Selefilik Bir Menhec Mi Yoksa Cemaat Mi?

Selefilik bir menhec mi yoksa cemaat mi? Selefilik hasseten sahabe ve tabiine güzel bir şekilde itikatta amelde yani ahkam, muamelat, terbiye ve nefis tezkiyesinde onlara tabii olmaktır.

Kur’an’a ve Sünnete tabii olmak, Kur’an’a Sünnete inandığını söyleyen herkese vacip olan asıldır. Doğrudan doğruya Kur’an ve Sünnete tabii olmanın yanında en doğru olan bu rivayet zincirinin ilk halkası olan sahabe yani Allah resulünden gelen Kur’an’a dönük, Sünnete dönük ne varsa daha sonraki insanlara aktaran sahabenin Resulden öğrendiği şekli ile nasıl tatbik edip uygulamışlarsa aynen kendilerinden sonrakilere de aktarmakla o denli görevli kılınmışlardır.

Kur’an’ın Sünnetin talimine baktığımız zaman Kur’an da katiyetle müminlerin yoluna uyarak, tabii olarak Resule tabii olma, ayette dediği gibi;

 وَمَن يُشَاقِقِ ٱلرَّسُولَ مِنۢ بَعْدِ مَا تَبَيَّنَ لَهُ ٱلْهُدَىٰ وَيَتَّبِعْ غَيْرَ سَبِيلِ ٱلْمُؤْمِنِينَ نُوَلِّهِۦ مَا تَوَلَّىٰ وَنُصْلِهِۦ جَهَنَّمَ ۖ وَسَآءَتْ مَصِيرًا[1]

Her kim hüda, doğru yol yani Kur’an Sünnet beyan edildikten sonra, kim tarafından? Resul. Çünkü Kur’an’ı beyan eden, açıklayan Resuldür. Müminlerin yoluna, onlara ters düşerek, onların yolundan ayrılarak her kim Resule muhalefet ederse onu süluk ettiği yolda, döndüğü yerde bırakırız. Ve sonra onları alır ateşe atarız ki orası ne kötü gidilecek bir yerdir diyor.

Binaenaleyh Kur’an’a Sünnete ittiba, tabii olma sahabeye haasseten sahabeye en güzel şekilde tabii olanların yolunu, o silsileyi devam ettirmek ile mümkündür.

Onun için selefilik, bir mezhep bir cemaat bir görüşe tabii olan veyahut olmanın alameti isimlendirilmesi değildir. Her ne kadar daha sonrakiler buna selef mezhebi deyince kelime anlamı ile bunu kullanıp yani öncekilerin ki öncekiler denildiği zaman Allah Resulünden sonraki başlayan devreyi biz tesmiye ederiz. Sahabenin, tabiinin, onları takip edenlerin itikaden menhecleri ve amelen tabii oldukları menhec üzere hareket etmektir. Aynı anda biz “Menhecu Ehli sünneti ve’l Cemaa” da deriz. Yani ehli sünnetin menheci. Çünkü sünnet ehli olarak kalabilmenin tek yolu o menhecten katiyetle ayrılmamakla mümkündür.

Aynen devamlı örnek verdiğimiz gibi İbn Ömer’den, İbn Abbas dan, Ali r.a dan ki o devir, o ortam Müslümanların, Allah Resulünden sonra bu dini öğrenip, yaşayıp, aktaranların ilk devridir yani sahabe devridir. O an müsbet veya menfi yani istenildiği gibi İslam’ı yaşama bazen İslam’ı noksan yaşama, arızalı yaşama gibi sorunlar zuhur ettiğinde nasıl, neye tabii olunması gerektiğini bize gösterdikleri gibi.

İbn Ömer’e gelip diyorlar ki, Temettu haccı için ne dersin? O da diyor ki, Allah Resulü yapmıştır. Peki Ebu Bekir, baban bunu yasaklamışsa? O da diyor ki, subhanallah! Allah Resulü bunu yapmışsa, Biz şimdi kime uyarız? Allah Resulüne mi? Babama yahut Ebu Bekir’e mi? Tabi ki Allah Resulüne diyorlar. O zaman Allah Resulü yapmıştır diyor.

