Değerli kardeşlerim … ! Bilindiği gibiAllah Rasulü s.a.v, Müşriklerden eziyet gören Müslümanları ( o an Hıristiyan olan ) Habeşistan kralının yanına göndermişti …
Konuyu dile getirmemin sebebi, bu olayda günümüz Müslümanlarının ibret alacağı bir çok önemli hususların olduğundandır … Özellikle Dini bilgileri kısır olupta usul, uslup bilmeyen ve kanı dikine akan dindar gençliğin alacağı çok şeylerin olduğundandır …
İnşaAllah, ön yargıdan uzak ve samimi bir şekilde bu olayı hep beraber okuyalım ve ardından da kendisinden istifade edilecek noktalara bi değinelim …
“ … Ebu Musa r.a.’dan rivayet edilmiştir : ” Resulullah s.a.v Cafer bin ebi Talib ile birlikte Necaşi’nin yanına gitmemizi emretti. Bunu haber alan Kureyşliler, Amr bin el-As ve Umare bin Velid’i topladıkları hediyelerle birlikte Necati’ye gönderdiler. Necaşi’nin yanına vardıklarında hediyeleri takdim ettiler. Necaşi hediyeleri kabul etti. Sonra önünde secdeye kapandılar. Daha sonra Amr bin el-As şöyle dedi : ” Yurdumuzda bazı kimseler dinimizi terkettiler. Onlar şimdi senin topraklarındalar.” Necaşi : ” Benim topraklarımda mı ? ” dedi. Onlar, ” Evet ” deyince, Necaşi elçisini gönderdi. Cafer : ” Sizden kimse bize cevap vermesin, ben bugün sizin sözcünüzûm.” dedi. Daha sonra Necaşi’nin yanına gittik. Tahtında oturuyordu. Sağında Amr bin el-As, solunda Umare vardı. Rahip ve keşişler de gruplar halinde oturuyorlardı. Amr ve Umare, Necaşi’ye, onların ( Müslümanların ) kendisine secde etmeyeceklerini söylemişlerdi. Yanına vardığımızda oradaki keşiş ve rahipler ” Krala secde edin ” diye seslendiler. Cafer : ” Biz Allah’tan başkasına secde etmeyiz.” dedi. Necaşi : ” Bunun sebebi nedir ? ” diye sordu. Cafer : ” Allah bize bir peygamber gönderdi. O, İsa a.s mın kendisinden sonra geleceğini bildirdiği Ahmed adlı Resuldür. Allah’a ibadet etmemizi, O’na ortak koşmamamızı emreden odur. Namaz kılmamızı, zekat vermemizi ve iyilik yapmamızı emretti. Bizi kötülüklerden alıkoydu.” Bu sözler Necaşi’nin hoşuna gitti. Amr bu durumu fark edince : ” Ey Kral Allah iyiliğinizi versin. Onlar sana Meryem’in oğlu hususunda karşı çıkıyorlar ” dedi. Necaşi : ” Peygamberiniz, Meryem’in oğlu hakkında ne diyor ? ” diye sordu. Cafer : ” İsa hakkında Allah’ın kelamına muvafık şeyler söylüyor. O’nun Allah’ın ruhu ve kelimesi olduğunu bildiriyor. O’nu saf ve iffetli Betül’ün dünyaya getirdiğini, Meryem’e hiçbir insanın dokunmadığını, İsa a.s’dan önce de çocuk sahibi olmadığını anlatıyor.” Necaşi yerden bir çöp aldı ve onu kaldırarak : ” Ey keşişler ve rahipler topluluğu ! Sizin Meryem oğlu İsa hakkında söylediklerinizle, onların söyledikleri arasında bu küçük ağaç parçasının ağırlığı kadar bile fark yok.” dedi ve sonra sözlerini şöyle sürdürdü : ” Size ve yanından geldiğiniz kimseye selam olsun ! Şehadet ederim ki O, Allah’ın Resulüdür. Doğrusu İsa a.s’nın müjdelediği peygamber de odur. Şayet buradaki krallık durumum olmasaydı, onun yanına gidip çarıklarını öperdim. Topraklarımda istediğiniz kadar kalın.” Daha sonra bize yiyecek ve giyecek verilmesini emretti. Sonra şöyle buyurdu : ” Şu ikisinin hediyelerini de geri verin.”
