 2-3 kere ders yapıyoruz diyorlar ne yapıyorsunuz ?

Tefsir dersleri diyor icraatlere baktığın zaman nasıl Türkçeye çevrilmiş bir tefsiri alıyorlar herkes bir mevzu üzerinde çalışıyor sıra sıra ders yapıyorlar bir dersi iki dersi üç dersi farklı insanlar yapıyor normalde bu bizim nazarımızda tahrifin kodlanmış adıdır. Bu insanlar rastgele tercüme edilmiş tefsir kitaplarını alıyorlar birisi Mevdudi’nin alıyor, birisi şunun bunun İbn Kesir i alıyor topluyor o mevzuda aklına en uygun olanı alıyor derste de bu mevzunun en doğrusu buymuş gibi sunuyor bu tefsir değil tahrifin kodlanmış adıdır. Halbuki tefsir diyelim beyan diyelim bir ilim babı var, ama gittiğin o yolda ki işaretlerin gösterdiği istikamette gitmezsen diyelim ki biz zaten tümden diyoruz

Sünnet Kur’an’ın Tefsiridir.

Bir ayet hakkında o ayeti anlamak istiyorsanız düzgünce önce sağlıklı bir şekilde mealini anlamaya çalışmamız gerekir, Türkçeye aktarımını.

Bunun yanında bu ayet hakkında Resulden gelen sahabenin bize aktardığı ne var? Bunu bilmemiz gerekir.

Belki meal yazarken o ayet hakkında gelen sahih rivayetlerin bir ikisinin nakletsen o ayetin anlamı biraz açılabilir. Diyelim ki Buhari’nin yaptığı gibi. her sure ile alakalı birkaç ayeti ile nas var ama geniş geniş girmemiş. Ha suyuti ne yapmış? Daha geniş bir şekilde girmiş buna.

Bu yanlış anlamanın önüne geçmenin yani en önemli engellerinden birisidir. Katiyetle akli, hissi, duygusal veyahut bazı naslardan icazi olarak birebir alakası yok ama bundan bu manayı çıkardım hissettim diyebiliyor bu tip tefsir yazanlar da var. Buna icazi tefsir adını veriyor.

Bazı kelimeleri, fırkaı naciye, ehli sünnet, şu bu gibi tesmiyeler çoğalmıştır bu ortamda. Öyle ki dağılmışlardır, adam tutuyor bir köfteci dükkanı açıyor, tevhid köfte diyor. Bu isimler rastgele yerde kullanılıyor yani kendisinin tevhid ehli olduğunu söylemek istiyor burada.

Onun için bu ifadeleri koymuşuz yani ehli sünnet, taifetu mansura yardım edilen taife, fırkai naciye kurtulan taife bunların hepsi ehli hadistir. Zaten hadis ile ilişkisi yoksa çünkü önce hadis ile ilişkiyi koparıyorlar. Doğrudan doğruya değil, tedrici merhale merhale değersiz kılmaya giden bir yolda gidiyorlar.

Bu vasıfların hepsi seleften varit olan sıfatlardır. Zira bu tesmiye isim ile müsemmanın uyumluluğu, neticesi nasların muktezasınca olmuştur. Bu tesmiyeler Abdullah bin mübarek, Ali ibnu medeni, Ahmed ibn hanbel, Buhari, İshak bin rahavey ve sairlerinden nakil olmuştur.

Mesela bir Tasavvuf ehli demek, dikkat çeksin onun üzerinde yoğunlaşılsın diyerekten Tasavvuf İslam’ın neresinde dedik. Eğer Tasavvuf İslam’ın kendisi ise başka bir isim ile tesmiye etmenin anlamı ne? Mutlak bunun ile bize bir şeyler yutturmaya çalışıyorlar demektir.

İslam’dan üst bir şey ise bu mümkün değildir ama topluma baktığın zaman böyle gösterilmeye çalışıyor. Biz burada ehli sünnetin akidesi dediğimde rastgele bir insanın ettiği bir iki söz ile mesela, bizim arkadaşlar dahi Nurettin yıldız şişe dokunmasın, ete kemiğe felan değilmesin tipinde yaptığı sohbetlerden bizim arkadaşlar bile onu selefi zannediyor.

Mesela dün Fatih Altaylı tweter da bir yazı atmış, Erdoğanın etrafına Selefilerin yoğunlaştığını söylüyor. Erdoğan kim Selefilik kim, adam selefiler ile görünmek bile istemiyor.