Gördüğünüz gibi o insanlar adalet yönüyle tezkiye edilmiş kimselerdir. Ama masum değillerdir. Herhangi bir sebepten dolayı nassın serehatine ters düşebilecek bir konumda bulundukları an menhec nedir? Ebu Bekir’in, Ömer’in şanı, büyüklüğü öne alınarak onlara tabi olmak daha evladır şeklinde bir söz söylemeden önce onu Allah resulünün yapıp yapmadığıdır. Veyahut o konuda Allah Resulüne ters düşülüp düşülmediğidir. Hemen menhece dönülüyor. Biz buna Selefin menheci diyoruz.

Ali r.a ile Osman r.a arasında geçen olayda da Osman r.a da temettü haccını yasaklıyor, Ali r.a hac ve umreye beraber diyor, niyet ediyor. Buharideki geçen nakilde. Az önceki İbn Ömer’den naklettiğim nakil Tirmizi dedir. Ali r.a hac ve umre beraber yani temmetü ya niyet ediyor, Osman r.a bana muhalefet mi edeceksin diyor. Osman r.a halifedir. Yani ulul emre itaat vacibattandır. Ama ortada bir amel var. Nasıl yapılması gerektiğini tain de , tespit de Ali r.a diyor ki Allah Resulünün yaptığı bir şeyi ben birisinin, rastgele bir konuşmada Osman r.a ya birisi diye hitap etmez. Edilmemesi de gerekir. Ama Allah Resulünün yanında zikrediliyorsa “ben birsinin sözüne sebep Allah Resulünün yaptığını bırakmam” diyor. yani Resule muvafık amel işlemeyen birisi, makam, mevki, mansıbı ne olursa olsun Resulün yanında, onun yaptıklarının yanında, onun emrettiklerinin yanında nedir? Birisidir, birisinin sözüdür, birisinin amelidir, birisinin yaptığıdır. Hiçbir şekilde Resulün yaptığına ters düşmez. Düşmemesi de gerekir.


[1] Nisa 115

Böyle bir meselede yani selefin menhecine tabi olmada daha önceden yanlış anlaşıldığı için diyelim belki bizim bu meseleyi dolu dolu anlatamamamızdan da kaynaklanan bir sebep olarak selefin anlayışı ile selefin menheci farklı şeyler olduğu düşünülerek birbiri ile çekiştirilmemelidir. Düşünün sahabeye, onların yoluna tabi olma Kur’an’ın emrettiği bir şeydir. Onları tezkiye eden de Allah’tır ve Resulüdür. Onlara tabi olmamız gereken yer neresi? Onların Kur’an’a ve Sünnete uyan söz ve fiilleridir. Eğer onların dahi söz ve filleri Kur’an’a uymuyorsa Resulden gelen nassın mantuku bütün serahati ile ortadaysa biz Resule uyarız buna menhec denilir.  İşte bu menhecten gelen her şeyi bize yine aktaran onlardır. İşte bu noktada kişinin adaletinin tespiti ile hasseten sahabeyi kastederek söylüyoruz adildirler, masum değillerdir. Kişinin adil olması her yaptığının doğru olduğunu göstermez.

Onun için Selefilik bir menhectir. Bazılarının dediği gibi mezhep, cemaat, tanzim değildir. Yani bir kişiye nispet değildir icabında Eşarilik, Maturidilik bir kişiye nispettir.  Veyahut haricilik gibi bir düşünceye nispettir. Ama Selefi olmak kesinlikle bir düşünceye, kişiye nispet değildir. Kendilerinde bir mezhebe tabii olma ağır basan, doğru olduğu düşünülen bir kanaat olması hasebi ile Selefilik de bir mezhep eğer mezhebi kelime anlamı ile ele alsak doğru ama bu mezheb, bu yol sahabenin yoludur. Yani onların düşüncesine nispet edilen, amellerine nispet edilen bir şey değildir. Çünkü birilerine ismen nispet edilerek isimlendirilmek istese herhalde Ebu Bekir’e, Ömer’e, Osman’a veyahut sahabeden herhangi birisine nispet en güzeli olurdu.