Amr bin el-As kısa boylu, Umare ise yakışıklı biriydi. Necaşi’nin yanına vardıklarında içki içmişlerdi. Amr bin el-As’ın yanında karısı da bulunuyordu. Bir miktar şarap içince Umare, Amr’a : ” Karına emret de beni Öpsün.” dedi. Amr ” Utanmıyor musun ? ” deyince Umare, Amr’ı tutup denize fırlattı. Amr, Umare’ye yalvarınca Umare onu sudan çıkarıp gemiye bindirdi. Amr bu duruma çok öfkelenmiş, Umare’ye kinlenmişti. Bu yüzden Necaşi’ye : ” Senin evinden çıktığında Umare ailene göz koyar.” dedi. Necaşi, Umare’yi çağırtı ve sidik borusuna körükle hava verdi. Umare delirdi ve daha sonra hayvanlarla yaşamaya başladı.”
Haysemî, Mecma’ ez-Zevaid’de 6/30 şöyle der: Hadisi Taberani rivayet etmiş olup, ricali sahihtir.
“ …. Umeyye bin el-Muğîre r.a nın kızı, Peygamber s.a.v’in hanımı Ümmü Seleme’den rivayet etmiştir : ” Habeşistan’a vardığımızda orada hayırlı birinin komşusu olduk. O, Necaşiydi. Dinimiz hususunda güvenlik içindeydik. Allah’a kulluk ediyorduk. Orada herhangi bir eziyete uğramıyor, bizi rahatsız edecek bir şey işitmiyorduk. Kureyşliler bu durumu haber alınca bizim meselemizi konuşmak üzere Necaşi’ye sert yapılı iki adamlarını yollamışlardı. Onlar Necaşi’ye Mekke’nin en değerli mallarından hediyeler getirmişlerdi. Garip olan bir şey vardı ki o da Necaşi’ye bu hediyelerinin yanında pek çok yiyecek de göndermiş olmalarıydı. Necaşi’nin rahiplerinden hediye vermedik tek bir rahip bile bırakmamışlardı. Bu hediyeleri Abdullah bin Rebia el-Mahzûmî ve Amr bin el-As bin Vail es-Sehmt ile göndermişler, gitmeden önce onlara şöyle tenbihte bulunmuşlardı : ” Necaşi’yle müslümanlar hakkında konuşmadan önce Necaşi’nin rahiplerinden her birine hediyesini takdim edin. Daha sonra Necaşi’ye hediyelerini takdim edin. Bundan sonra Necaşi’den kendileriyle konuşmadan müslümanları teslim etmesini isteyin.”
Ümmü Seleme anlatıyor : ” O iki adam çıkıp Necaşi’nin yanına geldiler. Biz Necaşi’nin yanında hayırlı bir yurtta, hayırlı bir komşunun yanında yaşıyorduk. Necaşi’yle konuşmadan önce rahiplerinden her birine hediyelerini verdiler. Daha sonra rahiplerine, kral Necaşi’nin ülkesine gelen kişilerin, kavimlerinin dinlerini terketmiş, akılsız adamlar olduğunu ileri sürerek : ” Onlar sizin dininize de girmediler. Ne sizin ne de bizim bilmediğimiz bir din uydurmuşlar.” dediler ve sözlerini şöyle sürdürdüler : ” Bizi onların kavimlerinin ileri gelenleri Kral’a gönderdi ki, onları bize iade etsin. Biz Kral’la konuştuğumuzda, ona müslümanlarla konuşmadan bize onları iade etmesini söyleyin. Kureyş’in gözü onların üzerinde ve onları ne yüzden ayıplayıp muaheze ettiklerini çok iyi biliyorlar.” Rahipler onlara : ” İstediğinizi yerine getireceğiz,” dediler. Daha sonra hediyelerini Necaşi’ye takdim ettiler. O da kendisine sunulan hediyeleri kabul etti. Daha sonra Necaşi’ye : ” Ey Kral ! Ülkene bizden bazı ahmak adamlar geldi. Onlar kavimlerinin dinini terkettikleri gibi senin dinine de girmediler. Ne senin ne de bizim bilmediğimiz uydurdukları yeni bir dini savunuyorlar. Bizi sana, onların babaları, amcaları ve yakın akrabaları olan kavimlerinin ileri gelenleri gönderdi. Onları iade etmeni istiyorlar. Gözleri bu kimseler üzerindedir. Onları ne yüzden ayıpladıklarını ve muaheze ettiklerini de gayet iyi bilmektedirler.”