Toplum Selefiliği istediği gibi tanımlarsan öyle tanıyor. Yani bir Tekfirci ye Selefi diyebiliyor. Onun için bu kullanılan kelimelerin kelime olarak kullanılışı ile, ona yüklenilen anlam ile devamlı bir uyumluluk arama zorundasınız.

Şimdi biz selefi menhec üzere İslamı yaşayan Müslümanlarız dediğimizde bir düşünceye, fikre nispet edilmiyoruz. Eylem olarak nedir bu? Söylediğimiz her söz, yaptığımız her iş mutlak Kurana ve Sünnete dayanmalıdır. Eğer hareket halinde bunu gösteriyorsak eylem halinde o zaman cidden biz selefi menhec üzere giden bir topluluğuz.

Bunu söz ile söyleyip hareketlerin ters düşüyorsa bu selefi menhec olamaz. Yani isim ile müsemma, ismi müsemmayı anladınız mı? Şimdi ben buna makas desem, isim olarak kullandığım kelime makas ama size gösterdiğim şey, müsemması ney? Bu makas. Müsemması ise makas değil bu gözlük. Yani müsemma, isim ile müsemmanın uyumluluğu ne demek? Ben size makas diyorsam elimde de gösterdiğim makas olmalı.

Eğer ben başka şey söylüyor, gösterdiğim başka şey ise o zaman isim ile müsemma arasında uyumluluk yoktur. Ben ehli sünnet, selefin menheci üzere İslam’ı yaşayan bir Müslümanım dediğin zaman mutlak söylediğin söze kaynak olarak bir ayet ve onun yanında da bir hadis olmalı. Ve katiyetle hiçbir şekilde bunun dışındaki bir söze yer vermemek gerekir. Ancak konuştuklarımız bu ikisini anlatır nitelikte. O da o denli cümleler kurmalıyız ki haktan uzaklaştıran değildir, tahrif eden değildir yani noksanlaştıran ziyadeleştiren hiç değildir.

İmamlardan bir çoğu da ilim ehlinden bir çoğu yani selef akidesine sahip alimlerden biz tutup da bazılarının diyelim imam Maturidi bizim için bir selef alimi değildir. Mutezili menhecli tamamen akla dayalı, Yunan felsefesi doğrultusunda hareket eden bir düşünce sahibidir.

Ha ne var, kitabında bazı İslami değerlere yer vermiştir. En basiti ebu Hanife’nin yer verdiği değere o vermemiştir. Mesela Ebu Hanifenin Fıkhul Ekber kitabına baktığımızda, ona nispet edilen kitaba birkaç mevzu hariç tamamen selefi menhec üzere konuştuğunu görürsünüz. Mesela Allah azze ve celle arşa istiva etmiştir der. Ama kim arşın semada, yedi kat semanın üstünde olduğunu inkar ederse o kafirdir diyor.

İmam Maturidi de Kitabu Tevhid de nasıl ki Allah ikidir demek şirk ise Allah arşa istiva etmiştir demek öyle de şirktir diyor.

Yakın bir kıyaslama ile hareket etseler yani temyiz edici bir mütalaa sistemimiz olması gerekir. Devamlı hak ile batılı birbirinden ayırt edici ölçülere sahip olmamız gerekir. Herkez münferiten, cemaaten akideyi öğrenirken daha baştan doğruyu yanlışı temyiz edecek.

Mesela bu İstanbul sözleşmesinde , sen yazmıyor musun? Aklına mı topluyorsun? Sakın aklına toplama. Çünkü Allah Resulü ;

          قَيِّدُ الْعِلْمَ بِالْكِتَابَةِ

         “İlmi yazarak kaydedin.” diyor.

İstanbul sözleşmesi hazırlanırken ben ordaydım diyor. Başından sonuna kadar okudum diyor. Bunu kabul etmek yanlışmış diyor sonunda. Sema Maraşlı gibi bir kadın çıkıyor yanlışlarını gösteriyor. Halbuki oradaki o kimse daha baştan onun yanlışlarını fark etmesi gerekir de mi? Kabul edilip imzalanıp senelerce uygulanıp birçok insanın mağdur edilmesine sebep kılınmıştır. Düşün 17 yaşında bir kızla evleniyor, birisi şikâyet ediyor iki çocuk sahibiyken hapse alınıyor tacizden dolayı. Buna taciz diyorlar.

