Hakkın tahrifi, illa batılla gelinerek değil; hak ile batılı karıştırarak da yapılır.
Hak olan kısmı seslendirip insanlara sunduğunuzda insanlar, onunla beraber sokulan batılın farkına varmayacaktır.
Veya kendine, muhatabına, topluma uyan ve mantıklı bir yorum getirilirse (Kuran’a sünnete muvafık değil, mantığına göre yöntem ve yorum getirirse yani akla uygun yorum getirirse) ifsad o denli tesirli, o denli şümullü olur.
Hakkın tahrifinin en şümullü yöntemi; batılla gelerek değil, batılla hakkı karıştırıp(harman edip) ona, bir de Kitap ve Sünnet’ e değil de akla ve mantığa muvafık bir yorum getirilerek yapılandır. Bu şekilde hakkın ifsadı daha seri ve daha şümullü olacaktır.
Şeytan ve avanaleri
Şeytan, daha mahir olmasından dolayı ve avanelerini iyi yetiştirdiğinden, onları daha kolayca ifsad edebildiğinden, ekseriyetle bu yöntem başarılı oluyor. Bu ifsadın karşısında, tesirlenmeden, yara almadan kurtulabilecek tek taifeye işaret ediliyor. Şeytan, genel anlamda ifsadını gündeme getirirken: “Madem ben Adem yüzünden rahmetten kovulan birisi oldum. Bana kıyamete kadar mühlet ver Ey Rabbim. Onların önünden, arkasından, sağından, solundan, üstünden, altından gireyim onları ifsad edeyim diyor .
Allah azze ve celle diyor ki:
“ Evet sana mühlet verdim. İstediğini yapabilirsin. Ama iyi bilki benim halis kullarıma hiçbir şey yapamazsın.” Demek ki şeytanın bu denli desisesinden kurtulabilmenin tek yolu budur.
Nasıl ihlaslı olunur? Bunu da müstakille anlatan ayet, hadis ve dersler var. Bunun için tamamen hak olan, kısmen hak olarak kullanılan veyahut hakkın bazı bulaşıkları olan sözlere dikkat edilmeli.
Muhakkak ki şeytan, kişiyi ifsad ederken, hakkın bazı malzemelerini kullanarak gelir. Mesela İblis, Havva ile Adem’ in yanına geldiğinde:
“Bildiniz mi Allah size bu ağacı niye yasakladı.” Bunu(yasaklanma sebebini) takmayın demiyor. O ağacın yasaklanmasını bir yoruma dayandırarak:” Bu ağaçtan yerseniz ya iki melek olursunuz veya ebedi hayat sahibi olursunuz.” diyor. “İnanın yani size yemin ederek söylüyorum ben size sadece nasihat ediyorum.” diyor.
ŞEYTAN, MANTIKLI YORUM GETİREREK YAKLAŞIYOR. Hatta kendisinin bir melek olma sıfatıyla, emredilen bir şeye kayıtsız şartsız itaat etmesi gerekirken, neden yapmadığı sorulunca sebep; tekebbür, kibirlenme, ben ondan daha hayırlıyım, ben ateşten yaratıldım o ise topraktan…
İblisin ateşten yaratıldığı yaratıldığı doğru mu? Doğru.
Adem’ in topraktan yaratıldığı doğru mu? Doğru. Ben ondan daha güçlüyüm daha efdalim diyor. Yorumlayarak isyan ediyor. Onun, güya orada yakalamadığı, yakalayamadığı hikmeti İbn Abbas:
“ Halbuki orada kime secde ettiğini değil, kimin secde et emrini verdiğini düşünmesi gerekirdi.” SECDE ET DİYEN ALLAH. NİYE SECDE ET DERSE DESİN! Hatta şöyle de diyebiliriz; O emir, doğrudan doğruya Allah’ tan duyduğu değil de bir aracı ile duyduğu bir emir olsaydı; Hadi Allah böyle mi emretti diyebilir insan. Emredenin emredişi önemliydi. Neye secde ettiği değil. Bunun için İbn Abbas:
“ İblisin Ademe secdesi Allah’ a itaatti. Orada itaatini düşünmesi gerekirdi. Kime secde ettiğini değil.”