Ümmü Seleme diyor ki : ” Abdullah bin Rebia ve Amr bin el-As, Necaşi’nin müslümanları konuşturup dinlemesinden endişe ediyorlar ve bunu istemiyorlardı. Etrafındaki rahipler : ” Ey Kral ! Onlara inan, kavimlerinin gözü onlar üzerinde ve ne yüzden onları muaheze ettiklerini de çok iyi biliyorlar. Onları bu iki adama teslim et ki kavimlerine iade etsinler.” dediler. Necaşi bu sözlere kızarak şöyle dedi :
“Allah’a yemin olsun ki hayır ! Onları, o iki adama bu şekilde teslim etmeyeceğim. Bana sığınmak isteyen, ülkeme konuk olan, sığınılacak yer olarak başkasını değil de beni seçen bu insanları çağırıp durumları hakkında kendilerine soru sormadan onları teslim etmem. Eğer bu iki adamın dedikleri doğru ise onları kavmine iade ederim. Eğer söyledikleri doğru değilse, o iki adamı onlara yaklaştırmam. Benim yanımda kalmak istedikleri sürece onlara iyi muamelede bulunurum. “
Daha sonra Necaşi, Resulullah s.a.v’in ashabını bir elçi göndererek yanına çağırdı. Elçiyi görünce toplandılar. Onlara : ” Yanına gittiğinizde o adama ne söyleyeceksiniz ? ” dediklerinde ; ” Peygamberimiz s.a.v bize ne öğretti ve neleri yapmamızı emrettiyse onları söyleyeceğiz. Sözlerimizden dolayı ne olacaksa olsun ” dediler. Necaşi’nin yanına vardıklarında, yanında rahipleri vardı ve her biri incil’ini açmış bekliyordu. Necaşi : ” Size kavminizin dinini terkettiren bu din nasıl bir dindir ki, ne benim dinime ne de bu millete mensup herhangi birinin dinine tabi olmadınız ? ” diye sordu.
Ümmü Seleme : ” Sözcü Cafer bin Talib’di. Şöyle dedi : ” Ey Kral ! Biz cahiliyyet döneminde putlara tapan, ölü hayvanın etini yiyen, fuhuş yapan, akrabalarıyla ilişkisini kesen, komşuya kötü davranan bir topluluktuk. İçimizdeki güçlüler zayıfları ezerdi. Allah bize bir Resul gönderene kadar bu durumda kaldık. O peygamberin nesebini, doğruluğunu, emin oluşunu ve iffetini bilmekteydik. Bizi Allah’ı birlemeye, taş ve putlar gibi babalarımızı tapar bulduğumuz şeyleri terketmeye davet etti. Doğru söylemeyi, emaneti yerine getirmeyi, sıla-ı rahimi, komşuya iyi davranmayı, haramdan ve kan davasından kaçınmayı emretti. Fuhşu, yalancı şahitliği, yetim malı yemeyi, iffetli kadınlara iftirada bulunmayı yasakladı. Yalnız Allah’a ibadet etmemizi, O’na ortak koşmamamızı, namaz kılmamızı, zekat vermemizi, oruç tutmamızı emretti,” . Cafer, Necaşi’ye İslam’ın bütün emirlerini saydı. Sonra şöyle devam etti : ” O’na inandık, tasdik ettik. Allah katından getirdiği şeylere ittiba ettik. Yalnız Allah’a ibadet ettik ve O’na ortak koşmadık. Bize helal kılmam helal bildik, bize haram kılınan şeylerden de kaçındık. Bütün bunlardan dolayı kavmimiz bize düşman oldu ve dinimiz sebebiyle bize eziyet ettiler. Bizi Allah’a ibadetten men edip yeniden, puta tapıcılığa döndürmeye çalıştılar. Daha önce işlemiş olduğumuz pislikleri yeniden işlemeye çağırdılar. Üzerimizdeki baskılan iyice yoğunlaşıp yaptıkları zulümlerle dinimize engel olmaya başladıklarında, senin ülkene geldik. Başkalarına değil, sana sığınmayı tercih ettik. Ey Kral, senin yanında zulme uğramayacağımıza inanıyoruz.” dedi.