Onun için devamlı temyiz edici bir eğitim sistemi ayrıştırıcı bir eğitim okuma sistemi yani yanlış en azından sırıtmalı gözümüzde. Veyahut o yanlıştan ilk elde edindiğiniz bilgiler sizi rahatsız etmeli daha önceki öğrendiğiniz doğrularla çakıştığında. Daha önceki doğrularla çakıştığında. Biz bu menhecle çünkü selefi menhec temyiz edici bir menhectir. Birisinin konuşmalarını dinlerken yazdığı yazıyı okurken bu üslupla okuduğunuzda temyiz edersiniz belki biz şöyle diyoruz, mesela Ahmet Kalkan Eyüp’teki derneğe geldiğinde hatırlayan var mı? Bu hadis inkarcılığı dedim. Bazı arkadaşlar bile hocam çok ağır konuştun. Üç sene sonra daha net çıktı açıktan. Ben ta 90 senesinde İslamoğlu için bu hadis inkarcısı dedim. Çünkü kullandıkları menhec bunu sergiliyor. Bunu ortaya çıkarıyor.

 Mesela Aydemir denilen adam için bu söylediği sözler hadis inkarcılığıydı. Baktığın zaman hadis inkarcılarının geçmişine böyle başlamışlardır. Haa birisi de tutuyor bizden olduğunu düşündüğümüz birisi hoca diyor öyle birisini böyle yaftalamamalıydı diyor. Bazı hadis alimleri hadisleri inkâr etmiş diyor. Bakın bir inkâr kelimesi o kişinin bu üslubu usulü bilmediğini gösterir. Hadis alimleri hadis inkâr etmez. Hadis alimleri kaide ölçüleri dahilinde bu hadis ihdicaca müsait veyahut müsait değildir derler. Yani rivayeti metni nakledenlerin sikalığında sorun olduğu zaman biz nakledilen haberde de sorun görüyoruz. İnkâr değil onunla ihdicacı gitmiyoruz. Her şeye rağmen ihtiyatı biz bırakmıyoruz.

 Hatta hadis alimlerin bir hadis hakkında hüküm verirlerken hüküm isnadı hakkındadır. Bu rivayetin isnadı zayıftır derler. Bu demek değildir ki katiyetle hele demek değildir hadis zayıftır demek değildir. Buradaki isnad zayıf olmasına rağmen başka bir isnadla o sened sahih olabilir. Onun için bu rivayetin isnadı zayıftır deriz. Kullandığımız kelimelere çok dikkat etme. Hadis alimleri de inkar etmiştir diyor. Çok aptalca bir söz bu. Hadis inkarcısı kimdir? Usule kaideye uymadan haberlere aklınca yorumlayıp ters düşünce reddetmektir. Hadis alimleri katiyetle hadis inkar etmez. Aklına göre de bir rivayeti, akına yatmasa hoşuna gitmese bile usul ve kaideye uyuyorsa biz onu kabul ederiz. Haa yine anlayamadığımız yerler kalabilir mi tabi ki kalabilir. Şimdi bu usulü bilmeyince birisi güya bize reddiye vermek için diyor ki hadis alimlerinden bazıları işte inkâr etmiş bazıları şey yapmış sözünün yanında birisinin sahih dediğine birisi zayıf diyebiliyor bunu usuldeki istikrarsızlık olarak yorumluyor. Halbuki usuldeki kaide aynıdır. Ravilerin bu kaidelere uyumluluğu nispetinde, muvafakati nispetinde o hadise hüküm verilir.            

Mesela Enes’in Medine’de talebeleri var. Bunların içinde Yemenli de var Şamlı da var. Yemenli tedrisatı bitirdiğinde Yemene gidiyor. Şamlı tedrisatı bitirince Şama gidiyor. Eneste çıkan hadis, iki kişi ile ayrılıyor. Daha çok da olabilir. Yemene giden, okuyan, talebe orada bir ders halkası kurar. Onunda beş-on talebesi olur. O ravilerden birisi yoluyla hadis Abdurrezak ibn Hammama ulaştığını düşünün o ravide zayıf. Abdurrezak’ın bu hadis hakkında ki hükmü ne olur? Bunun isnadı zayıftır der. Ama Şama giden talebe, oda orada halkası kurar. Onun da talebeleri olur. Onlardan birisinin yoluyla giden Evzai (r.h.m) ulaşan isnadı sahihtir, oda o hadise sahihtir der. Şimdi bu çelişki mi? Hadis inkarcıları böyle bu belaya bulaşıyorlar. Güya bizim, aramızda da ihtilaf ettiğimizi kaide yönü ile ihtilaf ettiğimizi, ravinin şahitliğini tespit de sorun olabilir. Buda zaten içtihada açık değil mi? Bir kadının hakimin hükmetmesi gibidir. Onun için hadisçiler katiyetle hadis inkar etmez. Zayıf isnadı olan bir hadise bile bu hadis zayıf demezler. İhtiyaten ne derler bunun isnadı zayıftır derler.