Onun için selefin menheci denildiğinde katiyetle selefin fehmini, anlayışını bundan ayırarak çünkü selef dediğimizde o zatları kastedersek ki onları kastediyoruz sahabeyi, tabiini, onlara en güzel şekilde uyan nesli kastediyorsak bunların naklettiklerine yani Kur’an dan ve Sünnetten nakledilene tabii olmaktır. Onun için Selefilikte, selefi menhec üzere olma katiyetle nakle itimatla başlar. Binaenaleyh o nakli yapanların adaleti ile alakalıdır. onun dışında hiçbir şey katiyetle bu ikinin yanında da olamaz, etrafında da olamaz, ona eş, denk olarak da düşünülemez. O zaman selefin menhecinden çıkarsın. Sen istediğin kadar o ismi kullanma kastı ile de söylemiş olsan. Mesela zamanımızda veyahut bizden önce Maturidilik, Eşarilik gibi itikadi mezhepler Mutezili olarak isimlendirilmelerinden, anılmalarından, onunla hatırlanılmalarından rahatsız olarak bir revizyondan geçiriyorlar güya itikatlarını bizde ehli sünnetiz diyerek bu ismin gölgesinde altında bu sınıfa dahil oluyorlar. Sünnilik de böyledir. Dikkat ederseniz Sünnilik, kendisini Allah Resulünün Sünnetine nispet edendir. Kur’an’ı Sünnet ile anlayan kimselerdir. Bir isme veyahut düşünceye nispet değildir, Resulden gelene nispet etmedir kendisini.

Binaenaleyh adil olan tezkiye edilen kimse de olsa, Resul dahi olsa dikkat ederseniz Resule itaat, tabii olma Allah’ın izni iledir. Ona bile emredilirken;

ٱتَّبِعْ مَآ أُوحِىَ إِلَيْكَ sana vahyedilene tabii ol diyor. düşüncene, kanattine, görüşüne değil. aynen insanlar arasında    فحكم بِمَا أَرَاكَ اللّهُ Allah’ın sana gösterdiği şekilde hükmet. Gördüğün şekliyle değil. İbn Abbas’ın dediği gibi. Burada biz Resule ittiba ederken dahi vahiyden ona ulaşan bize aktardığının da o olduğunu düşünerek biz hareket ederiz. Eğer bir farklı ayrılma ile düşünsek Resul de beşerdi, o da hata ederdi Kur’an da Sünnette nakledildiği gibi ama onun hatası bize Allah’a kulluk eylemi dediğimiz şeylerde Kur’an’a Sünnete asla ters düşecek bir halde olsa o uyarılıyor idi, ikaz ediliyor idi, onun hatası düzeltiliyordu. Onun için ondan sonrakiler ise biz bunu düşünemeyiz. Yani Resulden sonra herkesin hatasının sağlaması nedir? Kur’an ve Sünnettir. Sahabeden yani selef dediğimiz kimselerden bir anlayış, görüş ve amel bize nakledilmişse o amele itibar Kur’an ve Sünnete uyduğu nispettedir. Veya onlardan bize gelen söz veya fiil Kur’an ve Sünnetin aslına ters düşmüyorsa bu onlar için makul olandır. Biz ise selefin fehmi değil menhecine önce tabiyiz. Tabi ki onların fehmi Kur’an’a Sünnete ters düşmediği sürece geçerlidir. Veyahut kendileri için geçerlidir o an. Çünkü temettuhu yasaklama Ebu Bekir’in, Ömer’in, Osman’ın r.a’ın onların anlayışı değil mi? Biz selefin anlayışıdır diyerek orada Ebu Bekir’e, Ömer’e mi uyarız? İbn Ömer’in dediği gibi Allah Resulü bir şey yapsa babam bir şey yapsa hangisine uyarız? Allah Resulüne. O zaman Allah Resulü yapmıştır diyor. biz Resule uyarız. Burada menhece yani Kur’an’a ve Sünnete ters düşen selefin görüşü itibar görmez. Ali r.a’ın dediği gibi halife Osman onunki de Kur’an ve Sünnete ters düşüyorsa Ali r.a’ın yaptığı gibi yaparız. Burada biz Osman’ın, Ömer’in, Ebu Bekir’in radıyallahu anhumun görüşlerine değil, Ali r.a’nun da görüşlerine uymuyoruz, İbn Ömer’in de bize Kur’an Sünnetten anlatılan menhec üzere olan hale uyarız. İbn Abbas’ın da dediği gibi r.a’nun “sizin üzerinize taş yağmasından korkulur.” Diyor. “ben Allah resulü dedi diyorum siz ise Ebu Bekir ve Ömer dedi diyorsunuz.”