Necaşi : ” Yanında peygamberinizin, Allah katından getirmiş olduğu bir şey var mı ? ” diye sordu, Cafer : ” Evet ” dedi. Necaşi : ” Onu bana oku ” deyince Cafer ; ” Kaf, Ha, Ya, Ayn, Sâd”ın başından bir bölüm okudu. Necaşi sakalları ıslanıncaya kadar ağladı. Rahipler de kendilerine okunanı dinlerken ağladılar ve önlerindeki İncil’leri ıslandı. Daha sonra Necaşi şöyle buyurdu : ” Bu şüphesiz Musa’nın getirdiğiyle aynı nurdan ışığını alıyor. ( Amr ve Abdullah’a hitaben ) Buradan defolun ! Allah’a yemin olsun ki onları size ebeddiyen teslim etmem.”
Ümmü Seleme anlatıyor : ” Necaşi’nin yanından çıktıklarında Amr bin el-As; ” Vallahi, yarın onların ( karşı tarafı kızdıracak ) kusurlarını söyleyeyim de köklerini kazısınlar.” dedi. Amr bin el-As’dan daha merhametli olan Abdullah bin Rebia : ” Sakın böyle yapma. Onların akrabaları bunu yaptığını duyarlarsa, bize düşman olurlar.” dedi. Amr bin el-As ; ” Allah’a yemin olsun ki, Necaşi’ye onların Meryem oğlu İsa’nın kul olduğunu söylediklerini bildireceğim.” dedi. Ertesi gün Amr, Necaşi’ye : ” Ey Kral, onlar, Meryem oğlu İsa hakkında yakışıksız bir söz söylüyorlar. Onlara bir elçi gönder de ne demek istediklerini öğren.” dedi. Necaşi de bu konuyu öğrenmek üzere onlara bir elçisini gönderdi.”
Ümmü Seleme anlatıyor : ” Böyle birşey başımıza gelmemişti. Herkes toplanmış, birbirlerine : ” Şayet Necaşi soracak olursa İsa a.s hakkında ne diyeceksiniz ? ” diye soruyordu. Dediler ki : ” Allah’a yemin olsun ki Allah Teala ne söylüyorsa, peygamberimiz s.a.v bize ne öğretmişse onu söyleyeceğiz. Bu sözümüzden dolayı ne olacaksa olsun.”
Müslümanlar yanına geldiklerinde Necaşi : ” Meryem oğlu İsa hakkında neler söylüyorsunuz ? ” diye sordu. Cafer bin Ebi Talib : ” O’nun hakkında peygamberimiz ne söylüyorsa biz de onu söylüyoruz. O İsa Allah’ın kulu, Resulü ve Ruh’u olup, kendisini Allah’a adamış, bakire ve iffetli olan Meryem’e ilka ettiği kelimesidir.