  Onun için akide de menhec denildiği zaman biz buna selefin menheci diyoruz. Selefin menheci bir kişiye nispet değil. Ama ben Maturidiyim dese birisi kime nispet edilir? İmam Maturidi’ye. Eşariyim dese birisi Hasan el-Eşari’ye işaret ediyor. ama ehli sünnetim dediğinde sahabe tabiin bu yolda gidenlerin tümüne nispet var. Eğer bir insana nispet varsa nispet böyle bizde.

  Düşün Ömer başka düşünebilir. Ali başka düşünebilir, değil mi? Ama hepsi Resule uyana. Ona ne kadar muvafakat ediyorsa menhecin tespiti böyledir. Anladınız değil mi? Buna sebep, akide dersi yapmadan evvel. İmamlardan bir çoğu da bu mevzuda telif etmiş oldukları eserlerine bu isimleri vermişlerdir. Yani öyle isimler veriyorlar ki misal, imam İsmail el- Sabuni akideye dair yazmış olduğu şu isimleri vermiştir. Akidetu el-Selef Akidetu el-Ashabul hadis, mesela Lalekani ise Akidetu ehli sünnet, bu isimleri vermişlerdir.

  Bu mevzuda Şeyhul İslam İbn Teymiyyenin Fetava’sına bakabilirsiniz. Yani üçüncü cilt dokuzdan doksan beşe kadar olan yere. Fırkatun naciye. Allah Resulünün sünnetine ittibalarına binaen ateşten kurtulanlar demektir. Yani necat ehli olan fırka. Yani yetmiş ikiden olmayan demektir. Fırkai naciye o yetmiş üçten biridir.

  Bu isimlendirmede Resulullah (sav) şu hadisine dayalı. Şüphesiz bu ümmet yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Birisi hariç hepsi ateştedir. O da cemaattir. Buna binaen selef imamlarından bir çoğu ehli sünnete Fırkai Naciye demişleridir. Şu hadise binaen ümmetimden bir taife kıyamete kadar hak üzere kaim ve muzafferdir. Taifetu mensura. Yardım edilen taife. Bazen sadece cemaat bazen de ehli cemaat deniliyor. Yani topluluktan ayrılmayan, cemaat bundan maksat hak üzere icma eden ehli sünnet fırkanın ictimadan maksat fırkalaşmanın zıttıdır. Binaenaleyh usul ed-Din ile toplananlardır. Çünkü burada usul ed-Din nedir? Asıl Kuran ve Sünnettir. Onun yanında katiyetle bir kaynak yoktur.

  Hele Tasavvuf adını koyacaksın. Şeriatı hakikati ayıracaksın. Şeriat Kuran ve Sünnet ise hakikatte odur. Eğer din fetva Kuran ve Sünnetten veriliyorsa, o fetva nedir? Takvadır. Takva farklı fetva farklı diyemezsiniz.

Soru Cevap

Dersteyken, İmam Maturidi hakkında birkaç tane ehli Sünnetin yolundan ayrıldığı birkaç mesele zikrettiniz?

Toplumdan ayrıldığı görüşlerden önce usulde menheci Muteziledir. Bu sorundur bizde.

– İmam Eşari de aynı mı?

– İmam Eşari dönmüştür. Döndüğünü de itiraf etmiş. İtirafına dair kitabı da vardır.

– Peki ya günümüzde ki Eşariler’in inançları nedir?

Alakası yoktur. Günümüzde kendilerine Eşari diyenler, Bâkıllânî ile Fahreddin er-Razi’nin menheci üzeredirler. Çünkü Eşarilik mezhebini Bâkıllânî ile Fahreddin er-Razi tedvin etmiştir. Kaldı ki Fahreddin er-Razi Kitabu et-Tefsirde, tefsir kitabında İbn Huzeyme için şirk ehli diyor. Onun kitabına şirk ile dolu bir kitaptır diyor.

Ebu Said – El Yarbuzi

Yazan: Ankaralı Mehmet Şahin 

Harun

Yahya

Baran

Bizleri Takip Edin 

Akide Dersi 3

 

Similar Posts