Bu denli hakikatten uzaklaşmış taifelerin yanında muteber bir imam için dahi falanın sözü ne değer taşır ki Allah Resulünün sözünün yanında deseniz bunu bile saygısızlık kabul ederler, ediyorlar. Ömer ve Ebu Bekir için radıyallahu anhum Allah Resulü böyle yapmıştır dediğinizde bunu dahi anlayamazlar. Rastgele birisi için bile bu gibi tavrı saygısızlık kabul ederlerse buna hiç tahammül edemezler yani Kur’an’ın Sünnetin özünü anlayamazlar.

Bunun için Selefilik, selefi menhec üzere olma katiyetle tefrik edilmeden hem itikadi hem de amelidir. İtikaden de onların menheci üzere yani usulü üzere olmamız gerekiyor. Amelde de onların menheci üzere olmamız gerekiyor. Muasır bazı toplulukların, cemaatlerin dediği gibi önemli olan itikaden selefin menheci üzere olmak derken itikadın amele nispeten önemi vurgulanmak için böyle deniliyorsa bu olur ama ameli istediğin gibi tatbik edersin uygularsın anlamı çıkıyorsa bundan katiyetle bu olmaz. Yani itikaden de menhecin selefi üzere olmamız gerekiyor, amelen de.

Bazıları bunu ayırt ederken lüp ve küsur yani öz ve kabuk diye ayırırlar. Dinin özü, itikadı boyuttaki kısmı önemlidir amel bunu koruyandır devamlı. Bu gibi sözlerin temeline bakarsanız hangi asıl ve kaide üzerine bina edildiğini anlar mısınız? Birisi size ilk duymuş olduğunuz şu sözü, ilk duymuş olsanız itikadı ve ameli öz ve kabuk diye ayırsa lüp ve küsur diye ayırsa bu sözün kaynağının, menbanın de olduğunu düşünürsünüz? Amelin imandan olduğunu kabul etmeyen taifenin sözüdür bu. Ona dayalı bir mantık ile oluşmuş bir düşüncedir bu. Biz katiyetle her amelin terkinin veyahut bir haramın irtikabının dinden çıkaran bir şey olduğunu düşünmüyoruz katiyetle böyle bir düşüncemiz yoktur. Ama en edna ölçüde birisinin adaletinden bahsedilirken hasseten hadis ilminde ولا يسر على الصغائر     küçük günahlarda da ısrarlı birisi olmayacaktır. Çünkü onun götürdüğü yer neresidir? Tahmin edemezsin önceden. Ancak firasetli bir mümin, ilim ehli olan isimlendiremese bile o gideceği en son noktayı şuraya varır diye şöyle bir günahı irtikab eder diye isimlendiremese bile en azından dalalet fırkası olarak tesmiye edilen bir fırkada bulur kendini. Aynen İbn Mesud’un o mescitte halka halka olmuş zikreden insanlar için nakledildiği gibi ravi diyor ki o halkada bulunanların hepsini nehveran günü haricilerin safında buldum diyor. katiyetle haktan inhiraf önce çok basit, önemsiz görünür ama ileriye doğru çok büyük boyutlara varabilir. Onun için katiyetle küçük günahlarda da ısrar edilemez.