Allah, nehirden geçerken de nasıl imtihan ediyor Beni İsrail’ i. Neden yasakladığı önemli değil. Neden emrettiği önemli değil. Size bir emir verdiyse, bir yasak bir nehiy emrettiyse; o an, ona icabet etmek gerekir. Asıl budur. Neden emrettiği, neyi emrettiği, neden yasakladığı önemli değildir. Çünkü; orada, itaat ve isyan mevzu bahis.
Onun için insanların, yazılarında, konuşmalarında, sohbetlerinde bazı hak sözleri kullanarak, bunu batıla hizmet ettirebilirler. Hakkın ifsadına kullanabilirler. Hatta bazen o sözlerde, bu sözü söyleyenleri bile ikna ettiklerini görürsün. Yani o sözün batıl bir ifsad edici nitelik taşıdığını kendisi bile farketmiyor, ettirtmiyor, gizli dürtülerini besliyor ve kendisini dahi ikna etmiş görünüyor. İkna da ediyor.
Mesela İslam’ ın birçok değerlerini kullanırken ; diyelim ki İslam’ da cemaatçilik emrediliyor. Cemaat hakkında hak olan birçok sözler gelmiş. Mesela:
Herkim cemaatten ayrılırsa diyor. Cemaatçiliğin fazileti, bir arada bulunmaktan bahsediliyor. Bunu, herkes kendi ifsadında malzeme olarak kullanıyor. Türkiye’ yi düşün Nurcular, Süleymancılar, her grup siyasiler… Her grup, bu ayetleri kendi çıkarına kullanıyor. Cemaatin faziletini, burada bir emire itaatin faziletini, cemaat halinde hareket etmeyi, hatta istişare etmeyi de bunun lehinde kullanıyor. —– 12:08 —
Halbuki ayet, muhatab olarak tek topluluk ediniyor. Ve onun muhalifleri… Herkes, bunu kendisine hammadde olarak kullanıyor. Herkes, kendisine hak veriyor cemaatçilik hakkında. Ötekileri kendisinin dışında gördüğü için cemaatin dışında diye muhakeme ediyor. O zaman cemaat, cemaatçilik, emredilen cemaatçilik, anlaşılmamış, kastettiği şey anlaşmamış, kastetmediği şeyler insanlar tarafından, ona yorum olarak getirilmiş. Bu ayeti anlasaydık. Bu nasları anlasaydık. Bunun İslam cemaati için, kafirlerin karşındaki İslam toplumu için, din düşmanlarının karşısındaki İslam topluluğu için kullanmamız gerekirdi.
Cemaat deyince inanan herkes; muhalifleri deyince karşı tarafta ki kimselerin anlaşılması gerekirdi. Ama bu hep aksi olmuş. Şimdi biz eğer cemaatten konuşursak hiçbir şekilde şu tenkit ettiğimiz konumda olmamamız gerekirdi.
Biz onlardan değiliz demek, onlardan olmadığımızın ispatına yeter mi? Bunu nasıl zerdetmeliyiz?
Yaptığımız ve söylediğimiz söz katiyetle birbirine ters düşmemeli, muhalif olmamalıdır. O zaman biz, cemaati, cemaatçiliği itikadi birlikte aramalıyız. Diyelim Allah Azze ve Celleye zatında, rububiyetinde, isim ve sıfatlarında, uluhiyetinde inanma. Zatının varlığında, aynı inanca sahip olma… Bu, akidedeki bir birliktir. Ona, rububiyetinde yani isim ve sıfatlarında onun yaratıcı olduğuna her şeyi yaratanın o olduğuna, ondan gayri hiçbir kimsenin yaratmaya gücü olmadığına, tek yaratıcının o olduğuna aynı şekilde inandık mı bu, cemaattir.