” Necaşi elini yere indirdi ve oradan bir ağaç parçası aldı ve şöyle dedi : ” İsa, senin söylediğinden şu ağaç parçası kadar bile farklı değildir.” dedi. Bu sözler üzerine Necaşi’nin etrafındaki rahipler söylenenleri inkar edercesine homurdandılar. Necaşi rahiplere : ” Homurdansanız da bu böyledir.” dedi. Sonra müslümanlara dönerek : “Gidiniz.Topraklarım içinde güvenlik içindesiniz.Bana bir dağ büyüklüğünde altın verilse bile, sizlerden birine eziyet etmek istemem.Necaşi sözlerine şöyle devam etti : “Şu iki adamın getirdikleri hediyeleri iade edin. Benim o hediyelere ihtiyacım yok. Allah, verdiği mülk dolayısıyla benden rüşvet almadı ki, ben de sizden rüşvet alayım. İnsanları Allah’a itaat ettirdiğim gibi, ben de Allah’a itaat etmeliyim.”
NECAŞİYLE SAVAŞ ESNASINDA ONA DUA EDİLMESİ
Ümmü Seleme anlatıyor : ” Kureyş’in elçileri tahkir edilmiş ve getirdikleri hediyeler iade edilmiş olarak Necaşi’nin yanından çıktılar. Bizler de Necaşi’nin topraklarında güvenlik içinde yaşadık. O bizler için hayırlı bir komşu idi. Bu durum Necaşi’nin elinden yönetimi almak isteyen biri ortaya çıkıncaya kadar devam etti. Allah’a andolsun ki bu yeni durum karşısında çok büyük bir üzüntüye kapıldık. Bu adamın Necaşi’ye galip gelip Necaşi gibi haklarımızı koruyan biri olmamasından endişe ediyorduk.
Necaşi ordusuyla yürüdü. Hasmıyla arasında Nil toprakları vardı. Resulullah’ın ashabı : ” Bizden kim oraya gider de haber getirir ? ” dediler. Zubeyr bin el-Avam : ” Ben ” dedi. Zubeyr, Habeşistan’a hicret edenler arasında yaşı en küçük olandı. Bir su kırbasını şişirip göğsüne bağladılar. Bununla yüzerek Nil kıyısına kadar çıktı. Necaşi ile hasmı orada karşı karşıya geliyordu. Durumu haber alıp geri döndü.”
Ümmü Seleme diyor ki : ” Necaşi’nin hasmına galip gelmesi, topraklarında hükümran olmaya devam etmesi için Allah’a dua ettik. Necaşi, Habeşistan’ın idaresini elinde tutmuştu. Mekke’ye Resulullah s.a.v’in yanına dönünceye kadar orada huzur içinde yaşadık.”
İmam Ahmed Müsned’inde rivayet etmiştir. 112017, el-Haysemî ise Mecma ez-Zevaid’de şöyle der 612 7 : Hadisi İmam Ahmed rivayet etmiş olup, ricali sahihtir.”
BU OLAYDAN ÇIKARILMASI GEREKEN DERSLER
1 – Bazı kimseler, îslami hareketi, müslüman erkeklerin ve kadınların güvenliğinin sağlanmasını düşünmesini bile, zayıflık alameti olarak görmekte, güvenlik arayışlarını bir kusur olarak kabul etmektedirler. Bu ise insanların ihtiyaçlarını hissedemeyen, Allah’ın kalplerine bu duyguyu nasip etmediği kimselerin düşünce tarzıdır. Elbette îslami davet açısından güvenlik arayışları İslam’ın ruhsat verdiği sınırlar dahilinde olacaktır. Ruhsatlan yeri ve zamanında uygulamak daha hayırlıdır. İşte Ammar bin Yasir ! İşkence altında küfür lafzını söylemişti. İşte Resulullah s.a.v’in ashabı ! Güvenliklerini sağlamak için Habeşistan’a hicret etmişlerdi. Sonuçta iş müslümanların başında bulunan ve onları yönlendiren, emir konumundaki yöneticilerin izin ve takdirine dayanmaktadır.