Onun için menhec Kitaba Sünnete uymada itikaden de aynıdır amelen de aynıdır. Hatta buna muhalif olarak zikredilen diyelim ki bu kerhinin sözüne baktığınızda usulde kendileri de söylüyor, itikadi ve ameli boyutta ölçü haline gelmiş bir söz. Bizim hükmümüze, verdiğimiz hükme varmış olduğumuz kanaate, fetvaya ters düşen bir ayet ve hadis o ya mensuhtur veyahut da tevil edilir. Veyahut rivayetse tevil edilir veyahut zayıftır diyor.

Bunu Kur’an ve Sünnetle kıyaslamadan önce mücerreden kendisini nispet ettiği Hanefi usulcülerdendir kerhi. Ebu Hanife rahimehullahın sözlerine bakın “benim Kur’an’a Sünnete ters düşen bir sözümü gördüğünüzde onu alın duvara çalın” diyor. ha bu sözü söyleyen birisinin biz kasten Kur’an’a ve Sünnete ters düştüğünü düşünmeyiz değil mi. Hataen, bilmeden hata yapar. Ama kendi sözüne, fetvasına, hükmüne bir ayetin hadisin ters düştüğünde o ya mensuhtur tevil edilir gibi bir söz söylüyorsa bu adamlarda kasten Kur’an ve Sünnete ters düşme vardır.

Onun için biz her ne kadar insanlar kendisini Allah’ın takdir ettiği, makam mevki verdiği birisine nispet de etseler hiçbir zaman onların hataları diyelim ki Hristiyanların küfür, şirkleri haşa İsa aleyhisselam’a nispet edilemez. İsa aleyhisselamın yolu üzere kalanlara da nispet edilemez. Bazen o denli hataları tasnif ettiğimizde bu hatalar sonradan gelen Hristiyanlarındır. Veyahut Allah Resulünün zamanından beri İsa aleyhisselam’ı İlah edindikleri bilinen kimselerdir bunlar.

Onun için menhec, usul dersek eşit hani bir zaman birisi diyor ya itikadi usulü bilmeden itikatta istikamet sahibi olamayız diyor. mücerreden biz bu sözü işitsek doğru bir söz deriz. Bu nedir? Sahabenin menheci, tabiin’in menheci onlarda alıp sonraki gelenlerin ehli sünnet dediğimiz o camianın şimdi kendisinine ehli sünnet diyenlerin değil. bunu diyeceksin şimdi Ebu Bekir Sifil’in sözü bu sonra bir hadis geldiğinde hadis varsa akıl da var diyeceksin kimin menhecinde bu? İstediği kadar bu insan kendisine ehli sünnet desin. Bu hata ilmi noksanlıktan kaynaklanan bir hata değil belki daha masum bir ifade ile şöyle diyebiliriz, selefi, sahabeyi tanımayan birisidir bu. Cidden usulü bilmeyen birisinin sözüdür bu. Ha kendisine belki yakın geçmişinden birisini imam, kudve düşünmüştür aynen Muhammed Zahid El-Kevseri gibi. Onun sözlerini ihya etmeye çalışan bir gayret var bu insanlarda. Onu taklit ediyor.