Çünkü aynı şeye, aynı şekilde inanıyorsun. Ve o inandığına davet ediyorsun. Hep ona kulluk etmeye çalışıyorsun. Herhangi bir şeyi;
-Diyelim ki Allah’ın Alim sıfatında ekseriyetle İslami cemaatlerle aynı noktada oluruz. Birisi çıkar Allah şunu şunu bilir ama bunu bilemez derse; onun ilminin her şeyi kuşatmasına ters düşmüştür. O bu düşüncede cemaatte dışarıda kalır.
-Allah gaybı bilir. Ama falan şeyh de bilir derse o, burada yan çizmiştir. Bu cemaatçilikten yan çizmedir.
Cemaatçiliği(aynı şeye inanmayı) ta üstten alıp böyle gitmezsen; haa bu bizimle hakaret etmiyor diye sen onun cemaatten çıkarırsın. Halbuki yukarıdan aşağıya doğur gelmek gerekiyor. Allah’ın (bir yaratıcının) varlığına kim inanıyorsa genel anlamda bu, bir birlikteliktir.
Sorunsuz olan yerlerde yürüye yürüye, sorunlu olduğu yerlerde bir işaret koymamız gerekiyor. Diyelim ki Hristiyanlar, bir yaratıcıyı kabul ediyorlar. Yahudilerde kabul ediyor semavi din müntesibi olarak. Ama bakıyorsun Hristiyanlar, onu üçten bir olarak… Neredeyse ta baştan yan çizmeye başlıyorlar. Orada ittifak edilmeden cemaat halindelik biter. Yahudiler tek yaratıcı kabul ediyor. Ondan sonra bakıyorsun Üzeyir’ e Allah’ ın oğlu diyorlar. Bazı nitelikler nispet ediyorlar.
Cemaat düşüncesine, bizim, böyle bakmamız gerekiyor. Yukarıdan aşağıya doğru… Bu sefer yukarında aşağıya doğru en önemlilerinden başlayarak gelme… Yani düşünün Allah azze ve celle’ nin zatı hakkında; rububiyette sorunu olana, imanda sorunu olana Allah ı bilemekten bahsedilmez ki. Hatta bırak, bunlarda birkaç cüzde sorunu olan bile, tevhidi doğru dürüst gerçekleştiremeyecektir, gerçekleştiremez de. Mümkün değil.
Biz, her meseleye bakarken bir hareket noktası koyuyoruz. Tabii ki o, oradan başlıyorsa… Mesela bazen en uçtaki, doğruya en yakın, toplulukları diyelim:
Biz adil olmalıyız. Mesela bizden bazıları bunu diyebiliyor: “Biz bütün hocalara eşit davranıyoruz.” Adil olmak, güzel bir şey… Ama yaptığı iş cidden adalet mi? Kendisine mi zarar veriyor. Başkasına da mı? Diyelim ki herkesten istifade etmeyi kuran sünnet emrediyor zaten. Bu sözde, doğru ama cidden herkesten istifade mi ediyor. Yoksa herkesten, kullanılacak malzeme mi elde ediyor? Kendi duyguları istikametinde… Bu tip kişilerde şöyle bir yapı görürsün; anlamıştır ki ilmi ilim ehlinden alacak. Mesela şöyle diyor: Ondan gidin ilim alın, Arapça okuyun, Kuran da okuyun. Birilerinin dediği gibi: “Bizim Ebu Said’ de Kuran okuyun, Arapça okuyun, ilim alın ama Ebu Said davetten anlamaz.”
Şimdi, onlardan aldığını cidden doğru istikamette kullansa bu çok güzel… Zaten doğru istikamette kullanacak bir yapı olsa onu yapmaz, onu demez. Ve mutlak iyi bilen, daveti iyi yapar. Veyahut hatasından en çabuk dönen kimdir? Yine iyi bilendir.
O zaman senin, müstakil bir davet hareketi değil beraber bir davet hareketinin içinde olman gerekir. Bu tipte olan ne yapıyor? Herkesten bir şey alıyor. Kendi işine geldiği gibi kendi havasında kullanıyor. Bu herkesten istifade değildir.