2 – Resulullah s.a.v’in ashabı, adaletle hükmedilen, içinde İslam’ın emrettiği ibadetleri rahatça yerine getirebilecekleri, ancak İslam’ın hakim olmadığı bir küfür diyarına hicret etmişlerdi. Bu olay İslami davet ve hareket açısından önümüzde geniş ufuklar açmaktadır. Bugün dünyada müslümanların dini görevlerini rahatça yerine getirebildikleri, kendi vatandaşlarına tanıdıkları hak ve görevleri müslümanlara da tanıyabilen ülkeler bulunmaktadır. Kendi ülkelerinde ezilip, yaşama hakkına sahip olmadıkları dönemlerde böyle ülkelere gidip orada ikamet etmek müslümanlara caizdir. Eğer müslüman, o ülkelerde ailesini îslami bir terbiyeyle eğitme imkanına sahipse bunun bir mahzuru yoktur.
Şafii fukaha-sı : ” Müslüman, küfür diyarında İslamın şiarlarını ortaya koyup, yerine getirebiliyorsa, orada kalması evleviyetle caiz olur. Çünkü bu durumda onun evi küfür diyarı içinde bir İslam diyarı olmuştur” demektedirler. Elbette mesele, olayın yarar ve zararının ölçülüp, bu dengeye göre hareket etmeye, fetva vermeye ehil kişilerin basiretli fetvalarına dayanmaktadır.
3 – Habeşistan’a giden muhacirler, o topraklar dahilinde herhangi bir İslami davetle yükümlü kılınmamıştır. Bu durum, hicret etmeye zorunlu kalmış bir müslümana İslami adap bakımından bazı ruhsat kapıları açmaktadır. Böyle bir durumda kalan müslümanlar, hicret ettikleri ülkenin kanunlarını gözönüne alarak, kendilerine müsaade edilen dışında o ülkenin iç işlerine karışmayabilirler. Bu mesele oldukça geniştir. Ruhsat veya azimet arasında bir tercih yapılacaktır. Bu tercihi ise müslümanların emiri tayin eder. Müslümanları idare eden kimseler (emirler) muhacirlerin yapması gereken şeyleri tayin ederek, davaya ihanet edilmemesi, zulmedilmemesi ve ahde vefa gösterilmesi hususlanna önem verirler. Her ne kadar Resulullah s.a.v, Cafer ve ashabını Habeşistan’da davetle yükümlü kılmamışsa da, Cafer r.a nun orada bazı kimseleri İslam’a davet ettiği ve onların da icabet ettiğine dair bazı rivayetler bulunmaktadır.
4 – Necaşi kıssasını baştan sona kadar gözden geçirdiğimizde, islami aksiyon bakımından çok önemli bir neticeye varabiliriz. Necaşi, sonunda müslüman olmuş, ancak gayr islami kanunlarla yönetilen bir sistemin başında kalmaya devam etmiştir. Resulullah s.a.v de bu durumu kabul etmiş, Öldüğü zaman Necaşi’nin gıyabında cenaze namazı kılmıştır. Bu durum şunu gösteriyor ki, bir nizamın küfür nizamı olması sebebiyle, o nizamın içinde yer alan her ferdi küfürle itham etmek mümkün değildir. Kafir bir nizamın başında, Necaşi gibi zahiren ve batınen müslüman olan biri de bulunabilir.
5 – Habeşistan’a yapılan ilk hicretten söz açmışken, müşriklerin ” necm suresini dinledikleri zaman secde edişlerinden bahsetmek yerinde olacaktır. Bu vesileyle Garanik hadisesini zikredilim : Aslı olmayan bu bâtıl kıssaya göre, Resulullah s.a.v necm suresi’ni okurken, şeytan müşriklere Resululah s.a.v putlara Övgüde bulunduğunu işittirmiştir. Bu olayın aslı yoktur.
Said Havva el Esas Fi’s Sünne
Tacuddin el Bayburdi