Kendisinden önce gelmiş, yaşamış veyahut yaşayan bir ilim ehlinden istifade bizim katiyetle ayıpladığımız bir hal değildir. Ama biz onun bile sözlerini Kur’an sünnete uyduğu şekli ile alırız. Diyelim ondan daha yakın bize Şeyh Elbani gibi birisinin sözlerine itibar ederiz çünkü onun menheci belli. Hata eder mi? Eder. Ama kasten bilerek değil hataen eder. Onun emsali bir ilim ehli bunun hatasını düzeltir. Ama selefin menheci dışında kalanlar tabi oldukları insandan öğrendikleri doğruları kendilerinden sonrakilere ulaştırdıkları gibi aynen de onun hatalarını ulaştırmada devam ederler. O hata bir yerde birisi tarafından tenkit edilmez. Edilemez de. Ama bu ümmetin sadrında, evvelinde Ömer’in Abdullah’ın babası karşı çıkıyor. Osman r.a Halife Ali r.a “ben birisinin sözüne sebep Allah Resulünün yaptığını bırakmam” diyor. onu anlamış kimseler ancak bu an bunu yapabilirler. Değilse mümkün değil, hatalarını da doğrularını da. Doğruların devam ettirilmesi güzel bir şeydir hataların devam ettirilmesi güzel olan değildir. Aynen Allah Resulünün Şeyh Elbani’nin hasen bir senedle zikrettiği tahkik ettiği لا تجتمع امتي على ضلالة ümmetim dalalet üzere içme etmez. Bu ne anlama geliyor? Ha bize yakın olduğunu düşündüğümüz bazılarının dediği gibi de biz, bizim ümmetimiz أمة مرحومة derken tamam merhamet edilmiş bir ümmet ama ki sahabe bunun önünden gelir teker teker bu insanlara muhatap olduğumuzda bunların hepsine tümden muhatap olmuyoruz ki bizim ortamımızda yaşayan birisiyle veyahut bize kalan kitaplarıyla yetiniyoruz. Katiyetle Fırka-i Naciye olmaları, merhamet edilmiş bir ümmet olmaları ferden muhataba aldığımızda illa her yaptıkları doğru anlamında değil temelde doğruluk üzeredirler, menhec üzeredirler, adildirler ama hata yapabilirler. O hataların sağlaması nedir bizde? Kur’an ve Sünnet ile. İtikaden ve amelen. Nasıl ki itikaden selefin yolu önemli amelde de böyledir. Onun için bizde menhec hem itikadi hem de amelidir. İtikaden selefe tabii olunduğu gibi ameli olarak da selefe tabii olmak, o menhec üzere gitmek olması gereken şeydir. Bazılarının dediği gibi önemli olan itikaden selefe uymak ameli Selefilik önemli değil. hayır, bu şimdi bir mezhep, meşrep görünümünde ise bizde o görünümü bir tesmiyeden öte bizi illa bir mezhep yapma gayreti içerisine girilmişse biz bir mezhep üzere değiliz. Biz selefi bir menhec üzereyiz. Biz bizden önceki herkesi de o menhecte görmüyoruz. Biz tutup da kerhi gibi birisini selefimiz görmeyiz. Fahruddin El-Razi’yi selefimiz görmeyiz. Çünkü bunlar usulde sorunu olan kimselerdir. Onun için bazen biz de selefi salihine tabiiyiz derler salih kimseleri kastederler. Biz selefin menhecine tabiiyiz.

İtikadı ve ameli birbirinden ayırarak bu sözü söyleyenler zaten ayırıyorlar ki bu sözü söylüyorlar. Birileri baştan ayırmış, amel imandan değildir demiş. Zaten benim talebelik yıllarında en şaşkın olduğum, şaşırdığım mesele yani karşısında şaşırdığım mesele Kur’an dan Sünnetten bu kadar nassın olmasına rağmen amelin ziyadeleştiğini söyleyen o kadar ayet, hadis var ki amelin imandan cüz olduğunu söyleyen, ispat eden o kadar ayet, hadis var ki buna nasıl ters düşebiliyorlar bu ancak onlara iftiradır? Bunu benim kendi kitaplarında bulmam gerekir diye düşündüm. Kerhinin o sözünü görünce, haa ayet hadis önemli değil onların usulüne ters düşüyor ise verdikleri fetva da o ayet mensuhtur tevil edilir. İşte aynen Ebu Bekir Sifil’in de hadis varsa, akıl da var bu iş biter. Ama su sözü doğru, usulü bilmeden katiyetle hele itikadi usulü bilmeden biz istikamet sahibi olamayız. Bu söz doğru.