Herkesten istifade nasıl? Bunların birbirleri ile yanlışlarını, doğrularını tespit etme. Devamlı birlikte, kafasına göre değil yine istişare ile hareket etme… Çünkü malzemeyi birilerinden al. Yani sen gidip şimdi bir tıp kongresine katılacaksın. Ve diyelim ki o kongrede bir ameliyat türünden bahsediliyor. Malzemeleri de sergileniyor. Bir buçuk saat dinliyorsun. Malzemelerini alıp gidiyorsun sen de aynı şeyi uygulayabilir misin? Bu mümkün değildir. En basit şeyde dahi bu asıl böyledir.
Biz cemaat değiliz. Cemaat te olmaya çalışmıyoruz. O zaman bizde cemaatçilik, 5-10 kişinin bir araya gelip başlarına bir idareci seçmeleri değil. İnsanların otoritesinden önce ilmin otoritesini koymak gerekiyor buraya. Öyle değil mi?
Çünkü şuan kişilerde katiyetle bir otorite hakim değil, normalde olmazda. Her ne kadar birisinin idaresiyle hareket te etsek bir kişiye güvenme de büyük yanlışlar oluyor. O zaman ilmin otoritesi öne çıkmalı. İlimle alakalı olan o mesele, onu ispat eden delil kimden nasıl gelmişse gelsin onu almak. İlmin otoritesi bu… Zaten
İlmin otoritesini kurmak demek; Kuran ve Sünnet’ in otoritesini kurmak demek. Burada geri kalan, o ilmin tatbiki. İlim ehlinden bizim göreceğimiz alacağımız, onun tatbikidir.
Kendi yapısından kaynaklanan, kafasına göre hareket etme duygularını besliyor. Hem islami bir şekilde hareket ettiğini düşünüyor. Herkesten istifade ediyorum, adil davranıyorum, kimseye bir bağlılığım yok. Bu, kişinin kendi yapısındaki kafasına göre hareket etme duygusunu besler.
Kendi fıtri sorunlarını tatmin etme… Mesela kişinin birisinin yapısında uysallık varsa ki bu güzel bir şey ama uysallığın tehlikesi şeriata ters düşen uysallıktır. Aynen, insanda sevginin olması güzel bir şey ama Allah’ı sevmede, tek onu sevmede, onun için sevmede aşırılığa gitmesi sorundur. Bu uysallık insanda daha çok tavize ödüne dönük sorun çıkarır. Biraz şiddet, ğayz varsa buda, buğuz etmede aşırılığa götürür.
Bazen insanlara bakıyorsunuz ki naslardan duygularını beslediğini düşündüğü: En uç nokta da örnek verilirse; “Firavun’ a gidin o halde ona yumuşak davranın.” Ölçüler var burada. Firavun gibi birisine bile yumuşak davranılıyor. Ki onun iman etmeyeceğini bilmesine rağmen Allah, anlat olur ki aklı başına gelir diyor. Ve burada bu sefer, aşırılık ister istemez tehlikeli bir konum. Çünkü şeytan seni bu yumuşaklıktan alıp şiddete taşımaz bunun çok zor olacağını bilir. Seni, oradaki doğruda şaşırtır. Tutup da Allah için buğuz etmede, kötü yapısında(haşinlik var yapısında)… Bazı insanların yapısında aşırı hüsnü zan vardır. Bazı insanlarda, çok aşırı sui zan vardır. Şeytan onu aksine götürerek sapıttırmaz. Onu onda sapıttırır.
Hepsinde böyledir. Şimdi, tavizden kurtulmak için hiddete şiddete gitmemek gerekir dimi. Şiddetten de kurtulman için tavize gitmek gerekmiyor. Bununla daha önceki derslerde de dediğim gibi tezatların ahengini yakalamamız gerekir.
“Ey kitap ehli sakın aşırılığa düşmeyin” şimdi bunun kelime manası üzerinde duracağımıza, bakın Yahudi ve Hristiyanlar nasıl aşırılığa düşmüş. Onların, bunu tatbiki(bunu yaşamaları) bizde bir şeyler uyandırıyor. Bazen onları(Yahudi ve Hristiyanları), aynı şeyde, aksi istikamette aşırılığa düştüğünü görürüz. Yahudiler, alimlerini, nebilerini öldürerek sapıttılar.