Bu insanlardan bizim daha önceki derslerde de zikrettiğimiz gibi önemsediğimiz bu insanlar, adil olduğuna inandığımız bir insanlar, ehli sünnetin inancında ehli sünnet dediğimizde kimi kastettiğimiz belli Allah’ın tezkiye ettiği bu insanlar katiyetle ve katiyetle ehli sünnetin takdir ettiği insanlardır. İçlerinden daha çok ilişkide, irtibatta oldukları mesela biz sahabenin adedi farklı nakiller ile ne kadar yüksek rakamlarda da zikredilse bizi ilgilendiren hadis edebiyatına ait kitapların içinde hadis nakleden, adı geçen sahabelerdir değil mi? Öbürküler de sahabe tarifinin içine girseler de bizim için ön sırada, üzerinde durmamız gereken bunlardır. Neden? Dini nakleden kimselerdir. Eğer din sadece yaşamak ile nakledilseydi, yaşantıyla nakledilseydi, birbirinden görerek nakledilseydi din şuan diyelim ki bu hadis inkarcılarının namazı delillendirmeye ihtiyaç yok ki diyor bizden önceki ümmetlerde de vardı öyle herkes birbirinden göre göre devam etti nasıl olur? Bizden öncekilerde vardı şuan bizim kendilerinden görerek yaptığımız bu ibadet Allah Allah Hristiyanlıkta yok. Yahudilikte yoktur bu. Birileri zaten ihtiyaç duymadı namazın iman ile hiçbir alakası olmadığını söylüyor zaten. Olmuş, olmamış ne önemi var.

Bunların ilk, bu halkanın ilk zinciri şüphesiz sahabedir. Allah Resulünün hadisinde ensardan bahsediyor, genelde sahabeden. Ensarı sevmek iman emaresidir.  Sahabeyi sevmek iman emaresidir. Çünkü onlar gibi iman etmemiz emrolundu. Bu ümmet içerisinde de en pis Yahudilerde dahi Musa a.s’ın ashabından, havarilerinden İsa’nın havarilerinden ona yani havarilerine düşmanlık eden bir Yahudi taifesi göremezsiniz bu denli. Ama rafiziler Şia dediğimiz taife bu pisliğini ümmetten sair taifelere de bulaştırmıştır. Hem de garip belki kendisi hakkında hiç konuşma ihtiyacı duymayacağımız sahabeleri de içine alır şekilde değil hadis rivayet edenleri tenkit ederler. Onları beşeri hataları ile. Şimdi beşeri hata insanın kusurudur ama o hatayı kasten yapma başka, mazereten yapmak başka bir sebebe binaen özür kabul edilebilecek şekilde ama Allah’ın tezkiyesini unutarak bu Selahattin Özütürk mü Caferilerin başıydı bu zamanlar onunla sahabe mevzusunda sohbet edildi dedim ki sen bana Kur’an dan Sünnetten sahabenin övülerek gelişi hakkındaki naslardan bir iki tane söyleyebilir misin? Bir durdu. Dedim, çok var. Hiç ismen tezkiye ettiği birisini duydun mu? Yok. Toptan tezkiye edilmeleri ile eğer ismen tezkiye edilseydi hangisi daha âla mertebe olurdu ismen mi yoksa umumen mi? Umumen tezkiye edilmeleri en âla mertebede neden? Fitneciler itam edecek giriş kapısı bulamazlardı. Çünkü Allah umumen tezkiye ediyor sen kimi ne ile cerh edeceksin? Kaldı ki daha önceki derslerde de dediğimiz gibi Allah’ın tezkiye ettiğini onun dışında kimse cerh edemez. Hem de Allah bir tezkiye ettiğini cerh etmez. Neden? Çünkü o haşa bilmediğinden yaptı olarak düşünülür. Ki bu mümkün değildir.

O zaman bizim inancımızda, menhecimizde ne denli doğru, hak üzere olduğumuzu ispat etmek istiyorsak sahabe hakkında cidden doğru bilgiye sahip olmamız gerekir. Bu tezkiye bölümünü, Allah’ın Resulünün tezkiye edişini bildiğimizde onlara hata, arıza, günah olarak ne nispet edilirse edilsin adaletlerine bir zarar gelmez. Ama hatalı olabilirler.

Ebu Said – El Yarbuzi 

Yazan : Mehmet Şahin 

Lokman Oğluna Şöyle Demişti

Bizleri Takip Edin

 

Similar Posts